Dakikalardır düzensiz olan nefeslerim her geçen an ritmini dengesiz hale getirmişti ve daha da kötüye gidiyordu. Beynimde rayını henüz oturtamayan sözler gerçeklerin kendisiydi, sözler mecazında bir bıçak gibi kesmişti hislerimi. Boğazımda ara sıra sanki düğümünü hissettiren kalın halatın varlığı gibi yutkunuşumu zorlaştırıyordu.
İnsan derin acılar yaşadığında ilk olarak ağlar. Ardından acı ağır gelir ve gülmeye başlar. Acı ruh ve beden arasında, rayını tamamen şaşırmış hale geldiğinde dış dünyaya ait birçok şeyi duyar ama göremez hale gelirsiniz. Bir çelişki yeni doğmuş bebek gibi yaşamaya başlar.
Hiç durmadan dönen bu dünyada, mutluluğun uzun kaldığı bir an var mıydı?
Bazen bazı vedaları yapamadığımız insanlar gittiklerinde içinize koca bir yük kalmış gibi hissedersiniz. O yük gitmez, hafiflemez ya da alışılmaz. Sadece oradadır ve ölünceye kadar ağırlığını hep aynı korur.
Kadrajıma ani bir hızla sol taraftan giren Barın’la birlikte abime daha manidar baktım. Yakından tanıdığım, izin veren bir ifade vardı yüzünde. Neye izin verdiğini ikimiz de biliyorduk, olay yerlerinde ya da ölen kişinin yakınları ile yakın durmamam konusunda çok fazla uyarılıyordum ama şuanda içinde olduğumuz durum beşinci dereceden istisna sayılırdı. Abim yaklaştı, koluma nazikçe dokunup burası sende bakışı bırakıp diğer polislerin yanında yerini alırken omuzlarıma binen o yükü çok net hissetmiştim. Durgun durgun beklediğim yerde kaldım. Beni kolumdan çekip götürebilecek birine değil, en yakını ölmüş bir arkadaşa nasıl teselli vereceğimi anlatacak birine ihtiyacım vardı.
Bana yapılmamıştı.
Zaten, ne zaman deneyimlediğimiz şeyleri başkalarının hayatlarına gösteriyorduk ki?
Barın sakindi. Açıkçası daha bir şey öğrenmediğini yüzünden de anlıyordum. Barın küçük bir duraksamadan sonra bana baktı, ne olmuş bakışının ardından karşısındaki polise vermişti tüm dikkatini. Bir sorun olduğunu hissettiğini biliyordum. O sorunun babasının ölmüş olması olduğunu nereden bilebilirdi ki? Nereden bilebilirdi babasının ölümünün benim arkasına düştüğüm cinayete bağlı olacağını?
“Bir sorun mu var?”diye sordu Barın.
Polis sorunun var olduğunu taşıyan bakışlarıyla beraber ağzını yavaşça araladı ve ellerini avucunda tuttuğu telsizin izin verdiği müddetçe birleştirirken,”Bu tür şeyleri söylemek her zaman zor olmuştur.”diye mırıldandı. Güler gibi oldu adam ama gülmekten çok uzak bir sızlanıştı ağzından çıkan tonlama. “Evlat,”dedi adam. Sonra Barın’a dudaklarını bastırarak baktı. Kutsal sözler ağırca döküldü dışarıya. “Giray Batı ormanın yakınlarında ölü olarak bulundu. Teşhis için hastaneye kadar size eşlik edeceğiz.”
Barın’ın yüzündeki düz ifade afallamış bir görüntüye dönüşmüştü. Gözleri hızla büyüdü, gözbebeğindeki siyah noktanın renkli kısmı kaplayışı gözlerime yansıdı. Adamın sözlerini dinliyordu ama tepki vermek için sözleri sindirmeye ihtiyacı var gibi sessiz kaldı.
Çarpık gülümsemesi yüzünde belirdi. “Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Babam burada bile değil, ne demek öldü?”
“Şahsın üzerindeki kimlikte Giray Batı yazıyordu. Teşhisi bunun için yapmak zorundayız.”
Parmaklarını saçlarına daldırdı, çekip koparmak ister gibi çekiştirirken,”Hayır,”diye fısıldadı. Bir anda sesi yükseldiğinde daha fazla dayanamadım. “Ölmemiştir! Büyük bir yanlışlık var bunda!”
Yutkunuşum benden beş saniyemi alıp götürdü. Hemen kolundan tutup bana bakması için zorladım. Kırılgan, ıslak gözlerle yüzüme baktı. Kafasını yana yatırıp,”Yalan mı söylüyorlar?”diye sordu. Her şeyden haberdar olduğuma inandırmıştı kendini. Doğruları bildiğimi sanıyordu. “Babamın kimliği yolda düşmüştür. Bir başkası almıştır. Çünkü, çünkü babam,”
Omuzlarından tutup başını omzumun üzerine bastırdım ve sıkıca sarıldım. Biraz daha konuşmaya devam ederse beyninin içinde birikmeye başlayan soru işaretleri resmen delirmesine öncelik verecekti yoksa. Elimi arkadan ensesine bastırdım, ağır ağır saçlarında elimi gezdirdim. “Şşh,”dedim kısık bir tonlama ile. Çenesinin ucuyla omzumu ezerken gözlerindeki bütün yaşları orada hissettim. Avuçlarında sıkıca sardığı tişörtümü kavradı ve sızlanışları arasında her şeyin yalan olduğunu mırıldanıyordu.
Birini kaybetmek zordur. Kaybedilen kişi anne veya babaysa o zaman zorluk derecesi çok daha artıyor.
“Hansa,” Burnunu çektiğini duydum, sonra ağlayışını durduramadan hıçkırmasını. “Ölmemiştir, değil mi?”
“Bilmiyorum.” Derin bir nefes aldım. “Doğru neyse öğreneceğiz. Eğer doğruysa,”dedim ve sözüme devam edemeden tişörtümdeki parmakların bu ihtimal ile sıkılaştığını fark ettim. “O zaman tüm gayretimizin artık bir nedeni olmuş olacak.”
“Babam benim tek ailemdi.”
Yavaşça çekildim. Alnına dağılan saçlarını düzelttikten sonra yüzünü avuçlarım arasına aldım ve,”Dik dur.”diye emrettim. “Ayakta kalmalısın, Barın. Baban için. Seni böyle görmenin onu da mutlu etmeyeceğini biliyoruz, değil mi?”
“Ama öldü diyorlar, nasıl yapayım? Gerçekten öldüyse,”
“O zaman onun için savaşacaksın. Zaman her zaman ileriye doğru akar. Bunu yapan insan maskesi takmış canavar her kimse bulunacak, söz veriyorum sana, bir gün bulunduğunda ölen herkesin hesabını vermiş olacak.”
Barın gözlerini kısacık bir an kapattı. “Bununla baş edebileceğimi sanmıyorum.”
“Edeceksin.” Sesimin sertliği gözlerini açarak bana bakmasına sebep oldu. “Mecbursun. Bir sonraki kurbanın senin olmana göz yumamam. “
Sözlerime cevap vermedi, karşımda bana karşı duracak kadar güçlü olduğunu düşündüğünü sanmıyordum. Yanaklarındaki ıslaklıkları sildim, dik durmak için omuzlarını kaldırdığında elimi uzattım. Önce elime, ardından bana baktı. Kararsızlık şuan zihninde kaynayan su gibi birbirine karışıyordu.
“Ben hep yanında olacağım.”
Ruhen kendini iyi hissediyor olsaydı buna yarım ağız güleceğine emindim. Sade bir şekilde başını salladı. O yorulmuş bakışlarıyla elime sarıldığında,”Yapalım şunu.”dedi, sesinden cesaret ışıkları parlıyorlardı.
Asla unutmuyordum, denilen çok doğruydu. İnsanlar korkar. Korku her varlığın doğasında olan bir histir. Cesaret ise korkmamak değildir. Her zerren korkuyu hissettiği an ayaklanmak istersin ve korkuyu def etmeye çalışırken içinden çıkan başka birini tanımaya başlarsın. Kısaca, korku cesareti doğurur.
Onun kendini yalnız ve insanlara yabancı hissetmesine izin vermeyecektim.
Bu hisleri ben tatmıştım. Bir ambulans aracında suyumu yudumlarken küle dönmüş evime bakarken yalnızca hayata nasıl devam edeceğimi düşünüyordum, ki o yaşlarımda sadece evcilik oyunlarına kafa yormam tam da o gün son bulmuştu.
Barın’ın cesedin babasına ait olup olmadığını karar kılması için hastaneye gitmesi gerekiyordu. Bu belki zordu ama yalnız yapmalıydı. Polis aracına kadar elini tutmaya devam ettim. Kapısını açtım ve bindirdim.
Kapıyı kapatacak olduğumda,”Sen gelmiyor musun?”diye sordu.
“Biraz burada durmalıyım. Hastaneden çıkamadan yanına geleceğim. O zamana kadar beni bekle.”
Başını salladı. Kafasında az çok bir şeylerin belirdiğini anlayabiliyordum ama bunu polislerin içerisinde dile getirmemesi artık beni yakından tanıyor olmasına bire bir işaretti.
Polis araçları okuldan çıkmaya başlamışlardı. Saha neredeyse tamamen boştu. Bu boşluk beraberinde derin bir sessizlik de getirmişti.
Dağılmış bir vaziyette yerde izlerini bırakan araçlara bakarken abim yanıma geldi ve,”İyi iş çıkardın.”diye konuştu ve ardından ekledi. “Bu olayı bize bırakın. En kısa zamanda halledeceğiz.”
“Hayır,”dedim rahatça. Bakışlarım bedenimle beraber abime döndüğünde kaşlarım arasında oluşan çukur derinleşmişti. “Bu zamana kadar resmen sadece gözlemci olarak olaya katıldım ama bu işin ucu arkadaşımın ailesine kadar dokunuyor, abi.”
“Yetkiniz yok, Hansa. Ne yapmayı planlıyorsun?”
Gözlerimi devirerek konuşmaya başladım. “Bu yüzden bana yardımcı olmanı istiyorum. Barın’ın babasının katilini bulmamda bana yardım et.”
“Burası yaşadığımız o diğer yerlere benzemez!”
“Biliyorum!”diye bağırdım. “Nasıl bildiğimi sende biliyorsun. Ailemiz, anne ve babam burada öldü. Üstelik bu olaylara da benzemiyordu. Onlar gözlerimin önünde yanarak öldü ama ben kılımı bile kıpırdatamadım! Bana dur deme, durmayacağım. Aileme yardım edemedim ama şimdi elimden ne kadarı geliyorsa yapmaya hazırım.”
Dudaklarını geriye doğru büküp iç geçirdi. “Böyle düşünmeni istemiyorum, Hansa. Ailemizin ölümü çok başkaydı.”
“Nedir başka olan? Katilin teki ortaya çıkıp keyfice mi yaktı evimizi? Şans eseri kurtulmasaydım bende ölmüştüm ama özür dilerim, hayatımın içine sıçıp kaybolan katilin biri yüzünden şimdi arkadaşımın hayatı mahvolurken elimi ayağımı bağlayıp devam edemiyorum.”
Abim,”Kimse bir lise öğrencisine yardım etmemi onaylamayacaktır.”dedi. Başını iki yana salladı, kendisine laf söyler gibi bir hali vardı ilk başta. “Kasabanın şerifi benim, birisi bir şey söyleyecek olursa bana söylemen yeterli. “
Yüz ifadem saniyeler içinde coşkulu bir sevince bırakırken hızla boynuna atladım. Yanaklarına sayısız öpücükler bıraktığımda,”Sen dünyanın en iyi abisisin.”dedim ve kafamın içindeki planlarla devam ettim. “O zaman olay yerine gidiyor muyuz?”
Onaylamayan bir bakışla nefesini saldı. “Gidelim bakalım.”
*
Herhangi bir sebepten dolayı polis aracında seyahat etmeniz gerekiyorsa ve gideceğiniz yer basit bir koşu alanı değilse abimin yapacağı gibi arkamda beni kollayacak adamlar her zaman olacaktı. Daha önce de böyle bir olayın içine kendimi kabul ettirmiştim fakat o daha farklıydı. Bir katildi. Eşinin ölümüne sebep olan insanları belli bir noktada birleştirip öldürmüş ve üzerini başkalarını kullanarak kapatmaya çalışmıştı. Abim ve ben birlik olduğumuz ay içinde, ipuçları ile birlikte adamı müebbet cezasına çarptırılmasına neden olacak ince detayları yakalayıp dosyaya yüklememiz fazla zor olmamıştı.
O olay bizden üç ay almıştı, bunun bu kadar uzun sürmesini istemiyorum. Her şey tereyağından kılı çekip almak kadar kolay olmalıydı.
Yığın oluşturmuş dosyalara tekrar tekrar bakmak anlamsız olacaktı. Bu yüzden, ne zaman karmaşa içine düşersem yaptığımı yapıyordum ve şimdi olay yerinin tam üzerinde duruyorum.
Bir sorun varsa sorunun kaynağına git, araştır ve bul.
Polislerin önemli bölgeyi şeritlediği yere uzaktan bakıyordum. Kafamı yukarı kaldırdım ve sisli bir bakış attım. İçeriye girmeme belli ki izin vermeyeceklerdi. Bayan bir polis olana kadar buralarda dolanamaz ibareli düşünceler toz olup her bir köşeye yayılmış. Ama bir çözüm noktası bulacaktım, tabii Barın için.
Stres içinde alt dudağımı dişledim. Olay yerini çevreleyen şeridi avucuma aldım ve ağır ağır sola doğru yürümeye başladım. Bu sırada polislerden birisi,”Daha fazla yaklaşamazsınız.”diyerek durdurdu beni. Tam karşımdaydı ve diğer polisler ile bana olan bakışları hızla mekik dokuyordu. “Buna abiniz bile izin vermez.”
“Olayın çözülmesi için size yardım ediyorum, içeriye girmem yanlış bir hareket olmaz memur.”
“Kimlik kartınızı göremiyorum.”
Yüzünde mahcup bir ifade aradım, fakat aksine söylediklerinden fazla emin olarak gözlerini bile yüzümden indirmedi. Ona doğru yaklaşırken,”Bu cinayetler çok fazla başımı ağrıttı.”diye mırıldandım, ardından yüzüme sahici görünen sahte bir gülümseme yerleştirirken avucumu memurun omzuna koydum ve kaba olacak şekilde sıktım. “Ve bu bastığınız topraklardan bir katil geçmiş olabilir. Her attığınız adım bir delili silerken içeriye girmem başka delilleri silmiş olmayacak. Mahir buraya kadar gelmeme izin verdiğinde içeriye kadar gireceğimi de biliyordu. O yüzden çekil önümden.”
“İzin veremem.”
Kuruyan dudaklarımı yaladıktan sonra gözlerimi devirdim. “Ne zaman izin istediysem sanki,”
Şeridi kaldırıp içeri hemen girdim. Polis memuru arkamdan bağırarak benimle birlikte girdi ve bir yüksek statülü grup polislerin dikkatini çektik. İşte bu harika, olaya daha hızlı ilerliyorduk.
“Ne oluyor orada?” Yaklaşmakta olduğum orta yaşlı adam katılaşan yüzüyle bana ve arkamdan beni yakalayan polise bakıyordu.
Kolumu sertçe kendime çektim, karşımdaki adama başımla selam verdim. “Ses için kusurumuza bakmayın, bayım. Arkadaş biraz kabalık yapıyordu ama aramızda hallettik, orta bir yol bulduğumuzu düşünüyordum.”
“Sorun nedir, memur?”
“Hanfendinin bu alana girmesi yasak ama beni dinlemedi, efendim.”
Yaşlı adam, çenesiyle hareket ederek sözleri onaylayarak baktı bana. “Memur doğru söylüyor. Girmeniz yasak.”
“İznim var. Mahir Balca umarım size tanıdık geliyordur.”
Avuç içi sakallarını kavradı. “Şu yeni şerif. Yine de buraya girişiniz riskli olacaktır. Gözlem yapmak istiyorsanız dışarıdan yapın, zorluk kullanmak istemiyoruz.”
Dişlerimi refleks ile sıktığımda çenemdeki ve yüzümdeki donuk bakışları görmem için bir aynaya ihtiyacım vardı. Sessizliğim gözlerim ile birleştiğinde çok fazla şeyi anlatıyordu. Arkamı döndüm ve hızla girdiğim yerden çıkarken sinirle gitmeye başladım.
Bu işler canımı sıkmaya başlamıştı.
Hiç vakit kaybetmeden gölün ilerisindeki o eve gittim. Elimi, herhangi bir detay ile dikkat çekebileceğini düşünmediğim pantolonuma attım ve telefonumu çıkarıp kamerasını açtım. Kameraya önemli olabileceğini düşündüğüm yerlerin fotoğrafını çekmeden hemen önce, lenslerini sildim. Herhangi bir detayın bulanıklık nedeninden kaybolmasını istemiyordum.
Dönüp dolaşıp bu eve geliyordum. Neydi beni çeken buraya? Ilgaz’ın katil olmadığından artık emindim ama bu evden çıkabilecek herhangi bir şeyin bu olaylarla bağlantılı olduğunu hissediyordum sürekli.
Belki de bu bir önsezidir.
Kafamı kaldırıp sol tarafa baktığımda, yetmiş derecelik bir açıyla hemen arkamda olan yabancı bir adamla burun buruna geldim. Bir panik içinde geriye sendeledim. Flaşını tuttuğum telefonun karşısında siyah gözlere sahip, otuzlarında duran esmer bir adam bana bakıyordu.
“Pardon,”dedi, elini yüzüne yarım yamalak tutarak. “Şu flaşı açık telefonunuzu çeker misiniz?”
“B-ben, çok pardon, tabii.”
Flaşın ışığını kapattıktan sonra bakışlarımı tekrar adama çevirdim. Yüzüme fırlattığı bakışlar hoşuma gitmemişti. Bir avcının bakabileceği şekilde bakıyordu ve ben en son birine böyle baktığımda onu hapse göndermiştim.
Kafam allak bullak olmuş halde ve karşımdaki adamı neredeyse sapıklaştırıcı bir edada incelerken,”Sen de kimsin?”diye sordum.
“Bence asıl soru, bu kasabanın en büyük ormanında küçük bir kızın neden flaşını açıp kamerayla bir şeyler çekiyor olması olur.”
Bana yaklaştı, hızla geriye adımlarken,”Yaklaşma.”diye uyardım. Gözlerim keskindi ve her an sözlerim onu kesebilirdi. “İnsanların sorularına cevap vermeden önce ilk kimin bir soru ortaya attığına bakıyorum.”
“Pekala, haklısın. Cevap vereceğim.” Gülümseyerek elini uzattı ve,”İsmim Kuray. Yakınlarda yaşıyorum ve doğum yerimin de burası olduğunu düşünürsek buralarda dolaşmam normal. Şimdi seni öğrenebilir miyim, küçük hanım?”
Ayaklarımı yere sağlam bastığımdan emin olurken yutkunarak başımı salladım. “İsmim Hansa. Bu kadarı size yeter, ayrıca yakınlarda bir yerlerde yaşıyorsanız buralarda gündeme gelen akıl olmaz olayları da duymuşsunuzdur.”
“Elbette. Şu cinayetler…” Dilini şaklattı ve mırıltılar ile,”Çok üzülüyorum ama bu işler için polis araçları çoktan gelmişti, yeni gördüm.”diye konuştu.
“Harika, o zaman güvendeyiz. Gidebiliriz bence.”
Onun olmadığı başka bir yere ayak bastığımda sağ kolumdan yakaladı beni ve o sakin ses tonundan eser kalmamış bir şekilde,”Bence biraz daha kalmalısın.”dedi.
Bakışlarım ağır ağır yüzüne döndü. Kaşlarım çatıldı. “Niçin?”
“İnsanlar ciddi işler yapıyor olabilir, dikkatlerini dağıtmak istemeyiz.”
“Kimin?”
Dudakları hoşuma gitmeyen bir hareketle yanaklarına kıvrıldı. “Kardeşim.”
Hemen sonra, neredeyse üç saniye sonra, uzaklardan gelen,”Abi,”diyen sesin Ilgaz’a ait olmamasını diledim. Yine de emindim, onun sesiydi.
Aynı anda döndük ve aynı anda Ilgaz Ferhan’ın şaşkınlığa dönüşmüş gözlerini gördük.
Kolumdaki elini çektiğinde geri geri adımlamıştı. “Sanırım buradaki işimiz bitti. Şimdilik görüşürüz, yeniden görüşebileceğimizi umuyorum.”
Dikkatim onların üzerindeydi. Kuray denilen adam, Ilgaz’ın yanına gittiğinde kolunu onun omzuna attı ve Ilgaz ilgiyle baktığı bana doğru bakışlarını onun hareketiyle çekmek zorunda kaldı. Ağır ağır, sürekli kendimi gelmekte bulduğum eve doğru yürümeye başladılar.
İki kardeş, sadece, evlerine gittiler.
Peşpeşe oluşan şeyler karşısında kafamın içinde milyon tane soru işareti vardı, fakat biraz önce yaşadığım küçük olayın ardından artık kafamın içinde milyarlarca soru işareti vardı.