-"Aç kapıyı! Lanet gibi yapıştın kaldın yakama! Oğlum nerde?!"
-"Açsana kapıyı kadın! Aç! Beni çıldırtma!"
Sabaha karşı bu bağırış çoğu mahalle sakinini yatağından kaldırıyor. Açılan pencerelerde meraklı yüzler beliriyor, uykulu uykulu. Yumrukladığı kapının açılmasını bekliyor sabırsızlıkla. Bu arada fazla meraklılardan birkaçı sokağa çıkmış bile. Hiçbir detayı kaçırmak istemiyorlar. Uzun bir bekleyişin ardından eski ahşap kapı usulca açılıyor:
- Sen aklını mı oynattın kadın?! Ne bağırıp duruyorsun gecenin bu saatinde?!
Ürke cevap verme gereği görmeden yaşlı kadını sert bir hareketle yana itiyor ve bahçeye dalıyor, sonra da kapısı açık eve. Hala da peşinden merakla gidiyor. Komşular da kapının önüne yığılıyor.
-" Ne arıyorsun evimde?!" derken hala aslında böyle bir karşılığa önceden hazır.
-" Aziz nerde?!"
Bu bir sorudan çok, öldürücü bir tehdit dalgası halinde yayılıyor ortaya.
-" Senin oğlunu ben nerden bileyim nerde?!
Kadın sakin, geçip oturuyor bir kenara:
-" İstediğin her yeri ara...." bu sözcüklerin ardında yılların rövanşını yapmanın lezzetini yaşıyor varlığında.
Ürke delirmiş gibi odalara girip çıkıyor, dolaplara hatta koltukların altına bakıyor. Onu burada bulacağından o kadar emin ki!.
"-Onları burada bulamazsın." cümlesinin aşırı sakinliği diğerini iyice zıvanadan çıkarıyor:
-" Elbette sen yerini biliyorsun! Çünkü bunlar eminim senin başının altından çıktı! Yerini söyle!"
-" Boşuna sinirlenme, bulamazsın onları. Çoktan şehre varmışlardır."
Ürke, nasıl bu kadar boş bulunduğuna hâlâ inanamıyor, şaşkın. İyice kanaat getiriyor bulamayacağına ve bunalımlı bir umutsuzlukla olduğu yere çöküp kalıyor, başını iki eli arasına alıp ağıt yakar gibi iki yana sallanıyor ama, sessiz. Yaşlı kadın ne yaptığından emin, bekliyor azıcık durulmasını. En tatlı, en ikna edici sesiyle soruyor:
-" Artık beni dinlemeye hazır mısın?!"
Cevap gelmiyor, az daha bekliyor ve:
-" Yıllarca sen kendi kendini mutsuz ettin, oysa ağabeyim seni çok sevdi." kadın onu yeniden alevlendirmeden, kısa aralıklarla konuşuyor:
-" Hastalığın kime geleceği belli olmaz ama sen, beni kandırdınız diye tutturdun. Oysa sen ağabeyimin ölçüsüz malına ve mülküne koşmuştun. Zor geldi değil mi kocana bakmak?!"
-" Sus Allah'ın belası!"
-" Bu yüzleşmeyi elbet yaşayacaktık, kısmet bu günmüş."
-" Sus diyorum sana!"
-" Maalesef seni dinlemiyorum ve konuşacağım çünkü zamanım sınırlı."
Ürke, sınırlı zamanı duyunca başka bir şaşkınlık yaşıyor:
-" O ne demek o?! Zamanı sınırlıymış!"
-" Hep bencildin, hâlâ da öylesin. Hastayım, hem de çok. Fazla yaşamayacağımı da biliyorum ama, korkmuyorum ölmekten, zaten bu dünyanın benim için tadı tuzu kalmadı. Neyse..."
Yaşlı kadın, ardına yaslanıyor ve derin derin birkaç nefes alıyor ama, buna çabaladıkça göğsünden derin hırıltılar duyuluyor. Ürke bir an panikliyor:
-" Sakın şimdi ölme! Herkes benden bilir! Derdim birken bin olur, sakın ölme!"
Hala birden kahkahalar atıyor ve:
-" Hâlâ saf bir yanın var. Yok yok şimdi ölmeye niyetim yok. Öncesinde sana anlatmam gerekenler var, sakinledin mi?!"
Ürke, derin bir nefes aldı oh dercesine:
-" Evet sakinim. Ama Aziz'i, oğlumu istiyorum."
-" O da olacak, endişe etme ama, daha önemli şeyler var."
Ürke, sabırsız, aklı fikri oğlunda:
-" De hele, dinliyorum."
-" Ağabeyim öldüğü vakit sana bol bol dünyalık bıraktı değil mi?"
-" Evet."
-" Ama, onlar hiçbir şey değil. Kat kat fazlası var."
Ürke inanmak istemiyor:
-" Sen iyice çıldırmışsın, o vakit pay ettiydik ya!"
-" O senin bildiğin."
Hala yavaşça yerinden kalkıyor, yattığı odaya geçiyor. Pek dikkat çekmeyen dip köşedeki sandığa yaklaşıyor, açıyor. Ürke de yanında alıyor soluğu. Kadın birkaç eski örtüyü kaldırınca altından iki tene çıkıyor, büyük yağ tenekeleri. Ağızları değişik bir tarzda kapatılmış. Hala pratik bir hareketle birinin ağzını açıyor, Ürke'nin gözleri yerinden oynuyor, inanamıyor. Çil çil altın! Hem de ağzına kadar tıka basa dolu.
-" Nereden buldun bunları bu kadar?!" derken gözlerini ovuşturuyor, sanki bir rüya ise uyanayım der gibi.
-" Aile yadigarı."
-" Neden benim haberim yok?"
-" Çünkü sadece benim, kocamdan gelen bir servet."
Ürke, şaşkınlıkla kıskançlık arasında gidip geliyor, ne diyeceğini bilemiyor. Hala:
-" Eğer şartlarımı kabul edersen hepsi sizin."
-" Neymiş o şartlar?!"
-" Birincisi, evlenmeyeceksin! Daha gençsin, bunu düşünebilirsin. Bu, tamam mı?!"
-" Tamam!"
-" İkincisi, bunları iki oğlun arasında eşit pay edeceksin! Tamam mı?!"
-" Olur olur!"
-" Ve üçüncüsü, oğulların kimi severse onunla evlenecek, yani İclal'i kabul edeceksin! En zoru sonuncusu oldu galiba sana?! Bu da tamam mı?!"
Ürke, bilinmeyen bir sancıya tutulmuşcasına yüzünü buruşturuyor. Tam itiraz edecekken duruveriyor.Bu suskunluk halayı bir an endişede bırakıyor, üsteliyor:
-" Diğer altı evimle birlikte bu ev, çiftliğin ve topraklarım da sizin olacak."
Oysa, Ürke'nin zihninde bir şeytan dolaşıyor o an, beyninde şu sözleri yankılanıyor:
-" He de bunağa! Her şeyi al! Daha kırkındasın, elbet gönlünün çektiği biri olacak. Gidersin buralardan, hayatını yaşarsın. İclal'in hakkından gelmek senin için iş değil. Moruk ölünce istediğini yap! Kim ne karışır?!"
Kadın bu tavsiyeye uyuyor:
-" ona da tamam!" derken uğursuz bir gülümseme yapışıyor yüzüne.
-"Yemin et! Verdiğin sözü tutacağına dair yemin et! Yoksa öte dünyada on parmağım yakanda olur, bilesin!"
Hala duvarda asılı Kur 'an'ı alıp önce öptü sonra alnına bastırdı ve Ürke'ye döndü:
-" Haydi yemin et!"
Ürke, elini Kur 'an üzerine koydu:
-" Yemin ederim." derken sesi bir fısıltı kadar belirsiz.
İki kadın son anlaşmalarını yaparken kendilerinden geçmiş haldeler.
-" Siz ne yapıyorsunuz?!" diyen Kemal'i fark ediyorlar.
-" Mahalle kapıda birikmiş, neler oluyor?"
Hala duruma müdahale ediyor:
-" Yok bir şey oğlum. Annenle konuşuyoruz."
-" Gecenin bu saatinde mi?!"
Annesi atılıyor bu sefer:
-" Senin umrunda değil biliyorum. Aziz bu akşam eve gelmedi. Aramaya çıktım, halana da sordum ve öğrendim."
Kemal şaşkınlığını atlatamıyor. Annesi ve halası konuşuyor, üstelik annesi oldukça sakin.
-" Anne sen iyi misin?!"
"- Gayet iyiyim."
-" Halamla konuşuyorsun!"
-" Konuşamam mı? Kaç yıllık görümcem."
-" Allah Allah!"
Yaşlı kadın:
-" Aziz ile İclal bir vakit sonra gelecekler. Siz düğün hazırlıklarına başlayın. Ürke yeminini unutma!"
-" Tamam tamam unutmam! Hadi Kemal evimize dönelim." deyip çıkıyor evden. Kemal ağzı açık seyrediyor olup bitenleri. Kendi kendine söyleniyor:
-" Bir şey anladıysam ne olayım. Bu ikisi birbirini hiç sevmezler ama şimdi anlaşıyor gibiler. Anam İclal'i istemiyordu ama şimdi razı. Allah Allah!"
-" Hadi Kemal! Oyalanma!"
Annesinin yanına gidiyor ve bir an unuttuğu kasabalıyı kapıda bekleşirken buluyor. Annesi öfkesini bu sefer onlara yöneltiyor:
-" işiniz yok mu sizin?! Burada durmuş seyrediyorsunuz! Evinize evinize!"
Ürke, çok önemli işleri olan insanların haliyle hızlı hızlı yürüyor. Kemal ona yetişmekte zorlanıyor. Bir yandan da sorup duruyor:
-" Halamın yanında ne işin var?! Aziz nerde?"
Anası onu duymuyor gibi alel acele eve varmaya kararlı. Kemal ısrarlı:
-" Anne neler oluyor?!"
Kadın bir an duruyor:
-" Eğer benim yanımda olup beni dinlersen iyi şeyler olacak. Hem şu an itibarıyla eskisinden kat kat zenginiz!" derken kadın neredeyse bağırdığını fark edip bir duyan var mı diye çevresini kolluyor. Kimseler yok, içi rahatlıyor.
-" Nasıl bir anda daha zengin olduk biz?!"
Ürke, aynı şeytani gülümsemeyle konuşuyor:
-" Eve bir varalım da anlatırım. Allah'tan akıllı bir kadınım! Yoksa haliniz nice olurdu bilmem!"
Kadın yeniden tutulduğu hırs ve hükmetmenin pençesinde, Kemal bir şey anlamdan peşinde ama, anasını tanıyor:
-" Allah'ım sen sonumuzu hayır et!" derken, annesinin yapabileceklerinden içten içe korkuyor.