GERÇEKLER VE SIRLAR 5/1

2038 Words
2. BÖLÜM “Love’ın nerede olduğunu bulmak zorundayım.” Dudaklarım titreyerek bir kez daha aralandı. “Onu… onu bulmak zorundayım. Kızım Love’ı.” O an Dante ve Lisette’nin yüzlerindeki ifadeler alışıldık ifadeler değildi. Sözcüklerim havada asılı kalmadı—sert bir kaya gibi düşüp ikisini de yere serdi. Odayı bir uğultu sardı, dış dünyanın sesleri uzaklaştı. Sessizlik öyle yoğundu ki, kalp atışlarımız bile birbirine karışmıyordu. Dante’nin yüzü ilk kez maskesizdi. Donuk bakışları, üzerimde ağır bir yük gibi durdu. Bir kızımın olup, öldüğünü Dante’ye ilk kez anlattığımda ki zamankiyle aynıydı. Beni teselli etmek için yapabildiği tek şey elini omzuma koyarak sıvazlamak olmuştu. Yapabildiği buydu ama bir yandan da Emelie -Mrs. E- konusunda haklı çıktığı için kendini gururlu hissettiğine emindim. Şimdiyse ne eski patronumun nefesi göğsünde düğümlenmişti, güçlü çenesi neredeyse titriyordu. Yumruk yapmış elleri farkında olmadan gevşedi, parmakları seyirdi. Gözlerindeki öfke geri çekilmişti, yerini adını koyamadığım bir şaşkınlık almıştı. Gözlerimi kaçırmak istedim, ama baktığım gözlere dimdik bakmaya devam ettim. Lisette’nin gözleri, arkamdaki tuvale—Emelie’nin çizdiği, renklerle hamile bir kadını anlatan o yarım kalmış resme—takılı kaldı. Sanki gerçeği, orada; boya lekelerinde, silik hatlarda ve içimize gömülen sessizlikte görüyordu. Onun bedeni hafifçe sallanıyor, elleri iki yana düşmüş halde kontrolsüzce titriyordu. Birkaç kez gözlerini kırptı, ama yaşlar kirpiklerinin kıyısında takılı kaldı. Göz bebekleri büyümüştü, dudakları aralandı ama hiçbir kelime çıkmadı. Yutkundu, nefes aldı vermedi. Donmuş gibiydi. O tabloya bakarken sanki içinden geçen düşüncelerle çarpışıyor, tüm olanları anlamlandırmaya çalışıyordu. Sessizlik bir şeyleri yıkıyor, geçmişin üzerine yeni bir enkaz daha bırakıyordu. Ve ben, sadece seyrediyordum. Sanki bedenim oradaydı ama ruhum çoktan başka bir zamanın içinde tükenmişti. Onlar, bu gerçekle bir dakika içinde yüzleşip altüst olmuşken, ben bu yükü günlerdir omuzlarımda taşıyor, her gece onunla uyanıyor, her sabah onunla başlıyordum. İçimde yankılanan sessizlik, onların şaşkın bakışlarından daha soğuktu artık. Kalbimdeki acı, onların yeni hissettiği şey değil, çoktan iliklerime işlemiş, beni kemirmiş bir gerçekti. Bu tabloyu—şaşkınlıklarını, suskunluklarını—sanki uzaktan izliyordum. Bir film sahnesi gibi, bir başkasının hayatı gibi. Oysa bu karmaşanın tam ortasındaydım. Arayıştaydım. Bu, her şeyden daha fazla yoruyordu beni. Lisette derin bir nefes aldı. O her zaman ürkekti ama yaşadığı hayat gereği dimdik durmayı bilirdi. Şimdi ayakta kalmakta zorlanan, kabuğuna sığamayan ufak bedeni titriyordu. Omuzları kaskatı kesilmişti ama dizleri bükülmeye hazır gibiydi. Ela gözleri bir anda açıldı; içinde hayretle birlikte çırpınan bir inkâr vardı. Gözbebekleri büyümüştü, göz kapakları seğiriyordu. Yüzündeki tüm renk çekilmişti, çilleri bile silikleşmiş gibi duruyordu; sanki sadece bir hatıradan ibarettiler artık. Dudakları titreyerek aralandı, ancak çıkardığı ses bir haykırış değil, zar zor duyulan bir fısıltıydı. Öfke yoktu bu sesin içinde—yalnızca incecik, kırılgan bir umutla karışmış derin bir korku vardı. “Love… yaşıyor mu?” dedi, ama bu bir soru değil, acının içinden sızan bir kabul çabasıydı. Bir çocuğun, rüyadan uyanmak üzereyken mırıldandığı bir dua gibi… Zihni çoktan uzaklara gitmişti. Sonuçta o, Emelie’nin benden uzakta geçirdiği yıllarda yanında olmuştu; o yılların ilk gözden şahitliğiydi. Bu bilgiyle bir zamanlar baş edebilen Lisette, şimdi birkaç adım geriledi—bedeninden çok, bilinci geri çekiliyordu sanki. Gözleri hâlâ benim üzerimdeydi ama bakışları odada değildi artık. Ellerini göğsünde birleştirmek ister gibi kaldırdı ama parmakları havada titredi, kavuşamadılar. Sarsılan bir sandalye gibi bocaladı; dizleri onu taşımak istemiyordu. Göz kapakları ağırlaşmıştı. Tam o an Dante, içgüdüsel bir refleksle Lisette’nin koluna uzandı. Hareketinde telaş yoktu; kontrollüydü ama aynı zamanda içinde kıza karşı bastırılmış bir endişeyi taşıyordu. Parmakları, Lisette’nin kolunu kavradıktan sonra onu usulca kendine çekti. Beline yerleştirdiği eli, düşmesin diye sırtını destekler gibiydi. Lisette, her zamanki dik duruşundan, o inatçı gururundan, sert omuzlarından bir anda sıyrılmış gibiydi. Direnmedi. Karşı koymadı. Sessizce Dante’nin göğsüne yaslandı. Bacakları birden boşalmış, vücudu taşınamayacak kadar ağırlaşmış gibiydi. Gözleri donuktu—bir noktaya takılı kalmış gibi, sanki orada olmayan bir şeyi izliyordu. Sanki o an gözlerinin önünde geçmiş yeniden şekillenmiş, gerçeğin darbesi onu ta kalbinden vurmuştu. Dante’nin bilekleri titriyordu. Ben fark ettim, Kız için gerçekten endişeliydi. Kaşları telaşla gerilmişti ve dudaklarını birbirine bastırıyordu. Lisette hissetti mi bilmiyorum. Ama adamın öylece, büyük bir dikkatle Lisette’ye sarılması, her durumda onu korumak istediğini gösteriyordu. Öfkesi, korkusu, çaresizliği, hepsi tek bir dokunuşta sıkışıp kalmıştı. Bu dokunuşu Emelie’den biliyordum. Lisette gözlerini benden kaçırıyordu ama biliyordum, içinden binlerce şey geçiyor olabilirdi. Ona defalarca ama defalarca Emelie’nin yerini bilip, bilmediğini sormuştum. Lisette de her defasında bilmediğini söylemişti. Her hayır beni daha da sarsmıştı. Sonunda sormaktan vazgeçmişti. Odanın içinde bir sessizlik çöreklendi. Boğucu, ağır, neredeyse fiziksel bir baskı gibiydi. Dış dünyanın sesi çekilmişti sanki, geriye sadece üç kişinin kırık nefesleri kalmıştı. Sessizlik, kelimelerden çok daha fazla şey anlatıyordu. Soluklar tedirgindi, dudaklarımızdan dökülmeyen cümleler gibi titriyordu. Bu sessizlik bir boşluk değil, içimize çökmüş dev bir hayal kırıklığıydı. Hepimizin. Onların yaşadığı o ani, keskin şok gözle görülür şekilde bedenlerine yansımıştı ama benimkisi… benimkisi damarlarımda dolaşan, içime gömülen, gözlerime ağırlık yapan bir yükten ibaretti. Ben günlerdir bu gerçekle boğuşuyordum. Love’ın hâlâ yaşadığı gerçeğiyle. Emelie’nin bunu bile bilmemesiyle. İçimde, o gerçeği Emelie’ye kendi ellerimle cehennemimle birlikte götürme arzusu vardı. Onunla kavga etmek, onu cezalandırmak, ona bağırmak, öfkemi boşaltmak değil—onu bulmak, yüzüne bakmak, gözlerinde hâlâ bir parça insanlık var mı görmek istiyordum. Çünkü biliyordum; eğer cennet diye bir şey varsa, onun gözlerinin içinde aramıştım ben o ışığı. Ve şimdi, eğer cehenneme düşüyorsam, onunla birlikte yanmalıydım. Onun hak ettiği buydu. Dante ve Lisette, Love’ın yaşadığını yeni öğrenmişti. Ama ben… ben bu gerçekle günlerdir mücadele ediyordum. Onların yaşadığı şaşkınlık ve çöküş, benim içimde günlerdir büyüyen, kemikleşen bir yangındı artık. Onların gözleri dolabilir, dizleri titreyebilirdi. Ama ben her nefesimde o gerçeği yutuyor, her an onun ağırlığıyla yaşamak zorunda kalıyordum. “İyi de…” Lisette’in sesi kırık bir cama çarpan taş gibi yankılandı odada. Hıçkırıklarla konuşuyordu; kelimeler boğazına takılıyor, ağzından dökülürken titriyordu. Zar zor Dante’nin omzuna tutunuyordu ama dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi. “Bu... bu imkansız...” dedi boğuk bir fısıltıyla. “Defalarca kızının mezarına gittik. Emelie o mezara yasemin götürdü... Kız ölü doğmuştu, Leon! Ölüydü!” Dante, Lisette’in titreyen vücudunu sarmalayan kollarını gevşetmeden başını yana eğdi. Dudaklarını onun kulağına yaklaştırdı, sesi bir tül kadar hafifti. “Sakinleş,” dedi usulca. “Lütfen, Ladro… sakinleş.” Ama Lisette'in sakinleşmeye hiç niyeti yoktu. Başını hayır anlamında hızla sallıyordu. Gözleri kocamandı, yaşlarla parlıyordu ama öfke ve acının birleştiği o eşsiz bakışı taşıyordu. “Emelie... Emelie kızının intikamı için bir katile dönüştü!” diye bağırdı. Sesindeki çaresizlik tüyler ürperticiydi. “Hayatını cehenneme çevirdi! Sadece Love için! Şimdi bana hepsinin boşuna mı olduğunu söylüyorsun?! Emelie’nin bunca yıldır yaşadığı ve yaşattığı her şeyin... hiçbir anlamı olmadığını mı söylüyorsun?!” Gözyaşları yüzünden çenesine doğru kayarken, parmakları boşlukta bir şey arar gibi gerildi. Solgun yüzü kasılmış, dudakları çatlamıştı. Dizleri titriyordu ama ayakta durmak için hâlâ direniyordu. “Love yaşıyorsa...” dedi kısık, neredeyse yok olmak üzere olan bir sesle. “Love yaşıyorsa, Emelie ne için hayatını cehenneme çevirdi ki... bir hiç için mi? Cevap ver bana Leon! Hayatını bir hiç uğruna mı mahvetti?! Cevap ver bana Leon! Cevap ver!” Nefesim kesilmişti. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Ellerimdeki damarlar zonkluyor, boynumda ince bir ağrı baş göstermişti. Gözlerimi kapatıp açtım, öfkeyle değil, tükenmişlikle. “Bilseydim sence bu halde olur muydum, Liset?” dedim, sesim aniden yükseldi. “Love’ın yaşadığını bana söyleyen halan Sharon! O yüzden onu kaçırdım. Kızımın yerini öğrenmek için. Emelie ise… o meçhul” Duraksadım. İçimden yükselen o koca boşlukla yüzleşmek zorunda kaldım. “Emelie’nin nerede olduğunu bilsem, onu... gitmemesi için hapsederdim. Onu bırakmazdım. Ve kızımızı bulurdum.” Lisette, içini çekerek ağlamayı sürdürdü. Nefesleri kesik kesikti, sanki her biri başka bir acıya doğuruyordu. Sonra titreyen sesiyle yalvardı, “Sharon’la konuşayım... Lütfen...” dedi ve Dante’nin kollarından sıyrılmak ister gibi kıpırdandı. “Beni dinler. Ona babamın kim olduğunu söylersem... belki bana anlatır. Değil mi? Değil mi?” Başını kaldırıp, gözleri dolu dolu Dante’ye baktı. “Söyle ona, Dante. Söyle... Beni dinler.” Dante, bir an sessiz kaldı. Gözlerinde yorgunlukla karışık bir endişe vardı. Şimdiye dek hep ayakta durmuş, beni bile sırtlamış adam bile kararsızdı. Lisette’in ellerini tuttu, daha sıkı kavradı. Ama hiçbir şey söylemedi. “Lütfen... lütfen Dante bir şey söylesene. Söyle ona.” Lisette durmadan, pes etmeden ona yalvarmaya devam etti. “Söyle...” Lisette’in sesi kırılgandı ama içinde hâlâ bir umut çırpınıyordu. Gözleri Dante’ninkilere kenetlenmişti, ısrarla cevap bekliyordu. “Söyle...” dedi yine, dudakları titredi. Gözyaşları hâlâ kesilmemişti, ama bu kez içinde bir şey daha vardı—sanki mücadele etmeye gücü kalmamıştı ve şimdi, son bir umutla sarılıyordu Dante’ye. Dante başını eğdi. Gözleri doluydu, ama bir damla bile akmıyordu. Boğazını temizledi, sesi çatlak ve kısıktı. “Leon,” dedi sonunda. “Bizi Sharon’a götür. Liset onunla konuşsun. Belki ikna eder...” “Beni bile dinlemeyecekse kimi dinleyecek?” dedi Lisette, ağlamaktan yorgun düşmüş bir sesle. “Babam onun ikiz kardeşi. Bunu öğrenirse, beni dinler Ben onun yeğeniyim.” Dante yavaşça başını salladı. Sonra gözlerini bana çevirdi. Sanki benden bir izin, bir onay istiyordu. Gözlerimizin buluştuğu an, aramızdaki bütün eski düşmanlıklar ve tartışmalar sessizce geri çekildi. Ortada sadece tek bir gerçek kalmıştı: Love. Derin bir nefes aldım. Ciğerlerim yanıyordu. İçimde ne varsa dışarı taşmak üzereydi ama yine de kelimelerimi yuttum. Sessizlik, bir süre daha odayı sarmaladı. “Yapabilir misin?” diye sordum Lisette’ye, sesim çatlamış bir duvar gibi yorgun ve içe çöküktü. “Onu ikna edebilir misin? Benim yapamadığımı…” Sözcüklerim odaya ağır bir sis gibi yayıldı, her harfi bir başka yükle doluydu. Lisette başını yavaşça kaldırdı. Gözleri hâlâ ıslaktı ama içinde bir parıltı vardı artık—kırılmış ama henüz sönmemiş bir inanç kıvılcımı. Gözbebekleri küçülmüş, dudakları zar zor kıpırdıyordu. “Onu ikna edeceğim,” dedi. Sesi fısıltıdan hallice ama titremiyordu. “Konuşacak. Konuşmak zorunda... Yemin ederim, Leon. Eğer Love yaşıyorsa… Emelie onun yaşadığını bilmeli. Ne olursa olsun.” Dante, Lisette’ye yaklaştı. Hareketlerinde acele yoktu, ama içinde sakladığı bir koruyuculuk duygusu sızıyordu her dokunuşuna. Onu nazikçe kendine çekti. “Elbette,” dedi kısık bir sesle. Lisette ona dönerken ellerini omuzlarına koydu. Gözlerinde hâlâ yaş vardı, ama bu sefer titremiyordu. “Şimdi sakin misin, Ladro?” diye sordu Dante, gözlerini Lisette’nin gözlerinden ayırmadan. “Evet... evet, iyiyim ben.” diye soludu Lisette. Sesindeki çatlak hâlâ geçmemişti, ama içinde bir toparlanma hissediliyordu. Dante’nin kolunu nazikçe üzerinden iterek bir adım geriye çekildi, sonra yeniden bana döndü. Sert, kararlı bir yüz ifadesiyle. “Şimdi. Sharon’a götür beni.” Yüzümdeki kaslar gerildi. Ellerimi pantolonumun cebine soktum; yoksa titrediklerini fark edeceklerdi. “Götüreceğim,” dedim. “Ama önce…” Gözlerimi kıstım, başımı hafifçe yana eğdim. “Emelie’nin yerini söyle. Onunla gerçekten iletişimde değilsin değil mi, Lisette Allard? Aylardır mı?” Sanki bir cam kırıldı. Lisette’nin yüzünde ani bir gerilim oluştu. Kaşları öfkeyle çatıldı, burnu hafifçe seğirdi. “Sana daha önce de söyledim!” diye bağırdı; sesi duvarları çatlatan bir yankı gibi patladı odada. “Emelie ile aylardır iletişim kurmadım. Yemin ederim! Nerede olduğunu bilmiyorum. Bilseydim... kaçardım. Senden önce kuzenimi ben bulmaya giderdim! Ama hâlâ buradayım.” Sözleri havada keskin bir bıçak gibi dolaştı. Ama ikna olmamıştım. Gözlerimi kısıp, yüzünü dikkatle inceledim. Başımı hafifçe yana eğdim, sanki içinde bir yalanı kazımaya çalışır gibi. “Öyle mi Liset?” dedim, sesim tıslayan bir yorgunlukla karışıktı. “Gerçekten doğruyu mu söylüyorsun?” Aramızdaki gerilim öyle yoğundu ki, havadaki oksijen bile sıkışmış gibiydi. “Yeter bu kadar, Leon,” dedi Dante, sesinde bastırılmış bir hırıltıyla. Ani bir hareketle aramıza girerken vücudu gerilmiş bir yay gibiydi. Sert omuzları öne çıkmış, yüz kasları kontrol altında tutulsa da, alnındaki damar atışları sabrının sınırına geldiğini fısıldıyordu. Çenesini yukarı kaldırdı, o bildik otoriter duruşunu takınmıştı ama gözlerinin içinde yanan öfke, anlaşılmaktan çok bastırılmaya çalışılan bir yangın gibiydi. “Bizi Sharon’a götür. Şimdi. Ha?” Söylemek istediğim o kadar çok şey vardı ki... ama kelimeler boğazımda birbirine düğümlendi. Nefes almak bile zor geliyordu artık. Dudaklarımı ıslattım, gözlerimi kısacık kapatıp açtım ve sadece başımı salladım. “Kızımın yerini öğrenebilirsen..” dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönmüştü. “Sana hayatımın sonuna dek minnettar kalırım, Liset.” Lisette birkaç saniye boyunca konuşmadı. O an bir kararın eşiğindeymiş gibi sessiz kaldı. Derin bir nefes aldı, göğsü zar zor hareket etti. Omuzlarını silkerek öne çıktı. Gözleri hâlâ yaşlıydı ama konuştuğunda sesinde bir kararlılık vardı. “Sanırım... Emelie’nin saklanabileceği bazı yerlerin listesini sana verebilirim.” Başını hafifçe eğdi, dudakları titredi. “Hangisinde olduğunu kesin olarak bilmiyorum ama... belki cidden birine bakarsan bulabilirsin. Ancak böyle yardımcı olabilirim. Lütfen yardım edeceğime beni pişman etme.” Sözcükler ağzından dökülürken, odada bir kez daha ağır bir sessizlik hüküm sürdü. Herkes kendi cehennemiyle baş başaydı; ama yine de birbirimizi yakarak ilerlemek zorundaydık. “Denerim ama bunun için söz veremem.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD