Blöf mü yapıyordu yoksa gerçekten geldiğimi anlamış mıydı? Ölüm kadar sessiz olduğumdan emindim oysa ki.
"Sessizliğin oldukça başarılı. Saat başı kontrolüme gelen korumalar beş dakika gecikmiş olmasaydı burada olduğunu anlamazdım.
Olduğum yerde beklemeye devam ettim. Öldürmek için bekleyişte olmak...
Ölümün katılığını ellerimde tutuyordum. Kız masanın üzerinde duran kutuyu eline alıp yatağın üzerine getirdi.
"Bu kutu için kaç kişinin öldüğünü tahmin edemezsin. Bu kutunun içindekileri bildikleri için. Eli değen herkese, yaşanıp içine saklanan günahın lanetini bulaştırır bu kutu."
Artık konuşması sinirlerimi bozmaya başlamıştı. İşimi bitirip buradan kurtulmak istiyordum. Suçunu bilmediğim bir insanı öldürecek olmanın verdiği kasvet tüm bedenimi kaplıyordu.
"Bu kutuyu Kavin'e ulaştır. Bu onun içinde bulunduğu karanlığın tek anahtarı."
Son söyledikleri ile ilk kez yüzüne baktığım kız, gözlerini boşluğa dikmiş bekliyordu. Ölümün soğukluğu çoktan gözlerine çökmüştü. Ellerinin titremesini engellemek için bir çabası yoktu. Korkuyordu ve bu korkuyu inkar etmeden sadece üstlenmişti. Yüzüne baktıkça sadece tanımadığım bir kızı değil, dünya üzerindeki masumluğu, ve güzelliği de yok edecekmiş gibi hissediyordum. İçimin sızlamasıyla kendime geldim. Daha ani ve daha az acılı bir ölüm için cebimden shiruken çıkardım.
Parmaklarımın arasına aldığım bıçak dinlemediğim bir söz yüzünden ellerime ağır geliyordu. Pi'yi dinlemeli ve bu masum yüze hiç bakmamalıydım. Daha fazla beklemedim.
Beynimin verdiği kararın parmaklarıma ulaşması ile kızın ölmesi aynı saniyeler içerisinde gerçekleşti. Shirukenin şah damarında bıraktığı kesikten boşalan kan yatağın üzerindeki beyazlığı kirletmişti. Bir kez daha beyaz olan kirletilmişti.
Temkinli adımlarla saklandığım yerden çıktım. Yatağın yanına gidip biraz önce ruhu içinde duran parmakların bıraktığı kutuyu ellerime aldım.
Ateş bu kutunun peşinde olmalıydı. Ona vermeden önce göz atabileceğim tek yer burasıydı. Ölü bedene bakmamak için masanın önüne yürüdüm. Kutuyu masaya koyup içini açmak üzereyken kolumdaki acıyla sarsıldım.
Korumalar içeri girmeye başlamıştı. Sırtımda duran çantayı çıkardım.Masanın üzerindeki küçük kutuyu çantaya yerleştirdim. Çantayı tekrar sırtıma takarken attığım tekmeyle önümdeki masayı devirdim. Devrilen masanın arkasına geçip kolumdaki acıyı yok sayarak kesemin içine attığım shirukenlerden birini elime aldım. Kolumdaki sızı ve hızlı hareketlerim terlememe sebep oluyordu. Yaralı kolumdaki acıyla nişan aldım. Elimin titremesini engellemeye çalışarak fırlattığım shiruken adamlardan birinin alnının ortasına isabet etmişti. Yaralı kolumla böyle iyi bir atışı ben bile beklemiyordum. Diğer shirukenleri de kesemden çıkardım. Şarjör değiştirmek için durduklarında yakaladığım boşlukla diğer adamları isabet aldım. Biri daha yere devrilirken diğerini ıskalamıştım. Kolumdaki halsizlik iyice kendini gösterirken diğer iki adamın yıkılma sesini duydum. Kesilen sese güvenerek başımı çıkarıp etrafı kontrol ettim.
Birden yükselen adrenalim sayesinde acı duymazken hızla yerimden ayrıldım.
Kapıdan çıktığımda Pi bana doğru geliyordu.
"Vuruldun mu?"
"Evet"
"Daha fazlası var. Hemen çıkmalıyız."
Hızla koşmaya başlayıp Pi'nin bölgesine indik. Hera ve Sem ile bizi bekleyen Kaya geldiğimizi gördüklerinde koşmaya başladılar. Son olarak Şah'ı da alıp geldiğimiz yoldan dönerken silah sesinden dolayı daha fazla korumanın adım sesleri duyulmaya başladı.
Duvarın önüne vardığımızda Hera sarkan ipe hamle yaparken Kaya'nın beni itlemesiyle ipi ilk tutan ben olmuştum. Olabildiğince hızlı hareketlerle ipe tırmandıktan sonra merdivenden iki ayağımı merdivenin kenarına dayadım ve kayarak duvardan indim.
Kavin çoktan arabaya binmiş ve motoru çalıştırmıştı. Arka koltuğa bindikten sonra diğerlerini izlemeye başladım. Kavin arkadaki arabayı da çalışır halde bırakmıştı. Herkes yerini aldığında arabaların ikisi de kendilerine yakışır şekilde öne atıldı.
Artık güvende olduğumu hissetmemle beraber bastırdığım tüm duygularım açığa çıktı. Öldürdüğüm kız, kolumdaki acı, çantamdaki kutu. Daha önce işlediğim cinayetle alakası bile olmayan duygular içimi kemiriyordu. Acı içimi sarmaya başlamışken Sem bu durumu geciktirdi.
"Yaran derin mi?"
Çatallaştığını anladığım sesimi düzelttikten sonra konuştum.
"Derin değil. Sıyrık sadece."
Tek konuşmamızın bu olması canımı sıktı. Şimdi yanımda Arat olmuş olsaydı bütün yaptıklarımı baştan sona defalarca anlatırdım. Benimle dalga geçerdi. Ya da 'aferin kızıma' derdi iyi hissederdim. Oysa ki bu yalnızlık kolumun acısına kaynak yapıyordu.
Kısa konuşmanın bitiminden yaklaşık bir buçuk saat sonra iki saat önce olduğumuz yere gelmiştik. Yorgunluk ve halsizlik içinde arabadan inerken herkesin benim gibi göründüğünü fark edip rahatladım.
"Şimdi dinlenin. Yarın üçte toplanıyoruz."
Kavin'in halden anlaması açıkçası şaşırmama sebep olsa da buna oldukça sevinmiştim. Çantamda bulunan kutu aklıma geldiğinde diğerlerinden ayrılarak Kavin'in yalnız kalmasını bekledim. Bu kutuyu ona yarın vermek ve içinde ne olduğunu öğrenmek için can atıyordum. Fakat içindeki bilgi ne olursa olsun onlara güven vermemi sağlamaktan önemli olamazdı. Kutunun yarına kadar bende kalması Kavin'i şüpheye düşürürdü. Onun karanlığını barındıran bu kutuyu tekrar ele geçirecektim.
Diğerleriyle aramızın epey açıldığından emin olduktan sonra geriden gelen Kavin'in yavaşlayarak bana yetişmesini bekledim.
"Vermem gereken bir şey var."
Nasıl hitap etmem gerektiği konusunda tamamen cahildim.
"Biliyorum."
Yakışıklı ve bir o kadar soğuk surattan böyle bir cevap tabi ki beklediğim bir şeydi.
Yarama dikkat ederek çantamı sırtımdan çıkardım. Tek dizimin üzerine eğilip esrarengiz kutuyu çantadan ayırdıktan sonra Kavin'e uzattım. Kutuyu aldıktan sonra yüzüme bile bakmadan giderken küfür etmemek için kendime engel olmam.
"Kız ölmeden önce bir şeyler söyledi."
Dediklerim sayesinde olduğu yerde durduktan sonra yüzünü dönme zahmetine girmeden omzunun üzerinden başını çevirdi.
"Kız dedi ki." Acım yüzünden zorlanmaya başlamıştım. Derin bir nefes aldım. "Kız bana 'bu kutuyu Kavin'e ulaştır. Bu onun içinde bulunduğu karanlığın tek anahtarı.' dedi."
Yüzünün tamamını görmesem bile çene kaslarının gerildiği belli oluyordu.
"Git ve yarana pansuman yap."
Öğrenmek istediğim bilgileri alamamanın verdiği o hisle odama yöneldim.
Kapı sisteminin önüne geldiğimde dayım sarsak adımlarla yanıma yaklaştı. Tahmin ettiğim şey olmaması için yalvaran gözlerle dayıma baktım.
"Gerçekten içtin mi?" Derken sinirlenmeye başladığım titreyen ellerimden belli oluyordu.
"Bir tane."
Ben görev yerimde masum bir canı katlederken dayım kendini içkiye vurmuştu demek ki. Sağlam olan kolumla dayımın koluna girip kilit sisteminin önüne getirdim. Bir tanecik dediğinden daha fazla içtiği için önünü göremeyecek kadar sarhoştu. Zaten bildiğim kapı sistemini şifreyle beraber açtıktan sonra kendi acımla birlikte dayımı da merdivenlerden yukarı taşıdım. Kolumdan akan kan fazlalaşmıştı. Kapının önüne geldiğimizde dayım az da olsa kendine geldi.
"Nefeees."
Adımı duyduğum gibi onu kapıdan itip kapıyı kapatmam bir oldu. Dayıma karşı kullanabileceğim güç oldukça az olsa da sarhoşluğunun etkisiyle yıkılacak hale geldi. Kapıyı kapattıktan sonra tekrar dayımın yanına gidip son gücümle onu koltuğa yatırdım.
"Nefes. Sana bir şey sorabilir miyim? "
Normalde onun bu halini kaydedip yıllarca dalga geçebilirdim fakat bu gece gülmeye bile halim yoktu. Gövdesi koltuğa yerleştiğinde bacaklarını da koltuğa çekip ayakkabılarını çıkardım. Bu sırada dayım yeni konuşan bebek gibi konuşmaya çalışıyordu.
"Nefes. Ateş sana beni öldürmeni söylese ne yaparsın?"
Ciddileşen ses tonu ve sorusu bende şok etkisi bırakırken dayım ayılmış gibi duruyordu. Gözlerinin içine bakarken benden beklediği cevabı onun yüzüne bakarak söyleyemezdim. Cevabını bile veremediğim bu şey ile karşılaşırsam ne yapardım, ben de bilmiyordum.
Sorduğu soru üzerine olduğum yerde kalıp düşünürken, biraz sonra dayımın nefes sesleri gelmeye başladı. Uyuduğunu görünce koltuğun başında katlanmış halde duran pikeyi dayımın üzerine örttüm.
Düşüncelerin arkamdan çıkardığı teneke sesleriyle banyoya doğru ilerledim. Sonunda kanın pıhtılaştığı yaramı önce su ve bez yardımıyla temizledim. Ardından banyo dolabından bulduğum tentürdiyot ile pansumanını yaptım. Çektiğim acının belirtisi dişlerimi sıkmak oldu. Bu da çenemin ağrımasına neden olmuştu. Pansuman işi bittikten sonra yine dolapta bulduğum sargı beziyle kolumu sardım. Bu işi de hallettikten sonra artık dumanlanabilirdim.
Sigara ve çakmağımla beraber balkona çıktım. Etraf yine sessizlikle dans ediyordu. Koluma dikkat ederek yere oturdum. Hafif esen rüzgardan kulaklarıma dolan fısıltılar yaşadığımı hissettiriyordu. Sigaramı dudaklarıma koyup bir elimi siper yapıp zehrimi ateşledim. Çektiğim ilk dumanla ciğerlerim kavrulurken kapattığım gözlerimin önüne bugün işlediğim suçun en olmaması gereken sahneleri geldi. Gözlerimi hızla açtım.
Kızın yüzü hala önümdeydi. Başımı iki yana sallarken neden bu kadar etkilendiğimi çözemiyordum. İlk kez bir canlıyı katletmemiştim. Evet daha önce öldürdüğüm iki kişi de cezası ölüm olan suçlar işlemişti. Bundan dolayı vicdanım bu kadar sendelememişti. Fakat bugün ki kızın suçu neydi bilmiyordum. Masum olma ihtimali, hali hazırda bekleyen şeytanıma çanak tutmuştu.
Kızın ay ışığında parlayan yüzü gözlerimin önüne geldikçe kalbimdeki baskı artıyordu.
Sigaramdan uzun bir duman daha çektim. Dudaklarıma yakın duran ellerimin titremesi sigaranın külünü dökme zahmetinden beni kurtarıyordu.
Artık benim de Ateş'ten bir farkım yoktu. Hatta ondan daha alçakçaydı yaptığım. Onun öldürdükleri için bir bahanesi vardı. Ben öldürdüğüm o kızı tanımıyordum bile.
Kalbimde artan ağırlıkla yumruğumu kalbime vurdum. Öldürdüğüm kız için saygıyla üç kere tekrarladım.
Sigaramdan aldığım son nefesle beraber oturduğum yerden kalktım. İçeri girdiğimde yorgunluktan halsiz düşen bedenim dışarıya nispeten fazla olan sıcaklıkla yorgunluğunu iyice gösterdi.
Dayımın üzerinden düşen battaniyesini tekrar üzerine örttükten sonra ben de yatağıma yattım. Gözlerimin önünü kaplayan sonsuz karanlıkta sadece ay ışığındaki kızın masum yüzü vardı.
* * * * *
"Dün sarhoş olan benim sanıyordum."
Yastığa gömülü yüzümle neredeyse düğüm olmuş yorganın arasından dün akşamın aksine gayet dinç ve ayık görünen dayıma baktım.
"İçki sende ters etki yapıyor. Şuan benim senin tepende bekliyor olmam gerekti." diye söylendim.
Üzerimden attığım gibi kalkmaktan vazgeçip tekrar üzerime çektiğim yorgana sarıldım.
"Yaralanmışsın."
"Hı hı. Önemli bir şey yok."
"Pansumanını tazele ben kahvaltılık bir şeyler getireceğim."
Başımı tamam anlamında sallasam da pek belli olduğunu sanmıyordum ki zaten dayım da bunu önemsemeden odadan çıktı.
Ayrılmak istemesem de son vedamı yaparak kendimi yataktan dışarı attım. Banyoya girip dün gecenin bir vakti yaptığım sargıyı çözüp yarada göz gezdirdim. Dikiş gerekecek kadar derin olmaması iyiydi. Dün gece bu kadar dikkatli bakmamıştım. Hatta neredeyse dün geceyi net bir şekilde hatırlamıyordum bile. Gerçekten dün sarhoş olan dayım olmalıydı ben değil. Kısa bir duşun ardından sargımı tazeledim.
Banyodan çıktığımda dayım elinde iki fincan ve koluyla gövdesi arasında sıkıştırdığı poşetle kapıdaydı.
"Dikiş gerekli mi?" Soruyu sorarken başıyla ile yaramı işaret etmişti.
Önemsiz olduğunu belirtircesine "Hayır, hayır." dedim.
Dayım gözlerini kısarak yüzüme baktı. Acımı anlamaya çalışır gibiydi. "Gerçekten gerekli değil mi? Korktuğunu varsaymazsak?"
Elimi havada salladım. "Evet. Dayı. Gerçekten gerekli değil. Acımıyor bile."
Yani fazla acımıyor. Tabi sen bunu bilme.
Dayımın elindeki çayı ve poşeti alıp koltuğa kuruldum. Açlığım had safhadaydı. Buraya geldiğimden beri doğru düzgün öğünüm yoktu. Çay içmeye bile hasret kalmıştım.
"Sakinleştiğin zaman, yani en azından konuşabilecek kadar doyduğun zaman akşam olanları dinlemek istiyorum."
Gözlerimi kısarak dayıma baktım. Zor bir gün geçirmiştim oysa ki. Elimdeki poğaçaları bırakıp çayımdan bir kaç yudum içtikten sonra koltukta yan oturup koltuğun karşı ucuna oturan dayıma döndüm.
"Dün akşam suikastçılarla beraber çıktığımız görev bir kutu içindi. Kız ölmeden önce kutunun içinde Kavin ile ilgili önemli şeyler olduğunu söyledi. Odadan çıkmadan kutuya bakmak isterken de yaralandım."
"Nasıl hissediyorsun? Yani dün gece sarhoş olup sana dert değil destek olmam gerekti, üzgünüm."
Mahcup ifadesine ensesine attığı eli eşlik etti. Koltukta bana doğru yaklaştı. Sonunda da eğilip bana sarıldığında sanki yıllardır görmediğim babammış gibi dayıma karşılık verdim. Gerçek babamın kokusunun nasıl olduğunu bilmesem de babamdan farksız olan bu adam onun intikamı için benimleydi. Dolan gözlerime sahip çıkmakta zorlanırken dayım da benden farksızdı.
"Neden birden bire bu kadar duygusallaştık?" Derken aslında durumu alaya almaya çalıştım. Çünkü bu gibi durumlarda konuşmak en iyi kurtarıcıydı.
"Sanırım yaşlanıyorum. Bunu daha sık yaşamaya alışmalısın."
Yüzümdeki aptal gülümsemeyle dayımdan ayrıldım.