Yüzümü aydınlatan gün ışığı ile birlikte gözlerimi kırpıştırdığımda, bir lanet gibi usulca ve zehirli bir yaklaşımla beynime akan anılar gözlerimin önünden geçti. Önce başımı yastığa gömdüm, sonrasında oflayarak ayaklarımla çarşafı iteklerken gecenin anısı kafamda başarısızlık olarak kalmış ve düşüncelerim doğrudan durumu modumu aşağılara çekerek hissettiriyordu. Yeni bir gün, yeni bir karamsarlık.
Uykusuzluktan sızlayan gözlerimi kapatarak, sağ kolumun üzerine dönüp bacaklarımı göğsüme çekerek hareketsiz bir şekilde yatmaya başladım. Okul umrumda değildi. Doğru ya da yanlış her neyse, benim lüğatimde yapılabilecek tek yanlış yapılamamış bir olayın peşini korkunun esaretinde kalıp bırakmaktı. Barın ile buluştuğumuz yerde yine yolları ayırıp evlere dönmüş, gece eve geldiğimde bir türlü uyku tutmamış ve sabah ezanının ilk saatlerinde ancak uyumayı başarmıştım. Bir cesedi aramak, hele ki henüz yirmisini bile görmemiş bir genç için büyük bir olay olabilirdi, lakin benim için bir cesedi aramak yeterli olmaz ve onu bulup davayı kapatmadan asla rahat edemezdim. Soyumuz araştırmaya bağlıydı. Abim suçlara bağlardı hayatını, bu şekilde suçluları yakalar ve içini rahatlığa erdirirdi. Onun yolundaydım. Bu yola girişim tedirginliği üzerine hızla çekse bile, ben olduğum yoldan memnun ve dün geceki başarısızlığım gibi birçok başarısızlığı da kolaylıkla def ederek işin sonunu getireceğimi umut ediyordum. Merak çoğu zaman kötüdür, kötülük bana zarar verse de sonucunda iyi şeyler çıktığında sorun etmiyordum. Kesinlikle o cesedi ve sorumlusunu bulmak zorundaydım.
Düpedüz bir cinayeti geride bıraktığım gerçeği de her an tenime batan bir iğne gibiydi, bunu o an geride bırakmamı sağlayan tek şey Barın ve bir insanın da orada ölebilecek olma endişesiydi. Özellikle de o gece davaya bakan polisler arasında abimin olması ve az kalsın ona yakalanıyor olmamı düşünürsek epey riskli bir işti bu. Ormanın da, kasabanın da, insanlarının da tuhaf olduğu gerçeğinin yanında kanaat geçirdiğim bir diğer gerçek, bu gizemli yerin çözülmesi gereken dosyaları altında bazı korkutucu gerçekler de bulunuyordu. İlk defa gece dışarı çıktığımdan ya da ormana teftişe gittiğimden değil, hissettiğim o korku çok başka bir şeydi. Daha önce tattıklarımdan farklıydı. Eve döndüğümde bile onu hissediyordum, lakin tam o an, yani o evin önündeyken ve o adamla konuşurken kalbimin durduğundan neredeyse emindim. Belki katil oydu, belki de değildi...bilmiyorum. Sonuç her ne olacaksa o adamın kimliğinin altında bile bir şeyler dolandığını biliyordum. Yani, bilmiyordum ama biliyordum da, önsezi diyelim biz buna.
Aniden değiştirdiğim kararımın sadece birkaç dakikalık düşünce halinden hükümünü sürdürmesinden yaşamın ne şekilde değişebileceğini anlamış, uyuşukça yürüdüğüm koridoru banyoya götürürken aynada gördüğüm yüzle beraber dudaklarım aşağı doğru yol çekmeye ulaşmıştı. Bir ara bir kız olduğumu kendime hatırlatsam iyi olurdu aslında, lakin şekil verilmesi gereken saçlar ve kuru bir cilt el değmek için can atıyordu. Sade su ile geçiştirdiğim bakımın ardından, havluyla yüzümü kurulayarak cansız yüzüm için üzerinde bir sürü vitamin yazan kremden parmaklarıma sürüp yüzüme dairesel hareketlerle sürdüm. Güzel kokuyordu aslında, bitkisel yağlar vardı galiba. Kremin etkisi yüzümü besleyip yağlandırınca aynadaki görüntüme yarım ağız bir gülüşle bakarak göz kırpıp banyodan çıktım.
Mutfağa doğru sessiz adımlarla yürüdüğümde tahminlerim beni tepetaklak etmişti, abim büyük bir kabı koluyla desteklerken çırpma teli ile yumurtayı çırpıyordu. Önce omzumu duvara, sonra gözlerimi gözlerine bıraktım. Dudağımın kenarı sola hevesle kıvrıldığında, memnuniyetli bir şekilde söze girdim:"Bu sabah erkencisiniz, Mahir Bey."
Başını kaldırdı, bana baktı ve gülümsedi. "Kahvaltıları yalnız yapmaman için bir saat erken kalktım."
"Benim için mi," Tezgahın dibindeki tabureyi çekip otururken, gözlerim kısa bir an yere savrulmuş dosyalarda dolaştı. "Sanki uyumamış gibisin, abiciğim."
Umursamadan çırptığı yumurtayı, yağ ile yanmış tavaya döktü ve pişme sesi kulaklarıma aktı. Soru sormamış olmam cevap vermeme halini uyandırmıyordu, abim cevap vermedi. Vermesi gereken bir cevap da yoktu aslında, çünkü ben olanları anlıyor ve yorumu düşünerek de yaparak gözlerimle olan şeyi anlatıyordum. Biliyordum, oradaydı ve yalnız başarısız ben değilmişim gibi geliyordu.
Sakin tutmaya çalıştığım sesimle,"Burada işler yolunda değil mi? Senden ilk dava için güzel bir akşam yemeği sürprizi bekliyordum."dedim.
"Boşuna hayallere dalma, güzelim. İşler zor. Dün gece bir kaçığın peşinde dolaştık ama muhtemelen olayın sonucu da bir yırtıcı vakası. Eve döndüğümden beri araştırma yapıyorum, hayatımda böylesi bir kusursuzluk bulamadım. Hayvanın kendisi bile iz bırakmadan kaçıyor."
Kaşımın tekini alnıma sabitledim ve,"Hayvan olduğunu nereden çıkardınız?"diye sordum, ilgili bir ses tonuyla.
Abim, o mütevellit bakışıyla yandan beni süzdü. Gözlerimi kaçırmadım ama sakin de kalamadım hani. Uzun bir solukla bana bakarken,"Hayırdır?"diye karşılık verdi. Sakin sormuştu ama yine de gerildim. "Konuyla alakan mı var yoksa?"
Hayır, bir an acaba gece beni görmüştü de lafı ilk benim mi söylememi istiyor diye düşündüm ama hayır...sadece bir ihtimal ile bakıyordu. Bende, dirseğimi tezgaha yaslayıp avuç içimle çenemi doldururken dudaklarımı büzdüm ve konuştum. "Haberleri gördüm. Tıpkı diğer haberlerin olduğu gibi bunun da kayıtsız kalacağını bildiğimden, olay tazeyken sorayım dedim. Ne derdim olacak yoksa, yeni okulum ve kasabam ile fazla yoğunum zaten."
Memnun bir ifade kısa sürdü, çünkü sözlerimin sonunda yüzü düşerken başını iki yana salladı. "Bilmiyorum, Hansa."diye mırıldandı abim. Yorgun gözleri pişmekte olan yumurtada ve benim üzerimdeydi. "Davalara bakıyorum ama hiçbirinden anlam çıkaramıyorum. Sorun bendeymiş gibi geldi ilk başta, paslandım mı acaba diye düşündüm ama bakıyorum yıllardır kimse dosyayı çözüp masaya bırakamamış. Arıyorum, sonuç yok. Bekliyorum, çözen de yok. Böyle giderse görevi bırakırım."
Onaylamaz bir mimik yaptım. Tabureyi devirerek tezgahın diğer tarafına, abimin olduğu yere gittiğimde o da bana dönmüş,"Olacak olan şey bu."diye açıklama yaptı, kısa da olsa fazlasını zaten gözlerinde görüyordum, lakin nasıl olabilirdi ki, çabalaması gerekiyordu. "Hayır, abi."diye itiraz ettim hemen. Susup kabulleneceğimi bekliyorsa, daha çok beklerdi. "Polis olmak için ne uğraşlar verdin sen, unuttun mu? Ben hep yanındaydım. Görüyordum. Davayı çözemiyor olman yapamayacak olduğun anlamına gelmiyor. Çözeceksin, zaman alır belki ama sonunda başarıyı bulacaksın. İndirme gardını."
"Emin değilim."diye fısıldadı, dahası gelmedi ya da sanki gelemedi.
Sadece iki kelimenin kalbime yaptığı tahribatı görmezden gelemeyerek ağzımı açtım. Bazı düşüncelerimi ortaya dökmem gerekiyordu. "Haberi bende inceledim. Bir yırtıcının yapabileceği bir şeye benzemiyor. İhbarı yapan kişi cesedin kadın olduğunu söylemişken, bunu bir hayvanın yaptığını nasıl düşünebiliyorsunuz? Belli ki ihbarı yapan da katil."
Abim,"Biliyorum."diye mırıldandı önce, sonra kısa bir an düşündü ve gözleri daldığı yerden koparken,"Aslında katilin ihbarı yapandan çok ihbarı yapanın yakını olduğunu düşündük. Gelen ihbarın ses kaydını dinledik. Çok soğukkanlı bir şekilde izah ediyor olayı ve yarısı parçalanıp kaybolan bir cesedi vahşice katleden bir insan ise, daha sonra ihbar yaparak kişi ne yakalanmak ister ne de bunu kendisi bu şekilde izah eder."diye açıklama yaptı.
Düşününce çok mantıklıydı. İlk başta şekillenen düşüncelerim kadar da mantıklıydı. Abim olduğundan bir kez daha emin olurken, kafamın içinde sorular şekil değiştirerek resmen evrim geçiriyordu.
Abim elini omzuma attı. "Sen konunun üzerine düşme. Derslerinle ilgilen. Senin durum için yapabileceğin bir şey yok, yorma yani kafanı."
Beni konunun dışına atarak uzaklaştırmaya çalışınca, dudaklarımı sola esnetip ocakta altı sonuna kadar açık olan ateşi ve yanıp kül olmak üzere olan omleti çenemle göstererek,"Bence sende fazla kafanı yorma, abi. Yanan tek şey omlet olmayacak yoksa."dedim.
İrkildi. Birdenbire dönüp ocağın altını kapattığında huysuzca homurdandı ve,"Hay Allah,"deyiverdi. O bakış, 'her şeyi berbat ediyorum' bakışıydı ve bana dönüp mahçupça,"Artık kafetaryada ye sen yemeğini. Bugünlük kahvaltı iptal olsun."diye konuştu.
Bir işi yaparken yapamadığı bir şeyleri düşünmek huyu olduğundan olsa gerek, bunu yapamamıştı. "Sorun değil."dedim. Çantamı alıp evden çıkmadan önce yanağına kocaman bir öpücük bırakıp,"Yaparız."diye mırıldandım. Biz ekini boşuna eklemediğimi düşünmüş olmalıydı ki, evden çıkarken arkamdan bu işte olmayacağımı filan söylüyordu. Ama ne fayda, ben çoktan daha abim olaya dahil olmadan bu işin üstüne düşmüştüm ve planlar kafamda dönüyordu.
Omzuma taktığım çantayla birlikte servise son beş dakikada yetişip hemen yola koyuldum ve servisin lastikleri yerde izler bırakarak mahalleyi terk ederken okulun izindeydik. Gece olanları düşünmek için neredeyse on dakikalık bir otobüs yolculuğu beni bekliyordu. Genelde, yani hep bu servise bindiğimde, oturduğum koltuk ortalarda camın dışından görebileceğim en geniş açıyı bana gösteren köşedeki o yerdi. Çantamı dizlerime koydum, ellerimle çantayı karnıma bastırıp gözlerimi dışarı çevirdiğimde iletişimden uzak düşüncelerin içerisinde iç sesimin esaretinde boğuluyordum. Gözlerimin önünde dolanan kareler karanlıktan ötesi değildi. Ağaçlar, rüzgar, polisler ve bulunamamış bir cesetin beraberinde bir şüpheli.
O adam kimdi? Bilmiyorum. Öyle berbat derecesinde köhne bir evin geç saatlerinde dışarıda olması tesadüf müydü? Bilmiyorum. Sonuç her neyse, o adamda hissettiğim korku ve gizemin ucu bir bataklığa gidiyordu. Bu yüzden araştıracaktım ve o bataklık bu cesetle ilgili ise de değilse de o karanlığın ne olduğunu görecektim. Bu bendim, araştıran.
Ağırlaşmış olan ve baktıkça gördüklerimden tereddüt ettiğim gözlerim üstünden yüzeysel bir şekilde geçtiğimiz ormanı seyreylerken kalbimde daha önce olduğunu sanmadığım, lakin artık orada hissini yaydığını fark ettiğm korkuyla atmaya başladı. Sadece ağaçların gür dallarını seçebildiğim ve 'Girilmez' yazısının son harfinin düştüğü toprağın üzerinde bir kedinin cesedi olduğu görebilmiştim. Birkaç dakika sonra hızlı bir şekilde okuldaydık. Servis mi hızlıydı yoksa düşünceler mi beni zamandan ayrı tutmuştu bilmiyordum, sonunda buradaydık.
Servisin camından okula bir süre kayıtsız bir surat ifadesiyle baktım, sonrasında araçtan inip okula gitmeye başladım. Bugün dersler Felsefe ile başlıyordu. Çok söz sahibi olmakta uğraşmadığım bu ders, beni, kişiliğimi bir anda çeker ve soru sorma iç güdüsüyle bütün tarihi araştırmaya iterdi. Bu yüzden, birçok ünlü düşünürün hayatını da uğraşlarını da öğrenmiştim ve yine bu yüzden, dersin en başarılı öğrencilerinden biriydim. Çalışmak biraz çaba gerektirir. Başarı ise çok dafa fazla çaba. Sonuç nedir? Zeka kullanılarak yapılan çalışmalar her zaman başarı getirir, aksine hiçbir zaman rastlamadım.
Okula girer girmez sınıfın girişinde Barın'ı bir oğlanla konuşurken gördüm. Gece kötüydü ve kolunun birini hafifçe sarsmıştı, bu yüzden içimde beni kötüleyen bir durum vardı ama okula gelebilecek kadar iyi olduğu için içim bir nebze rahattı. Bedenimi usulca onlara doğru çevirirken, neredeyse elimi kaldırıp ismini seslenecekken Aryan yolumu kesti ve,"Hey, görüşemiyoruz."dedi gülümseyerek.
"Üzgünüm, bir süredir derslerle yoğundum."
Tek omzunu silkerek,"Biliyorum..."dedi sakince. Aslında onunla konuşmaktan memnundum, sadece arkadaşları çoğunlukla erkeklerden oluşuyordu ve dost namına yanında dolandırdığı kızların arkadaşlarında da gözü olduğunu fark etmiştim. Uzun süreli bir dostluk beklemediğim için fazla konuşmuyordum onunla, yine de samimi olması bir iyilikti. Ben Aryan'ın bunu bile isteye seçtiğini hiç düşünmezken, bir yanının erkeklerle olan vakit geçirme isteğinin ilgi açlığı istemesinden olduğunu sanıyordum, lakin bu düşüncem yanlışsa da zamanla bunu öğrenirdim. Aryan,"Okula alışabildin mi?"diye sordu. "Okul fazla büyük değil neyseki, tabii kasaba da öyle."
"Çok uzun sürmedi. Fazla gezemeyeceğim sanırım."
"Neden ki?"
Beynime anılar hücum ederken,"Kasabada olan cinayetleri duymadın mı?"diye sordum gözlerimi sözlerimden sonra okul panosundaki afişlere çevirerek. "Dün gece bir kadın öldü. Kasaba açıklarında gezmenin mantıklı olacağını sanmıyorum."
"Boşver,"dedi gülerken. "Kasabaya bakma sen, hep bir olay oluyor. Kimse çözemedi. Bana bakarsan, bunları düşünmeden gezmeni öneririm yoksa burada kaldığın süre boyunca okul ve ev dışında hiçbir yere çıkamazsın."
Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Öyle mi?"
Gözlerim merakla parlarken, beynime şüphe tohumları şimdiden ekilmişti. Ölümden ve olası bütün tehlikelere karşı gardını indirerek bu kadar kolay bahsetmesi basbayağı epey bir merak ışıltısı ve soru işareti canlandırıyordu kafamın içinde. Aryan...hayır, sanırım olamazdı. Ya, olursa? O zaman önlem almak gerekmez miydi?
'Saçmalama'dedim kendi kendime. Bir süre yüzüne bakakalsam da, son sözümün üzerine bilmiş bir bakış atarak yanımdan ayrıldı. Sırtına devirdiğim bakışlarım, o, Edebiyat sınıfına girene kadar devam etti. Gecesinde şüpheli bulduğum yabancı adam, sabahına şüpheyle bilincimi sarsan okuldan bir kız. Kafayı sıyırmam için yeterli bir alan verilen yerdeydim, daha neler olabileceğini gerçekten tahmin etmek istemiyorum.
Düşünceli bakışlarım panolarda, insanlarda ve herhangi bir iz bulma umuduyla her yerde dolanıyordu. Sonunda sınıfa girdim. Doksanlardan kaçmış gibi giyinen bir kızın arkasına oturduktan sonra, defterimi açıp dersin ismini kenara not ettim. Bugün sorgulama günü olabilirdi, lakin biraz sonra başlayacak olan tartışma olası bir dersin tam ortasına doğmuş bir bebek gibi tazeydi. Neyi sorgulardık bilmiyordum ama, Barın soluma oturduğu an sorgulayacağımız şeyin birçok şey olabileceğini anımsadım. O, iyiydi. Emindim bundan. Samimice bana gülümseyip kitaba döndü, hemen sonra öğretmen içeri girmeseydi epey uzun bir sohbet geçerdi aramızda.
Öğretmen cılız bir adamdı. İnce çerçeveli gözlükleri, kravatı sıkı bağlanmış bir gömleği ve küçük gözleri vardı. Sürekli koridorlarda elinde bulundurduğu kitabı masaya bırakırken gördüğümde, sınıfın ortasında birkaç adım atarak,"Evet,"dedi harfleri uzatıp biz, öğrencilerine bakarak. "Bugün sınıf oldukça kalabalık. Son üzerinden geçip üstünde tartışma yapamadığımız denge hakkında biraz konuşalım."
Sınıftan bir erkek öğrenci elini kaldırdı ve söz aldı. "Denge, bizleri yaratan İlahımızın gücünü de takdir ettiğimiz bir konudur, öğretmenim. İyilik ve kötülük karşıtı gibi birçok şeyden örnek verilebilir. Sormak istediğim soru, kötülük dünyayı böyle kötü etkiliyorsa İlah bunu neden yaratmıştır?"
Öğretmen parmağını şaklattı. "Harika!"
Tartışma büyürdü, lakin bunun basit bir şekilde soruyla taçlandırılıp sessiz bırakılması mümkün olamazdı. Sınıfta küçük bir sessizlik oluştu. Bu sessizlik ben elimi kaldırana kadar devam etti. Onlara fizik teoreminden başlayarak bunu inanca bağlayacağım konuşmamla açıklayabilir ve herkesi ikna da ederdim, lakin ufak bir problemimiz vardı, ders saatimiz buna yetmezdi. İnanç büyük bir konudur. Kişiler bunu birçok şeye bağlar ve benim sonucunu gördüğüm bu tartışma gibi her şey inançla bağlantılıdır.
Sınıfta benden başka iki kişi elini kaldırmıştı ve ben, henüz yeni olduğum için başka öğrencilerin kendi inançlarını da öne katarak konuya dahil olmalarını izledim. Bu sırada Barın sabırla bekleyişimi, ayağımın hareketlilikle kıpırdamasını dikkatle seyrediyordu. Bir kız konuyu imkansızlığa bağladı. Mantığa tersti ona göre, İlah nasıl olurdu da kötülüğü insanlığa makul bir şey gibi düşündürebilirdi? Ancak diğer öğrencilerden birisi bunu makul gördü, çünkü ona göre her şey bir dengedeydi ve kötülük de olmalıydı. O açıdan bakıldığında doğruydu, lakin her doğru gerçek değildir ve bu ikilemin mantığını kavramak için kafa patlatmak gerekir.
Konuşmaları dinleyen ve sessizliğini koruyan öğretmen, istifini bozmadan kaldırdığım elime odaklandı ve çenesiyle bana izin verdi. Ayağa kalktım, söze girmeden önce boğazımı temizledim. Bu konuşmalara gerçekliği hatırlatmam gerekiyor gibiydi. "İlah, Tanrı veyahut Allah olarak hitap ettiğimiz yaratıcı kötülüğü emrediyor mu, açıkçası bundan emin değilim. Birçok bilim adamı da bunun hakkında açıklama yapıyor, lakin gerçek açıklamayı insanın beyni zaten yapıyor. Şunu sormalıyım, karanlık ne zaman ortaya çıkar?"
"Hava kararınca..."derken sesindeki tereddütlüğün altında ininden kaçmış bir anlamsızlık resmen göz kırpıyordu. "Konuyla ne alakası var anlayamadım. Üstelik, herkesin ayrı bir düşünce anlayışı vardır. Bütün insanların yorumları gerçek olamaz."
"Karanlık yalnızca aydınlığın yokluğunda ortaya çıkar." Sözlerim, son sözlerinin sonrasında ilgisizce sadece konuya odaklanarak sürdürülmüş cümlelerden ibaretti. Öğretmen duruşunu değiştirdi, bunu ayağına verdiği ağırlığı diğerine vererek yaptı ve dikkat kesişiyle bende devam ettim. "Olumsuz olan bütün şeyler, diğer şeylerin yokluğundan var olur. Bizim yaratıcımız, bizim kötülüğümüzü düşünmez. Biz yaratıldık, amacımız bellidir ve kötülük dokunursa eğer, bu sadece bizim irademize bağlı kararlarımızdan olur. Üstelik bir söz vardır, muhtemelen bu da tartışmaya son noktayı koyar efendim; Kötülük, insanın kalbinde Tanrı sevgisi bulunmadığında ortaya çıkar."
Barın, yüzümü bilmiş ve muzip bir ifadeyle şekilden şekle evrimleştirmesine alttan alttan sırıtırken ben yerime oturdum. Konuya son noktayı sözlerimle koyduğumu ise, konunun değişmesi ile anlamıştım. Elimi Barın'a uzattım, ellerimiz çarpıştığı anda yandan bakıp göz kırptım. Bu konuda kazanan bendim, lakin kazanmak istediğim olaylar çok daha büyüktü.
Ders boyunca sadece anlatılanları dinledim. İlgimi çeken konudan sonra yapabileceğim tek şey bu olmuştu, çünkü beynimi kurcalayan sorulardan da başka ortaya çıkan soruları dinleyerek baş çıkabilirdim. Ders bittiğinde, öğretmenin memnuniyet ifadesine bakıp yönümü dışarıya çevirip sınıftan çıkarak Barın'a yetişmeye çalıştım. Bir erkek olduğu için mi yoksa başka bir şeyden midir, çok hızlı yürüyordu.
"Dursana,"dedim, nefes nefese kolunu tuttum. Neyseki merdivene çıkmadan durmuştu. "Yetişeceğim diye koştum, soluk soluğa bıraktın beni. Konuşmayacak mıyız?"
"Dün hakkında mı?" Düşünürmüş gibi yaptı ve bana baktı. "Hayır."
Merdivene bir adım attıktan ve kolundan elim çekilmek üzereyken,"Evet!"dedim. Hızla onu yanıma çektim ve sırtı duvara yaslanırken karşısında durdum. Gözlerinin içine bakarak konuştum. "Gece birdenbire kayboldun. Vakit kaybetmeden yanına geldim zaten, sonra evlere döndük. Seni riske atıp beraber cesedi aradığımız için üzgünüm ama yapmam gerekiyordu, Barın."
"Beni bulman tam on sekiz dakikanı aldı, Hansa!"dedi gözlerini büyüterek.
"Peki." Derin bir nefes verdim. Bir adım yaklaştım ve kısık bir sesle,"Polisler cesedi araştırmaya çıkmışlardı ve aralarında abimi görünce panikleyip kaçmaya başladım. Sonra bir ev gördüm. Bir adam vardı. Ürkütücüydü, tamam mı? Hareket edip konuşmam bile beş dakikamı aldı."diye konuştum.
"Hangi adam?"
"Bilmiyorum!"
Bir süre düşündü ve,"Ev mi dedin sen?"diye sordu tuhaf bir şekilde kaşlarını kaldırıp, hemen sonra ağzını oval bir şekilde açarak. Alnına vurdu, Barın. "Hadi be! Adam ne söyledi sana? Konuştunuz mu?"
Merakını ve heyecanını görmezden gelmeye çalıştığım sırada,"Pek konuşmadık."dedim ve sonra ensemi kaşırken,"Sadece tekrar gelmememi söyledi bana."diye cevap verdim.
"Hemen gitmeliyiz."
"Ne?"
Konuşmak üzereyken merdivenlere akın eden sporculardan sonra kolumdan tutup beni çekiştirdi ve bahçeye çıkmaya başladık. Yüzüme bakmadan,"O adamı tanıyor olabilirim."dedi ve devam etti. "Ormanda karşılaşabileceğin tek bir ev var ve orada görebileceğin, o saatlerde özellikle de, tek bir insan var. Ilgaz Ferhan'ı görmüşsün kızım sen."
Kaşlarımı çattım. "Kim?"
Yüzüme bakıp yine sakince cevapladı. "Yıllar önce ormanın büyük kısmını telef eden yangının sorumlusunun ucunun dokunduğu bir ailenin hayatta kalan tek ferdi."
Barın'ı kafamda sakin, kendi halinde ve basketbol maçlarıyla kızlara hava atan tipik bir ergen çocuk olarak görmüştüm ama bu konu üzerine okuldan çıktığımızı fark edince fazlasının da olduğunu anlayabiliyordum. Sorun değildi, burada her yer, her bina zaten ormana indiği için ormana girişimiz bi' beş dakika bile sürmedi. Okula ilk geldiğim gün yangın konusu ilgimi çekmiş olabilirdi, lakin sonrasında üstüne düştüğüm ceset olayından sonra karşılaştığım adamın da bu konuda darbe aldığını asla düşünemezdim. Aslında, biraz düşündükçe, her şeyini kaybeden bir genç bütün riskleri almaz mıydı? Bilmiyorum, her şey idealmiş gibi geliyordu. O Ferhan, Aryan...hatta okuldaki herkes bile olabilir.
Nasıl gözüktüğümü bilmiyordum ama kafası karışmış olmalıydım. Kasabaya geldiğimizde ilk derdim arkadaşlar edinip bunu en azından lise bitene kadar sürdürmekti, lakin şimdi bakıyorum da, elde ettiğim arkadaşım ile meraklısı olduğum cinayet için şüphe ettiğim adamın inine doğru tedirgin bir şekilde yürüyordum. Korkuydu, değil mi? Hissettiğim şey buydu. Her adımımda kafama balyoz iniyormuş gibi hissettiğim ve düşüncelerimi değiştirip duran o şeyin sürekli tüylerimi ürpertmesi normal olmamalıydı. Hayatım boyunca, abimin davalarında da dahil birçok gizem ile ilgilenmiştim ama bu ormana girdiğim ve çıktığım andan itibaren içimi zorlayan korku ve kasvet daha önce hiç bu kadar baskın olmamıştı. Yabancısı olduğum, çevresini keşfetmediğim ve ilk dışarıya çıktığım gün başıma dert aldığım bu orman boğazıma ateşten bir ip sarar gibiydi. Sertçe yutkundum, adımlarımı hızlandırdım ve Barın'ın sözlerine kulak verdim."Çok uzun zaman önceymiş. Annem anlatırken duyardım. Ferhan'lar kasabada ismi en çok duyulan dahi insanların soyunun geldiği bir aile. Kasaba için epeyce çok buluş getirmişler. Nedeni nedir bilmiyorum ama bir şekilde yangın çıkıyor ve bu yangın ormanın büyük bölümüyle beraber onların evini de yakıyor. Aslında yangın onların evinden çıkarak ormana dağılıyor, ama yangın o evi yok edemedi. Gördüysen hala duruyor ve biraz kötü görünse de hala sapasağlam. Çok söylenti dolaştı, evin yapısında güçlü çeliklerin kullanıldığını filan söylediler ama gerçek her neyse bu soy epey ince iş ile işlemişler evi. Sonucunda ev küçük çocuklarına miras bırakıldı."
"Onların yaptıkları şeylerin durdurulması için nesillerinin tükenmesini mi istediler dersin?"
Tek omzunu silkerek,"Bilmiyorum..."dedi ve sonra bir ağacın gölgesinde durarak karşısına aldığı eve baktı. Bu, gece benim korkular içinde titreyerek o adamla konuştuğum evdi. "Neyi temenni ederek yaptılar ise, sonucunda o küçük çocuk ölmedi ve ailesinin acısıyla hala yaşıyor. Büyük bir canavar yarattıklarından eminim."
"Canavar?"diye sorarak baktım ona.
"Evet. Her şeyini kaybeden birinden merhamet ya da ona benzer herhangi bir duygu bekleyemezsin, Hansa. Üstelik kayıpları gözleri önünde alındıysa asla bekleme."
Sadece bakışlarla tartışmaya girildiği ve kelimelerin kifayetsiz kaldığı tam bu noktada, bakışlarımı eve çevirmişken bir polis aracının evin önünde durduğunu fark ettim. Ne zamandır oradaydı emin değildim ama o araçta olan kişinin abim olduğundan emindim. Bu adam her adımımı sinyal ile takip eder gibi olay yerine gelmesi normal miydi? Vücudumu usulca ağacın dibine sakladım. Konuştuklarını duyamıyordum, belki dudaklarını okurdum. Biraz eğitimim vardı.
Kızıl bir adam aracın başında sigarasını söndürdüğü sırada, abim el kol hareketleri eşliğinde karşısındaki yabancı adama bir şeyler anlatıyordu. Yüzü bana doğru dönük olsaydı ağzını okuyabilirdim, yalnızca Ilgaz Ferhan'ın,"Bilgim yok."diye mırıldandığını gördüm. Evet, o adamı cinayetle suçluyorlardı ve muhtemelen benim düşündüğüm şeylerin üzerinde iz sürüyorlardı.
Barın kulağımın dibine eğilip fısıldadı. "Duyuyor musun, bıcırık?"
Abim alnını kaşıdı. Sıkıntılı olduğunu diğer ayağına ağırlık vermesinden ve elinin tekini beline koymasından fark ederken, her ne konuştuysa Ilgaz Ferhan kaşlarını çatarak,"Kanıtınız mi var? Eğer öyle bir şey varsa kelepçe takın yoksa da benim bilgim olmadığı zaten açık, zamanımı çalmayın memur bey."diye konuştu.
Pekala, adamın zeki olduğu belliydi. Kanıt yoksa sorgu da yoktu tabii. Akıllıca. Abimin yerinde bir memur olabilseydim sorabileceğim ve ağzından alabileceğim çok daha fazlası vardı da zaman uyuşmuyordu işte.
Barın,"Hansa...?"diye fısıldadı.
Bakışlarımı yavaşça onlardan çektim ve Barın'a doğru baktığımda ayağını bastığı yere iğrenerek, yüzünü buruşturarak baktığını gördüm. Omuzlarını kaldırmış, bakmamaya çalıştığı yere karşı midesinin kalktığını gösteren hareketler yaparken,"Bulduğumuzu söyleme sakın."dedi yüzünü eğip bükerek.
Tam ayağının bastığı yer toprakla kapatılmış bir çukurdu ve toprağın altında bir ayakkabı bağcığının ucu görünüyordu. Gece gelmiş olsaydık göremezdik. Bir gün önce bulamadığımız şeyi, bir gün sonra aramadan bulmuştuk.
Barın,"Bu ne ya!"derken, elleriyle yüzünü kolunu silerek omuzlarını titretti. Hemen arkama doğru geçti, her an ceset ayaklanıp boğazına sarılacakmış gibi benden medet umuyordu. "Kahretsin,"diye fısıldadı. Sesi kulağıma akıyordu. "Ara ara dur, bulama. Aramadan o bulsun seni. Nedir bu, büyü filan mı? Ben korkmaya başladım."
"Neyi çok istersen o seni bulurmuş."
Kafasını hafifçe yana yatırıp,"İsteye isteye bunu buldun? İnsan bi' para, huzur ya da pasta filan ister...ceset ne ya?"dedi.
"Korkma."dedim ve omzunu elimle sıkıp güç vermeye çalıştım. "Ben yanındayım."
"FBI misin sen? Bu soğukkanlılık nereden geliyor? Bak, eğer o hortlarsa filan ben bir şey yapamadan bayılıp giderim buraya. Bekle, abinler burada zaten, onlara haber verelim."
"Saçmalama,"dedim, burnumdan verdim nefesi. "Abimler bulacaksa biz niye düştük ki cesedin peşine? Burada dur, ben bakıyorum."
Adımlarım yaklaştıkça, burnuma dolarak ciğerlerime inen kanın kuruyan o kötü kokusu midemi allak bullak etmeye başlamıştı. Çalıların arasından bir dal parçası aldım ve toprağın fazlasını kenara çekerken çok fazla toprakla kapatılmamış olan cesedin görünen tarafı gözler önüne serilmişti. Bu alt kısmıydı, zira zaten ceset çırılçıplaktı. İhbarda belirtildiği gibi bir kadın bedeni, tam göbek kısmından ayrılacak şekilde yarım bırakılmıştı. Bu caniliğin sebebini yapan her kimse merhamet hissini taşıyor olamazdı. Ona deli de diyemezdim, bu vahşetti.
Başımı çevirip Barın'a baktım. Sonrasında gözlerimin ulaştığı yere benimle birlikte baktı. Polisler gidiyor ve Ilgaz Ferhan onları evinin önünde izliyordu. Bakışları, o geceye yakışan siyah bakışlar ise usulca tam da olduğumuz yere ve benim gözlerime ulaştı. Bedenimin ayazlı bir gecede kalmış gibi titrediğini hissediyordum. Bana bakıyordu, gözlerimin içine. Buraya geldiğimi görmüştü. Saklanmıştık ama bunu becerememiştik.
Abim beni bu olayla benzer birçok olaydan uzak tutmak için çalışmıştı ama ben bu olaylarda izleri süren ve çözen kişi olmak için onu izleyebildiğim kadar izlemiş, lakin gizliden gizliye yaptığım çalışmaların çabası istediğim başarıyı vermemişti bana. Şu anda, eğer cesedi bulmanın yanında yakalanmamanın da verdiği sevinci yaşasaydım o başarıyı tadabilirdim. Başarısızlığımı bağırıyordu o gözler. Nefret ettim bundan.
Uzun bir süre gözlerimi sertçe süzdükten sonra sadece dudaklarını kıpırdattı ve,"Gelmemeliydin."diye mırıldandı. Kafamın içinde dün geceki sözleri ile şu anda dudaklarını okuyabildiğimi anlamasıyla sarf ettiği sözler dolaşırken beynimden vurulmuşa döndüm. Elimden dal cesedin üzerine düştü ve ben yavaşça ayağa kalktım. Galiba yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu, çünkü baş şüpheli konumundaki adam artık tamamen beynimde katil konumunda bürünmüş haldeydi. Barın'ın onu canavar olarak adlandırması, cesedi onun evinin yakınlarında bulmam ve bana olan bu bakışları birçok düşünceye ev sahipliği yapmamı sağlıyordu.
Bu sefer arkasını dönüp giden, sessizliğe bürünen ve ağaçlar arasında kaybolarak izini kaybettiren, karanlığın içinden çıkmış gibi az sözleriyle çok şey hissettiren o adam olmamıştı. Barın beni takip etti, ben ise geldiğim yere varma umuduyla yolculuğa çoktan atılmıştım.