1.BÖLÜM: Глупый человек (Aptal Adam)

3977 Words
"Avşar dikkatli ol, bu ilk ve son şans" diyen leyla'ya göz ucuyla bakarak elimde ki kırmızı ruju dudaklarıma yedirdim. "Biliyorum" diyerek bitirmiş olduğum makyajımla ayağa kalkarak kızıl saçlarımı aynada düzelttim. Leyla yatağın üzerine bıraktığım kutuyu alıp bana getirdi. Taşlarla süslenmiş ahşap kutunun kapağını açıp içerisindekini alarak tekrar aynanın karşısına geçtim. Yüzüme tuttuğum parlak taşlarla süslenmiş kırmızı maskenin iplerini leyla saçlarımı bozmadan arkadan bağladı. Evet işte şimdi hazır olmuştum. Bu gece bu iş bitecekti. "Girişte sıkı bir güvenlik ve arama var..." leyla'nın konuşmasıyla ona doğru döndüm "merak etme girişte yanına birşey alamayacaksın ama.." diyen leyla sinsice gülümsedi "bu gece oraya garson olarak işe girdim biz arka kapıyı kullanacağımız için silah ve bıçakları ben alacağım içeride sana ulaştıracağım" dedi. Bu plan yeni eklenmişti, umarım bir aksilik çıkmazdı. "Telefon kullanmamalıyız, herkes dinleniyor biliyorsun" dedim, tedirgin olmuştum. Yüzündeki gülümseme hiç solmadan devam etti "biliyorum, saat dokuz da lavaboların olduğu koridora gir, oradan sağa dön kuytu bir köşe var orada beni bekle" dedi. "Birlikte görünmemeliyiz, davette göz göze bile gelmemeye dikkat et" diyerek tekrar beni uyardı "O'nu aldıktan sonra diğer adrese git. Eminim bu gece heryer birbirine girecek" derin bir nefes aldı "1 hafta sonra yurtdışına çıkacağız ve herşey bitecek" dedi. Bu konuşmayı çok kez yapmıştık ama bu kez herşey ciddiydi bu fırsat ilk ve sondu. Herşey bu gece bitecekti.... *** Merdivenlerin başında durup aşağıya baktım. Ünlü cemiyetten bir çok kişi buradaydı, herkesin yüzünde maske olduğu için kimse beni görüp, şüphelenmeyecekti. Gözlerimle hızla salonu taradım. Birçok kişi şimdiden içip kendini kaybetmiş dans ediyordu. Gözüm bir üst katta ki balkonlu yere çıkardım. Ünlü iş adamları üst kattaki kendilerine ayrılmış yerlerde oturuyorlardı. Güzel, şimdilik sıkıntı yoktu. Merdivenlerden yavaş adımlarla inip bar kısmına doğru yürüdüm. Buradaki neredeyse herkesi tanıyor olsamda onlar beni tanımadıkları için şüphe çekmemeliydim. Kimseyle konuşmamaya özen gösterip, dikkat çekmek istemiyordum. Yoksa bir daha böyle bir fırsat olmayacaktı. Barmenin karşısına oturup bacak bacak üzerine attım kırmızı mini elbisem bu hareketimle tamamen yukarıya doğru toplanmış bir karış kalmıştı. "Ne alırsınız" diyen barmene döndüm. Beyaz gömlek, siyah pantolon giyinmiş yüzünde de beyaz maskesi vardı. Burada çalışan erkekler böyle giyinmiş, kızlarda pantolon yerine mini siyah etek giymişlerdi. "Votka" diye mırıldanıp, beni süzen barmenle yüzümü diğer tarafa döndüm. "Seni hiç cemiyetten görmemiştim" diye şüphe dolu sesiyle konuştu. Yüzümü ona çevirerek gözlerimi gözlerine sert bir şekilde diktim "Daha doğrusu kızıl saçlı biri hiç cemiyette yok" dedi, bana doğru kafasını uzatmış yüzümü inceleyerek. "Beyefendi işinizle ilgilenin cemiyete yetişemezsiniz" diyerek sert bir şekilde cevapladım. "Bana işimi öğretme, sen cemiyetten değilsin" diye sesini yükseltti. Karşımda ki adama dik dik bakıp "Sizin işiniz barmenlik yapmak mı yoksa gelen insanları sorgulamak mı belli değil" diyerek oturduğum yerden kalktım. Anlaşılan herkes herkesi maskede olsa tanıyordu. Ve benim ortalarda gözükmemem en iyisiydi. "Bana bak" diye arkamdan bağırmalarını es geçerek insanlar arasından geçerek salonun bir köşesine çekilmek istiyordum ama olmadı kolumu tutan kolla yüzümü hızla çevirdim. Siyah gömlek vardı üzerinde ama ne kadar dar bir gömlekse sanki biraz daha zorlasa üzerinde patlayacak gibi duruyordu. Ona eş siyah kumaş dar pantolonla tamamlıyordu. Siyah asi saçları önüne düşmüş neredeyse benimkisinin aynısı diyeceğim kırmızı maskemin siyahını da o takmıştı. Kapkara gözleri beni süzüp o da az önce ki barmen gibi konuştu. "Cemiyetten değilsin kimsin?" diyerek yüzünü buruşturdu. "Ne işler karıştırıyorsun, çabuk öt" diye bana yaklaşarak korkutucu ses tonuyla yüzüme doğru tısladı. "Ne saçmalıyorsunuz ya" diye bende ona doğru sesimi korkutucu çıkarmaya çalıştım tabi ne kadar etkilendiyse... "Kimsin?" diye sordu. "Avşar" "Tanımıyorum" diye bir adım üzerime geldi kendimi olduğum yere sabitledim asla geri adım atmayacaktım, beni korkutmaya çalışıyorsa çok beklerdi. O beni tanımıyor olsa da ben onu çok iyi tanıyordum... Şehrin kralı.. Devran HANCIOĞLU! "Bende seni tanımıyorum, birbirimizi tanımak zorunda değiliz" dedim. Bu yalana ben bile inanmazken karşımda ki adama inandırmak mantıklı gelmiyordu. Herkesin tanıdığı adamı tanımamak aptallıktan başka birşey olamazdı. Bir an önce bu adamdan kurtulup tuvaletlerin oraya gitmeliydim. Zamanım azalmıştı ve buda benim zamanımı çalma konusunda bir numaralı kişiydi. "Kimlerdensin" dedi, sesi gittikçe sertleşiyordu, kolumda ki elini de öyle bir sıkıyordu ki kolum kangren olacaktı kesin... "Sizene beyefendi, lütfen bırakır mısınız?" çirkefliği bir kenara bırakarak Devran Hancıoğlu'nun suyuna gitmeye karar verdim, başka çarem yoktu. "Ya kim olduğunu açıklarsın ya da kendini kapının önünde bulursun" diyerek sinirle konuştu. Yüzünden tek bir mimik bile oynamazken gözlerinin bakışı değişti. Öldürecek gibi bakıyordu. Bu durum yutkunmama sebep oldu. "Az önce kim olduğumu söyledim beyefendi lütfen kolumu bırakır mısınız? Yoksa sizin için iyi olmayacak" diyerek tehdit ettim. İşaret parmağını yüzüme doğru sallayarak "Bana bak seni ayağımın altında görmeyeceğim, şimdi acalem var gidiyorum yoksa bu burada kalmazdı" diyerek kolumu sert bir şekilde bırakarak arkasını dönüp büyük adımlarla insanların arasına karışarak gözden kayboldu. Devran Hancıoğlu neyin peşindesin? Kolay kolay böyle mekanlarda onu görmek zordu hatta imkansızdı. Onun yeri burası değildi lakin o buradaydı. Daha fazla olduğum yerde beklemeyerek lavabolarının olduğu koridora doğru ilerledim. Zamanım zaten gittikçe kısalıyordu ve benim heyecanım giderek artıyordu. Sakin olmaya çalışarak koridorun sonunda olan Bayan Wc'ye beklemeden girdim. Önce lavaboları kontrol ettim, hiç kimse yoktu. Çünkü eğlence başlamıştı ve insanlar salondaydı. Bu gelişmeye gülümseyerek lavabodan çıkıp sağa dönerek ileride ki karanlık köşede Leyla'yı beklemeye başladım. Ellerim terlemeye başlamıştı şimdiden, ellerimi yüzüme yelleyerek derin bir nefes aldım. Bu sırada koridorda tok çıkan ayakkabı sesiyle sessiz olmaya özen gösterip kendimi karanlığa iyice sokarak bekledim. Leyla olduğunu bilmediğim için kendimi bile bile gösterip tehlikeye atamayacaktım. O yüzden nefesimi bile tutuyordum. Her kimse sanki nefes sesimi bile duyacağını düşünüyordum. Ayakkabının çıkardığı tok ses durmuş ve onun yerini sert ve kaba çıkan bir ses gelmişti. "Başına beni bela almak istemiyorsan gidersin" diyen ses az önce ki sesine rağmen bu sefer bağırarak "Siktir ol burdan" dedi. Sanırım telefonda konuşuyordu çünkü her kiminle konuşuyorsa o kişinin sesi yoktu. Sadece başkasının sesi koridorda yankılanıyordu. Koridorda bu sefer az önce ki sese nazaran topuklu ayakkabı sesi geliyordu. Bu Leyla olmasın diye dua ederken onun sesi koridorda yankılandı. "Sancar bey" diyen leyla'nın sesi şaşkınlık ve endişe barındırıyordu. İnanamıyordum ağzım bir karış açık bir şekilde olanları düşünüyordum. Hem Sancar hemde Devranın aynı çatı altında bulunduğu bir mekan görülmemiş ve görülmezdide. İkisi de düşmandı ve birbirlerine sadece düşman değil birbirlerine rakip ve savaş açan ikildiydiler. Bunu tüm İstanbul hatta tüm Türkiye bilirdi. Tüm terslikler bu geceyi seçmiş gibiydi. Allah'ım bir an önce şu işi bitirip gitmek istiyordum. Sanki hepsi bugünü bulmuş gibiydi. "Buyrun" diyen ters ses Sancar Acar'a aitti. Leyla kekeleyerek konuştuğunda pür dikkat onları dinledim. "San-car bey sizi görünce bir anda şaş-ırdım" diyerek açıklama yaptı. Eminim leyla 'da şuan ne yapacağını şaşırmıştı. Çünkü Sancar' ın böyle mekanlara uğradığı çok nadir görülmüş bir şeydir. "Üst katın merdivenleri nerede?" diyen Sancar'ın sesiyle tedirgince Leyla'nın cevabını bekledim. Üst katta ne işi vardı, asla oraya gitmemeliydi. "Ah Sancar Bey bende yeni bir çalışanım burada neresi, nerede hiç bir bilgim yok..." diyen leyla 'nın tedirgin konuşması devam etti "Tuvaletler bu katta var, kullanabilirsiniz" "Tuvaleti kullanacağımı kim söyledi" diye tersleyen Sancar'la o görmese de gözlerimi devirdim. Bir an önce gitsede ben de işime baksam... "Sancar bey ben bilmiyorum ama isterseniz içeride ki başka birine sorarsanız öğrenebilirsiniz" diyen Leyla ne saçmaladığını düşünüyordur umarım. Nerde görülmüş koskoca Sancar Bey'in bir garsona yolu sorduğu. Bir kaç saniye sonra ayakkabının tok sesi tekrar kulaklarımı doldurdu. Uzaklaşan sesle ben yinede yerimden kıpırdamadım, ne de olsa tüm aksilikler bugün üzerimdeydi ne olacağı belli değildi. Topuklu ayakkabı sesi, bana doğru gittikçe yaklaşıyordu. Bende yerimde hafif kıpırdanıp bir kaç adım ileriye doğru adımladım. Leyla beni görür görmez bir oh çekip elini göğsüne koyarak hızlı hızlı yanıma geldi. "Kızım varya çok korktum, bir an Sancar Bey seni gördü sandım. Biliyorsun herkesi tanıdığı için seni burada bırakmazdı" dedi. Çok iyi biliyordum. Ama bu sefer ona değil düşmanına yakalanmıştım. Farkı yoktu her ikisi de herkesi tanıyordu. "Leyla ben Devrana yakalandım" diyerek pat diye söyledim. Leylanın gözleri kocaman olurken elini ağzına kapatıp şaşkınlığını gizlemeye çalıştı. "Nasıl kızım, Devran Hancıoğlu burda mı? Hemde Sancar Acar'ın da olduğu mekanda?" diyerek sordu. "Hadi..." dedim daha fazla vakit harcamayarak. "Sonra konuşuruz. Ortalık birbirine girmeden işi halledip gidelim. Konuştuğumuz gibi sakın unutma.." diyerek tembihledim, tekrardan. "Tamam" diyerek eteğinin altında bacağını sarmış iki bıçağı sardığı bezle birlikte çıkarıp bana uzattı. Elime aldığım bıçakları bende Leyla gibi bezi önce bacağıma sarıp, daha sonra bıcakları yerleştirdim. Leyla diğer bacağında olan silahı da verip bana baktı. Elime aldığım silah uzun süre eğitim aldığım için elimde yabancı durmuyordu. Onu da aynı şekilde diğer bacağıma sardığım beze yerleştirip, elbisenin eteğini düzenleyerek karşımda bana endişeli bakan leyla'ya gülümsedim. Bende endişeliydim ama böyle bir yere varamazdık. "Leyla" dedim sert çıkarmaya özen gösterdiğim sesimle Leyla hemen kendini toparlayıp "Efendim" diyerek yanıtladı. "Endişelenme sen, ben herşeyi halledeceğim sadece sen beni beklemen gereken yerde bekle" diyerek yanağına bir öpücük kondurup kuytu olan köşeden çıktım. Büyük salona girmeden pek kimsenin görmeyeceği koridorun diğer ucunda ki merdivenlere doğru ilerledim. Kalbimin sesi kulaklarımı doldururken, merdivenleri çıkmaya başladım. Merdivenlerin üçüncü basamağında durarak kendi kendimi teskin etmek için "Sakinim. Yapabilirim" diyerek rahatlatmaya çalıştım. Ama nafileydi çünkü zaman azaldıkça heyecandan çok korkuyordum. Merdivenleri yukarıya çıktıkça sessiz olmaya özen gösterdim. Çünkü salondan gelen müzik sesi buraya gelmiyordu ve sessiz bir ortamdı, ayağımda olan topuklu ayakkabılarla sessiz adımlar atarak ilerledim. Merdivenler dönmeli ve aşırı dardı. Yerler mermer olduğu için, her an kaymamak adına elimle merdivenlerin trabzanlarını sıkı sıkıya tutarak çıktım. En üst kattaydı. Ve oraya ulaşmama son iki basamak vardı. Ellerim titremeye ve terlemeye başlamıştı. Ellerimi elbiseme götürüp, bacağımda bulunan bıçağı kavradım. Son iki basamağı da çıkıp, soğuk ve karanlık koridora adımımı attım. Ayağımda bulunan ayakkabının sesi, sessiz ortamda yankılandığında içimden kendime saydırıp olduğum yerde durarak ayağımda ki ayakkabılardan kurtuldum. Ayakkabıları elime alıp kenarda bir köşeye bırakıp karşımda ki siyah odaya baktım. Bu koridor loş kırmızı ışıkla ışıklandırılmıştı. Tedbir amaçlıydı ama ne yazık ki burada bulunan hiçbir güvenlik kamerası çalışmıyordu. Artık buradan dönüş yoktu. Herşey burada bitecekti. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurup önümde kapalı siyah kapıya adımlarımı attım. Her adım beni amacıma taşıyordu. Her adım bana kendimi hatırlatıyordu. Gözlerim az sonra açacağım kapının koluna ilişti. Oda kapının renginin aynısıydı. Siyah. Kapının kulpunu tutup aşağıya çekerek yavaşça kapıyı araladım. İçerisini koridordan gelen kırmızı loş ışık aydınlatırken odada hiçbir ışık yoktu. Dışardan gelen ışık bile odaya girmemişti. O kadar korunuyordu. Lakin benim takıldığım nokta kapının önünde durması gereken iki güvenlik görevlisi yoktu. Bu beni endişelendirmişti. Hiçbir şekilde buradan ayrılamaz, ayrılamayacak olan görevliler yoktu. Peki neredeydiler? İçeriye attığım adımla karşımda duran az önce elimde olacak pembe elmasa baktım. Etrafı kırmızı şeritlerle çekilmiş, kendisi de bir kutunun içinde duruyordu. Evet pembe elmas tam karşımda benim olmasını bekliyordu. Onu alıp gidecektim bu kadar basitti. Asıl olay onu çaldıktan sonra başlayacaktı. Çünkü dünya yerinden oynayacaktı. Pembe elmasın aynısı veya benzeri yoktu. Tekti o. Herkesin sahip olmak istediği ama bir kişinin sahip olduğu elmas. Onu alıp, bütün soğukkanlığımı koruyup buradan çıkacaktım. Ve Leyla'yla ülke dışına çıktıktan sonra bizi kimse tutamayacaktı. Dubai de asıl sahibine olması gerektiği yere götürecektim. Dubai bekle bizi. İçeriye bir adım daha attığım an sırtım soğuk duvarla bulaşması ve kapının kapanmasıyla, boğazıma sarılan el aynı anda oldu. Kapı kapanmıştı ve içeride tek bir ışık bile olmadığı için şuan karşımdakinin kim olduğunu bilmiyordum. Sağ elimi eteğime götürüyordum ki elimin sertçe bükülüp arkada birleşmesiyle acıyla inledim, kırmıştı kesin... Bu karanlıkta elimi nasıl görmüştü karşımda ki kim olduğunu bilmediğim adam? Elleri büyük ve sertti. Böyle bir kadın eli olması biraz zor ve imkansızdı. Soğuk eli elimin üzerinden ayrılmadan öylece kaldı. Ben acıyla inlerken o tek kelime bile etmedi. Vicdan yoksunu ne olacak. Kesin güvenlik görevlisydi. Ama içerisi yasaktı dışarda durması gerekiyordu. Düşüncelerimi yalanlayan adam konuşmaya başladı. "Ben sana ayağımın altında dolanma diye uyarmıştım sen ne yaptın?" diyerek tehdit tonlu sesiyle sessizce konuştu. Boğazımda duran el gevşemişti ama bırakmamıştı. Aklımda ki herşey darmaduman olmuştu aniden. Bildiklerimi unutmuştum. Devran HANCIOĞLU buradaydı. Şimdi herşey olması gerektiği gibi beynimde yerleşmişti. İki düşmanın burada olması tesadüf değildi, ikisininde hedefinin sebebi yüzünden buradaydılar. Devranın sert soluğu yüzüme vurduğunda bana yaklaştığını anladım. "Defol" diyerek kulağıma doğru konuştu. Neydi bu şimdi tehdit mi etmişti? Yoksa beni onunda olmaması gerektiği yerden mi kovmuştu? Kendime gelerek konuşmaya hazırlanırken Devran bıçak gibi sessizliği tekrar böldü. "Senin cemiyetten olmadığını anlamıştım. Ama senin gibi çelimsiz ve korkak kızın bunu cesaret edebileceğini tahmin etmemiştim" diyerek daha çok kendine sinirle konuştu. Boğazımda ki eli, boğazımı serbest bıraktığında derin bir nefes aldım. Uzun sürmeyen birkaç saniye sonra, boğazımda hissettiğim metalle ağzımdan kaçan iniltiye engel olamamıştım. "Ahh" diyerek sırtımı daha fazla duvara yasladım. Dışarıdan gelen tok ayakkabı sesiyle yerimde irkildim. Tahminimce kimin geldiği belliydi. Devran elini elimden çekerek ve boğazımda duran bıçağı benden uzaklaştırıp kulağıma konuştu. "Sessiz ol. Yoksa sesini keserim" diyerek uzaklaştı. Onun uzaklaşmasını fırsat bilerek bacağımda olan susturucu takılı silahı çıkardım. Diğer elim berbat halde ağrıyordu. Onu kullanma gücüm yoktu. Gerekmedikçe kullanmayı düşünmüyordum. Kapının açılmasıyla elimde ki silahı oraya doğrulttum. İçeriye giren ışıkla arkası bana dönük adama baktım. Elinde bulunan ve az önce beni onunla öldürmeye çalışan, bıçakla öylece duruyordu. İçeriye giren adam Devran'ın hamle yapmasına fırsat vermeden harekete geçip koluyla boynuna vurup daha sonra yumruğunu suratına geçirdi. Devranda onun yaptığı hareketin aksine bacağına vurup onu sersemletip daha sonra güçlü bir yumrukla yüzüne vurdu. Adam histerik bir kahkaha atarak elini az önce Devranın vurduğu yüzüne koyarak, konuştu " Hancıoğlu burası senin yatağın değil inletmelerini git başka mekanda yap" diyerek gözleri beni buldu. Elimde ki silahı hiç düşünmeden biranda sıktığımda karşımda ki adam ağzından çıkan inlemeyle yere yığıldı. SANCAR ACAR'I karnından vurmuştum. Karşımda az önce korkusuzca kavga eden adam yere yığılmıştı. Eli karnında oluk oluk akan kanı durdurmak için tutuyordu. Arkası bana dönük Devranın sırtı yavaş yavaş bana doğru dönerek gözleriyle beni öldürmek ister gibi baktı. Elimde ki silahı bu sefer Devran'a doğrulttum. "Kıpırdama" diyerek konuştum. "Onun gibi seni de vurmak zorunda kalmak istemiyorum" dedim. "Sıkıyorsa vur. Bu odadan o zaman cesedini çıkarırlar" diyerek birkaç adım atarak yanıma yaklaşırken, bende geriye adımlayarak aramızda ki mesafeyi açmaya çalıştım. Elimde ki silahı sıkı sıkıya tutarak, diğer ağrıyan elimle bacağımda ki bıçağı çıkardım. Sahte bir gülüşle ortama ses katarak tehdit edici, soğuk sesiyle konuştu. "Kıpırdama işime de burnunu sokma orda kal" diyerek bana arkasını dönüp elmasa doğru adımladı. "Sakın..."diyerek bağırdım." Bir adım daha atarsan öldürürüm" diyerek yerimden kımıldanıp elmasa baktım. Devran ağzını açmış bir şey diyecekti ki dışarıdan gelen sesle ikimizde donup kaldık "Bu ayakkabılarda ne?" diyen erkek sesiyle yutkundum. Devranda olduğu yerde kaldı bir kaç saniye, ben öylece kalmıştım nasıl unuturdum ayakkabıları orada bana doğru adımlayan devranla kendime geldim dibime kadar girmişti neredeyse dudaklarının kulağıma temas etmesiyle vücudum bir an irkildi "Bütün planımın içine sıçtın" "Şimdi uslu oluyorsun buradan çıkıyoruz" diyen adam boşluğumdan yararlanarak silah tutan kolumu da büküp silahı elimden aldı. Çığlık atmama kalmadan koca avcu ağzımı kapatmıştı. "Gerizekalı" diye tısladı... "Ağzını açacağım nefes sesini bile duymayacağım, anladın mı?" diye işaret parmağını gözüme soka soka sallayıp tehdit etti. Kafamı elinin izin verdiği kadarıyla salladım. "Aferin" diyerek avcunu dudaklarımdan ayırarak arkasında yerde az önce gözümü bile kırpmadan vurduğum sancarın yanına diz çökerek nabzını kontrol etti. Aklım yeni yeni başına geliyordu yerde kanlar içinde yatan koca şehrin korktuğu ismi hiç düşünmeden vurmuştum ben... Silkelenip kendime gelmeye çalıştım bir an önce elması alıp buradan kaçmalıydım, yoksa yakalanacaktım. Arkamda ki elmasa doğru ses çıkarmamaya dikkat ederek ilerledim... İkinci adımımda kolumda hissettiğim baskıyla bakışlarımı yana çevirdim. Korkutucu bir yüz ifadesiyle Devran duruyordu. Omzumu silkeleyip kolumu ondan kurtarmaya çalıştım ama kurtaramadım. "Bırak..." dişlerimin arasından sessiz olmya özen gösterip "Az önce demedin mi uslu dur diye? Bende işimi halledip gideceğim bir daha da yüzümü görmeyeceksin" dedim. "Sana onu alman için izin vereceğimi mi sanıyorsun?" diyerek sordu. Sorudan çok tehdit eden bir cümle kurdu. Cesaretimi toplayıp son bir defa daha karşımda ki adama acımasız sözlerimi söyledim. "Ben sana onu alman için izin verir miyim?" "O Benim" diyerek elimle kendimi gösterdim. Karşımda ki adam sinirle homurdanıp sessiz olmaya gayret ettiği sesiyle konuştu. "Neyin peşindesin bilmiyorum. Ama işimi mahvettin. Birazdan bütün güvenlik görevlileri buraya gelir. Böyle bir konumda yakalanmak en son isteyeceğim şey bile değil. O yüzden o kulağını açıp beni dinliyorsun. Ve tek bir itiraz cümlesi duyduğum an bir daha konuşacağın bir dilin olmayacak" Yutkundum. Hiçbirşey söyleyemedim. Onun görmesini umarak sadece kafamı salladım. Devran Hancıoğlu sadece tehdit etmezdi. Söylediğini yapmakla ünlenmiş bir adamdı. Ona şuan düşman olmak beni öldürmesiyle eş değerdi. Kolumda hissettiğim elle irkildim. "Böyle dikilmeye devam edersen ikimizde yanacağız" diyip, beni peşinden sürükledi. Kırmızı şeritleri umursamadan uzanıp kutuda ki elması aldı, şaşkınca baktım. Nasıl almıştı? Aklımdan geçenleri okumuş gibi mırıldandı "Hepsi etkisiz" Adım seslerinin kapıya yaklaşıyor olmasıyla kalbimin yerinden çıkacağını zannettim, umutla Devran Hancıoğlu'na baktım. Ben Avşar Diba, Devran Hancıoğlu'na umut ediyordum. Bileğimi tutup karanlık odada beni peşinden sürükledi, bir kaç adım sonra durarak cebinden anahtar çıkarıp karşısında zor bela görebildiğim kapıya taktı. Seslerin kapının önüne gelmesiyle kalbim ağzıma geldi. Kapıyı açıp tekrar bileğimden tutarak beni kendiyle birlikte içeriye çekip kapıyı kapatarak hızlıca kilitledi. Loş ışıklı bir koridordaydık. Tekrar bileğime sarılıp arkasından çekiştirdi. Hayır yani bilerek mi incinmiş pardon bizzat kırmış olduğu bileğimi çekiştiriyordu ki. Sola dönmemizle beynimden vurulmuşa döndüm tuvaletlerin bulunduğu koridordaydık, burada kapı vardı ama neden ne leyla'nın ne de benim haberim olmamıştı. Bileğimden tekrar sürüklenince resmen cırladım "Koparsaydın birde" diyerek tek kaşımı kaldırdım. Maskenin altından gözüküyor muydu bilmiyordum ama olsun. Durup bana doğru döndü, dudakları tek çizgi halini almış benim ne yapmaya çalıştığımı izliyordu Gözlerimle koparmak üzere olduğu bileğimi gösterdim. Kafasını iki yana sallayıp başını tavana kaldırdı, neydi şimdi bu sabırmı dileniyordu? Sinirle bileğimi ondan çektim, aslında bırakmazdı ama boşluğuna gelmiş olmalıydı ki bırakmıştı. Kafasını bana çevirince avcumu ona doğru açtım "Elmas" dedim. Elması almalıydım, başka çarem yoktu. Buraya kadar gelmiştim, Sancar Acar'ı bile gözümü kırpmadan vurmuştum. Şimdi Devran Hancıoğlu'na asla geri adım atmazdım. Karşı taraftan gelen gürültüyle kafamı o tarafa çevirdim, iki güvenlik görevlisi paldır küldür küçücük merdivenlerden iniyorlardı. Görmüşlerdi. Sancar Acar'ı orada kanlar içinde görmüşlerdi. Vurmuştum. Gözümü kırpmadan vurmuştum. Bacaklarıma dolanan kolla ben daha üzerimde ki şaşkınlığı atamadan kendimi Devran'ın omzunda buldum. "Ne yapıyorsun sen?" diye sinirle debelendim. Debelenmemi umursamadan kalçamın altından daha sıkı tuttu. "Eğer düşüpte o beynini dağıtırsan umrumda olmaz, arkamı döner giderim" dedi. "Uslu dur" diyen devran karanlık bir koridora girerek hızlı adımlarla ilerledi. İçeride ki müzik sesi susmuş kargaşa başlamıştı. Bir an önce şu delikten çıksak derin bir nefes alacaktım, tabi birde devran bozuntusundan elması alıp kurtulursam. Plan kurmalıydım. O elması ondan almalıydım ama nasıl? Duran adamla kendime geldim. Niye durmuştuk. "Tövbe estağfurullah" diye mırıldanan devranın kalçamda ki eli mini elbisemi aşağıya çekiştirip kolunu kalçamın altına sardı. "Ne yapıyorsun, sapık mısın" diyerek ayaklarımı rastgele vurdum. "Rahat dur dedim sana..." sinirli çıkan sesiyle devam etti "El kadar giymişsin, oran buran ortada" "Bırak beni kendim yürürüm" diye çığırdım. "Kes sesini" Tekrar bir kapıya gelmemizle uzanıp baktım, dışarıdaydık. Leyla'nın bahsettiği arka kapı olmalıydı. Karşıda duran lüks arabaya doğru ilerlerken önünde durmuş bizi farketmeyen adama rusça bağırdı "Открой дверь"(Kapıyı aç) Rusça dilini babam sayesinde bildiğim için kendimle gurur duydum. İşe yarıyormuş. Bize dönen adamın gözleri bana bakamadan ters döndük, şuan ben adama bakıyordum devranın sırtı adama dönmüştü ama sert ve sinirli sesiyle tekrar bağırdı "Не смотри сюда, повернись спиной" (Buraya bakma, arkanı dön hemen) Kapıyı açan adam kafasını eğerek mırıldandı "Извините меня" (Afedersiniz) Dönen devran yolcu koltuğuna beni fırlatarak kapıyı çarpıp, arabanın etrafından dönerek şoför koltuğuna oturdu. Sinirle gaza basarak rusça küfür etti "К черту свою честь" (Onurunu sikeyim) "Я тоже" (Bende) diyerek hak verdim. Şaşkınca bana dönen Devran'la, ne var gibisinden baktım. "Az önce konuştuklarımı anladın mı sen, yoksa sallıyor musun?" diyerek sona doğru alayla konuştu. Bende ona doğru aynı alayla cevap verdim "Я знаю достаточно, чтобы трахнуть твой мозг" (Beynini becerecek kadar biliyorum) Hayretle bana dönen Devran'ın üst dudağı kıvrıldı "Yürek mi yedin sen?" dedi. "Yürekten başka herşey yedim" "Я заставлю тебя есть другие вещи, подожди" (Sana daha başka şeyler yedireceğim bekle sen) "Terbiyesiz" diyerek yüzümü buruşturdum. Hoş kahkahası arabayı doldurunca dönüp ona baktım "Çok fesatsın" dedi. Ne ben mi fesattım. Terbiyesiz laflarını ortaya atıyordu sonra ben fesat oluyordum. Direksiyon hakimiyetini tek eliyle sağlayıp yüzündeki maskesini çıkardı. Siyah asi saç tutamları alnına dağılıp, kalın siyah kaşlarıyla tam bir uyum sağladı. Benim beyaz tenime tezat esmerdi. Yakalanmamak için önüme döndüm. Daha sonra uzun uzun süzerdim, taş gibi adamdı süzmek sevaptır. "Nereye gidiyoruz" dedim, tamam gidiyorduk da nereye! "Sanane" diye ters bir cevap verdi. "Sen şu maskeni çıkarsana" dedi, konuyu uzatacağımı anlamış gibi değiştirmişti. Dudaklarıma küstah bir gülümseme koyarak cevapladım "Cazibeme dayanamazsın, kaza falan yaparız diye çıkarmıyorum canım" Sabır çekerek gaza daha fazla yüklendi. *** Yol boyu bir kaç defa daha nereye gittiğimizi sormuştum ama dilimi kesip köpeklerine yem edeceğini söyleyince susmuş, elması alma planları yapmıştım. Büyük bir kapının önüne gelince siyah takım elbiseli adamlar kapıyı açıp kenarı çekildi. Tekrar gaza yüklenen devran kocaman bir malikanenin önüne arabayı gelişi güzel bırakıp arabadan indi. Bende arkasından inip etrafıma bir bakış attım. Akşamın karanlığında malikanenin ışıkları muhteşem bir görsel şölen sunuyordu. Arkamda kalan havuzun üzerinden su akıyor kulağa hoş bir melodi bırakıyordu.  "Gel" diyen sesle merdivenleri yarılamış Devran'a döndüm. Arkasından adamlarını süzerek ilerledim. Sayamadığım kadar adam vardı, nasıl elması alıp çıkacaktım... Bu evden asla elimi kolumu sallayarak gidemezdim bunu biliyordum. Devran Hancıoğlu'na planım hazırdı ama adamları işimi bozmuştu. Tekrar bir plan kurmalıydım. Bu evden bu gece elmasıda alıp çıkacaktım. Açık kapıdan içeri süzükerek girip adım seslerini takip ettim. Büyük bir salonda köşede tekli koltuğa oturmuş Devran'a baktım. Gömleğinin bir kaç düğmesini açıp, elindeki bardaktan bir kaç yudum aldı. "Otur" diyen otoriter sesle bende alayı bırakıp ciddileştim. "Beni neden getirdin buraya" dedim. "Sancar pezevengini vurdun, farkındasın değil mi?" dedi, gözlerini benden bir saniye bile çekmeden cevabımı bekledi. "Farkındayım, senin gibi büyük bir iş adamının da elması çaldığının farkındasındır umarım" dedim. Bu işi ne kadar ağzıma burnuma bulaştırmış olsamda bu işin ucunda Devran Hancıoğlu'da vardı ve ben yanarsam hiç düşünmeden onu da yakardım. "Fazlaca da küstahsın" diyerek bardağından bir kaç yudum daha aldı. "Git yat uyu, birşeyler düşüneceğim" dedi, içimden kahkaha attım işte böyle yola gelirsin. Kafamı iki yana sallayarak bende tekli koltuğun yanında bulunan üçlü koltuğa oturup şişeye uzandım. "Ne yapıyorsun?" "Yaşlı olduğunu anlamıştım da bu kadar değil, gözlerinde görüyormuş ya" dedim. Uzanıp kendime bardakta alıp doldurdum. Bir kaç yudum içerek kenarı bıraktım, fazla içmesem iyi olurdu. Planım bir kez daha berbat edemezdim. Yüzümde ki maskeyi çıkarıp kenarı koydum. Zaten çıkıp gidecektim cehennemin dibinide arasa bulamazdı artık beni. "Ne oldu artistliğin bu kadar mıydı?" diyerek tek dikişte bardağı bitirip şişeye uzandı tekrar. Kafamı salladım "Aynen sert geldi..." diye onayladım. "Sert sevmiyorum" dedim. "Sert sevmiyorsun demek" diyen sesinde alay vardı bende yandan bir gülüş atarak "Hıhı" diye tekrar onayladım. Planımı uygulama zamanıydı, ayaklanıp "Lavoba nerede" dedim "Alt mı, üst mü?" diyerek muzipçe sordu. İlla fesatlık yapacaktı, karşısında pısırık, utangaç bir kadın yoktu ama... "Üstü tercih ederim ama hangisi yakınsa sen onu bana göster" dedim. Dumura uğrayan yüz ifadesiyle içten içe kahkaha attım. Gerektiği yerde cesurdum asla kimsenin lafının altında utangaçlığım yüzünden kalmazdım. "İlerle sağa dön ilk kapı" dedi. "5 dakikan var ona göre" diye arkamdan bağırdı. "Tamam" adımlarımı hızlandırıp lavobaya girdim. 5 dakika bana bol bol yeterdi. Lavobonun öne gelerek sıcak suyu ayarlayıp açtım. Suyun ısınmasını beklerken üst dolaplardan da tırnak makası aramaya koyuldum. Neredeydi bu lanet olası! Acaba manikür pedikür mü yaptırıyordu da tırnak makası bulundurmuyordu. Diğer dolap kapağını açınca sevinçle çığlık atacaktım neredeyse, bulmuştum. Isınan sıcak suyun altına işaret parmağımı uzatarak bir kaç saniye yumuşamasını sağladım. Birazcık da olsa yumuşayan tırnağıma iç çekerek baktım. Başka yapacak birşey yoktu Dubai de artık güzel bir manikür pedikür yaptırırdım. Takma tırnağımı zorlanarakta olsa acı çekerek çıkardım. Suyu kapatarak tırnağın içindeki toza yüzümdeki gülümsemeyle baktım. Evet işte olmuştu. Daha fazla oyalanmayarak tırnak makasını yerine koyup banyodan çıktım. Salona girmeden içeriye doğru bağırdım "Mutfak nerede" "İlerle görürsün" diyen yanıtla gözlerimi devirdim. İnşallah kaybolmadan bulabilirdim. Koridorda ilerledikçe bir kaç kapı sonra büyük bir mutfakta kendimi buldum fazla oyalanmak istemiyordum. Tezgahın üzerinden su bardağı alarak yarım doldurup içine tozu kattım. Gelen ayakkabı sesiyle heyecan yapmamaya çalışarak suyu içmişim gibi rujumun izini bardakta çıkarıp bardağı da içiyormuş gibi dudaklarıma dayadım. "Ne yapıyorsun iki saattir sen?" diyen sesle bardağı geri çekip yutkundum kapının önünde bana doğru adımlayan adamla tek kaşımı kaldırarak cevapladım "Koca malikanede muhteşem konum bilgisiyle mutfağı ancak bulabildim Devran Hazretleri" "Laf gevezeliği yapma bana" sert çıkan sesiyle bir adım geri atmamak için kendimi zor tuttum. "Ne istiyorsun?" diye bu sefer ben soru yönelttim ona doğru, tezgahın diğer tarafından uzanarak elimdeki bardağı alıp tek dikişte içti. İşte bu Fazlasıyla akıllı ve zeki olan Devran Hancıoğlu bugün Avşar Diba'nın zekasıyla yarışamadı ve yenildi. 'Глупый человек' (Aptal adam) diyerek içimden geçirdim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD