EMİLİON

1044 Words
İyi adam olmayı denedim. İyi adam olmayı gerçekten denedim. Ama ben kötü adamım. Cennetimizden cehennemine düşmüştük, onun cehennemi benim kıyametimdi. Aşkımı kendi elleriyle öldürecek kadar benden daha kötü biriydi o. Evimizi ateşe vermişti, o ev şimdi yeniden harabeydi. Harabe ev, benim için sırtımı dönüp gidecek kadar anlamsızlaşmıştı. Hayatımın kaynağı kurumuştu, ruhum kayıptı, kalbim kimsesizdi, o hisler o kadar yabancı ve o bitip tükenmişlik hissi o kadar tanıdıktı ki. Yabancı her şeyi tanımlayabileceğim tek kelimeydi. Cehennemi tüm cezbedici günahlarıyla bilirdim, cenneti tüm lütuflarıyla tatmıştım. Araf da kalmak bu hisse yabancıydım. Aşık olduğum kadın benim için ölürken, kızımın on yıl önce doğar doğmaz öldürüldüğünü öğreniyordum. Cebelleştiğim acının beni nasıl ölmekten beter ettiğini düşünemez miydi? Kurşundan delici sözleri, kalbimi delip geçmişti. Aşkını açtığı delikten damla damla kanayarak aktı. Boşluğu baş edemediğim baş edemediğim acı doldurdu. Senden gitmek bu boşluk hissiyle kolay olmuştu ama sonrasında boşluğu dolduran acıyla nasıl cebelleşeceğimi düşünememiştim. Söylesene Emelie on yıl boyunca bu acıyla nasıl yaşayabilmiştin? Ya da yaşamış mıydın? Yoksa kalbini insanlığından arındırıp yaşayan bir ölü mü olmayı seçmiştin? Son sorunun cevabıydı Emelie. İnsanlığını terk etmiş, canavar olmayı seçmişti. Işığını yitirmiş gözleri karanlığa bulanmıştı, gözleri canavara aitti. Meleğim hiç var olmamıştı. Leon. Sonunda ölecek olsam bile vazgeçmeyeceğim. Sonunda ikimiz de ölmemiştik ama yaşamıyorduk da. Kanatan sözleri beni ölüden beter bir hale çevirmişti .Evimizi başımıza yıkmıştı. Bir kıvılcımla alevlere teslim olmuştuk. O kıvılcım, içimdeki son ışığı da söndürmüştü. Alevler arasında, geçmişin külleriyle yüzleşmiştik. Her bir kül tanesi, kaybettiğimiz cennetin bir parçasıydı. Anılar, acıyla karışık duman halinde gökyüzüne yükselmişti. Emelie, ile geçirdiğimiz zamanın her anı, şimdi nefret ettiğim geçmişe ait bir gölgeydi. Aşk bir zamanlar beni yücelten şey, şimdi beni boğan bir zincirdi. Ölü olmak buysa ben ölüydüm. Canavar zincirleri kırmak için ne kadar çırpınsam da, daha da derine batıyordu. Canavar olmayacaktım. Kızımın mezarı başında olmazdı. Varlığını öğrendiğim ve şimdi kızımızın yokluğunda ne yapacağını bilemeyen bir babaydım. Baba ve kız olarak bizi birbirimize bağlayan hiç bi bağ yoktu. Bundan nefret ediyordum. Onu kucağıma alamamıştım. Saçlarını okşayamamıştım, annesi gibi sakarlıklarına, gülümseyişine ve bana baba deyişine tanık olamamıştım. Yumruğumu göğsüme bastırdım. Koruyamamıştım. Kızımızı koruyamamıştım. Bu hayattan çok erken koparılmıştı. Bir yasemin çiçeği gibi toprağa ait kılınmıştı. Kızımın kaybı, ruhumu yırtan bir yaraydı. Ona hiç kavuşamadan kaybetmiştim. Emelie ile aramızda kalan bu uçurum, artık doldurulamayacak kadar derindi. Her şeyin anlamını yitirdiği bu harabeler arasında, kızımın mezarı başında kalakalmıştım. Bir ayda onu yedinci kez görebilme cesaretini gösterebilmiştim. Otuz gün geçmişi didik didik ederek geçirmiştim. Doğum yaptığı hastaneden, hastanede çalışan öldürdüğü doktorlara kadar her birini biliyordum. Geçmişe tanıklık eden tek bir kişi hayatta kalmıştı. Sharon Queen. Emelie’nin ona kıyamayacağını biliyorum. Emelie annesine her şeye rağmen değer veriyordu. Hatta onu seviyordu. Kyle’ı öldürmek içimi soğutmamıştı. İntikam hiçbir şeyi düzeltmeyecekti ama adaletin sağlandığından emin olacaktım. Gözlerim yeniden mezar taşına düştü. Edith Love, gözüme çarptı. İsmi öyle güzeldi ki. Kızıma bir kez bu isimle seslenebilmek için ömrümden geri kalanı verebilirdim. Elimden gelen tek şey mezarını biraz daha iyileştire bilmekti. Parmak uçlarım soğuk mermere değdi. Kızımızın mezarı, eski bir mezarlığın ve huzurlu bahçesinde, defne ağaçlarının gölgesindeydi. Mezarlığın en sakin köşesinde, toprağa ait olduğunu hissettiren beyaz bir yasemin çiçeği gibi narin ve sade bir şekilde duruyordu. Mezar taşının yüzeyi pürüzsüzdü hafif damarlarla dolmuştu. Üzerine işlenmiş yazılar, zarif ve içten bir el yazısıyla kazınmıştı. Taşın üst kısmında, ince bir haç sembolü yer alıyordu. Haçın hemen altında, kızımızın adı ve doğum tarihi yazılıydı. Yazılar, hafifçe solmuştu, ama yine de okunabilir durumdaydı: “-Edith Love-”. Mezar taşının hemen önünde, küçük bir çiçeklik vardı. Yanımda getirdiğim yasemin çiçeklerini özenle yerleştirmiştim. Çiçeklerin yanında, küçük bir beyaz melek figürü duruyordu. Meleğin yüzü, tatlı bir huzur ifadesiyle şekillendirilmişti, sanki Love’ı korurmuş gibi. Onu ben koruyamamıştım ancak melekler onu korurdu. Buna inanmak istiyordum. Ancak o hiçlik duygusu her daim aklımdaydı. Yaşadığım kendi cehennemimde burası benim cennetim olmuştu. “İyi bir adam olmayabilirim ama iyi bir baba olurdum Love.” diye fısıldadım, sanki beni duyabilecekmiş gibi. Buna inanıyordum. Bizi izliyordu. Çünkü ne zaman buraya gelsem içimi hüzünlü bir huzur kaplıyordu. “Seni görmek isterdim. Sesini duymak. Saçlarını okşamak, kucaklamak....” İlk kez konuşmuştum. Önceki ziyaretlerimde sadece mezarı başında oturur ve bize eşlik eden sessizliği dinlemiştim. “Bizi izliyor musun Love?” diye sordum ardından. “Annen çok acı çekti mi? Çok ağladı mı? Kendi acılarıyla yıllar geçirdi. Şimdi aynı acıları ben çekiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum Love... Benim sevgili, güzel kızım.” “Emelie...” dedi titreyen bir ses. “Evet, o çok çekti. Çok ağladı. Mutlu gibi davrandı ama içi yıllarca kan ağladı.” Sesin sahibi Sharon’dı. Ayağa kalkıp, karşısına dikildiğimde elinde ki yasemin buketi yere düştü. Emniyeti çekip kafasına bir tabanca doğrultmam anlık bir öfke dürtüsüydü. Sharon tepki vermedi. “Biliyor musun? O benim kızımdan çok senin yasemin kokulu sevgili oldu.” Sonra başını yana eğip bana içi boş, duygudan boş duygusuz gözleriyle baktı. “Ben en çok bunu kıskandım. Annesinden çok küçük bir veledi sevmesini...” “Emelie... Nerede o?” diye sordum, düşüncesizce. “Bilmiyorum.” Gözleri mezara düştü. “Belki buraya gelir diye, bir umut arada sırada ziyaret ediyorum. Ancak kızımdan günlerdir ses soluk yok.” Silahı elinin tersiyle ittirdi. Yakalarıma yapıştı ve beni sarstı. “Sen söyle! Kızım nerede lanet olası? Emelie’m nerede?” Sessiz kaldım. Sharon, beni bir kaç kez sarsıp hırpaladıktan sonra, dizlerinin üzerine düştü. Ağlıyordu. “Neden yeniden kızımın hayatına girmek zorundaydın ki?” Sesi güçsüzdü. Sharon Queen ilk kez gözlerimin önünde bu kadar güçsüz görünüyordu. “Kızımı korumak için her şey yapmışken... Sen gelip yeniden her şeyi mahvettin. Sen ve baban!” Siyah kadife ceketiyle yanaklarını kuruladı. “Hayatımızın içine sıçtınız. Ne yüzle Love’ın mezarına gelebiliyorsun?” Silahı başına yenide doğrulttum ve namluyu alnına bastırdım. “Söyle. Ne kadarını biliyorsun?” diye sordum hiddetle. Leon konuşuyordu, Edward değil. “Emelie hakkında ne kadarını biliyorsun? Love hakkında ne kadarını biliyorsun?” Başını kaldırıp, bana ilk kez zaferle gülümsedi. “Senden daha fazlasını biliyorum. Özellikle de Love hakkında. Yaşıyor ama sen onu asla bulamayacaksın.” Kalbim tekledi. Kızım yaşıyordu. Love yaşıyordu! Bilmediğim bir yerde hayattaydı. Sharon'ı öldürmeme ramak kala duyduğum sözlerin ardından son anda kararımdan caydım. Love'ın yerini tek bilen kişiyi öldüremezdim. Tabancanın dipçiği ile ensesine vurdum. Bu o güçsüz kadını bayıltacak kadar etkili olmuştu. Bir aydır yerimde saymıştım. Emelie’yi bulmalı ve onunla yüz yüze hesaplaşmalıydım. Onu yaşadığım cehenneme benimle birlikte hapsedecektim. Cenneti birlikte yaşadıysak, cehennemde de birlikte olacaktık. Kızımızı bulacaktım. Emelie’nin ise cehennemi olacaktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD