DURU
Uyandığımda Kerim yanımda yoktu. Yanımdaki komodinin üzerinde bir bardak portakal suyu ve küçük bir not duruyordu.
“Güzelim, ben spor salonuna iniyorum.”
Notu okurken istemsizce gülümsedim. Kerim, hayatıma girdiği andan itibaren her şeyi altüst etmişti; ama güzel anlamda. Onunla yaşadığım her şey özel, farklı ve tarifsizdi. Hele dün gece... O anı düşündükçe kalbim hızla çarpmaya başladı. Yaşadığımız birliktelik beni bambaşka bir boyuta taşımıştı. Tutkusu, arzusu, doyumsuzluğu... Her şeyiyle öylesine büyüleyiciydi ki.
Cinsellikte çok tecrübeliydi ve bu benim canımı sıksa da,benim gibi deneyimsiz biri için büyük bir şanstı. Onun yanında öğrenmeye aç bir öğrenciye dönüşüyordum. Tenimde ona ait izler, üzerimde ise o muhteşem kokusu vardı. Kerim’in her şeyini seviyordum.
“Allah’ım…” dedim gülümseyerek, “bu adamın her zerresine aşığım.”
Ona duyduğum aşkın büyüklüğü bazen beni korkutuyordu. Onun olmadığı bir hayatı düşünemiyordum. Sanki nefes almak bile onun varlığına bağlıydı.
Aklım dün geceye, barda yaşadığımız olaya kaydı. Yüzümdeki tebessüm bir anda silindi. Çünkü o gece Kerim’in daha önce hiç görmediğim bir yüzünü görmüştüm. Yumruklarını savururken gözlerinde bambaşka bir öfke vardı; sanki kendini tamamen kaybetmişti.
Hayatımda böyle bir duruma hiç maruz kalmamıştım. Kavgalar hep benden uzaktı. Ama fark ettiğim bir şey vardı; Kerim bu tür olaylara alışkın gibiydi. Beni koruması, sahiplenmesi hoşuma gitmişti belki ama şiddet... asla onaylayabileceğim bir şey değildi. Bu konuyu onunla daha sonra konuşmaya karar verdim.
Bir süre yatakta oyalanıp sonra duş almak için kalktım. Vücudumun her yeri sızlıyordu.Yavaş yavaş yürüyüp banyoya geçtim aynaya baktığımda boynumdaki morlukları fark ettim; dün gece boynuma bakıp gülümsemesinin sebebi buymuş demek. Bana kendinden izler bırakmayı seviyordu. Ben de ondan izler taşımayı…
Kerim’in kokusuna sinmiş banyosunda, sanki o yanımdaymış gibi güzel bir duş aldım. Saçlarımı kurutup üzerimi giyindim ve aşağı indim. Kerim ve Tan oradaydılar.
Tan’a “Hoş geldin,” dedim gülümseyerek ve gidip Kerim’in yanına oturdum. O da kolunu omzuma dolayarak alnımdan öptü.
Günaydın, güzelim. Nasılsın?
İyiyim. Sen neden bu kadar erken gittin spor salonuna? Bekleseydin, birlikte inerdik.
Kerim kulağıma eğilip kısık bir sesle,
Güzelim, bence sen pek spor yapacak durumda değildin, dedi ve gülümseyerek imada bulundu.
Elimle ağzını kapatmaya çalıştım.
Kerim, ayıp! dedim ciddiyetimi korumaya çalışarak.
Ben sana “ayıp” olan şeyleri bir bir göstereceğim, dedi o sinsi gülümsemesiyle.
Tam o sırada Tan, “Abi, biletler tamam,” dedi.
Merakla Kerim’e döndüm.
Ne bileti?
Güzelim, öğleden sonra Türkiye’ye dönmemiz gerekiyor. Birkaç gün kalıp döneceğim, merak etme.
Kerim... dedim sessiz, kırık bir sesle.
Güzelim, sadece birkaç gün. Konuştuk bunları, Duru. Bir süre böyle olması gerekiyor. Tamam mı güzelim?
İstemsizce gözlerim doldu.
Yapma Duru… Sadece kısa bir süre. Sonra sen de Türkiye’de olacaksın, o zaman zaten hep birlikte olacağız, dedi ve saçlarımı öperek beni teselli etti.
Kerim’in uzakta olması, ondan ayrı kalma düşüncesi içimi acıtıyordu. Ama “sadece kısa bir süre” diyerek kendimi avutmaya çalıştım. O sırada Tan’la göz göze geldik. Onun bakışlarında anlam veremediğim bir şeyler vardı. Henüz çok tanımıyordum ama ona güveniyordum. Garip bir şekilde yanındayken kendimi güvende hissediyordum; sanki geçmişten gelen görünmez bir bağ vardı aramızda.
Bütün keyfim kaçmıştı.
Kerim elimi tutarak,
Hadi güzelim, dışarıda güzel bir kahvaltı edelim, dedi.
Kerim, benim hiç iştahım yok. Ben toparlanıp eve geçeyim. Sen de hazırlanırsın, dedim hüzünlü bir sesle.
Duru, yapma böyle güzelim. Eşyaların burada kalacak. Birkaç gün sadece tamam mı? Birkaç gün, diye tekrarladı.
Üçümüz birlikte dışarı çıkıp güzel bir kahvaltı yaptık. Ardından kitaplarımı koyduğum küçük bir çanta hazırladım. Kerim beni eve bırakıp oradan havaalanına geçecekti. Evde benim ikna etmem gereken biri daha vardı: Ayfer Sultan. Her ne kadar her gün konuşmuş olsak da bir şeylerin farkında olduğunu hissediyordum. Artık onunla da Kerim’i konuşmanın zamanı gelmişti.Kerim döndükten sonra onu Ayfer sultanla da tanıştırmaya karar verdim.
Araba evimizin önünde durduğunda Tan arabadan inip bizi yalnız bıraktı. Kerim, dudaklarıma kapanarak beni öptü.
Ben gelene kadar kendine iyi bak, güzelim. Yanında olmasam da gölgem hep üzerinde olacak, tamam mı? Ben yüzündeki o muhteşem gülümsemeyi seviyorum. Onu benim için soldurma, dedi ve sıkıca sarıldı.
Kerim, seni seviyorum. Hem de çok seviyorum. Lütfen hemen geri gel, dedim. Boynuna sarılıp kokusunu içime çektim; o yokken kokusu bende kalsın istedim.
Sonra arabadan inip Tan’la vedalaştım.
Tan, seni çok tanımasam da sana güveniyorum. Kerim sana emanet, dedim gülümseyerek.
Tan başını hafifçe eğip,aşağı yukarı salladı. sonra
Duru, kendine iyi bak. Sen bütün güzellikleri hak ediyorsun, dedi.
Sonra arabaya binip Kerim’le birlikte uzaklaştılar. Onlarla birlikte bütün duygularım da uzaklaştı sanki. Bir süre giden arabayı seyrettim. Ardından derin bir nefes alıp eve girdim.
Kerim(Ateş)
Uçağa adımımı attığım anda, sanki bir parçamı burada, bu şehirde bırakıyormuşum gibi hissettim. Koltuğuma oturup kalkışı beklerken, aklımda yalnızca Duru vardı.
O kız… Ben farkına bile varmadan, içimde öyle derin bir yere kök salmıştı ki; artık istesem de oradan söküp atamıyordum.
Allah’ım, dedim içimden, bu hisler bana öylesine yabancı ki…
Ateş asla böyle hissetmezdi.
Ama Kerim…
Kerim, iliklerine kadar Duru’yla doluydu.
Uçak piste doğru süzülürken, ben de kendime izin verdim. Üç saat sürecek o yolculuk boyunca onu düşündüm.
Her hali güzeldi; gülüşü, konuşması, bakışı o saf şaşkınlığı, masumluğu. Her şeyiyle farklıydı. Özel, dokunulmamış, temizdi.
Eğer sadece Kerim olsaydım, belki her şeyden geçer, Duru’nun ellerinden başka bir şey istemezdim.
Ama ben… Duru’nun çok kısa bir süre sonra tanışacağı Ateş’tim.
Kirle, kanla, intikamla yoğrulmuş bir adam.
Her şey için özür dilerim Duru, dedim içimden, o anda kalbimin derinliklerinden.
Tam o sırada Tan’ın sesi böldü düşüncelerimi.
“Abi, uçak iniyor.”
Derin bir nefes aldım.
Gözlerimi kapatıp son kez o güzel yüzü düşündüm.
Ve sonra, uçağın kapısından dışarı adım attığımda, içimdeki o temiz, güzel ne varsa hepsini orada bırakıp Ateş olarak indim.
“Nereye abi?” diye sordu Tan.
“Kulübe,” dedim soğuk bir sesle. “Bugünkü hediyeler gitmesi gereken yere ulaştı mı?”
“Evet abi. Bu defa numaranı da notun içine yazdık.”
“İyi,” dedim, dudaklarımda şeytani bir gülümsemeyle. “O zaman bugün o arama gelir.”
Arabada sessizlik hâkimdi. Şehrin ışıkları camdan yansıyor, geçmişimle bugünün arasında gidip gelen düşünceler zihnimi kemiriyordu.
Kapıya vardığımızda Yavuz bizi karşıladı.
“Abi hoş geldin.”
“Hoş bulduk Yavuzum,” dedim, elimi omzuna koyarak. “Var mı bir yaramazlık?”
“Abi, senin adının geçtiği yerde yaramazlık olur mu hiç?”
Gülümsedim. “Olmaz tabii. Bizim adımızın geçtiği yerde hata olmaz. Biz bir aileyiz, koçum.”
Kulüp gündüz saatleri olduğu için henüz sakindi. Bar tezgâhında bardaklar parlatılıyor, sahnede ses denemeleri yapılıyordu.
“Yavuz, Cengiz’i ara, gelsin.”
“Abi senden önce aramıştım, on-on beş dakikaya burada olur.”
“Senin bu yönünü seviyorum,” dedim. “Ne isteyeceğimi benden önce biliyorsun.”
“Yukarı viski gönder.”
Odama çıkarken içimdeki Ateş’in gölgesi yeniden büyüyordu.
Yirmi dakika sonra Cengiz içeri girdi.
“Hoş geldin.”
“Hoş bulduk abi.”
“Anlat, dinliyorum.”
“Abi, Esat’ın en değerli arsalarını üçte bir fiyatına aldık. Gireceği üç ihaleyi de kaybedeceğinden emin olabilirsin. Diğer ihaleye girecek firmaları tatlı dille ihaleden çekilmesi için ikna ettik.”
Kaşlarımı kaldırıp gülümsedim. “Tatlı dil, ha? Eminim çok tatlı olmuştur o dil.”
Cengiz de benim gibi gülümsedi.
“Serdar’ın borcu her geçen gün artıyor, toparlaması imkânsız. Furkan’ın da dava almasının önüne geçiyoruz.”
“Yani her şey planladığımız gibi ilerliyor.”
“Evet abi, her şey kontrolümüzde.”
“Güzel,” dedim kısa bir sessizlikle. “Var mı söylemek istediğin başka bir şey?”
“Yok abi, senin sağlığın yerinde olsun yeter.”
“Eyvallah Cengiz,” dedim. “Yaşından büyük bir adamsın.”
El sıkıştık. O çıktı, ben yalnız kaldım.
Birkaç kadeh viski daha içip dosyaları gözden geçirdim. Ardından annemi arayıp ülkeye döndüğümü, en kısa zamanda yanına geleceğimi söyledim.
Onun sesi, her zamanki gibi huzur verdi.
Ama huzur benim gibi birine fazla lükstü.
Saat sekiz sularında beklediğim telefon geldi.
Ekrana baktım. Aslı Hanım.
“Efendim?”
“Merhaba Ateş Bey.”
“Merhaba Aslı Hanım, sesinizi duymak ne güzel.”
Kısa bir sessizlik. Ardından, nazik bir tonla konuştu.
“Sadece teşekkür etmek istemiştim. Hediyeleriniz, çiçekleriniz… çok güzeldi. Ama açıkçası beni şaşırttınız.”
“Rica ederim,” dedim. “Sizin yanınızda onlar çok sönük kalır. Ama neden şaşırdınız?”
“Bilmiyorum… Bu hediyelerin sizden gelebileceğini hiç düşünmemiştim. Bu beni hem mutlu etti hem de çok şaşırttı.”
“Yoksa başka rakiplerim de mi var?” dedim alaycı bir tebessümle.
Telefonun ucundaki gülümsemesi bile duyuluyordu.
“Gerçi,” dedim sesimi yumuşatarak, “sizin kadar güzel, alımlı bir kadının çevresinde dolaşan erkeklerin olması çok normal.”
“Ateş Bey, tekrar teşekkür ederim. Beni gerçekten çok mutlu ettiniz. Bana karşı böyle bir ilginiz olduğunu fark etmemiştim.”
“Ben sadece doğru zamanı bekledim,” dedim. “Sizin gibi birine ulaşmak kolay değil.”
Kelimeleri toparlamaya çalışırken sesindeki heyecanı hissedebiliyordum.
“Ben… şu an hem çok şaşkınım hem de çok heyecanlıyım.”
“Aslı Hanım, yarın görüşelim. Baş başa bir akşam yemeği. Ne dersiniz? Artık uzaktan değil, yakından tanımak istiyorum sizi.”
Kısa bir sessizlik. Ardından yutkunarak, “Olur,” dedi. “Sizinle yüz yüze tanışmayı ben de isterim.”
“Harika,” dedim. “Yarın akşam evinizden aldıracağım. Sana söz veriyorum, unutamayacağın bir gece olacak.”
“Tamam… yarın akşam görüşürüz. İyi akşamlar.”
“İyi akşamlar, Aslı,” dedim.
Telefon kapandığında gülümsemem büyüdü.
Bu kadar kolaydı…
Bu şehirde bilinen bir isim olmak, pahalı hediyelerle süslenmiş bir hayat Aslı gibileri için vazgeçilmezdi.
Ve ben bunu her seferinde kendi lehime çevirmeyi çok iyi biliyordum.
Kapı çaldı.
“Abi, görüşmen bitti mi?” dedi Tan.
“Bitti. Yarın akşam yemeğe çıkaracağım. Gerisi çorap söküğü gibi gelir.”
“İyi abi,” dedi, ama sesinde belli belirsiz bir memnuniyetsizlik vardı.
Neden böyle davrandığını çok iyi biliyordum.
Ama artık yapabileceğim bir şey yoktu.
Döndüğümden beri Duru’yu düşünmeyi kendime yasaklamıştım…
Ama Tan sağ olsun, kaçtığım her şeyi yeniden önüme sermişti.
Şimdi odaklanmam gereken tek şey yarın akşam ki yemekti ve ben iyi bir avcıydım….