2-Yuvadan Uçuş

1359 Words
Babamın aracı Kara Harp Okulu yerleşkesine yaklaştığında kalbim hızlandı. Cuma gününden eşyalarımı getirip yurda yerleştirmiştik ve hafta sonunu ailemle geçirmek için eve dönmüştüm ama şimdi bizimkilerle buraya gelmek ve birazdan onlardan ayrılıp okulun 5 yıllık eğitim sürecinde burada yatılı okumak garip bir histi. Babam aracını ana kapıdan kimliğini göstererek geçirirken ikizlerden Mete, ‘’Ben de büyüyünce havacı olacağım. Sana uçağımdan mendil sallarım abla.’’ dedi etrafa dikkatle bakarken. ‘’Ben hala kararsızım ya, pilot mu olmalıyım, yoksa savaş teknolojileri için bir mühendis mi?’’ Gözlüklerinin arından yine kendine has o bilgiç tavırlarıyla düşünceli bir ifadeyle sesli düşünüyordu Oğuz. ‘’Senin o gözlüklerle pilot olman biraz zor kardeşim. Elemelerden geçemezsin ki. En iyisi mühendis ol. Hem fazla konuşkan değilsin, göz önünde olmayı sevmiyorsun. Pilot olursan popüler olacaksın, herkes seni parmakla gösterecek falan, senlik şeyler değil. Ama mühendis olursan odana kapanıp gizli bir kahraman olursun ve bizim için güzel şeyler üretirsin.’’ Mete muzipçe dirsek attı ikizine. Annem onlara dönüp gülümsedi ve, ‘’Metee, sen bu ikna kabiliyetinle pilot değil de istihbaratçı olmalısın bence.’’ dedi. Oğuz ikizine bakıp, ‘’Uçakta da yalnız olacağım, kimse beni görmeyecek ki kardeşim. Hem popüler olmak zorunda değilim senin gibi. Ailenin popüler çocuğu sen olabilirsin, ben işimi yaparım sadece.’’ Aralarında doğdukları andan beri garip, çok derin bir bağ ve çekişme vardı hep. Notları birbirine hep çok yakındı ama Mete daha dışa dönük, Oğuz daha içe dönük bir çocuktu. Babam bazen Mete’nin vurdumduymaz ve eğlence öncelikli görüntüsünün ardında çok büyük bir savaşçı, Oğuz’un sakin içe dönük zekasınınsa karşısındakileri yanıltıcı bir maske olduğunu söylerdi onlar yanımızda değilken. Ona göre Oğuz anneme en çok benzeyenimizdi, fazla iddialı değildi ama iş bitiriciydi. İyi gözlemliyor, prensipli çalışıyor, zihinsel olarak soğukkanlı kalabiliyor, temiz iş yapıyordu. Mete ise biraz kendisi gibiydi. Deli bir tarafı vardı, dizginlenemez bir irade ve fiziksel olarak güçlü bir taraf. ‘’Heeey, bugün benim günüm. Tüm ilgi benim üstümde olmalı beyler. Siz beni bırakıp eve dönerken çekişebilirsiniz henüz hak kazanamadığınız meslekleriniz konusunda. Ama beeen, az sonra şu büyük binadan içeri gireceğim ve çıktığımda Türkiye’nin en iyi kadın savaş pilotlarından biri olacağım.’’ dedim biraz ukala şekilde. Babam park yeri arıyordu o sırada. Her yer kalabalıktı haliyle ve dikiz aynasından bana bakıp, ‘’Çiçek?’’ dedi bir şey soracak gibi. Aynadan ona bakıp, ‘’Efendim baba?’’ dedim merakla. ‘’Kızım pembe yıldızlı gözlüklerini ve fosforlu pembe assolist kürkünü giymemişsin?’’ dediğinde herkes aniden kahkaha attı. Gözlerimi kısıp babama meydan kurcasına baktım. ‘’Baba alacağın olsun ya! Beni ne güzel motive ediyorsun ilk günde ya! Ben pembe giymeyi bırakalı 15 yıl oldu.’’ Ciddiydim, 18 yaşına girmiştim ve en son ne zaman pembeli şeyler giydiğimi hatırlamıyordum. Haki yeşiller, toprak renkleri, siyahlar, lacivertlerle doluydu dolabım. Erkeksi kıyafetleri o kadar seviyordum ki annem bana elbise gibi bir şey almak istediğinde kaçar adım uzaklaşıyordum oradan. Hala pek makyaj malzemem de yoktu. Babamsa bu durumdan o kadar memnundu ki. ‘’Senin doğal güzelliğin yeter kızım, makyaj da ne ya? Elbise falan da ilerde giyersin nasılsa kasma.’’ derdi hep beni savunmak için. Ama amacının beni annemden korumak olduğundan şüpheliydim. 1.75 boyunda, düzgün fizikli ve aynada hoş görünen bir kızdım ve sanırım artık beni dışarıdaki avcılardan koruması gerektiğini düşünüyordu Deli Kurt. Hoş, en son okulda birkaç kişiyi kendim pataklamıştım, birkaç da sokak hikayem vardı. Bana laf attıkları için hırpaladığım basit tipler ama kendimi savunabilmemi fiziğimden ziyade babamın beni yıllardır disiplinle gönderdiği savunma sporları derslerine borçluydum. Milletin kızı piyanoya, baleye giderken ben dövüş sporlarına, jimnastiğe, hatta tırmanma kurslarına gittim. İtiraf edeyim seviyorum tırmanma işini, devam edeceğim fırsatım oldukça. Onlar harçlıklarını makyaj malzemesine verirken ben yara bantlarına, kas ısıtıcı kremlere, yırtılan eşofmanların yenilerine verdim. Olsun, şikayet etmiyorum, babam bana ne lazım olduğunu iyi biliyordu. Nitekim okula sadece 32 kız öğrenci alınmıştı ve ben de onlardan biriydim. Gülüşmeler kesildi ve babam bana dönerek, ‘’Seni mankenlik veya oyunculuk okuluna göndermiyorum kızım. Birazdan o binaya girecek ve bir Türk subayı olacak çıkacaksın 5 yıl sonra. Senin övgüye ve ilgiye değil, kendi yüksek değerlerini bilmeye ihtiyacın var. Sen yapacağın meslekte çoğu zaman gizli bir kahraman olacaksın, bazen yaptığın şeyleri saklamak zorunda kalacaksın. Belki çok büyük bir şeyler başaracaksın ama muhtemelen milyonlarca insan bunu hiç öğrenemeyecek. Ve biz, seni her koşulda sevdik, seveceğiz, destekledik, destekleyeceğiz. O binaya bunları bilerek gir. Belki ben bir subay olamadım, düşük rütbede bir asker olarak yaptım mesleğimi ama en alttan en üste bütün rütbelerle tanıştım, çalıştım, korudum, korundum. Aynada kendime bu vatanın askeri olarak baktım, övgüleri çoğu zaman başkaları alırken ben o övgüleri hak eden adam olarak sadece başarmış olmanın sevincini yaşadım. Yani kısacası güzel Asenam, görünmez kahraman olacaksın çoğu zaman, buna hazır olarak gir o kapıdan.’’ ‘’Baban çok güzel konuştu, üstüne sadece, seni çok sevdiğimizi ve bizden ayrı olduğun günlerde özleyeceğimizi unutmamanı söyleyeceğim Çiçek. Her fırsatta bizi ara ve senin nasıl olduğunu bilelim.’’ dedi annem de. Kafamı salladım. ‘’Sizi çok seviyorum ailem. Hepinizi özleyeceğim ama yuvadan ayrılma vaktim geldi, hepimiz biliyoruz.’’ ‘’Bizi ağlatmadan in arabadan. Gürkan amcanlar da gelmiş zaten. Tören başlar birazdan.’’ ‘’Ayberk’in havasından geçilmiyordur şimdi. Büyük Komutan Ayberk.’’ ‘’Asena? Uğraşma sakın çocukla. Hem şuan buradaki tek tanıdığın ve seni kollayacak yegane kişi o farkındaysan?’’ dedi babam arabadan indikten sonra bana dik dik bakıp. Omuz silktim, ‘’Tamam ya. Onun beni kollamasına ihtiyacım yok ki! Kendimi kollarım ben. Bence o kendisini kızlardan korusun, ya da kızlar kendisini ondan mı demeliydim.’’ deyip kıkırdadım. ‘’Asenaaa!’’ diye seslendi annem bana. ‘’Gürhan iyi bir genç adam. Oldukça da yakışıklı. İlgi görecek olması tuhaf olmaz.’’ ‘’Havasından yanına yaklaşılmaz o zaman.’’ dedim bizimkileri takip ederken.’’ ‘’Abla asıl sen onu yanına yanaştırmıyorsun ki? Gürhan abi bizimle iyi anlaşıyor ama seninle arası hep bozuk. Acaba sıkıntı sende olmasın?’’ dedi Mete bana sırıtarak. Oğuz da onun tarafını tutar gibiydi İkisine ölümcül bakışlar attım. ‘’Ukala ukala konuşuyor, abilik taslıyor bana. Bir hafta önce doğdu diye başıma abi kesildi sanki. Bende sıkıntı olsa Aybüke ablayla da anlaşamazdım değil mi? Ama onunla gayet iyi anlaşıyorum değil mi?’’ ‘’Aybüke abla herkesle iyi anlaştığındandır.’’ dedi Mete ve ikizler kahkahayı bastılar yeniden. ‘’Çocuklar!’’ diye uyardı annem onları. ‘’Ben size sorarım küçük fareler. Demek onun tarafını tutuyorsunuz ha?’’ dedim dişlerimin arasından. Bana sırıttılar pis pis. ‘’Aaa Gürhan abi? Oradalar.’’ dedi Oğuzhan eliyle kalabalığın aktığı tarafı göstererek. En geride ben kalarak ilerledim. ‘’Gürkanım, naber?’’ Babam ve Gürkan amca tokalaştılar. Annem ve kız kardeşi gibi sevdiği Aynur teyze de öyle. Aybüke abla kendi okulu başladığı için orada değildi. Gürhan’la göz göze geldik. İkizler onun çevresini sarmıştı, bir şeyler soruyorlardı. ‘’Selam Çiçek.’’ dedi bana kuru bir sesle. ‘’Selam Ayberk.’’ dedim ben de aynı mesafeli tonda. Benden daha uzundu Ayberk. Hatta sanki onu görmeyeli biraz daha uzamıştı. Eh benim gibi o da sporla içli dışlıydı ve yaramıştı bedenine yaptığı sporlar. Galiba 1.85 i geçmişti boyu. İki aile görüşürken tören alanına yaklaştık. Artık ailelerimizden ayrılma vaktiydi. Hepsiyle öpüştük ve babam bize bakıp, ‘’Şimdi ikiniz gidin ve bizi onurlandırın gençler.’’ dedi babacan bir tavırla. Annelerimiz duygulanmıştı. Ayberk’le birbirimize baktık. ‘’Şüpheniz olmasın Cihangir amca.’’ dedi Ayberk gururlu bir duruşla. Neredeyse göz devirecektim ama kendimi tutup, ‘’Aynen babacığım. Ayberk ve ben sizi gururlandıracağız en iyi şekilde. Hele bir girelim de şu binadan içeriye.’’ dedim. ‘’Başarılar çocuklar. Sizi seviyoruz. Hadi bakalım, görüşene kadar kendinize ve birbirinize iyi bakın. Arkadaş edinene kadar ayrılmayın birbirinizden.’’ Aynur teyze öğüt verirken içim daraldı. Ayberk ve ben kanka gibi mi takılacaktık? ‘’Çiçek’e göz kulak ol Ayberk. Sana emanet.’’ dedi babam da. ‘’Merak etme Cihangir amca, kanımın son damlasına kadar koruyacağım onu.’’ dedi bana manidar şekilde bakarken. Ona sahte bir şekilde sırıttım bizimkiler gülüşürken ve dişlerimin arasından, ‘’Abartma! Kendimi korurum ben, sen kendini koru yeter.’’ dedim. ‘’Teşekkür ederim Gürhan, sen olmasan ben ne yapardım bu dağ başında, bu ıssız ve yabanıl yerde?’’ dedim alaya alarak. ‘’Şimdi dalganı geç sen, öyle yerlere de gideceğiz nasılsa Asena Hanım. Görürüm o zaman seni yardım istediğinde.’’ dedi o da bana dişlerinin arasından ve sahte şekilde gülümsedi. ‘’Ne demek, gurur duyarım.’’ ‘’Hadi çekişmeyi bırakın da tören alanına geçin. Herkes gitti. Başarılar.’’ dedi annem bir öğretmen edasıyla. Beraber yürüdük Ayberk’le yan yana. Arada bir dirseklerimiz birbirine kasten çarpıyordu. Ve ben bu kendini beğenmiş kazmayla beş yıl okuyacaktım burada be! Neyse, geleceğin en iyi savaş pilotlarından biri olmak için katlanacaktık artık buna da.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD