Kavuşma ve Tehdit

1866 Words
Duru Kerim gideli dört gün olmuştu ve onu çok özlemiştim. Onun olmadığı hiçbir hayattan keyif alamıyordum. Sevmek, aşk, tutku... Adı her neyse, çok özel bir duyguydu. Ve bunu Kerim gibi bir adamla yaşamak, bana kendimi tamamlanmış ve harika hissettiriyordu. Ona duyduğum sevginin sınırı, hududu yoktu. Bildiğim tek şey, her geçen gün daha da büyüyen ve tamamen kontrolümden çıkan büyük bir aşkla bağlı olduğumdu ona. Kerim, görüntü olarak mükemmel olmasının dışında, kişilik olarak da çok farklıydı. Evet, beni tedirgin eden karanlık yanları vardı; bunları görmesem de hissedebiliyordum. Ama bakışlarındaki o yoğunluk, bana kıyamayışı… Evet, sevgisini çok söze döken bir adam değildi ama ben hissediyordum. Onun bana olan sevgisini, tutkusunu, yanındayken iliklerime kadar hissediyordum. Ve şu an onu çok özlemiştim. Tek tesellim, bugün hayatımda en kıymet verdiğim diğer adam, babamın gelecek olmasıydı. Onu da çok özlemiştim. Babam olmasaydı nasıl bir hayatım olurdu, düşünmek bile istemiyordum. Ben, annesinden sevgi görmeden büyüyen şanssız çocuklardandım. Annemle hiçbir zaman anne-kız ilişkimiz olmamıştı. Yıllardır doğum günlerimde ondan kuru bir “iyi ki doğdun” araması alırdım. Onun dışındaki zamanlarda, çok kısa ve soğuk cümlelerden ibaret konuşmalar dışında bir diyaloğumuz yoktu. Yaz tatillerinde gittiğim evi ise asla kendime ait hissedemedim. Sanki orada hep fazlalıktım. Babam ve Furkan abimi saymazsam, diğer herkes bana soğuk ve mesafeliydi. Bunları kabullenmem yıllarımı aldı ama bir yerde pes edip her şeyi olduğu gibi kabul ettim. Yine de annem, bana sonsuza kadar kapanmayacak derin yaralar bıraktı; yüreğimin en derinlerinde… Saatlerdir yatağımda uzanıp düşünüyordum hayatımdaki her şeyi. Nihayet kapı sesiyle yatağımdan fırladım ve koşarak aşağı indim. Kapının girişinde, kalbimin diğer sahibi duruyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Gözyaşlarıma hakim olamayarak ağlayarak gidip boynuna atladım. “Canım babam!” dedim, sıkı sıkı sarılarak. O çok sevdiğim kokusunu derin derin içime çektim. O kadar özlemiştim ki babamı... İçimden “Allah’ım, onun eksikliğini, yokluğunu bana asla gösterme.” diye dua ettim. “Güzel kızım.” dedi, o da sıkıca sarıldı bana. “Baba, hoş geldin.” dedim gözyaşlarım akarken. Babam kaşlarını çatarak, elleriyle gözyaşlarımı sildi. “Hoş bulduk da, bu dökülen inciler ne?” diye tatlı sert azarladı beni. “Baba, çok özledim seni.” “Güzel kızım, ben de seni çok özledim. Çok az kaldı, birkaç ay sonra hep beraber olacağız, canım kızım.” “Evet baba, çok az kaldı. O kadar özlüyorum ki sizi… Artık bu hasreti çekmek çok zor geliyor.” dedim ve yanaklarından öptüm. Beni kolunun altına alıp başıma sayısız öpücük kondurdu. Onun gözünde ben hep küçük kızıydım, hiç büyümeyen… Salona geçerken, Ayfer Sultan da “Hoş gelmişsin Esat beyim.” dedi. “Hoş bulduk Ayfer Hanım, nasılsın? Uslu duruyor mu benim küçük kuşum, üzmüyor seni değil mi?” diye sordu babam. “Hiç üzer mi beni Duru kızım? O benim kızım, yoldaşım Esat beyim. Allah’a şükür, bir sıkıntımız yok. Yol yorgunusunuzdur, açsınızdır.” deyip mutfağa geçti. Babamla koltuğa oturduk. Ondan bir an bile ayrılmak istemiyordum. Yanında otururken sıkıca sarıldım. “Duru, çok özlemişim seni.” “Ben de seni babacığım.” “Ee, anlat bakalım nasılsın, her şey yolunda mı?” “İyiyim babacığım, her şey yolunda. Şimdi sen de geldin ya, benden mutlusu yok.” Beni gözleriyle tepeden tırnağa süzüp gözlerimde oyalandı. “Ama bilmediğim başka şeyler de olmuş galiba. Gözlerinin içi gülüyor.” dedi meraklı bir şekilde. Babam beni çok iyi tanırdı. Bende bir değişim olduğunu fark etmişti ama her zaman olduğu gibi benim anlatmamı bekliyordu. “Evet babacığım, hayatımda bu aralar çok güzel şeyler oluyor. Şu an sen yanımdasın, okulumu bitirmeme birkaç ay kaldı, tezim çok iyi gidiyor. Bundan sonra kendi toprağımda, ailemin yanında olacağım. Daha ne olsun ki?” dedim. Yüzüme uzun uzun bakıp, “Başka şeyler de var ama ben kızımın bana anlatmasını bekleyeceğim. Çünkü benim kızım asla yanlış şeyler yapmaz.” dedi ve uzanıp avuçlarımın içini öptü. Babam yıllardır beni böyle severdi. Ve babamdan sonra, Kerim de aynı şekilde avuç içlerimi öperek sevgisini gösterirdi. Bu benim için çok kıymetliydi. “Baba, iyisin değil mi? Son telefon konuşmalarımızda sesin hep gergin ve keyifsizdi.” diye sordum. “İyiyim güzel kızım. İşler bu ara biraz canımı sıktı ama toparlıyorum yavaş yavaş.” dedi, yüzünde buruk bir tebessümle. Demek ki ciddi sorunlar vardı işle alakalı. Çünkü babam yıllardır hiçbir iş meselesini bana yansıtmamıştı. “Canını sıkma baba. Her şeyi halledersin sen. Çünkü benim babam çok zeki, çok güçlü, çok yakışıklı. Benim babam bir tane.” dedim. “Duru, hep böyle kal. Hiç değişme. Ve beni hep böyle sev, olur mu güzel kızım?” “Baba, sen benim canımsın. Ben hep senin küçük kızın olacağım ve hep seni çok seveceğim. Sana Sevgimin bir sınırı yok.” Babamla uzun uzun konuştuk, dertleştik. İkimiz de birbirimizi çok özlemiştik. Ayfer Sultan’ın “Yemek hazır.” diye seslenmesine kadar özlem giderdik. Yemekten sonra babam, “Sana güzel bir sürprizim var.” deyip elimden tuttu ve beni mutfağa doğru yürütmeye başladı. İçimde büyük bir merak vardı.. Kerim(ATEŞ) Duru’yu görmeyeli tam bir hafta olmuştu. Annem iki gün önce hastaneden çıkmıştı, şu anda durumu iyiydi ama terapilere yeniden başlaması gerekiyordu. Onun geçirdiği krizden sonra sanki her şey başa dönmüştü. Duru’nun kalbimde uyandırdığı o merhamet duygusu silinip gitmiş, ben yine eski Ateş olmuştum. İntikam ateşiyle yanan, nefret dolu o adam… Ve içimdeki öfke yeniden alevlenmişti. Masamda oturmuş düşünürken telefonum çaldı. Son günlerde sık sık olduğu gibi arayan Aslı’ydı. “Merhaba Ateş,” dedi heyecanlı sesiyle. “Merhaba güzelim,” dedim sevgi ve özlem dolu bir tonla. “Bugün görüşelim mi, uygunsan?” diye sordu. “Senin için her zaman uygunum, zaman yaratırım,” dedim. “Harika! Bu akşam bir resim sergisi var, birlikte gidelim mi?” “Tabii ki güzelim, kaçta alayım seni?” “Sergi akşam yedi’de,” dedi keyifli sesiyle. “Tamam, altı gibi seni alırım. Çok güzel olma ama, başkalarının da seni beğenmesini istemem,” dedim. Kahkahası telefondan yankılandı. “Görüşürüz,” deyip kapattı. Sadece birkaç günde, Aslı bana tamamen teslim olmuştu. Onu elde etmek bu kadar kolaydı. Ama planımın önemli bir parçasıydı, bu yüzden bir süre daha elimde tutmam gerekiyordu. Kapı çalındı. “Gel,” dedim. Tan içeri girdi, ciddi bir yüz ifadesiyle. “Abi, misafirimiz var.” “Hayırdır? Bu saatte misafir mi olur?” “Haşmet Bey geldi.” Kaşlarımı çattım. “Haşmet Terzi mi?” dedim düşünceli bir şekilde. “Buyur et, ama bu adam bu saate hayır için gelmez,” diye ekledim. Kısa süre sonra Haşmet Bey içeri girdi. “Hoş geldiniz,” dedim resmi bir tavırla. “Hoş bulduk,” diyerek elimi sıktı. Koltukları işaret ettim. “Buyurun, oturun ne içersiniz.” “Bir sade kahve iyi olur,” dedi. “Kırk yıl hatırı var hem, sen de bilirsin bizim piyasada hatır önemlidir.” Kapıdaki Tan’a “İki sade kahve,” dedim. O da başını sallayıp çıktı. “Bilirim Haşmet Bey,” dedim. “Dostluk da hatır da bu camiada çok kıymetlidir.” Haşmet gözlerimin içine baktı. “Şimdi, bu adam neden durduk yere geldi diye düşünüyorsundur.” “Valla ne yalan söyleyeyim, beklediğim biri değildiniz. Yıllardır iş yaparız, hiç problem yaşamadık. Genelde toplantılarda görüşürüz. Sizin de böyle ziyaretleriniz pek olmaz, ortada bir mesele yoksa.” Kahveler geldi. Haşmet kahvesinden bir yudum aldı. “Senin bu yönünü hep takdir etmişimdir Ateş. Dostunu da düşmanını da iyi tanırsın. Ben de lafı uzatmayı sevmem,” dedi sesini ciddileştirerek. “Buyurun, dinliyorum sizi.” “Bak Ateş, sen bizim topluluğun en genç üyesisin. Başarını, hırsını, dürüstlüğünü hep takdir etmişimdir. Bugüne kadar bir yanlışını görmedim. Görseydim, hâlâ burada olur muydun, orası muamma.” Bütün dikkatimi ona verdim. Her zamanki gibi laf arasında tehditlerini de eksik etmiyordu. Ama neden geldiğini öğrenmeden karşılık vermeyecektim. Başımı hafifçe sallayarak devam etmesini işaret ettim. “Beni bilirsin, dostluk benim için kıymetlidir. Kenan’ı çok severdim. Yıllara dayanan bir dostluğumuz vardı ama ömrü uzun olmadı. Ondan sonra işlerinin başına Pars geçti. Pars benim için oğlum gibidir; Kenan’ın bana emanetidir. Son dönemde aranızda bazı şeyler olduğunu duydum, bu durum beni rahatsız etti. Pars da senin gibi delikanlı, bu piyasada varlığını göstermek istiyor. Babasından çok farklı, doğru. Kenan ne kadar sakin bir adamsa, Pars o kadar hırslı. Ama her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır. Ben Pars’ın babasının yerini dolduracağına inanıyorum. Şans verilirse büyük işler yapar. Ben de onun yanındayım. Bunu bilmeni istedim.” Kahvemi elime aldım, gözlerimi ondan ayırmadan konuştum: “Güzel. Şimdi sen de beni dinle o zaman, Haşmet Bey. Ben dostumu da düşmanımı da iyi tanırım. Ama senin de bu camianın en eskilerinden biri olduğunu bilirim. Kenan Bey’e ben de çok saygı duyardım. Yol yordam bilen bir adamdı. Ama oğlu babasının suyunu da huyunu da almamış. Bu piyasada herkes beni tanır; bana el uzatmayana ben de el uzatmam. Ama biri sınırlarımı ihlal ederse, o eli acımadan kırarım. Pars sana ne anlattı bilmem ama ben kısaca özet geçeyim. Senin emanetin, ben yokken benim mekanıma gelip olay çıkardı. Daha önce de küçük vukuatları olmuştu ama Kenan’a duyduğum saygıdan susmuştum. Fakat son yaptığını görmezden gelemezdim. Ben gizli kapaklı iş yapmam,mekanına gidip tatlı dille uyardım. Eğer devam ederse, karşılığını misliyle alır. Kim yanında olursa olsun fark etmez.” Sana saygım sonsuz parsla aranızdaki bağda sizi bağlar haşmet bey o bu piyasa olmuş olmamış beni bağlamaz ama bana bulaşmaması gerektiğini anlasın yoksa ben geçen anlattığım gibi yine seve seve anlatırım ben buralara gelmek için çok bedeller ödedim dünkü çocuklara kendimi adımı harcatmam bu böyle biline. Haşmet’in yüzündeki ifade değişmişti. Belli ki Pars, olayı eksik anlatmıştı. Ayağa kalktı, “Kahve için sağ ol, birbirimizi anladığımızı düşünüyorum,” dedi. “Pars’la da konuşacağım, sana bulaşmayacak. Ama sen onun yoluna çıkarsan, sonunda karşılaşacağın kişi sadece Pars olmaz,” diyerek kendi tarzında bir tehdit savurdu. Elini sıktım. “Ben yol yordam bilirim, Haşmet Bey. Sebep yokken kimsenin yoluna çıkmam. Ama şartlar beni birinin yoluna çıkarırsa da...” dedim ve sustum. Gereken mesajı almıştı. “Eyvallah,” deyip çıktı. O çıkar çıkmaz Tan içeri girdi. “Abi, Haşmet Bey ne alaka?” “Pars,” dedim kısa bir şekilde. “Şerefsiz, Haşmet’i mi almış arkasına?” “Kimi alırsa alsın Tan, fark etmez,” dedim sakin ama kararlı bir sesle. “Bir saate çıkıyorum, kız arkadaşımla sergiye gideceğim. Basını ayarla.” Tan’ın yüzü düştü. Söz konusu Duru olunca tavırları hemen değişirdi. Sanki onun abisiymiş gibi davranıyordu. Bir saat sonra Aslı’yı almak için yola çıktım. Evlerinin bulunduğu yere gelince güvenliğin kısmen azaldığını fark ettim. Bu iyiye işaretti. On dakika kadar bekledikten sonra kapıda Aslı’nın annesi Nevin Hanım’ı gördüm. Varlıklı bir aileden geliyordu, güce düşkün bir kadındı. Arabadan inip yanına gittim. “Merhaba Ateş Bey,” dedi gülümseyerek. “Merhaba Nevin Hanım,” dedim elini öperek. “Çok hoş görünüyorsunuz.” “Teşekkür ederim, buyurun bir kahve ikram edeyim,” dedi. “Belki başka zaman, şu an pek vaktim yok,” diyerek nazikçe reddettim. Yine de tebessüm etti. “O hâlde en kısa zamanda sizi akşam yemeğinde ağırlamak isteriz. Hem daha yakından tanışırız.” “Seve seve,” dedim. “Harika, günü belirleyince ararım,” dedi. O sırada Aslı göründü. Uzun bir hazırlık sürecinden geçtiği belliydi. Evet, güzeldi ama o güzelliğin soğuk, yapay bir yanı vardı. Onu görünce gözlerimi büyütüp, “Yine harika görünüyorsun,” dedim ve yanağından öptüm. Nevin Hanım’a dönüp, “Kızınızı her gördüğümde başım dönüyor,” dedim tebessümle. Ana kız sözlerimden memnun olmuştu. Nevin Hanım’la vedalaştık ve Aslı’yla birlikte sergiye doğru yola çıktık. Aslı’nın gözleri mutlulukla parlıyordu. Ama çok yakında, o gözlerden taşan tek şey gözyaşı olacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD