bc

Ağa'nın Laneti

book_age18+
73
FOLLOW
1K
READ
love-triangle
system
fated
forced
curse
drama
city
mythology
like
intro-logo
Blurb

Mardin’in tozlu yollarında, Surayn Aşireti’nin gölgesinde, tutku ve töre çarpışıyor. Dijvan Surayn, kara sakallı, kaslı bedeniyle bir ağa; gözlerinde ihanetle yanmış bir ateş taşıyor. Roza Karacan, İstanbul’un modern dünyasından koparılıp törelerin zincirine vurulmuş bir doktor. Berdel, onları bir yatağa hapsediyor; ama bu birleşme, sadece bedenlerin değil, ruhların da savaş alanı.

İlk gecede, loş konakta, Dijvan’ın sert elleri Roza’nın teninde kayıyor. Nefesi, onun boynuna değdiğinde, Roza’nın kalbi korku ve arzuyla çarpıyor. Çıplak bedenleri, ay ışığında dans ederken, inlemeler taş duvarlarda yankılanıyor. Dijvan’ın parmakları, Roza’nın en gizli yerlerini keşfeder; her dokunuş, bir teslimiyet mi, yoksa bir isyan mı? Roza, direniyor, ama bedeni ona ihanet ediyor – her öpücük, her hareket, onu daha derin bir hazza sürüklüyor. Dijvan, “Sen benimsin,” diye fısıldarken, Roza’nın tırnakları sırtında izler bırakıyor. Bu, bir esaret mi, yoksa yasak bir tutku mu?

Töre, affetmez. Her gece, yeni bir birleşme; her dokunuş, daha yoğun bir arzu. Ama sırlar, bu ateşi zehirleyecek. Dijvan’ın geçmişi, Roza’nın ailesiyle kanlı bir bağ taşıyor. İntikam, aşkın gölgesinde pusuda bekliyor. Her gün yayınlanacak 1000 kelimelik bölümler, bu şehvetli ve tehlikeli dansı bir adım öteye taşıyacak. İlk bölüm, berdel gecesinin ateşli ritüeliyle başlıyor: Terle ıslanmış bedenler, birbirine dolanırken, Roza özgürlüğünü mü kazanacak, yoksa töreye mi teslim olacak? Bu karanlık, tutkulu yolculuğa hazır mısınız?

chap-preview
Free preview
Kanlı Berdel
Anadolu'nun doğu sınırlarında, Mardin'in tozlu yolları arasında uzanan Surayn Köyü, dağların gölgesinde sessiz bir cehennem gibiydi. Güneş, taş evlerin üzerine acımasızca vuruyor, toprak çatlamış dudaklar gibi susuzluktan inliyordu. Köyün meydanında, eski bir çınar ağacının altında toplanan erkekler, tüfeklerini temizlerken fısıldaşıyorlardı. Töre, burada kanla yazılmış bir yasaydı; ihlal edenin cezası ölüm, sadık kalanın ödülü ise sonsuz bir zincir. Dijvan Surayn, aşiretin ağası, atının sırtında köyün girişine yaklaşıyordu. Otuz beş yaşında, geniş omuzlu, kara sakallı bir adamdı. Gözleri, geçmişteki yangınların külleriyle doluydu. Babasının ölümünden sonra aşireti devralmış, düşmanlarını ezerken kendi kalbini de taşlaştırmıştı. İlk karısı, bir ihanetle kaçmış; o günden beri kadınlara karşı derin bir nefret besliyordu. Ama töre, boş durmazdı. Aşiretler arası bir anlaşmazlık, berdel gerektiriyordu: Bir kız verilecek, bir kız alınacaktı. Roza Karacan, İstanbul'un ışıltılı hastanelerinde yetişmiş bir kalp cerrahıydı. Yirmi sekiz yaşında, uzun siyah saçları ve zeytin rengi gözleriyle, modern dünyanın bir simgesiydi. Ancak kökleri, bu tozlu topraklara uzanıyordu. Babası, eski bir aşiret üyesi, borçlarını ödemek için kızını berdel olarak sunmuştu. Roza, haberi aldığında dünyası başına yıkılmıştı. "Baba, lütfen," diye yalvarmıştı telefonda. "Ben doktorum, ameliyatlar yapıyorum. Bu ortaçağ töresi değil mi?" Ama babasının sesi katıydı: "Töre, kanımızdır kızım. Gitmezsen, hepimizi öldürürler." Roza, şimdi köyün girişinde, bir kamyonetin arkasında oturuyordu. Etrafında akrabaları, sessiz bir törenle onu teslim etmeye hazırlanıyordu. Üzerinde basit bir elbise vardı; İstanbul'un şık kıyafetlerini geride bırakmıştı. Kalbi, korku ve öfkeyle çarpıyordu. Dijvan'ı uzaktan gördü: Atlı bir figür, rüzgarla dalgalanan peleriniyle bir hayalet gibi. Adamın bakışları, Roza'nın üzerine düştüğünde, bir an duraksadı. Bu kadın, beklediğinden farklıydı – kırılgan değil, meydan okuyan bir duruşu vardı. Dijvan atından indi, tüfeğini omzuna asarak yaklaştı. "Hoş geldin, gelin," dedi sesi derin bir gök gürültüsü gibi. Roza başını kaldırdı, gözleri alev alev. "Ben gelin değilim, esirim," diye yanıtladı. Etrafındaki erkekler homurdandı, ama Dijvan güldü – soğuk, alaycı bir kahkaha. "Töre, esir yaratır. Ama sen, farklısın. İstanbul kızı, ha? Bakalım ne kadar dayanacaksın." Akşam olduğunda, tören başladı. Köy meydanında ateşler yakıldı, davullar çalındı. Roza, Dijvan'ın evine götürüldü – taş bir konak, duvarları eski silahlarla süslenmiş. Oda, loş ışıkla aydınlanıyordu; yatağın üzerinde kırmızı bir örtü seriliydi. Dijvan, kapıyı kapattı, arkasını döndü. "Soyun," dedi emredici bir tonla. Roza donakaldı. "Ne?" diye sordu, sesi titreyerek. "Töre gereği, birleşme olacak. Kanıtı, yarın aşirete gösterilecek." Roza'nın kalbi deli gibi atıyordu. Bu, bir kabus olmalıydı. Ama gerçekti – töre, bedenini bile sahipleniyordu. Yavaşça elbisesini çıkardı, çıplak bedeni loş ışıkta parlıyordu. Dijvan, ona yaklaştı; güçlü elleri Roza'nın omuzlarına dokundu. Cildi sıcak, nefesi ağırdı. "Korkma," diye fısıldadı, ama sesinde merhamet yoktu. Roza, gözlerini kapattı, zihni İstanbul'un hastanelerine kaçtı. Ama beden, burada hapsolmuştu. Dijvan'ın elleri, Roza'nın beline indi, onu yatağa çekti. Dudakları, boynuna değdi – sert, talepkar bir öpücük. Roza, direnmek istedi, ama töre'nin zincirleri ağırdı. Adamın gövdesi, üzerine abandı; kaslı kolları onu sararken, bir anlık bir zevk dalgası hissetti – istemeden, utançla. Dijvan, ritmik hareketlerle bedenini keşfediyordu; parmakları, Roza'nın en mahrem yerlerine uzandı. Sesler, odada yankılandı: İnlemeler, nefesler, tenin tenle çarpışması. Roza'nın zihni bulanıklaşıyordu. Bu, şiddet miydi, yoksa bastırılmış bir arzu mu? Dijvan, daha derinlere indi; girişi yavaş, ama kararlıydı. Acı ve haz karışımı, Roza'yı sarstı. "Sen benimsin," diye mırıldandı Dijvan, hareketlerini hızlandırarak. Roza, tırnaklarını sırtına geçirdi – öfkeyle mi, yoksa tutkuyla mı, bilemiyordu. Gece, bu ritüelle geçti; bedenler ter içinde, ruhlar yaralı. Sabah olduğunda, Roza yatağın kenarında oturuyordu, örtüyü göğsüne çekmiş. Dijvan, pencereden dışarı bakıyordu. "Töre tamamlandı," dedi soğukça. "Ama bu, başlangıç." Roza, gözyaşlarını silerek başını salladı. İçinde bir kin filizleniyordu – bu adama karşı, bu düzene karşı. Günler geçti. Roza, konakta hapis gibiydi. Dijvan, aşiret işleriyle uğraşıyor, geceleri dönüyordu. Her gece, aynı ritüel tekrarlanıyordu: Sert dokunuşlar, tutkulu birleşmeler. Roza, başlangıçta direniyordu, ama zamanla beden alışıyordu. Bir akşam, Dijvan onu bahçeye çıkardı. Yıldızlar altında, "Neden nefret ediyorsun kadınlardan?" diye sordu Roza. Dijvan, sustu bir an. "İlk karım, beni terk etti. Bir düşmanla kaçtı." Roza, yumuşadı biraz. "Ben de terk edildim – ailem tarafından." O gece, birleşme farklıydı. Dijvan'ın elleri daha nazik, öpücükleri daha derin. Roza, karşılık verdi – parmaklarını saçlarında gezdirerek. Bedenleri, ay ışığında dans etti; haz, bir nehir gibi aktı. Roza'nın inlemeleri, gecenin sessizliğini bozdu. Dijvan, zirveye ulaştığında, adını fısıldadı: "Roza..." Ama töre, affetmezdi. Bir hafta sonra, eski bir düşman aşireti saldırdı. Silah sesleri köyü sardı. Dijvan, tüfeğini kapıp dışarı fırladı. Roza, pencereden izliyordu – korku içinde. Bir kurşun, Dijvan'ı sıyırdı; yaralı döndü eve. Roza, doktorluk içgüdüsüyle yarayı sardı. "Hayatını kurtardım," dedi. Dijvan, gözlerinde bir ışıltıyla baktı. "Belki de töre, bizi birleştirdi." Ancak kin, derinlerdeydi. Roza'nın babasının eski bir sırrı ortaya çıktı: Berdel, aslında bir intikam planıydı. Dijvan'ın babasını öldüren, Roza'nın ailesiydi. Bu gerçek, patladığında, aşkın tohumları zehirlendi. Roza kaçış planı yapmaya başladı. Ama Dijvan'ın dokunuşu, onu bağlıyordu – bedenen ve belki ruhen. Geceyarısı, yine yattılar; bu sefer, Roza üstteydi, kontrolü eline alarak. Hareketleri vahşi, tutkulu; Dijvan'ın altında inlerken, özgürlüğün tadını çıkarıyordu. Zirve, bir patlama gibi geldi – bedenler sarsılarak. Sabah, Roza pencerede duruyordu. "Bu töre, bizi yok edecek," diye düşündü. Dijvan, arkasından sarıldı. "Veya kurtaracak."

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.6K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.7K
bc

HÜKÜM

read
221.8K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.2K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
516.1K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook