Annesinin sesi kesilince döndüğü yerden yeni düşleriyle silkinip ayağa kalktı Aziz. Az önceki fırtınayı pek önemsemiyor artık. Sevmek, aşk öyle güze ki!. Aklından hiç çıkmayan tatlı yüz, masum bakışlar. Acaba şimdi oradan geçse onu görebilir mi yine?! O gözlere en baştan, ilk gibi yeniden esir olmak ne dayanılmaz. Annesi istediği kadar kızsın, söylensin, gönül ferman dinlemiyor ki!.. Evet evet, şöyle bir şansını denemeli! Belki şimdi oraya gitse yine onu görebilir. Ağzı yine kulaklarında! Gitmeliyim, dedi. Bahçedeki musluğun yanında asılı ufacık aynaya doğru yürüdü, acaba nasıl görünüyor?! Kumral saçları biraz karışık. Hemen iki eliyle şöyle bir arkaya doğru düzeltiyor, biraz yana kaydırıyor. Hiç de fena değil. Şöyle bir etrafını kolaçan ediyor sonra, annesine görünmeden, usulca dışarı çıkmalı!.
Bahçe duvarına sırtını veriyor, bir gözü evde. Adım adım bahçe kapısına yaklaşıyor. Neredeyse parmak uçlarında yürüyor. Yavaşça kapıyı kendine doğru çekiyor. Hafiften bir gıcırdama sesi duyuluyor. Hemen ardına dönüp yine eve bakıyor. Kimseler yok. Sevinçle kendini dışarıya atıyor. Şimdi ne kadar da özgür! Kendinden emin omuzları dikleşiyor, biraz kasılarak ağır adımlarla ilerliyor. Aklında İclal! Halasının evine iyice yaklaşıyor, daha oyalanmak istese de zaten oldukça yavaş, dahası imkansız. Önce çekinerek çekingen bir bakış atıyor eve, alçak duvardan bahçe görünüyor, ortada ne halası var ne İclal. Canı sıkılıyor evvela, ardından kendini teselli ediyor. Yine geçerdi bir iki saat sonra. Azıcık daha beklese mi acaba? Sanki yerde bir şey arıyor gibi bakınıyor, tekrar dikleşiyor, tekrar bahçeye bakıyor. Daha sonra yine gelebilir ama, yüreği hemen onu görmek istiyor. Yok, yine kimse yok! Ayaklarını sürüyerek, zorla uzaklaşıyor oradan. Amaçsızca yürümeye başlıyor. Bir an her şey yine sıkıcı geliyor. Gökyüzünde yükselen güneş ısısını iyice arttırıyor. Genç adamın alnında terler birikiyor. Yürümeye devam ediyor. Bir an kendine gelince her zaman gittiği dere kenarına vardığını fark ediyor. Kendi ağacı bellediği o kocaman meşe ağacının altına oturuyor, sırtını ağacın gövdesine veriyor. Hırsla yakınındaki otlardan birini koparıyor. Önce ot parçasını elinde dalgın dalgın evirip çeviriyor, sonra dudaklarının arasına alıyor. Durmadan zihni aynı soruda, bu iş nasıl olacak?! Bir ağırlık biniyor sırtına. Ne yapmalı?!
-Ben kim?!
Gözlerini kapayan bu ellerin sahibini tabiiki de biliyor:
- Anaya yapma! Sen vazgeçmeyi bilmez misin?!
Kız her zamanki rahat tavırlarıyla yanına oturuyor hatta neredeyse kucağında. Aziz kendi biraz geriye çekiyor, Anaya hep olduğu üzre ısrarlı. Bu sefer sımsıkı sarılıyor genç adama. Aziz onu ne kadar itse kurtulamıyor.
- Yapma!
Adamın sesindeki kararlılık kızı korkutuyor, bir an kolları gevşiyor. Bunu fırsat bilen Aziz daha uzağa atıyor kendimi.
-Seni üzmek istemiyorum ama, kes artık şu saçma hareketleri!
Anaya bir an boş boş bakıyor, ardından:
-Saçma hareket?
- Evet saçmalıyorsun! Kaç kere dedim, seni sevmiyorum.
Anaya' nin güzel yüzü gölgeleniyor. Sanki ısrarı tükenmek üzere:
-Bak, ben güzel!
- Evet ama, ben aşığım Anaya.
Bir itiraf ciddiyetindeki sözler, kızı meraka düşürüyor:
- Ne?!! Kim??!!
Bu hayret ve inanmama sorularının ardından Anaya donup kalıyor, başı öne eğik, gözlerinden damlalar düştü düşecek. Aziz halini görüyor, suçlu hissediyor. Çok mu acımasızca gerçeği söylemişti. Bu bir gün olacak değil miydi? O gün, demek şimdiymiş. İçinden teselli etmek de gelmiyor. Kızı tanıyor, en ufak bir şeyde yeniden umuda düşebilir. Hem artık bu Anaya olayının kapanması gerek. İclal duymamalı! Onu hiçbir şekilde kaybetmeyi göze alamazdı.
Bir süre konuşmadan oturdular. Sessizlik ardından Anaya, sanki bedenini taşımakta zorlanıyor gibi kalktı, tek kelime etmeden omuzları düşmüş gidiyor. Bir süre sonra Aziz dönüp bakıyor gittiği yöne. Yürümekte güçlük çeker gibi uzaklaştığını görüyor kızın. Kendini sorgulamaya başlıyor ardından. Sonuçta kendimi hatalı bulmuyor. Çünkü ona umut verecek ne bir sözü ne bir davranışı olmuştu. Anaya gittikçe belirsizleşiyor ve dönemeçteki sık ağaççıkların ardında kayboluyor.
Aziz sonunda kendiyle kalıyor ve yine tatlı hayallere gömülüyor. Anaya yerine İclal yanına gelse ne iyi olurdu. Konuşmalarına gerek yok, uzun uzun birbirlerinin gözlerinde kaybolurlar. Tüm dünyaya, tüm engellere inat! Minicik ellerini avuçlarına alır, derin bakışlarına dalar gider. Belki sarılır kendine, bilmediği kokusunu öğrenir böylece, saçlarını okşar hatta, başını göğsüne yaslar. İşte o vakit isterse yer yarılsın içine düşsün ya da dünya başına çöksün! Hiç umrunda olmaz. İnsanın sevdiğiyle ölmesi de güzel olmalı. Ve en tatlısı, kalan ömürlerini beraber yaşamaları. O kadar ileri gitmişti şu düş işinde, kendi haline gülüyor şimdi de!. Bu düşünceler bile mutluluğa boğuyor genç adamı... Sevinçle dönüyor olduğu yerde, otlar eziliyor ağırlığında. Kalkıp etrafına bakınıyor bu halini gören var mı diye. Çok ileride bir gölge ama tanıdık geliyor. Gittikçe yaklaşıyor olduğu yana. Kalbi alarm verip deli gibi çırpınmaya başlıyor. O! Yanına gitmeli! Hızla ilerliyor kıza doğru, İclal öyle dalgın ki neredeyse yanından geçip gidecek farkında değil.
- Seni çok özledim...
Aziz kendini dinlemeden dökülen bu cümleye şaşırıyor. Kız da aynı şaşkınlıkta:
- Bir şey mi dediniz?!
Aziz daha ciddi:
- Beni tanımadın mı?
İclal o an gözlerini yerden kaldırıp bakıyor ona.
- Aziz
- Evet, hani küçükken beraber oynardık.
- Hatırlamam mı? Dün akşam da karşılaştık.
- Evet. Ee ne yapıyorsun?!
-Orasını hiç sorma!
Aziz üstelemedi.Dalgınlığının altında elbet üzücü şeyler var ama, şimdi sırası değil. Lafı değiştirmeli:
- Biraz şu ağacın altında oturalım mı?!
Kız cevapta kararsız:
- Bilmem ki...
Aziz yine ısrar etmiyor:
-Anladım, seni yolundan alıkoymayayım.
İclal yine suskun, yine gözleri yerde:
-Görüşürüz...
Sesi fısıltıyı andırıyor neredeyse. Aynı tavırla yürüyüp gidiyor.
Aziz çok mutlu olduğunu hissediyor yeniden. Yakından, birkaç dakika olsa da görmüştü, konuşmuştu. Daha ne olsun?! Elbet ileride uzun uzun beraber olacakları günleri var!. Neşeyle ağacının altına döndü, sırtüstü uzandı yine otların üzerine. Bu sefer sevinçli sevinçli kollarını kaldırıp geriniyor. En önemli işini yapmaya başlıyor, İclal'di düşünüyor. Kadife yumuşaklığında buğulu bakışlar, konuşurken utangaç. Ufacık dudakları titriyor. Minicik ellerini nereye koyacağını bilemiyor. Evet evet, o da kendisi gibi heyecanlanmıştı. Onu görmediği yıllarda epey hasret birikmiş yüreğine. Bunu ancak anlıyor. Ve parlak bir düşünce beyninde yer ediyor. En kısa zaman da halasıyla konuşmalı, İclal'i ne kadar çok sevdiğini anlatmalı! Kendisine ancak o yardım edebilir. Hatta hemen gitmeli.
Kısacık yol bitmek bilmiyor. Tam az kaldı derken annesiyle burun buruna geliyor.
- Önüne baksana! Nerdesin sen? Arkamı dönünce kaybolmuşsun!
Aziz doğal olarak halasıyla konuşma plânını erteliyor. Kısacık bir cevap veriyor:
-Hiççççç...
Kadın kendinden bir şeyleri sakladığını sezse de üzerinde durmuyor:
- Hadi gel benimle! Bostanı sulayalım!
Bir yandan da bu oğlanı gözümden ayırmamalıyım diye geçiriyor aklından. Aziz mecbur annesine uyuyor. Aaa yine İclal! Annesini unutuyor bir an, gözleri kızda.
- Kahretsin! Bu yine buraya gelmiş!
Annesinin öfkeli sesini duyunca bakışlarını kaydırıyor öte yana, haberi yok gibi:
- Kim gelmiş?! dese de kadını kandıramıyor. Annesi öfkeli adımlarla önde, kendisi umarsız! Ardına dönüp bir kere daha bakıyor kıza hayranlıkla.