Nehrin Ötesinde

911 Words
Nehrin serin suları, vadinin sessizliğini yansıtırken, Roza ve Aram çobanların çadırında bir anlık sığınak bulmuştu. Gece, yıldızlarla kaplıydı; gökyüzü, Mardin’in dağlarında bir sonsuzluk denizi gibi uzanıyordu. Çadırın içinde, küçük bir ateş yanıyordu; alevler, kumaş duvarlarda titreşen gölgeler yaratıyordu. Roza, çantasında kalan son ekmek parçasını Aram’la paylaşırken, zihninde bir sonraki hamleyi tasarlıyordu. Çobanların yardımıyla polise ulaşmış, koordinatlarını vermişti, ama yardım gelene kadar geçen her dakika, törelerin gölgesini daha da koyulaştırıyordu. Dijvan ve adamları, hâlâ peşlerindeydi – Roza, bunu kemiklerinde hissediyordu. Çadırın girişinde oturan yaşlı bir çoban, Hacı Amca, piposunu tüttürürken onlara bakıyordu. Kırışmış yüzü, yılların ve dağların hikayeleriyle doluydu. “Siz,” dedi, dumanı üflerken, “büyük bir belanın içindesiniz. Surayn Aşireti, pes etmez. Ama sizde bir ateş var, kızım.” Roza, gözlerini kıstı; adamın sözleri, hem iltifat hem uyarıydı. “Ateş, zekadan gelir,” diye yanıtladı, sesi sakin ama kararlı. “Töre, bizi kıramaz.” Aram, yanında otururken, hayranlıkla dinliyordu; Roza’nın her sözü, onun genç ruhuna bir kıvılcım düşürüyordu. Roza, çadırın köşesindeki haritayı – Hacı Amca’nın verdiği eski, yıpranmış bir kâğıt – incelemeye başladı. Harita, vadinin ötesindeki yolları gösteriyordu: Kuzeyde, Surayn Köyü’ne geri dönen patikalar; batıda, bir kasabaya uzanan tozlu bir yol; doğuda, sarp dağ geçitleri. Batı, en mantıklı seçenekti – kasabada polis karakolu olabilirdi. Ama Roza, içgüdüsüne güveniyordu: Dijvan, kasabaya giden yolu izleyecekti. “Doğuya gidersek,” dedi Aram’a, haritaya işaret ederek, “onları şaşırtırız. Daha zor, ama beklenmedik.” Aram, kaşlarını çattı. “Abla, dağlar tehlikeli. Kurtlar, kayalar...” Roza, gülümsedi – ince, kurnaz bir gülümseme. “Tehlike, bizim müttefikimiz. Onlar, bizi kolay yolda arar.” Plan, zekiceydi: Doğuya yönelip, dağ geçitlerinde izlerini kaybettirmek. Roza, çobanlardan bir at daha rica etti; Hacı Amca, tereddütle de olsa, bir kır at verdi. “Bu at, hızlıdır,” dedi, “ama dikkatli olun. Dağlar, affetmez.” Roza, çantasını kontrol etti: Su, birkaç ilaç, bıçak ve bir ip – doktorluk eğitiminden kalma pratiklik, her eşyayı bir araca dönüştürüyordu. Çöldeki bir cerrah gibi, sınırlı kaynaklarla hayatta kalmayı biliyordu. Gece yarısına doğru, çadırdan ayrıldılar. Atlar, sessizce ilerledi; nal sesleri, toprağın yumuşak örtüsünde boğuluyordu. Roza, yıldızları rehber aldı; Kutup Yıldızı, yönünü doğruluyordu. Dağ geçitlerine ulaştıklarında, hava soğudu; rüzgâr, keskin bir bıçak gibi tenlerini kesiyordu. Roza, ceketini sıkıca sardı; Aram, titriyordu, ama şikayet etmedi. “Abla, bu plan işe yarayacak mı?” diye sordu, sesi rüzgârda kaybolurken. Roza, “Yarayacak,” dedi, gözleri karanlıkta parlayarak. “Zeka, her zaman kazanır.” Geçitte, bir kaya çıkıntısının ardına gizlendiler. Roza, zemini inceledi: Taze izler yoktu, ama dikkatli olmalıydılar. Dijvan’ın adamları, atlı iz sürücülerdi; gece bile durmazlardı. Roza, bir tuzak daha kurmaya karar verdi. Çantasındaki ipi çıkardı; iki kaya arasına ince bir tuzak ipi gerdi – atların ayaklarına takılırsa, kaos yaratırdı. Ardından, Aram’la birlikte birkaç taş yuvarladı, sahte bir çöküntü izlenimi verdi. “Bu, onları yavaşlatır,” dedi, elleri toz içinde. Aram, “Sanki bir savaş filmi gibiyiz,” diye mırıldandı, gülerek. Roza, ona baktı; gencin cesareti, planını güçlendiriyordu. Şafak sökerken, geçidin sonuna vardılar. Aşağıda, bir vadi daha uzanıyordu; uzaklarda, bir kasabanın ışıkları yanıp sönüyordu. Roza, derin bir nefes aldı; özgürlük, artık görülebiliyordu. Ama tam o sırada, bir gölge hareket etti – kayaların arasında, bir atlı. Roza, Aram’ı kolundan çekip bir çalının ardına gizledi. “Sessiz ol,” diye fısıldadı. Atlı, yaklaştı; yüzü, şafak ışığında netleşti – Dijvan’dı. Yalnız, tüfeği omzunda, gözleri avcı gibi tarıyordu. Roza’nın kalbi hızlandı; zihni, bir satranç tahtası gibi çalışıyordu. Dijvan’ı oyalamak, zaman kazandırabilirdi. Ama nasıl? Doğrudan yüzleşmek riskliydi, ama zekası, başka bir yol buldu. Çantasından bir ilaç şişesi çıkardı – uyku ilacı, hastanelerde kullandığı bir sedatif. Şişeyi yere attı; camın kırılma sesi, sessizliği yırttı. Dijvan, sese döndü; atını o yöne sürdü. Roza, Aram’a işaret etti: “Hareket et, vadiden in!” Aram, sessizce kayboldu; Roza, yalnız kaldı. Dijvan, kayaların arasında durdu; Roza’yı gördü. “Kaçmayı bırak,” dedi, sesi derin ve yorgun. “Töre, bizi bağlar.” Roza, yavaşça ayağa kalktı; zeytin rengi gözleri, Dijvan’ın gözlerine kilitlendi. “Töre, senin zincirin,” dedi, sesi sakin ama keskin. “Ben, özgürlüğü seçtim.” Bu, zekice bir meydan okumaydı – Dijvan’ın duygularını tetiklemek, ama kontrolü elinde tutmak. Dijvan, atından indi; ona yaklaştı, adımları ağır. “Sen, farklısın,” dedi, sesinde bir çatışma. “Ama benimsin.” Roza, geri adım atmadı. “Beni istiyorsan, zekanla kazan,” dedi. Bu, bir satranç hamlesiydi – Dijvan’ı, duygularıyla değil, mantığıyla düşünmeye zorlamak. Dijvan, bir an sustu; sonra, beklenmedik bir şey yaptı. Tüfeğini yere bıraktı, ellerini açtı. “Konuşalım,” dedi. Roza, şaşırdı; bu, bir tuzak mıydı? Ama zekası, fırsatı gördü. “Peki,” dedi, “ama burada değil. Vadide, açıkta.” Vadinin ortasına indiler; Roza, mesafeyi korudu. Dijvan, “Baban, babamı öldürdü. Ama seni gördüğümde, öfkem değişti,” dedi. Roza, kaşlarını kaldırdı. “Değişmek mi? Töre, değişime izin verir mi?” Bu, kurnaz bir soruydu – Dijvan’ın iç çatışmasını derinleştirmek. Adam, sustu; gözlerinde, bir fırtına dönüyordu. O sırada, uzaktan bir motor sesi duyuldu – polis sirenleri. Roza’nın çağrısı, nihayet yanıt bulmuştu. Dijvan, sesi duydu; yüzü gerildi. “Beni sattın,” diye hırladı. Roza, başını salladı. “Hayır, kendimi kurtardım.” Polis araçları, vadiye yaklaştı; toz bulutları yükseldi. Roza, son bir hamle yaptı: “Dijvan, töre seni yok edecek. Ama hâlâ bir şansın var – teslim ol.” Dijvan, ona baktı; bir an, kararsızlıkla sarsıldı. Ama sonra, atına atladı, kayboldu. Polisler, Roza’yı bulduğunda, Aram yanındaydı. “Başardık,” dedi genç, gözleri parlayarak. Roza, derin bir nefes aldı; özgürlük, elindeydi. Ama zihninde, Dijvan’ın gözleri hâlâ yanıyordu – o adam, bir gün geri dönebilirdi. Çöldeki bir cerrah gibi, Roza hayatta kalmıştı – zekasıyla, stratejiyle.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD