⚔️ Gök Girsin Kızıl Çıksın ⚔️
🎶Hani Gokbörü🎶
~Başlama Tarihi: 24.04.2024~
Aktütün Karakol Baskını, 3 Ekim 2008
Irak sınırından sızan 350 teröristin ağır silahlarla düzenlediği saldırıda 17 askerimiz şehit düştü. Düzenlenen hain saldırıda karakolun mühimmatını ele geçirmeye çalışan teröristler Türk askerlerinin kahramanca mücadelesi sonucunda geri püskürtüldü.
Hakkâri, Şemdinli.
"Ben, TTV Haber savaş muhabiri Giray Tekiner. Hakkâri sınır kapısının 4 kilometre gerisinde terörist gruplarınca pusuya düşürüldüm, yakalanmam an meselesi. Bu video ailemin eline geçer ya da geçmez, bilmiyorum. Sadece şunu bilmelisiniz ki, müsterih olun. Ölsem de kalsam da it soylarıyla pazarlığa oturmayacağım. Ben geri dönmeyeceğimi bildiğim bir yola çıktım, bu yolda dökülecek kanımın her zerresi Türk Silahlı Kuvvetlerine fedadır."
Hakkâri, Cilo Dağı, Terörist Kampı, 11 Kasım 2020, 16:37
İdam sehpasında infazını bekleyen mahkum gibi elleri arkasında kalın iplerle bağlı oturan Giray, biraz sonra yine farklı bir işkence için gelecek peçeli adamlardan birini bekliyordu. Biliyordu, yine canını fena halde yakacaklardı ama o acıya alışmış, artık acı hissinin ne olduğunu algılamayı bırakmaya başlamıştı.
Sol omzuna aldığı bıçak darbesinin kanı sarılan bir parça bezde kurumuş, omzunun uyuşukluğu kolunu hareket ettiremeyecek hale getirmişti. Sağ kaşındaki yaralar ise çoktan kabuk bağlamıştı. Kuruyan kanının göz kapaklarında birikmesi ve şişen gözleri ise görüş açısını kapatıyordu.
Üç gündür mü dört gündür mü su içmediğini kendince hesaplamaya koyulmuştu. Neyse ki günler önce tazzikli su ile yaptıkları işkenceyi fırsata çevirip bir kaç yudum suyu içebilmişti.
Günlerce susuzluğa ve açlığa dayanabilmişti. Teröristlerin hesaba katmadığı şey ise Giray'ın askerliğini Kuzey Irak'ta yapmasıydı. Çetin hava koşullarına ve zor şartlara alışıktı. Bir muhabir olarak yıllarca gittiği savaş bölgelerinin kuru sıcağı, tozu ve toprağıyla bünyesini çoktan acılara ve ağrılara alıştırmıştı. Açlık ise onun için dayanabileceği en basit şeydi. Günlerce aç kalarak çok yol yürümüş ve askeri kamplarda herkesle birlikte günlerce aç dayanmıştı.
Katır gibi inadı ve kini ise dededen gelmeydi. Giray'ı konuşturmak imkansızdı, ele geçirdiği belgelerin Türk askerlerine ulaşmadan nerede sakladığını öğrenmek için yaptıkları tüm işkencelere tek kelime dahi konuşmadan günlerce dayanmıştı.
Duyduğu ayak sesleriyle başını zar zor kaldıran Giray, mağaranın içine giren adamı süzdü. Onun diğerinden farklı olduğunu ilk görüşte fark etmişti. Anlaşılan Giray'ın konuşmayacağını anlayan teröristler ele başlarını çağırmışlardı.
Adam hızlı adımlarla Giray'ın oturduğu sandalyeye yaklaşıp Giray'ın suratına elindeki tüfeğin kabzanıyla sert bir darbe vurdu.
"Konuşsana lan piç, haritaları nereye sakladın?"
Aldığı darbeyle hafif sola savrulan Giray, aklını çoktan mı kaybetmişti yoksa kendi durumuyla o kadar mı fazla eğlenmişti bilinmez, başını adama doğru çevirip adımın elindeki tüfeğe baktı ve hm kaleşnikof diye mırıldandı.
Adamın suratına boş gözlerle bakarak "Aynı dili konuşmuyoruz orospu çocuğu, itlerine de aynı şeyi söyledim, bende harita falan yok. Olsa bile senin gibi piç soylarına verir miyim sanıyorsun?" dedi.
Ele başı dişlerini sıkarak Giray'ın suratına bir kez daha vurduğunda ağzından gelen kanı genzine kaçtı. Öksürüklere boğulduğu sırada ağzındaki kanın yarısını zar zor yutup geri kalanını yere tükürdü.
"Benden önce yüzlercesinin intikamı alındığı gibi benim de intikamım alınacak it soyu. Türk'ün kanı yerde kalmaz."
Yüzündeki sarılı poşiyi sertçe çıkaran adam "Bekle sen bekle, seni nasıl konuşturacağımı biliyorum orospu" derken elindeki tüfeği bir köşeye atıp elini pantolonunun kemerine attı.
Ne yaptığını anlamaya çalışan Giray adamın kemerini çözdüğünü gördüğünde dişlerini sıkmaktan çenesini kırmak üzereydi.
"Bana dokunduğun an tüm sülalenin soyunu kuruturum piç dölü."
Yüzünde sinsi bir sırıtışla Giray'a bakarak pantolonun fermuarını indiren adam "Piç dölünün tadına bakacaksın birazdan muhabir" dediğinde Giray şokla adama baktı.
Onun muhabir olduğunu öğrendiklerini anladığında hızlıca kendine gelerek bileklerine bağlı ipleri çekiştirdi. Oturduğu sandalyeyle birlikte ayağa kalkmaya çalıştığında adam hızla ona adımladı ve yaralı omzundan sertçe sıkarak tekrar oturttu.
"Ne oldu küçük faşist, şimdi korkma sırası değil, ya konuşursun ya da seni ayağa kalkamayacak hale gelene kadar beceririm."
🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶
Giray olanca öfkesiyle adamın gözlerine bakarak kanlı ağzıyla yüzüne tükürdü. Adam yüzündeki tükürüğü silip Giray'ın suratına sert bir yumruk attı.
Yediği yumruk Giray'ın umrunda bile değildi. O da artık şirazeden çıkmıştı, tüm sakinliği duyduğu cümlelerle yerle bir olmuş, deyim yerindeyse delirmişti.
"Ölmeyi göze almış birini tehditlerle korkutamazsın amına koduğumun piçi. Gel lan gel orospunun doğurduğu, gel lan" diye bağırdı.
Adam pis pis sırıtırken Giray kan akıtacak kadar öfkeyle dilini ısırdı. Kendine bilerek acı çektiriyordu aklını kaybetmemek için. Önüne adım adım yürüyen adamın gözlerine bakıyordu içindeki tüm kiniyle, yemin etmişti, ölse de kalsa da pes etmeyecekti.
Yıllarca koruduğu onuru, gururu ve haysiyeti bir itin ellerinde iki paralık olsa bile. Şerefiyle ölmek yerine böyle iğrenç bir zorbalığa maruz kalmak istemese de, sonunun ne olduğunu bilerek çıkmıştı bu yola. Bu yol tam da beklediği gibi pisti. Yıllarca savaşların geride bıraktığı harabe ülkelerde neler yaşandığını bilerek büyümüştü, üniversite yıllarında slaytlarda gördüğü resimlerin iğrençliğine midesini alıştırmış, her gördüğü resimde kini bir kat daha artmıştı. Hocasının söyledikleri aklına geldi o anda.
"Ölmeyi dileyeceksiniz çocuklar, tüm bu vahşete şahit olmaktansa ölmeyi."
Kapattı gözlerini sıkı sıkı, bir zamanlar fotoğraflarda gördüklerini şimdi kendisi yaşayacağı için sadece gözlerini kapattı.
Adam keyifli bir kahkaha attı, mağaranın her köşesini inletecek kadar. Adamın kahkahasını ise dağları sarsan bir gümbürtü kesti.
Göğü alt üst eden bir ses duyuldu telsizlerden.
"Yıkın dağları."
Ard arda gelen tüfek ve bomba seslerine teröristlerin telsizlerine sızan öfkeli o ses eklendi.
"Ben, Yüzbaşı Arman Savaş Akat. Cilo'nun her bir taşını size mezar yapmazsam gök girsin kızıl çıksın ulan. Fare deliğine de girseniz bulup orada geberteceğim hepinizi."
Giray'ın ve ele başının olduğu mağaranın içine kaçışan adamlar pusuya düştüklerini anlayınca korkuyla "Askerler, askerler dört yandan kuşattı Sirvan" diyerek veryansın ediyorlardı.
Ele başı hızla Giray'a döndüğünde onun yüzündeki gevşek gülümsemeyi gördü.
"Fare deliğine kaç orospu çocuğu."
Yerdeki tüfeğini kaptığı gibi fırlayan adam "Saldırın, ne var ne yoksa karşılık verin, teslim olmak yok" diye bağırarak mağaranın içlerine doğru kaçtı.
Giray'ı geride bıraktığının farkındaydı ama şu anda onu yanına alıp boşuna yük yapamazdı, zira dağlar bombalar yüzünden parça parça koparak yıkılıyordu.
Giray başını mağaranın tavanına kaldırdı.
"Sana şükürler olsun Allah'ım, şimdi burada ölsem de gözüm arkada kalmayacak. Canımın her zerresi Türk askerlerine feda olsun."
Giray başının üstünden düşen taş parçasıyla kendini sandalyede sola doğru savurdu. Ayağının üstüne düşmek üzere olan taşlardan son anda kurtulmuştu. Tüfek seslerinin sonu gelmiyordu, çatışma saniyelere, dakikalara sığmıyordu artık. Giray son anlarını yaşadığının bilinciyle marur bir sükunete girdi ve düştüğü yerde gözlerini kapattı.
Ölmek üzere olan insanların hayatlarının gözlerinin önünden geçtiğini söylediklerinde ne demek istediklerini şimdi anlıyordu. Onun muhabir olmasına şiddetle karşı çıkan ama oğlunun inadını kıramayan, ölüm haberini aldığında ise yıkılacak bir anne, tüm metanetiyle 'Vatan sağ olsun' diyecek bir baba ve aynı şerefli kanı taşıdığı için polis olan ikiz kardeş.
Hayat bu kadardı işte, bir namlunun ucunda. Giray, sadece bu güne kadar biri tarafından sevilmemiş olmasına hayıflanıyordu, mesleğine aşık bir adamı da zaten kim severdi ki? Belki de sevilmek onun kaderinde yoktu. Oysa sevmek ve sevilmek istemişti delicesine, herhangi biri tarafından, herhangi birini.
Heyhat! Ne yapabilirsin ki. Ölüm, itlerin yuvasında, adı bile unutulacak bir muhabir olarak çıkagelmişti.
Giray yaklaşan son dakikaları mıdır bilinmez, göğsünde hissettiği derin bir huzurla, toz toprak arasında nefes verdi, zira mağaranın içine sızan gazdan dolayı da nefes sıklıkları artmıştı. Tüfek seslerinin susmadığı dakikalarda duyduğu çağrışmalara, adamların atıp kaçtığı telsizlerden duyulan kendinden emin ve tok sese kulak verdi. Ne diyordu ki telsizdeki adam.
"Taş üstünde taş bırakmayın."
Ağzını yüzünü kapatamadığı için dumanların çoğunu yutan Giray, genzinde hissettiği yoğun acıya inatla gülümseyerek. "Sen çok yaşa be komutan" dedi.
Ölüme giden yol çok zormuş, insan bir anda son nefesini veremiyormuş ama son anlarda duyduğu bu güven verici ses bir nebze huzurlu hissettiriyordu.
Tamamen kendini uçsuz bucaksız karanlığa bıraktığı sırada mağaradan içeri sızan ışıkla gözlerini daha da sıktı, çünkü kırmızı ışık gözlerini yakıyordu ve ışık yaklaştıkça duyduğu boğuk ses kulaklarını acıtıyordu.
"Komutanım sivil, durun, durun. Burada bir sivil var."
Telsizlerden yankılanan bu sesle tüm sesler kesildi ve komutanın emir vermesi için bir kaç saniye beklediler. İçlere doğru sızdıkça teröristleri indirmeye devam eden ekip Giray'ın olduğu bölmeye geldiklerinde hızla diğer askerin yanına koştular. Yerde yatan adamı gördüklerinde ise üsteğmen telsizine sarıldı.
"Yüzbaşım, sanırım bize söylenen muhbir burda, emirlerinizi bekliyoruz."
Bir kaç saniye süren telsiz cızırtısından sonra duyulan o tok ses "Çıkarın onu ordan" diye konuştu.
"Emredersiniz komutanım" cevabını veren üsteğmen yanındaki askerlerden birine Giray'ı işaret ederek "Sırtlan onu Siraç, çıkıyoruz burdan" diyerek mağaranın girişine yöneldi.
Elindeki tüfeği bir diğer askere uzatan Siraç "Tutun lan şu tüfeği" deyip birinin eline tutuşturdu.
Onun tüfeğini omzuna alan Merih "Ver lan ver, sanki ağırlık yapacak kuş kadar adam." Cık cıklayarak komutanının peşinden çıktı. Siraç söylene söylene Giray'ın bilekliklerindeki ipleri bıçağıyla kesti ve yarasını gördüğü omzundan değil sağlam olandan ve bacaklarından kavrayarak kucağına aldı.
O da mağaradan çıkarken silah sesleri yavaş yavaş kesiliyordu. Dağ eteklerine kaçışan teröristlerin peşinden giden ekibin başını çeken yüzbaşı telsizini alıp "Muhbiri kobraya alın, iki kilometre arkanızda olacağız, kaçıyor siktiğimin antifirizleri" deyince telsizlerden gülüşme sesleri geldi.
"Kesin lan şamatayı" diyen üsteğmenle hepsi sus pus oldular.
Üsteğmen Baturalp Özbey arkasındaki dört askeriyle birlikte dağın yamacından aşağı doğru temkinli adımlarla ilerleyerek düzlüğe ulaştı.
Kucağındaki adamı kobraya yerleştiren Siraç yanındakine omuz attı .
"Oğlum çok kan kaybetmiş, yaşamaz bu adam" dedi.
Omuz silkerek karşılık veren Aybora ise "Karakola kadar dayanırsa kurtulur" diyerek elindeki tüfeği aracın içine attı. Kapıları açık kobra, binen ekip ve ardından üsteğmen ile yola çıktı.
Yüzbaşının sadece Baturalp'in telsizine bağlanarak söylediği emir açık ve netti.
"O adamı ne olursa olsun hayatta tutacaksın, elindeki belgelere ihtiyacımız var Baturalp, sorguya çekeceğim."
Baturalp'in şu anda düşünmesi gereken tek şey muhbirin nefes alıyor olmasıydı. Elindeki eldivenini çıkarıp karşısındaki koltukta yarı baygın yatan adamın boynuna elinin tersiyle dokunup nabzını yokladı. Algıladığı yavaş nabız atışlarıyla sakin bir nefes verip onu izleyen askerlerine baktı.
"Karakola haber verin, yaralı sivil getiriyoruz. Komutanın kesin emri, bu adam ölmeyecek."
⚔️ Hadi başlayalım... ⚔️