-1- Göğe Yükseliş

2327 Words
Genç kız karnındaki gurultuları daha fazla görmezden gelemeyip bulduğu ve içinde kimsenin olmadığını düşündüğü ilk meyve bahçesine giriverdi. Yanında taşıdığı küçük bohçada sadece biraz ekmek ve yarım kalıp peynir vardı. Aceleyle kaçarken ve çok az parası varken fazladan yiyecek almaya fırsatı olmamıştı. Şehirden uzaklaştıkça da açlığı iyiden iyiye kendini belli etmişti ne yazık ki. Oysa o talihsiz olayı yaşamasa şimdi karnı tok şekilde evde oturuyor ve ona fazladan para kazandıran giysi tamiri işini yapıyor olacaktı. Asabi bir nefes savurdu ve aklındaki düşünceyi geçiştirip çevresine odaklandı. Bahçe çeşitli meyve ağaçlarıyla göz alabildiğince genişliyordu çevresinde. Hızlıca yakınındaki ağaçların üzerinde meyve var mı diye taradı. Erikleri görünce de tatlı olmalarını umut ederek ağaca doğru hareketlendi. Aynı sırada gözleriyle ve kulaklarıyla dikkat kesilip ses veya hareket var mı diye de çevresine bakınmayı ihmal etmedi. Tetikteydi ve ölesiye korkuyordu yakalanmaktan ama midesinin feryadına daha fazla sessiz kalamamıştı işte. Yolu uzundu ve bilinmezliklerle doluydu. En azından yola karnı biraz olsun dolu devam etmek istiyordu çünkü yürümek için enerjiye ihtiyacı vardı. Başında yeterince bela varken de bahçe sahibine yakalanıp bir de hırsız damgası yemek isteyeceği son şeydi. Hele de başına açtığı işten sonra onu kesin asarlardı. Kulağına sadece kuş ve böcek ötüşleri gelince rahatladı. Hiç hareket yoktu. Erikleri toplayıp ağzına tıkıştırmaya ve tuniğinin büyük ceplerine doldurmaya başladı. Meyveyi hep çok sevmişti ama pazarda gördüğünde her zaman parası yetmiyordu almaya. Oysa şimdi tam da bir cehennemin ortasından kaçarken küçük bir meyve cennetine düşmüştü. Hem topluyor hem etrafına bakınıyordu. Derken başka bir mucize çarptı gözüne. Biraz ileride ağaçsız açık bir alanda yerde kırmızı kırmızı çilekler gördüğüne emindi. Gözlerini ovalayıp tekrar baktı. Neredeyse kahkaha atacaktı. Erikleri bırakıp çileklerin olduğu öbeğe neredeyse düşercesine oturdu ve ilk çileği koparıp sevinçle baktıktan sonra ağzına attı. Onu ikinci, üçüncü ve sonrakiler takip etti. Surien çok sevdiği ama hayatı boyunca çok nadiren ve çok az sayıda yiyebildiği meyveye kolayca ulaşmış olmanın sarhoşluğunu yaşıyordu. Ağzını tıka basa doldurup çiğniyor, sonra onları yutup yeni bir avuç çileği dolduruyordu ağzına. Keyiften bayılabilirdi, tabii aniden duyduğu güçlü kanat sesleri olmasaydı. Kafasını hızla çevirip etrafına bakındı. Kimseler görünmüyordu ama ürperdi. Etrafı dinledi, çok sessizdi; demin öten kuşlar da susmuştu, böcekler de. Birkaç saniye daha dinledi ama ne hareket vardı ne de ses. Büyük bir kuş olduğuna kanaat getirdi, muhtemelen diğer kuşlar av olmamak için susup saklanmışlardı. Tabii ya, başka ne olabilirdi? Birkaç çilek daha yiyip bahçeden çıkmaya karar vererek yeniden çilek toplamaya koyuldu. Bir avuç çileği daha ağzına henüz tıkmıştı ki o güçlü kanat sesleri tam arkasında yeniden ve insanı korkudan hoplatacak kadar ürkütücü şekilde duyuldu. Nitekim Surien’in de hızla arkasına dönmesiyle olduğu yerde sıçrayıp çilek tarhının içine düşmesi bir oldu. Gördüklerine inanamıyordu. Gözleri ve ağzı hayret ve korkuyla aralandı. Onun için gelmişlerdi; sıradan muhafızlardan kaçarken peşinden iki Gök Süvari mi yollanmıştı? Yaptığı şey bu kadar mı ciddiydi? Genç kız nefesinin kesildiğini, göğsünde büyüyen korkunun onu hareketsiz kıldığını çaresizce kavradı. ‘’Surien sen misin?’’ diye sordu süvarilerden iri vücutlu ve omzunun üstünde yükselen görkemli kanatlarının kapalı hali bile insanı ürküteni. Genç kız cevap vermek isterdi elbette ama ağzını hareket ettirdiğinde çıkan sesler anlaşılır değildi. ‘’Sanırım bizi aniden görünce şoka girdi. Sana aniden yaklaşmayalım demiştim.’’ Kızın gözü bu sefer diğer süvariye kaydı. Yeşil gölgeleri olan sarı saçlarını kirpi dikenleri gibi şekillendirmiş olan genç adam kendisine sırıtıyordu. Açık mavi gibi görünen gözleri de içten bakıyordu. Korkutucu görünmekten ziyade eğleniyor gibiydi. Kahverengi saçları omuzlarına dökülmüş heybetli ve hafif zırhlı olanı cevap vermedi. Sakin görünüyordu ama gözleri dikkatle kızı inceliyordu. Karşısındaki genç kız tarife birebir uyuyordu. Sıska ve narin vücut, solgun beyaz cilt, parlak mavi gözler. Örülmüş sarı saçları mısır koçanı gibiydi. Üstündeki kıyafetler pek yeni sayılmazdı; alt tabaka insanların giydiği basit şeylerdi. Kız gerçekten çok hırpani ve dağılmış görünüyordu. Adam tekrar konuştu, ‘’Surien sen misin? Korkma zarar görmeyeceksin, sorduklarıma doğru cevap ver o yüzden.’’ Surien çaresiz kafasını onaylar şekilde sallarken toparlandı ve ayağa kalktı. Üzerinde ve yüzünde ezilen çileklerden bulaşan koyu pembe lekeler vardı. Genç olanı kıkırdayınca diğeri ona bakmadan boğazını temizledi. Genç süvari de boğazını temizler gibi yapıp toparlandı. ‘’Kaç yaşındasın Surien?’’ İri süvari bunu, cevap çok mühimmiş gibi bir edayla sormuştu. ‘’Gelecek sonbaharda 18 olacağım.’’ Genç olan bir ıslık çalarken diğerinin kaşları hafifçe kalktı. ‘’Tacir Rugas’ın oğlu Berim’i ve uşağını öldürmeye çalışmakla suçlanıyor ve aranıyorsun küçük hanım? Suçlamalar hakkında ne diyeceksin?’’ ‘’Beni öldürecek misiniz?’’ diye sordu genç kız telaşla. Öyle ya onu bulmuşlardı, hem de Gök Süvariler gelmişti bizzat. Gerçeği itiraf ettirip şuracıkta kellesini mi keseceklerdi acaba? Yoksa götürüp şehir meydanında mı asacakları ibret olsun diye? Genç olan şaşırmış gibi diğerine yan bir bakış attı ama iri olan duruşunu bozmadı. ‘’Muhtemelen Berim ölmüş olsaydı ve seni biz değil şehir muhafızları bulmuş olsaydı meydanda asarlardı. Ama biz seni öldürmeye gelmedik, sadece doğru cevapları istiyorum. Çünkü öğrenmemiz gerekenler çok önemli.’’ Kız yeniden nefes almaya başladığını hissetti. Demek o pislik gebermemişti. Buna sevineceği aklına gelmezdi ama en azından onu asmayacaklarını söylüyorlardı işte. ‘’Tamam her şeye cevap vereceğim. Ama ben masumum, yemin ederim onlara zarar vermedim.’’ İki süvari kısaca bakıştılar. ‘’Şimdi söyle bize Surien, o çamaşır odasında ne yaşandı?’’ Adam gözlerini hafifçe kısıp can alıcı bir ses tonuyla ekledi, ‘’Eksiksiz ve yalansız?’’ Kız, genç adamın heybeti ve etkisi karşısında ufaldığını hissetti. Sanki karşısında bir dağ yükselivermişti. ‘’Ben çamaşır yıkıyordum efendim. Sonra o geldi. Ben, hizmetçi kirli çamaşır getirdi zannettim ama kafamı kaldırdığımda Berim’i kapıyı kapatırken gördüm. Bana bakıp kötü kötü sırıttığında iyi bir şey olmayacağını anladım. Elinde çamaşır yoktu zaten. Sonra o…bana doğru yanaştı ve…’’ Kız devam edemedi. ‘’Sana saldırdı mı? Anlat çekinme.’’ ‘’Önce istediklerini yapmam karşılığında para vereceğini söyledi ama ben itiraz edecek gibi olunca ve kaçmak için hazırlanınca bana saldırdı. Kurtulmak için bacağına tekme attım fakat kaçarken çamaşır teknesine takılıp düştüm ve o da üzerime çıkıp boğazımı sıkmaya başladı. Gözü dönmüştü, debelenip kurtulmak istedim ama…’’ Kız gözlerini ayakkabılarının ucuna dikti. Sabah yaşadıkları gözünün önünden geçti. Berim’in içeri girişi, ona saldırışı, sıcak ve tiksindirici nefesi. Ardından…Surien dua ettiğini hatırladı, kurtulmak için çırpınırken çaresizce dua ediyordu ve garip bir şey hissettiğini hatırladı. Sanki sıska ve çaresiz bedeninin içinde bir şey uyanmıştı. Surien daha ne olduğunu anlayamadan olanlar oluvermişti. Berim üzerinden havalanıp karşıdaki duvara sertçe çarpmış ve yere hareketsizce düşmüştü. Genç kız olanların etkisiyle yerinde sıçrayıp hayretle toparlanmaya çalışırken de o şeyi görmüştü, tıslayan siyah bir bulut gibiydi. Surien siyah dumanın içinde kısa bir an parlayıp sönen kırmızı gözleri hatırladı. Derin bir nefes aldı ve, ‘’Deli olduğumu düşüneceksiniz, inanmayacaksınız.’’ dedi kendi kendine konuşur gibi. O bile hala inanamıyordu çünkü olanlara. Genç süvari ona yaklaştı ve, ‘’Belki deli değil farklı olduğunu düşünüyoruz Surien ve o yüzden buradayız. Her şeyi anlat, çünkü bilmemiz lazım.’’ dedi dostane bir gülümsemeyle. Kız uzun zamandır ilk kez birinin ona böyle gülümsediğini düşündü. Teyzesi hep gülümserdi ama o da ölmüştü işte. Tek umut edebileceği, süvarilerin söyleyeceği şeylere gerçekten inanmasıydı. Kimse onu koruyacak ya da kollayacak değildi, sadece sözüne inanılsın diye umut edebilirdi. Elinde başka hiçbir şey yoktu. ‘’Berim ve uşağı nasıl o hale getirdin?’’ ‘’Ben yapmadım, o…aniden ortaya çıkan şey yaptı. Siyah bir sis gibiydi. Sanki şey gibi kıvrılıyordu havada…’’ ‘’Yılan gibi mi?’’ Kız iri süvariye bakıp evetledi başıyla. ‘’Berim’i üstümden çekip karşı duvara fırlattı. O siyah ve yoğun bir duman gibiydi. Bana bakan kırmızı gözlerini gördüm. Parlayıp söndüler ve ortadan kayboldu. Çok korkmuştum, bağırmak istedim ancak sesim çıkmadı. Berim yerde hareketsiz duruyordu ve korkmuştum. Yardım istemek için çıkmayı düşündüm ama donup kalmıştım yerimde. Uşak girdi içeriye ve beni efendisini öldürmekle suçlayıp üzerime yürüdü. Elinden kurtulmaya çalışırken saçımdan tutup beni yere fırlattı ve tekmeledi. Acıyla bağırdığımda o şey birden yine ortaya çıktı ve bu kez uşağı kaldırıp tavana çarptı. Neydi, neden yaptı onları bilmiyorum, yemin ederim bilmiyorum. Geldiği gibi hızla kayboldu ve tekrar görünmedi. Ben de korkup kaçtım. Kimse bana inanmaz diye de şehri terk etmeye karar verdim. Ama beni buldunuz.’’ Genç kız olanları anlatırken tekrar yaşıyor gibi hararetliydi ses tonu ve mimikleri. İki süvari onu dinlerken kaşları hafifçe havalandı. İri olan, ‘’Ailen de hiç öz taşıyan var mıydı Surien?’’Dedi. Bir ipucu arıyordu. Nasıl mümkün olabileceğini bilmeleri gerekiyordu çünkü. Bu kez kızın kaşları havalandı. ‘’Öz taşıyan mı? Yani sizin gibi biri mi demek istediniz?’’ Bir an düşünür gibi duraksayıp kafasını sağa sola salladı, ‘’Benim yaşayan akrabam yok. Teyzem sizin gibi değildi. Annem ve babam da ben küçükken ölmüşler ve teyzem öyle olduklarına dair bir şey söylememişti. Hayır, yani bildiğim kadarıyla yok.’’ ‘’Biz bundan o kadar emin değiliz Surien. Muhtemelen Öz taşıyorsun ve bu sana soyunda birilerinden geçmiş olmalı. İşin garibi kimsesizsin ve yaşın da eğitim için epey büyük. Nasıl oldu da gücün kendini bu kadar süre sakladı?’’ Dev adam kızın üstüne doğru hafifçe eğilip sorgularcasına gözlerinin içine baktı. Kız duyduklarına inanamıyor gibi gözlerini büyütüp, ‘’Öz mü taşıyorum? Ben mi? Bu mümkün değil.’’ Dedi adamın karşısında büzülüp geriye doğru istemsiz olarak bir adım çekilirken. Süvari cevabı önemsemiyor gibi çenesini kaçıyordu ve ekledi, ‘’Belki de saklıyordun? Nasıl fark etmemiş olabilirsin ki? Daha önce hiç mi benzer bir şey yaşamadın?’’ Kız adamın hala ısrarla tezini savunduğunu görünce hafızasını yokladı. İnanmıyordu kendisinde Öz falan olduğuna ama adamın sorusu onu düşünmeye sevk etti. Ve tam, hayır, diyecekken bir şey hatırladı. Yıllar önce bir akşamüstü olan bir şey. Yüzü ciddileşti. ‘’Bir kez daha olmuştu. 11-12 yaşlarındaydım sanırım. Mahallenin çocukları beni aralarına alıp hırpalamaya başlamışlardı. Onlar için hırsızlık yapmadım diye canımı yakacaklardı. Yere düştüğümde canım çok yandığı için acıyla bağırmıştım. Gözlerimi kapatıp canım yanmasın diye ağlarken bir tıslama duydum ve sonra ben değil çevremdeki çocukların bağırmaları, ağlamaları geldi kulağıma. Gözümü çekinerek açtığımda ordaydı. Tıslayarak bir çocuğu savurduğunu gördüm. Sonra bana bakıp ortadan kayboldu. Ve çocuklar bir daha bana sataşmadı, ben de onu bir daha görmedim. Teyzem onun oradan geçen kötü bir cin olabileceğini söyleyip beni ikna etti ve ben de unuttum bir daha görmeyince.’’ Surien aradaki bağlantıyı kurmuş olmanın şokunu yaşıyordu anlatırken. Süvariler düşünüyordu. ‘’Mümkün değil, ben sıradan biriyim. Bu kötü bir cin falan olmalı değil mi?’’ ‘’Nasıl olduğunu bilmiyoruz ama Öz taşıyorsun. Sitra veya Silatsın büyük ihtimalle ama bundan emin değiliz. Yaşın eğitim için gecikmiş ve normalde eğitim için kabul edilmezdin ama sahip olduğun o şey tehlikeli. Ortalıkta kafana göre dolaşamazsın. Birilerini öldürebilir ve bu sebeple sen de asılabilirsin.’’ Kız yutkundu. ‘’İyi ama ne olacak bana o zaman? Hapse mi atacaksınız beni?’’ İki süvari bakıştılar ve güldüler. İri olan bile güldüğüne göre ortada gerçekten komik bir şey var diye düşündü Surien. ‘’Hayır, seni Gök Adaya çıkaracağız. Çömez eğitimine tabii tutulacaksın muhtemelen. Ya da gözetim altında tutulursun. Buna Kumandan karar verecek.’’ Kız refleks olarak havaya, ağaç dalları yüzünden göremese de tahmini olarak Gök Adanın olduğu tarafa çevirdi bakışlarını. ‘’Gök Adaya mı? Ama nasıl?’’ Genç olan diğerine göz kırptı, ‘’Eminim Haldar’ın güçlü kollarında kendini güvende hissedersin. Çünkü seni uçurmayı düşünüyoruz.’’ Kız daha tepki bile veremeden iki süvarinin kanatları kıpırdandı ve Haldar kıza yaklaşıp onu kucakladı. Adamın kaslı kollarında kız oyuncak bir bebek gibi görünüyordu.’’ ‘’Ciddi olamazsınız?’’ dedi korku dolu bir sesle, korkudan titremeye başlamış olan genç kız. ‘’Hiç bu kadar ciddi olmamıştım.’’ dedi genç olan ve gülüp havalandı. Haldar da onun peşinden göğe doğru fırlarcasına havalandı ama diğeri kadar hızlı değildi. Surien bir çığlık atıp adamın boynuna sarıldı ve düşmemek için kendini sıktı. Süvariler ağaçların arasından çıktıklarında kanatlarını olabildiğince açtılar ve göğe doğru kanat çırparak yükseldiler. Surien gözlerini kapatmış, Haldar’ın boynuna sarılmış ve kafasını göğsüne bastırmıştı. ‘’Korkma, daha önce kimseyi düşürmedim.’’ dedi Haldar düz bir sesle ve ekledi, ‘’Yerinde olsam ilk uçuşun tadını çıkarıp etrafa yukarıdan bakardım.’’ Kız gözlerini açtı ama etrafa bakmadı. ‘’Çok korkuyorum, buna mecbur muyuz?’’ dedi ağlamaklı sesiyle.  Genç adam anlayışlı bir ifadeyle süzdü genç kızı. Çok acınası ve muhtaç görünüyordu kollarında. Garnizondaki hemcinslerine hiç benzemiyordu. Muhtemelen de aralarında, sarı ördeklerin arasına düşmüş siyah bir ördek gibi sırıtacaktı. Biraz da acıdı haline. Kimsesi yoktu, yetenekleri için geç kalınmıştı ve eğitim alsa bile diğerleriyle boy ölçüşemeyecek, hep silik kalacaktı. Özellikle hemcinslerinin sempatisini kazanması daha zordu, kimse de onu partner olarak kabul eder miydi bilmiyordu. Hatta belki Kumandan eğitim almasına bile gerek kalmadan garnizonda bir köşede yaşayıp gitmesini isterdi. Haldar kızın kaderinde ne olduğunu bilemezdi ama şimdi kucağında çaresizce ciyaklayıp, sıkıca ona tutunan bu kız çocuksu bir masumiyete sahipti. İki adamı neredeyse öldürecek olduğu halde gücünden bile bir haberdi. Fakat asıl kafasına takılan şey o siyah sisti Haldar’ın. Bir Silat büyüsüne benziyordu lakin muhtemelen bir korumaydı. Mühürlü korumalar kullanan süvariler tanıyordu ancak yılan mührü bulunması ve uyum sağlanması zor bir mühürdü. Tabii yılanın türünü bilmek gerekiyordu. Haldar düşüncelerinden, gözlerini hafifçe sağa sola çevirmeye başlamış olan kızın kıpırdanmasıyla sıyrıldı. Ona dikkatle bir kez daha baktı. Kız kendini güvende hissetmeye başlamış gibi hafifçe başını kaldırmış, ne kadar yükseldiklerini anlamaya çalışıyordu. Haldar ise kucağındaki kızın sahip olduğu özün nadide mi yoksa vasat mı olduğunu düşündü bu kez. Haldar’ın düşüncelerinden habersiz olan Surien birden hatırlamış gibi, ‘’Bohçam! Bohçam orada kaldı.’’ Diye haykırdı sesini duyurabilmek için. ‘’İçinde önemli bir şeyin varsa Raleg dönüp alabilir?’’ ‘’Birkaç giysi ve yiyeceğim vardı.’’ Haldar önemsiz bulmuş olmalı ki tebessümüne yansıdı bu. ‘’Onlara ihtiyacın olmayacak. Çünkü orada artık böyle giyinmeyeceksin.’’ Derken adam gözleriyle bir şeyi işaret etti. Surien adamın bakışlarını takip edince ufukta yaklaşan muhteşem görüntü ağzının hayranlıkla açılmasına neden oldu. Adanın en büyük dağlarının üstüne konumlanmış devasa bir bulut kümesinin üzerinde, güneş ışığının etkisiyle parlayan binaların kubbeleri ve çatıları göz alıcıydı. Aşağıdaki şehirde de çok güzel binalar görmüştü Surien ama hep yukarıyı merak ederdi ve şimdi yaklaştıkça muhteşem güzellik onu mest ediyordu. Geceleri uykuya dalmadan önce gökteki şehre gittiğini, orada yaşadığını halay ederdi ama bunun gerçekleşeceği aklının ucundan geçmezdi. Oysa şimdi orada yaşayacağı ve öz sahibi olduğu söyleniyordu. Yoksa Haldar ve Raleg gibi süvari mi olacaktı? Ama yaşı eğitim için geçmişti, birden uçuyor olmanın heyecanı yetmezmiş gibi orada neyle karşılaşacağını bilmemenin telaşı sardı benliğini. Haldar’a baktı ve onun gözlerinde de belirsizlik imaları görür gibi oldu. Muhtemelen o da bilmiyordu Surien’in yazgısında bundan sonra ne olduğunu. Doğru ya, kim kaderini bilebilirdi ki? Raleg’in ve Haldar’ın muhteşem kanatlarına baktı hayıflanarak. Özgürce uçabiliyor ve her gittikleri yerde korkuyla karışık saygı görüyorlardı. Onlar gibi olabilmek isterdi, hayatta hiç kimsesi kalmamıştı ve güçlü olmaya, kendi kanatlarıyla uçmaya çok ihtiyacı vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD