1
Öğle saatlerinin dingin huzuru vardı gökyüzünde. Öykü ellili yaşlarında kızıl saçlarından ateşten kıvılcımlar saçan güzel bir kadındı. Bu güzelliğin öz güveni her halinden belliydi. Üçü rahmetli kocasından biri bugün evlenmek üzere olduğu adamdan olmak üzere tam dört çocuğu vardı. Hayatta nasıl biri olmaması gerektiğini bilmek üzerinden doğru ya da yanlış bazı kararlar aldı. Annesi gibi bir kadın olmamak adına ilk çocuğu Kemal’in babası Altay ile ayrılığının arkasından üç çocuğunun babası Utku ile evlendi. Yapabildiği en güzel iki şey vardı. Birisi bir adamı sevmek. Diğeri ise anne olmak. Bir adamı sevmek konusunda en çok sevdiği ve vazgeçemediği her şeye rağmen tutunduğu dalı Altay ile ondan olan çocuğu Kemal’in ve ikiz kızlarının katıldığı, bazı aile dostlarının dışında misafir kabul edilmediği bir nikah töreni yapılmak zorundaydı.
Kemal, annesinin hayatını kolaylaştıran yerdi. Babası Altay’a fiziki olarak benzemek dışında huzurlu ve sakin bir yapısı vardı. İnsan incitmekten korkardı. Onun için gıyabında “aslan gibi” derlerdi. Yüreğinden bir köy nasiplenir. Annesinin öz babası ile evlendiği o gün otuz yaşının içindeydi. Üvey babası ile geçirdiği bir çocukluk geçmişi vardı ancak şans o ki kötü bir üvey babası yoktu. Çocuklarını sevdiği kadar sevmediyse de onu sevgisini her zaman hissettiği bir adamdı Utku. Üç kardeşinin babası elim bir anı ile göçüp gittiğinde bu dünyadan yaşama dair inancı ve umudu sarsılmıştı. En çok kardeşlerinin babasızlığına üzülmüştü çünkü o öz babası olmadan büyümüştü. Babasının öldüğünü söyleyen annesi yüzünden onu bir gün görecek olmayı hiç ummadan yaşamıştı. Çocukluğuna aldığı darbelerin hepsi de bu yüzdendi. Sonra bir gün çıktı geldi babası. Ona iftira atmışlar, hapiste yatmak zorunda kalmıştı. Artık onunlaydı. Başta soy ismi ile oğlunu kirletmek istememişti. Fakat Kemal uzun yıllar annesinin baba soy ismini taşımış, kardeşlerinden ayrı bir kimlikle dışlanmıştı. Bir soya gerçekten ait olmak isteği taşıyordu. Babası madem bir iftira yüzünden hapis yatmıştı neden kirlenecekti ki ismi gururla taşırdı soyadını. Yıllar sonra babalık davası ile yeni bir soy isim aldı. Hukuk Fakültesini bitirmesine rağmen babadan kalma bir sürü mal mülk ile zenginliği tattı. Gücü unvanda, koltukta buldu. Kibir ona göre değildi. Babasından kalma televizyon kanalını idare ederken şımarmadı. İşini bilen herkesten bir şeyler öğrendi, işleri yoluna koydu. Zamanla mühim de bir televizyon yüzü oldu. Ciddiyeti, duruşu, başarısı dışında bir de yakışıklılığı dillere düştü. Kimselere yüz vermeyen Kemal Günaydın’ın kalbinde biri vardı magazin basınına göre. Siyasi kimliği ile öne çıkan kayınpederi Yakup Sıralar’ın biricik kızı Nesli Sıralar ile kış ortasında dünya evine girecekti. Kış ortası birkaç ay sonrasıydı. Nesli Sıralar ile babasıyla katıldığı yemekli bir eğlencede tanışmıştı. Aile yapısı muhafazakâr olan Nesli, başı önünde mazbut kızdı. Nitekim iyi kalpli ve temiz de bir insandı ancak tutkusu hep eksikti. Kemal, Nesli’yi beğendiğinde, onunla görüşmek istediğinde bu işin doğrudan evliliğe açılacağını öngörememişti. Yakup Sıralar’ın kızının adı birisiyle çıkamazdı. Bu işi ciddiyete bindirmek elzemdi. Kemal uzatmadı ve ailesini de alıp henüz anne babası nikah bağı ile birlikte değil ancak gönül bağı ile birlikte iken isteme töreni gerçekleşti. Şaşalı ve Kemal’in pek de hoşlanmadığı lüks bir nişan ile birliktelikleri resmiyet kazandı. Kemal mutsuz değildi. Ayakları yere basıyordu. Hisleri oturaklıydı ve bu halden şikayetçi de değildi.
Annesi ile babasının nikahından hemen evvel nişanlısı ve ailesini nikah töreninin yapılacağı salonun kapısında karşıladı. Hürmetle büyüklerinin ellerinden öptü nişanlısı ile yanak yanağa öpüştü ve onu koluna taktı, içeri girdi. İçerideki bir avuç kalabalığın gözleri onlara çevrildi. Aslında kardeşlerinin dedesi olan ama Kemal’in babasının babası olan Sabri dedesinden daha çok sevdiği İrfan herkesten evvel ayaklanıp Kemal’in misafirlerini karşıladı. Kayınpederinin boğucu etkisini yanına alıp onu bir masaya davet etti. Kemal nişanlısını babasının yanına bırakıp misafirlerle ilgilenmek bahanesiyle onlardan uzaklaştı. Gözü hep bir küçüğü, evin asi oğlu Deniz’i arıyordu. Annesi, yıllarca onun askeri okulu bitirmesini, pilot olarak görevini teslim almasını beklemişti bu evlilik için. Deniz, babasının ölümünden her zaman annesini sorumlu tutan kindar bir yobazdı. Onu düşüncelerinden kimse kurtaramıyor, babasının ölümünü takdiri ilahi şeklinde kabul ettiremiyordu. Yine de biliyordu ki Kemal, Öykü küçük oğlu bu nikaha gelmediğinde kalbinde kırık dökük yerler kalacaktı. Birkaç kez aradı Kemal, kardeşini. Aramalarını hep meşgule aldı Deniz. Onunla da arası çok iyi değildi. Altay’ın oğlu olduğu için, kız kardeşlerinin o adamın yanında yetişmesini normal kabul ettiği için. Üvey baba elinde diyordu Deniz bu durum için. Altay, asla onun babası Utku gibi olmayacaktı ona göre, kız kardeşlerine eziyet edecekti, üzecekti onları. Bunu yaşanmadan kimse bilemezdi ancak Kemal yürekten inanıyordu babasına. Birini üzecek birisi değildi ki o. Annesini öyle çok seviyordu ki onun için yapamayacağı hiçbir şey yoktu.
Kemal, kardeşine mesaj atarken kolundan biri tuttu. İkiz kız kardeşlerinden Eylül, on dört yaşında çiçek gibi bir kız çocuğuydu.
“Deniz Abim geldi.”
“Ben de onu arıyordum, nerede?”
“Annemlerin yanında.”
Kemal, etrafa hissettirmeden panik halde gelin odasına doğru yöneldi. Deniz’in sesi koridora taşıyordu. Annesi ağlıyordu. Gelinler ağlatılır mıydı? Kemal içeri girerken Eylül de içeride olmak istedi. “Sen burada bekler misin lütfen kimse gelmesin?” Ona mühim bir görev veriyormuş gibi yaptı ki içeride olacaklara tanık olmasın.
Deniz, sarhoştu, annesini omuzlarından tutarak sarsıyor, söylenmeyecek sözler ediyordu.
“Ne yaptığını sanıyorsun, sakin ol Deniz!” diye bağırarak aralarına girdi Kemal.
“Sen…” dedi Deniz, gözleri yaşlarla doluydu. “Babanın gerçekten katil olduğunu biliyor muydun?”
Kemal, bunun çevrelerinde gizli tutulduğunu, magazin basınına da ciddi bir baskı ile haber yapmamalarını sağlayanın kayınpederi Yakup Bey olduğunu biliyordu. Babasının bir iftiraya uğradığını da biliyordu. Ancak gerçekten katil olmak ne demek işte bunu bilmiyordu.
“Uyuşturucu baronu olduğunu. Yıllarca tarihi eser kaçakçılığı yapıp kara para akladığını. Bir hain olduğunu. Bir cani olduğunu.”
“Neler diyorsun Deniz?”
“Annem böyle bir adamla evleniyor ve herkes alkış tutmak için içeride oturuyor. Kimse Elif’in Eylül’ün bu kirli ellerde heba olacağını hesaba katmıyor. Niye abi, sana verdiği imkanları kaybetmekten mi korkuyorsun? Mirasından mı men eder seni? Siler atar mı? Kaç paraya satıyorsun annemi, kardeşlerimi!”
Hiç yapmayacağı bir şeyi yapmak üzere elini kaldırdı Kemal. Dişlerini sıkmaktan çenesi kilitlenmişti adeta. Tek söz edemiyordu. Öykü sadece: “Yapma!” diye bağırdı. Anneler hiçbir koşulda çocuklarına kıyamazdı.
“Bu adamın pisliği size de bulaşacak. Babamın emanetlerine ihanet etmek sizinkisi. İsmimizi lekelemek. Onurumuzu çiğnemek!”
Biraz da sarhoştu Deniz. Yoksa ağlayarak haykırmak Deniz gibi buzdolabı bir adamın yapacağı iş değildi. O soğuk duvarlarını örer, ötede üşümeden yaşardı. Tek başına kurduğu dünyasında kimseye yer yoktu uzun süredir. Ulaşılmazı oynuyor, yalnızlığı ile cezalandırıyordu etrafını. Kimsesiz pozlarıyla en çok da annesini dağıtıyordu.
Kemal elini indirdi. Deniz’e sırtını döndü. “Anne sakin ol lütfen. İçeride bir sürü insan var, gel elini yüzünü toplayalım. Gel hadi.” Annesini kanadının altına alıp gelin odasının iç kısmındaki banyoya bıraktı. Deniz kapıyı açtı ve dışarı çıkacaktı ki Eylül’ü görüp durdu. Zavallı kız korku içindeydi.
“Abi…” diye mırıldandı.
“Canım!” Geri çekildi Deniz. Yüzünü, gözünü sildi geri çekildi. “Bir şey yok merak etme, hallettik. Gel içeri!” Eylül bir iki adımla abisine yaklaştı. Onun kolları arasında başını boynuna yasladı.
“Saçlarımı bozma,” diyerek kendince şakalaştı abisi ile. Biraz yatışsın, bu sinirli aşırı halleri dinsin istiyordu.
“Elif nerelerde?” geri çekildi Eylül. “Çağır da gelsin hadi.”
“Götürmeyeceksin değil mi bizi?”
“Götüreceğim.”
Eylül, anında dolan gözleriyle başını iki yana salladı. Deniz’in kardeşlerinin her birinin bir katili kabullenme şekilleri öylesine zoruna gidiyordu ki sadece onların hayatından değil bu dünyadan bile çekip gitmek istiyordu. Babası da muhtemelen böyle bir sıkışıklık anında intihar etmişti. Onun hikayesini bütünüyle bilmeyi ne kadar çok isterdi. Öğrenmesi mümkün değildi. Annesinin kendi tarafından anlattığı hikayeleri dinlemek bir masalı dinlemekten farksızdı onun için. Kemal kim ne söylese ona inanıyordu ve en çok da o babasına, onu yetiştiren adama bir katil uğruna ihanet ediyordu. Dayanamıyordu Deniz buna, her geçen gün daha çok yitiyordu, yüreği yanıyor, kanıyordu.
Kemal ise içeride annesini sakinleştirmeye çalışıyordu. Ne de güzel gelin olmuştun, elin yüzün bir tuhaf oldu diye şakalarla yumuşatmaya çalışıyordu. Şık beyaz bir elbise giymiş kızıl saçlarında tek tük beyaz tellerin parladığı bir topuz yaptırmıştı. Makyajı ise lavaboya akmıştı. Öykü, biraz olsun ferahlar gibi olduğunda Kemal’den tek bir şey rica etti.
“Deniz’i yalnız bırakma lütfen. Sen de ters çıkarsan, söylediklerine büyük tepkiler verirsen senden de uzaklaşır. Bizden büsbütün gider, müsaade etme Kemal.”
“Söylediklerinin yenilir yutulur tarafı yok ki. Bir dünya yaratmış ona inanmış anne. Babam uyuşturucu baronuymuş. Mafyaydı de oldu olacak.”
Öykü yutkunarak bakışlarını kaçırdı. Kemal bu halden işkillendi. Soracak oldu, dilinin ucunda eskidi cümleleri. Kemal ardını döndü kırgın bir yanı vardı şimdi, örttü üstünü. İçeri girdi, Eylül onu götürmemesi için Deniz’e yalvarıyordu.
“Biz biraz hava alalım seninle gel Deniz. Eylül sen de içeri dön misafirler ikimizin birden kaybolduğunu fark etmesin.”
Eylül’ü tören için önemli bir ev sahibi rolüne yükselterek Kemal ortamdan uzaklaşmasını sağladı. Deniz de karşı gelmemişti ona hava almaya hazırdı. Odadan çıktıklarında ileriden gelen Altay’ı gördüler. Altay: “Annen…” derken Kemal, sert bir tavırla odayı işaret etti. Deniz’in koluna girdi.
“Çocukken hep sen benimkine girerdin de ben kız mıyız oğlum çık kolumdan derdim ya…” Gülümseyerek bu anıyı aktardı Deniz’e Kemal. Göz göze geldi. Belli belirsiz gülümsediler.
Arka kapı personel kapısıydı bir restoran olan mekân için. Personellerden müsaade isteyerek o kapıdan havalandırmaya çıktılar. Personelin mola verip sigaralarını içtiği ahşap banklara yan yana oturdular. Deniz ergenlik çağlarından bu yana sigara kullanırdı Kemal ise nadiren. Onda da içtiğinden bir halt anlamazdı zaten renk olsun diye içtiğini söylerdi. Sigara istedi Deniz’den. Deniz bir dal uzattı ona bir dal da kendisi aldı. Kemal takıl elbiseliydi Deniz ise gömlek üstüne deri bir mont giymişti. Mevzusu bu tören değil bu töreni dağıtmaktı. Bir süre sadece susup nefes aldılar. Yağlı yemek kokuları, uğultu halinde insan sesleri, anlaşılmaz bir şekilde zamanın ağırlaşmasına tanık oldular bu süre içinde. İlk konuşan Kemal oldu.
“Nereden öğrendin bütün bunları?”
Deniz, söylediklerinin Kemal’i etkileyip etkilemediğini henüz bilmiyordu ama gerçekten bir şeyler yapabilirse bunun Kemal olduğunu da biliyordu. Annelerini hemen vazgeçirir bu Altay Günaydın ile gerçekleşecek olan her şeyi yıllarca ertelendiği halde tamamen bitirebilirdi.
“Altay’ın eski karısından. Çok yaşlı bir kadın. Bir huzurevinde kalıyor. Babandan bile daha yaşlı. Belki doksan bile vardır.”
Kemal hafiften gülümsedi, biraz da rahatlamış gibiydi sanki. “O kadında Alzheimer vardır Deniz. Kim bilir babamı kiminle karıştırıyor.”
“Bilinci o kadar yerindeki. Gidip görüşmek istersen anlattıkları kanını dondurur önden de hazırlanırsan ve bu adam şefkatli babayı sevgi dolu erkeği oynuyor. Bir insanın çevresine bu kadar zalim olması ailesine iyilik dolu olması anlamına gelmez abi. Birilerinin çocuklarını zehirlemişse bize de yapabilir. Eylül ve Elif’e de.”
“Allah korusun!”
“Ninem duaları ile korumaz Allah, bir şeyler yapmak lazım.” Boğazında bir acı yutkundu Kemal. “Bırakalım evlensinler. Doya doya sevişsinler. Sonra… Bu mu? Onlar erecek muradına diye. Abi, evet baban olabilir. Annem bir halt etmiş seni yapmış ondan. Ama sen öyle bir adamın çocuğu olamayacak kadar dürüst bir adamsın.”
“Babam da dürüst bir adam Deniz. Tanısan bu çelişkiye sen de şaşırırsın!” Kendi şaşkınlığına Deniz’i de ortak ederken derin bir nefes çekti sigaradan. Belki de hayatında ilk kez keyif aldı içtiği sigaradan. Kahrı içine çekti, karmakarışık aklının orası burası kanadı. Aklını da kan tutuyordu üstelik. Midesi buruldu, canı sıkıldı iyice.
“Kime ve neye göre dürüst Abi? Benim babam da dürüst bir adamdı ama ne oldu, kıymeti mi bilindi? Hepiniz ne kadar da çabuk unuttunuz onu.”
“Haksızlık ediyorsun. Asla unutmadım onu unutmam da. Sen sadece çok uzun süre yasını tuttuğun için bizi böyle değerlendiriyorsun. Hayat devam ediyor Deniz, sen hiç ölenle ölünmez diye bir söz duymadın mı?”
Sizden bin kez, diye düşündü Deniz. Ölenle ölmemişti ki ölenle yaşamakta zorlanıyordu. Ayaklandı ani bir kararla, sigarasını yere atıp spor ayakkabıları ile üzerine bastı. “İnanmaktan kaçıyorsun şu an. Altay’ı kötü bilmek sana tutunduğun baba figürünü yok edecek. Koca adamsın oğlum babaya mı ihtiyacın var, biz birbirimize yetmez miyiz demiştin ya bana ben de sana diyorum bunu. Bu kadar korkma, birini kaybettin diğeri de o kadar koymaz.” Kemal de doğruldu. Onun parmakları arasında sigaranın son kısmı duruyordu hala. “Onun evlensen iyi olur dediği kızla evleniyorsun. Aşık bile değilsin. Bana şimdi sen de aşık değilsin kimseye deme ben biriyle evlenirsem bil ki âşık olurum da çıkarım bu yola. Altay’a yaranacağım diye bir çabalar, her şeyi çok iyi yapma hali. Yaranmaya çalıştığın adam senin beyazında kararır haberin yok. Elif ile Eylül’ü düşünmesem içeriyi gider dağıtırım. Seni düşünmesem, itibarını. Seni sevmesem. Babamın emaneti bilmesem. Sen ne kadar bizleri bilmesen de…”
Arkasından seslense de bir daha dönmedi Deniz, mutfak kısmından geçip gitti. Kemal, ardından koşacak biri değildi. Ağırlığına, üslubuna tezat bir hamle olurdu. Sessizce salona döndü. Misafirlerin bazıları ile ayaküstü sohbet etti ve nişanlısının yanında onun için boş bırakılan sandalyeye oturdu. Kimse yokluğundan etkilenmiş gibi değildi. Nesli ile göz göze geldi, buruk bir tebessümle karşıladı. Nesli, kulağına eğilip annesini sordu. Güzel olmuş muydu? Neşeli, özgüveni yüksek ve özgür ruhlu kayınvalidesini ilk tanıdığı andan itibaren çok beğenirdi Nesli. Öykü’nün çılgın gençlik dönemlerini bilmediğinden de oldukça hanımefendi bulurdu ve kendine bir şekilde onu idol olarak seçtiğini söyler dururdu. Kemal, Nesli ile annesinin hiçbir konuda benzemediklerinin farkındaydı. Annesi elli yaşından sonra bu oturaklılığa kavuşmuştu Nesli ise daha yirmi altısında son derece ağır bir kadın haline dönüşmüştü. Kemal belki de kendisi olgun biri olduğu için hayatındaki kadının daha neşeli, deli dolu olmasını isteyeceğini zaman zaman düşünürdü ancak daha sonra onu dengelemenin zor olduğuna karar verip böyle düşüncelerinin yersiz kuruntular doğuracağını fark eder, zihnini temizlerdi. Kemal’in zihnine sözü çabucak geçerdi ancak şimdi kalbinin yerinde bir taş vardı ve tam oraya sözü geçmiyordu. Deniz’in son sözleri çok ağrına gitmişti. Bir nebze de olsa haklı olma ihtimali varsa diye düşünürken kendini görmezden gelmekle itham edişine takılıyordu. Babasının varlığını, geri döndüğünde ona kavuşmanın heyecanı ile çok çabuk sindirmişti. Her söylediğine inanmış ardını aramamıştı. İmkanları da kendini değerli ve iyi hissetmesine neden olmuştu. Utku’nun üvey oğlu olarak ondan kalan pastaneleri işletmek ya da okuduğu bölüm gereği çok da yapmak istemediği avukatlık mesleğini icra edebilirdi. Şimdi ise bir sürü malın mülkün idaresi onda olduğu gibi yüksek vergi ödeyen, siyasi anlamda her yere sözü geçen mühim biri haline gelmişti. İdare ettiği televizyon kanalı reklam gelirini en yüksek oranda alan bir kanaldı ve birçok akşam programı reyting rekoru kırıyordu. Babasının döneminde sadece bir şov kanalı iken bugün geldiği yer Kemal’in başarısıydı elbette ama Kemal de bu şöhreti peşinen kabul etmişçesine çalışmıştı.
“Annen gelin oluyor diye duygulandın mı sevgilim?” Kemal, kulağının dibindeki sözcüklerle düşünceleri arasından sıyrıldı. Nişanlısının koyu gözlerine baktı. Sarı saçlarına… Ne kadar da anadan doğma sarışın gibi görünüyordu. Oysa lüks kuaförlerin elinden çıkmaydı saçları en iyi de Kemal biliyordu.
“Biraz…” dedi geçiştirmek maksatlı.
“Yabancıya vermiyorsun canım nihayetinde yeniden babana veriyoruz.”
Basına kapalı nikah töreni de haber başlıklarında böyle yer alacaktı. Kemal Günaydın’ın anne babası yeniden evleniyor. Yeniden ifadesini Yakup Bey ekletmişti basına, Kemal için gayri meşru imiş densin istemiyordu. Yeniden ifadesi Nesli’nin de sandığı bir gerçekti. Yakup Bey, sözlü olarak bunun Kemal için itibar zedeleyici olduğunu söylemiş, gerekirse en yakınlarımız bile bu evliliğin ikinci kez yapıldığını zannetmeli demişti. Kemal bile öyle sanıyordu o ana kadar, Nesli’nin dilinde bir tokat gibi vurdu yüzüne bu gerçek. Onun gayri meşru oluşunu örtmeye çalışanlar onun gerçeğini de örtüyordu. Mevcut durumu utanç getiriyormuş gibi değiştirilmeye çalışına bir senaryonun baş rolü yapıyorlardı onu.
Gelin damat müziği çalmaya başladı. “Çok heyecanlı!” diyerek ellerini birleştirdi Nesli. Yapma bir bebeğe bakar gibi bakışlarını nişanlısının üzerinde gezdirdi. Takma kirpiklerine, sade gibi duran ancak katman katman makyajına. Nesli’yi makyajsız, salaş kıyafetler içinde, doğal bir ev haliyle hiç görmediğini anımsadı. Nesli hep bir kalıptan çıkmış gibi böyle yatıp böyle uyanıyor gibiydi. Alkış tufanına katılmadan sahneye çevirdi bakışlarını. Babası annesi ile birlikte masaya yürüyordu, ikiz kız kardeşleri de annelerinin kuyruğunu tutuyordu.
Deniz yoktu.
Yokluğu bir şeylerin yanlış olduğu hissini ağırlaştırıyordu. Babasının hafif sakalı, kılığının kıyafetinin muntazamlığı, tatlı tebessümlü iyilik halleri hepsi gözüne batmaya başladı. Onunla ilk karşılaşma anı tuhaf bir şekilde babası olduğunu hissetmemiş miydi? Oysa amcanım demişti, baban çoktan öldü. Yine de babasından bir parça diye, yıllardır babalı kardeşlerine inat ilk kez babası oldu diye hasta tarafı şifalanmıştı. Şimdi gerçek bir şifa değil miydi bu diye sorguluyordu. Ne denli acıydı oysa bu durum. Nişanlısından müsaade isteyip kalksa, Deniz’i arasa ve sorsa nerede bu kadın, hangi huzurevinde ben de gideyim, sana anlattıklarını bir de bana anlatsın bakalım ne biliyormuş bu kadar öğreneyim dese… Babasının geçmişinin peşine düşse. Tüm hesaplar elindeydi, babasının tüm birikimi, yersiz bir para girişi yoktu hesaplara aynı şekilde de öyle bir para çıkışı da yoktu. Babası onun harcamalarını denetlemiyordu belki ama Kemal babası nereye ne veriyor az çok biliyordu. Tüm mali idare onun yetkisindeydi. Altay her zaman neyi varsa onun olduğunu, tek varisi olduğunu söylüyor Kemal’e verdiği vaatlerle farkında olmadan bir dolu sorumluluk yüklüyordu üstüne.
Hiçbir yere gitmedi. Misafir ağırladı, tebrikleri kabul etti, davetteki aksaklıkları takip etti. Kız kardeşlerine masasında yer verdi, annesinin kırgın gülümsemelerini izledi. Sadece kısa bir an sormuştu Öykü, küçük oğlunu. Yirmi dört yaşında koca adam da olsa onun küçük oğluydu. Kemal’in gölgesinde kaldığı gerekçesiyle Utku tarafından sürekli onunla yeteri kadar ilgilenmeyişi ile eleştirilirdi. Annelik annenin kendisine bile yetmeyişi ile meşhur bir vicdan azabı iken bir de çevreden yeterli görülmezdi ya… ömür boyu yükü de arttırırdı bu işte. Kemal, Deniz’in gittiğini söyledi sadece. Uzun uzun açıklama yapacakları bir ortamları da olmamıştı. Günün sonunda misafirler dağıldığında mekân ev sahiplerine kaldığında, Altay dünürleri ile sohbette iken Kemal bir an yakaladı annesini ve sadece şunu sordu: “Deniz doğru mu söylüyor anne?”
Öykü aynı gün ikinci kez kaçırdı bakışlarını ondan. Kemal daha bir kapandı içinde. Bir yanında Eylül, diğer yanında Elif bir sandalyede oturup onların neşeli sohbetlerini dinledi. Her ikisi de onun gibi babasız büyümüş yetimlerdi. Bir zamanlar yetimdim dedi içinden bir ses kardeşlerin ile eş değilsin. Onlar sırf bu yüzden iki abisine de çok kıymet veriyor onlarsız hareket edemiyorlardı. Kemal, Altay’ın benzeri bir adamdı. Uzun boylu, geniş omuzlu, çene çukuru belirgin, iri koyu renk gözlü, dudağının kenarında ufak bir beni olan, temiz yüzlü yakışıklı bir adamdı. Yüz şekli uzundu. Buğday tenli, koyu renk kısa kesim dalgalı saçları vardı.
Deniz de aksi gibi kendi babasına benzerdi. Orta boydan biraz uzun boyu, ince yapısı, yumuşak hatları, kız güzelliğinde duru bir yüzü vardı. Düz, hafif uzun saçları, derin bakışları vardı. Sempatik yanı ilk görüşte sıcacık bir his verirdi. Kemal’in mesafeli duruşuna tezat bir yakınlık yayardı etrafına. Öfkeli değilken elbette.
“Kemal,” kız kardeşlerinin cıvıltısında İrfan’ın sesini duydu Kemal. Ardını döndü, arkasından yaklaşmıştı dedesi. “Kızları alıp gideyim diyorum ben, geç oldu iyice, bir şey de kalmadı zaten.” Başını salladı Kemal, kızlara iki elini uzattı. Kibar iki hanımefendiyi ellerinden tutup dedelerinin ellerine teslim etti.
“Sen de Deniz’e bir bak,” diye ekledi İrfan. “Sana ihtiyacı olabilir.”
Deniz’e bir bakmanın ruh halini kısır bir döngüye sokacağının farkındaydı. Dedesini teskin etti. Merak etmesin diye kardeşini mutlaka arayacağını söyledi. Onlar giderken Öykü ve Altay ile ayaküstü vedalaştı. Öykü kızlarını teker teker öptü. Deniz’in de dediği gibi bir sevişip… Bu fikir Deniz kadar kolay gezinmiyordu Kemal’in zihninde. Huzursuz oldu. Zaten değilmiş gibi daha da huzursuz oldu.
Deniz’e atamadığı mesajı attı. “Neredeysen yanına gelmek istiyorum!” Çok gecikmedi Deniz’in cevabı. Birazdan telefonunda bir adresin konumu vardı. Şu nişanlısı ve ailesini yolcu etti mi o da Deniz’in yanına gidecekti. Adresi yakınlaştırdı, hiç bilmediği bir yerdi. Bir meyhanede içiyor olabilirdi. Mahalle arası salaş bir yerde. Ya da babasının hatıralarına katlanamadığı için eski evlerinde yaşamayı çoktan bırakmış ve Kemal’in bundan yeni haberi olabilirdi. Bu kadar mı uzaklaşmışlardı birbirlerinden sahiden?