bc

ALEV İKİZ (+18)

book_age16+
1.3K
FOLLOW
6.0K
READ
one-night stand
fated
opposites attract
playboy
twisted
bxg
childhood crush
first love
self discover
friends with benefits
like
intro-logo
Blurb

Işıl Akhan başarılı bir psikiyatrist olmaya giden ilk adımını İzmir'de atmıştır.

Bu şehirde kalbini çarptıran iki şey vardır; henüz yeni başladığı mesleği, diğeriyse... Diğer odada uğruna İzmir'e geldiği Cihan.

Fakat geçmişten gelen Aren Karayel'i yeni hayatında beklemiyordur, özellikle kendisini tutkulu bir şekilde öptüğü o geceden sonra bir daha onu tanımıyormuş gibi yapmasından sonra.

Aren Karayel, alkolden hoşlanan, onu bir sanata çeviren, ağzı bozuk, düşünceleri çarpık, ilişkileri bitirendir.

Işıl Akhan, alkole dokunmayan, ağzı bozukluktan tiksinen, idealist düşünceleri olan ve ilişkileri tamir edendir.

İki zıt kişilik, iki zıt hayat, iki zıt alışkanlık.

Işıl, insanların duygularını geleceklerini hissetmenin yanı sıra, en yüksek aşk frekansı olan İkiz Alev frekansında olan erkek ve kadınları hissetme yeteneğine sahiptir. O bu yeteneği çifleri birleştirerek kullanır.

Ve onu bekleyen bir tehlike vardır, eğer kendisine aşık olmayan bir adama aşık olursa bütün güçlerini kaybedecektir.

chap-preview
Free preview
İKİZ ATEŞ 1 | GEÇMİŞE DÖNÜŞ
Aren Karayel'den. Cumalar haftasonuna giden tek uçaktı ve ben cuma akşamlarından nefret ediyorum. "Karım bana sakso çekmiyor." İşte tam da bu yüzden nefret ediyorum. Bir barmen olarak alkollü mekân işletmeye başladığım zamandan beri, haftaiçi biriken dertleri içkili bir bar mekânda atlatmaya çalışan insanlar özellikle cuma akşamları gevezelik ederdi. En gizli, en hassas, en ayıp dertlerini bar tezgâhının öbür tarafında kalan bana açmaktan gram çekinmezlerdi. Çünkü bu mekânıma gelip sarhoş olana kadar içmeye başlamalarıyla işleyen sürecin son kısmıydı; en kirli derdini barmene aç, omzuna dokunulup pıt pıt yapılmadan teselli bul. Tavsiye al. Barmenlerin sadece içki servisinden dolayı para almaları ne kötü. Onlar aslında birer filazoftur. Kendimden biliyorum, şahsen ben öyleyim. Karşımdaki ellisini geçmiş ama yirmi üçlük hatunu kendine eş yapan sarhoş adama umutsuz bir bakış attım. Zengin ve yaşlı götlerin genel sorunu, çok genç karılarının kendilerinden memnun kalmaları ve onlar tarafından da memnun edilme isteğiydi. Bulutlar da aslında pembe, yamyam herifler. Efkârlıca esnedi. "Sana anlattım, bu işin doğrusu karım param için benimle. Doğru düzgün bir sakso bile alamıyorsam, sence boşanmalı mıyım?" diye sordu bana ölü bir balığınkine benzeyen masmavi gözleriyle bakıp. "Aslında evliliğimi bozmak istemem. Tavsiyeye ihtiyacım var, hem de çok." Enseme uzayan kıvırcık saçlarımın beni rahatsız ettiğini hissederken, yarısını değil de tamamını toplamam gerekirdi diye düşündüm. Barmenlikten piskiyatrist olmaya geçtiğim bu saniyelerde, "Karına bol sıfırlı bir çek yaz ve sütyenine sıkıştır," diye tavsiye vermeye başlarken yeşil gözlerimi yavaş ama çok yavaş kıstım; sırada bombayı pimini çekerek avucuna bırakmak vardı. "Sonra önünde diz çökmesi için karına yalvar." Sarhoş olmasına rağmen zihni dediğimi algıladığı anda, gözleri fal taşı gibi açıldı. "Ne dedin sen?" diyerek elindeki kadehi bara vurdu. Kaşları çatılmış, burun delikleri alıp verdiği nefesle titriyordu. "Bir daha söyle." Herifin tüm sarhoşluğu sürpriz şekilde toz bulutu gibi puf oldu. Bana saldıracak gibi bir hâli vardı. Ahlâksız dürüstlüğüm, arsız tavsiyelerim öyle herkes tarafından kabul edilebilir değildi zaten. Eh erkeklik gururu diye bir şey de var. Avuçlarımı bar tezgâhına bastırdım, "Bak ihtiyar," dedim, hafifçe öne eğilerek. "Zaten paran için seninle evlenen genç bir kadını parandan başka bir nedenle önünde diz çöktüremezsin, asla." Adam kalkacak gibi oldu ama sonunda pes ederek oturdu ve iç çekti. "Bu hiç adil değil, hayat adil değil." Sarhoş müşterimin sorununun benimkine yavaşça karıştığını hissederken, "Aslında tam aksine," dedim, önündeki boşalan sert bardağı yeni bir tanesiyle doldururken. "Bu sandığından çok daha adil." Mekandaki şarkı değişirken, "Ona her şeyi verdim," diyen bir itiraz ile açıldı dudakları. "Her şeyi." Kollarımı bar tezgâhına yasladım. "Bak ne diyeceğim sana," diye devam ettim. "Bunu olduğundan farklı bir şey gibi veya hiç de olmayan bir şeymiş gibi göstermeyi bırakalım da, direkt gerçekleri konuşalım." Adam şaşırdı ama ses etmeyince bunu evet olarak kabul ettim. "Elli yaşındasın, bu yetmezmiş gibi kendini beğenmişin tekisin üstelik. Karınsa yirmi üçlük çıtır hatunun biri, daha ne olsun bekliyordun ki?" Geçen hafta buraya karısıyla geldiği için karısını görmüştüm, genç karısını insanların içinde nasıl gururla gezdirdiğini de. "Evliliğin aynı düzende işlesin mi istiyorsun, o hâlde ona gıcır gıcır el değmemiş parlak parasını ver. Böylece sen saksonu alırsın. Eh, o da harcayacak parasını." Adam bana ters ters baksa da sunduğum mantığın nedenini biliyordu, bu bir neden ve sonuç ilişkisiydi. Biraz parası olan her erkeğin kendini genç hissetmek için genç bir kadına kendilerini yamadıkları sır değil. Bazıları o kadınlarla evlenir bazılarıysa o kadınları metres odasında ağırlardı. Bunu iyi bilirim, benim babam da potansiyel bir aldatma makinasıydı. Annemi ruh hastası yapıp öldü, çünkü babam öylece zararsız ziyansız gitmez, asla. Her ortama görkem dolu bir gösterişle girer, aynı görkem dolu gösterişle çıkardı. Onu tanımayan yoktu, tanımıyorduysan da onun adını mutlaka duymuşsundur. Ailemizden de böyle çıkıp gitmişti, annem onun öldüğünü duyduğu an kahkahalara boğulmuştu. Adam önündeki kalın bardağı dudaklarına yapıştırıp kehribar rengindeki koyu sıvıyı boğazına yollarken, bir an yüksek müziğe rağmen yutkunuşunun sesini duyar gibi oldum. Kaşlarım çatıldı, gözlerimin önüne yine babam gelmişti. O adamı hatırlamaktan hiç hoşlanmıyorum. Hatta nefret ediyorum. Ve iki gün sonra onun doğum günüydü. Lanet olsun, annem canımıza okuyacaktı! ? Bugün yalnızlığın keyfini çıkarmak için bana uymayan şekilde erken çıkacaktım. İnsanlar mekânı doldurmaya başladığında, kimseye daha fazla katlanamayacağımdan ve beni rahatsız edici daha başka nedenler silsilesinden dolayı o akşam yerimi diğer çocuklara bırakıp kimseyle karşılaşmamak adına mekânın arka kapısından çıkmak için ilerledim. Fakat yoluma iki kadın çıktı. Biri esmerdi, diğeri sarışın. "Çıkıyor musun, Aren?" diye sordu esmer olan, dudaklarını istediği şeyi alabilmek uğruna ağlamaya hazırlanan bir çocuk gibi sinir bozucu biçimde büzerken. Kafası biraz iyi gibiydi. "Evet fıstık," dedim. "Bu akşamlık böyle oldu." "Çok hainsin," diye uzattığında kolları da boynuma uzandı ve sonradan estetik bir operasyon karşılığında şişirildiği belli olan göğüslerini göğsüme yasladı. Cüretkârlığı damarlarında dolanan o yoğun alkolden gelmiyordu, zaten cüretkar biri olduğu için cüretkârdı. Benim gibi. Keyfim olsaydı bu cüretkârlığın keyfini sürebilirdim elbette ama ne yazık ki hayır, hiç keyfim yoktu. "En son tekrar eğleniriz demiştin bana." Kollarını boynumdan çekerken zorlandım ama nihayet çektiğimde, "Evet, tabii, öyle demiştim," dedim, lanet bir olay hafızam vardı, hiçbir şeyi unutamıyorum. "Yaklaşık olarak iki sene önce falan." Kafası karışmış gibi, "Öyle mi?" diye sordu ama kafasındaki karmaşa bakışlarına da bulaşmış gibiydi. Yine mi dudak büzmesi? "Bana sanki dün akşam demişsin gibi geliyor." Hadi ama fıstık, bunu mu tartışacağız? "Senin için çekici bir yem olduğumu biliyorum ama gerçekten bu akşam olmaz." Kapıdaki korumaya gelmesini işaret ettim. Koruma bu tür durumlara alışık olduğu için ne yapması gerektiğini biliyordu. Onu tutup uzaklaştırdı. Böylece bende rahatça çıkıp gidebildim. • Bu da ne böyle? Bu insanlar nesi var, bütün İstanbul halkı yollara mı düşmüştü? Kaldırım lambalarının ve şehir ışıklarının altından arabamla ilerlerken, bir noktadan sonra İstanbul trafiğine yakalandım. Yirmi dakikadır biraz bile ilerleme yoktu, sadece bekliyorduk. Keşke arabayı alıp öldürücü trafiğe girmektense mantıklı olup tramvayı falan tercih etmiş olsaydım. Trafik felç olup tamamen kilitlenmişti. İstanbul'da kendine ait bir arabanın olmasının işe yaramadığı yerlerin yollar ve tarfik olması ne ironiydi ama bu hâlimiz trajikomikti. Cidden ama. Cam ardına dek açıktı, İstanbul'un boğuk akşam havasından derin bir nefes aldım içime. Hava mazot ve is kokuyor. Tam da şu ana yakışır şekilde. Harika ya. Süper. Dirseğimi camla kapının bitiştiği o yere koyup başımın sol şakağını parmaklarıma yasladım. Kendi arabamın içindeki şoför koltuğunda kendimi kapana kısılmış gibi hisserken, pencereden dışarı baktım. Yürümekte fazlasıyla zorluk çekiyor gibi görünen bastonlu bir adam, arabamın hizasından çıkıp beni ve arabamı geçti. Evet. Geçti ve gitti. "Cidden mi, dede?" diye mırıldandım. "Hareket etmediğimizi bundan daha makul yoldan anlayamazdım. Sahiden sıfır hareket." Kafayı yemeye çok yaklaştım ama şu bir gerçek ki, bu şehri tüm kötü yol şartlarına rağmen yine de seviyordum. Manyak bir vazgeçilmezlik hissediyorum bu şehre karşı. Babamın doğum günü birkaç gün sonra bu annemin şu sıra deli deli işler yapabileceği anlamına geliyordu. Geçen sefer odasının yarısını turuncuya, diğer yarısını pembeye boyamıştı. Ondan önceki doğun gününde abimin avukatlık bürosunda çalışacağını söylemişti. Daha önceki doğum gününde… Boş versene hatırlamak bile istemiyorum. Kim bilir bu kez neler yapacak? O kadar dalmıştım ki, sırıtan bir çocuğun kafasını yüzümün önünde görünce bir an afalladım. Aniden, "Lan!" diye tepki verip geriye çekildim. Çocuk kafasını benim açık camından içeri sokmuştu. "Ne yapıyorsun, oğlum?" Kafasını açık camdan geriye, yani dışarı doğru çekti. "Manyak mısın, kafanın ne işi var arabamda?" Çocuk kafadan sorunluydu galiba, çünkü gülerek el çekeceğini gösterip, "Arabanı temizleyeyim mi abi?" diye sordu. Diğer elindeki temizlik malzemelerini o zaman fark ettim. "Kafasını arabama sokan çocuğa arabamı teslim eder miyim sandın?" Yine gülerek, "He edersin abi," dedi, yok kesin kafadan sorunluydu, yine de güldüm, beni güldürdü hem de bu iğrenç trafikte. "Bak ne diyeceğim," dedim ve elimi cebime attım. "Şuradaki kahveciden bana bir kahve alırsan, sana temizlik ücretine denk gelen parayi öderim." "Olmuş bil abi," dedi. Yine gülerek. Çocuk on dakika sonra elinde kahve kutusuyla geldi, ona bir yüzlük çıkarıp verdim. Cebine atıp ön taraftaki arabaya hayatında hiçbir problem yokmuş gibi ilerledi. Henüz çocuktu, evde olması gereken saatte yollarda araba temizliyordu ki çoğu şoförün bu işi yapan yoksul çocuklardan hoşlanmadığını, kızdığınız ve çoğunlukla camlarını açmaya bile tenezzül etmediğini biliyordum. Yine de tüm bu olumsuzluklara rağmen öylece mutlu bir şekilde gülebiliyor muydu? Cidden mi? Neden ama? Bu niye beni rahatsız ediyordu ki? Telefonuma mesaj geldi. Abimdendi. Açtım. Aral Karayel: Sanırım İzmir'e gelmen gerekiyor Aren. Aral Karayel: Haberler hiç iyi değil. Aral Karayel: Annem, senin dükkânı ofisi yapması için Cihan'a vermiş. Kan beynime sıçradı. Cihan. Hem de Cihan'a mı?! Benim Cihan'dan nefret ettiğimi bildiği hâlde mi? Öfkenin bulaştığı parmaklarımla hızlıca kısa bir mesaj yazdım. Aren Karayel: İzmir'e dönüyorum! ? Ve iki gün sonra pazartesi sabahı İzmir'e gelmiştim. Beni havaalanından alan taksi dubleks dairemin içinde bulunduğu apartmanımın önünde bıraktığında, apartmana bile sıkı bir öfkeyle bakıyordum. Bu apartmanın dairelerinin tamamı babamdan kalmıştı bana, dairelerdeki kiracıları takip etmekle uğraşmak istemediğim için vekaleti annemdeydi. En üstteki dairede ben yaşıyordum. Ve zemin kattaki ofisi kimseye kıralamamasını tembihlemiştim. Vekaleti anneme vermek korkunç bir hataydı ama bu abim Aral'ın fikriydi. Ona göre annem bir şeylerle meşgul olacak ve bambaşka bir amaç onu hayatın içine karıştıracaktı. Kağıttaki vekalet onayı isteyen kısma imza attığım ilk anda hata yaptığımı biliyordum. İzmir havasını yavaşça soludum, ben İstanbul'da ofis dükânımın sıradan bir yenilenme geçirdiğini sanıyorken, meğer Cihan bey gelip kuruluyormuş. Zaten hep arkadan iş çeviren olmuştur, annemin ruh hâlini kullandığına onu kontrol ettiğin hiç şüphem yoktu artık. Kırkını henüz doldurduğunu bildiğim kapıcı, "Hoş geldiniz, Aren Bey," dedi, benim için kapıyı açarken. Zemine adımlarken, "Teşekkürler, Ata," diye karşılık verdim ama ruh hâlimin nasıl berbat olduğunu sesimdeki bozukluk ele verebilirdi. Ata, "Ofisi kiralamak isteyen herkesi geri çevirip reddettiğiniz için, ofisin kiralanması bana da sürpriz oldu," dedi, sesi alıngandı. Dur biraz, bana trip mi atıyor bu? Bu da ayrı deliydi. Ona ters ters baktım, "Neden bavulumu daireme götürmüyorsun?" diye sordum. Gözlerimi yavaşça ve tehditkârca kısarken sesimi de kısarak ekledim. "Böylece ben de iki saniyeninin yettiği seni kovma kararımı belki tekrar gözden geçiririm, ne dersin?" Öksürdü. "Tabii, hemen götürüyorum," diyerek elimdeki bavulu elimden aldı ve asansöre yöneldi ve bende ofise yöneldim direkt. Lobi kısmında kimse yoktu. Ortaya koyulmuş masaya baktım. Danışma yazıyordu. Ofisi inceledim, inceledikçe öfkem artıyordu. Burası benimdi. Bana aitti ama hıyarın biri kendisininmiş gibi gelip üzerine konabiliyordu. Kapısı örtülü odalardan birinden Cihan çıktı, üzerinde beyaz hastane önlüğü vardı. "Ofis otlakçımız da burdaymış," diye tısladım. Cihan sakince hareket edip danışma masasının önünde durdu. "Ofis otlakçısı mı? Ofis otlakçısı falan değilim ben, burası benim. Bana ait," dedi, sesinde beni delirme noktasına daha hızlı taşıyan rahat bir tonlama vardı. "Teyzem, burayı ofis olarak kullanabileceğimi söyledi." Evet, Cihan benim kuzenimdi. En nefret edilesi olandan. Hani herkesin şerefsiz bir kuzeni vardır ya. Hah, işte benimki de Cihan'dı. Sinirlerimin usul usul tepemde toplandığını hissederken, "Annemin kararı umrumda bile değil, bu ofis bana ait," dedim. "Ve sen hemen, tüm eşyalarını toplayıp burdan biran önce defolup gidiyorsun!" Kaşları çatıldı. "Hayır öyle bir olay yok, Aren," diye karşı çıktı. Kollarını göğsünde topladı. "Hiçbir yere gitmiyorum, burası artık benim ofisim." Üzerine yürürken, küçükken yaptığı tüm o saçmalıkların bir tekrarını yaşıyor gibiydim. Direkt yakasına yapıştım. Sıkılı dişlerimin ardından, "İster güzellikle, ister zorla ama bu ofisi kullanmana asla müsade etmem!" diye tısladım. Yakasını ellerimden kurtarmaya çalışırken, "Tam olarak ne olduğundan haberin yok sanırım," dedi. "Kontrat imzalandı, burası artık benim!" Sırtını masaya yapıştırdım. "Gebertirim seni oğlum bak, akıllı ol," dedim, sesim tehditkârdı. "Senin nasıl sinsi olduğunu bilmiyor muyum ben? Annemi kandırıp konrat imzalamaya sen ikna ettin kesin, annemin düzgün kararlar vermediğini bile bile bu durumunu adice kullandın." "Bu hiçbir şeyi değiştirmez," dedi. "Sen çok daha iyi biliyorsun, haklarım var." Birinin duruşundan, bakışından, sesinden nefret ettiğinizi hissettiğiniz oldu mu? Bu adamla ne zaman konuşsam böyle hissetmeye engel olamıyordum. Her şeyinden ayrı ayrı nefret ediyordum. "Kendi haklarım olduğunu da biliyorum, rahat verir miyim oğlum sana?" Sonra ince bir ses aramıza bıçak gibi girdi. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye bağırdı, bu ses bana bıçak çeker gibiydi. Sanki başımı çevirsem elinde bir bıçak bulacakmışım gibi hissettim. "Onu hemen bırakmazsan, polisi ararım!" Garip hisler göğsümde oynaşırken, kıvırcık saçlarımın tutunduğu başımı yavaşça sağ tarafa çevirdim. Hayır, elinde tabii ki bana çekilen bir bıçak yoktu. Zaten o bıçak çekecek en son kişidir. Beni gördüğü an onun ela gözleri büyüdü ve şokla genişledi, muhtemelen benimkiler de. Sevimli yüzü tekrar karşımdaydı. Hem o nasıl bir yüzdü öyle? Her zaman karşına çıkacak türden bir yüz değildi. Solgun ve fazlaca da şaşkın görünmesine rağmen muhteşem bir şekli olan yüz üzerinde sizi izinsizce dağ, orman ve deniz gezintisine çıkaran muhteşem ela gözleri ağırlıyordu. Ela gözler buydu, yeryüzüydü ve gökyüzü. Ve siz kendinizi sadece zavvalı bir gezgin gibi hissediyordunuz. Şaşkınca, "Işıl," diye fısıldadım. "Senin ne işin var burda, uğur böceği." İkimiz de dört yıl sonra, birbirimizi burda görmeyi beklemiyorduk. Tuhaf bir şey olduğunu bizi yani onu ve beni sardığını hissettim, tıpkı bu kızı ne zaman görsem olduğu gibi. Göğsümü bir şey sıkıştırdı, etrafımızı yoğun bir şey sardı. Adını asla koyamadığım o tuhaf isimsiz şey... Daha çok kaderde yazılıymış gibi.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

HÜKÜM

read
224.0K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.2K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook