Hareket ettirdiğin her piyon, korumakla hareketsiz bıraktığın son hamleni şah ve mat edebilir.
Belki durum bundan ibarettir, görmemize rağmen inanmadığımız birçok şeyin sonucu ölüme ulaşması için son bir hamleyi bekliyordu ve kaderin ağına kısılı kalmış düşünceler gün yüzüne çıkmayı imkansız görüyordu. Gözlerimin gördüğü her kare çok uzak, fakat anılara kaydedilen duyguları aratan acılar çok yakındı. Diğer yandan, görmek istemediğim şeyler tam karşımdaydı. Bir çift izleyici göz, tamamen siyah olmamasına rağmen karanlığı hissettiğim ev ve yeni söndürülmüş sobanın ateşli kokusu. Yakılmış bir evin içinde, hala dipdiri yaşayan bir mucize ileydim.
Burada bir başkası olsaydı aynı şeyleri mi hissederdi yoksa dejavunun kendisi miydi buna yol açan şey?
Bir anda beynim soluklandı. Bir başkası olsaydı burada olabilir miydi?
Bakışlarım Ilgaz ile buluştuğunda, kulaklarıma on dakika öncesinden yağmaya başlayan yağmurun uğultulu sesleri doluyordu. Siyahla lacivert arasında çok yakın bir arafta duran gözlerine baktığımda yaklaşmaktan çekindim, sadece sustum ve evi incelemeye devam ettim. Polisler hala araştırma yapıyor olmalıydılar. Özellikle de abimin içlerinde olması ürkütücüydü. Ilgaz'ın arkadaşım demesi ve abimin onu tanımasının yanı sıra, abimin onu benden uzaklaştırmaya ve beni ona karşı korumada tutma iç güdüsünün nedenini öğrenecektim. Gerçek bir neden olmalıydı. Bir o kadar haklı bulduğu birinden kız kardeşini neden korumalıydı ki? Ya yaralanmamdan korkuyordu ya da ölmemden? O zaman da bu Ilgaz'ın kötü biri olduğu anlamına gelmez miydi? Hissettiğim belirsizlik süreklilikle soru işaretleri doğururken, ağzımdan küçük bir soluk fırladı ve duvarla bağlantılı büyük aynanın dibindeki masanın üzerindeki süs eşyaları içindeki resimlere baktım. Eskiye ait, üzeri hala tozlu fotoğraflardı. Hiçbirinde toplu fotoğraf yoktu. Tek bir karede Ilgaz ve yanında cılız bir adam gülen halleriyle çekilmişlerdi. Yanındaki adam buğday tenli, mavi gözlü ve uzundu. Bakışları bir avcı gibiydi. Ilgaz ile farkları ise, Ilgaz yetişmekte olan bir avcıydı ona göre.
Tenime yapışan saçlarımdan reflekslerime yayılan çizgiden korku su gibi akıyordu. Bir saniye sonrasını ön göremediğim zamanda, Ilgaz bir adım geriden beni takip ederken pencereye yaklaştım. Pencere camına sıçrayan yağmur damlaları arkasından dışarıyı seyretmeye başladım. Polisler görünmüyordu. Ya buraya uzaktalardı ya da buradaki aramaları çok kısa sürmüştü. Kötü hisleri büyütmeye başladığımda onları sıfıra indirecek birileri olmuyordu benimle, yalnızca unutmamı söyleyen insanlar görüyordum. Yanan ama kaybolmayan bir evin içinden dışarıya bakarken içimin burkulduğunu hissettim.
Ilgaz, bir adım geriden sıyrılıp yanımda durduğunda artık gözlerimin odağında bir yerde durabildiğini görüyordum. Kolunun teki duvara yaslandığında bana bakıyordu ve sessizliği bozan ilk kişi olarak,"Yanlış adımlar atmaktan ne zaman vazgeçeceksin?"diye sordu, sesindeki o sinir bozuculuk damarlarımda akan kanın hızlanmasına ve kaynamasına neden olmuştu.
"Umurundaymış gibi beni sorgulamaktan ne zaman vazgeçeceksin?"diye sordum aynı tonlamayla.
Isırgan bakışları sinirle coşmakta olan gözlerim üzerinde tepinirken küçük bir gülme ifadesi belirdi dudaklarında. "Orada yaralanırdın ve abin seni bulduğunda başında bakıcı olarak işlerini sadece bakıcı olarak iyi yapabilen bir memura emanet edecekti seni."dedi, sorumu ırgalamadan. Sorularıma yanıt gelmeyeceğini anlayınca pes ettim ve onu dinledim. "Cesedi buldun. Beni suçlamadın ya da ihbar etmedin, olayı abinin duyması için onun bulunduğu şubeye adres verdin. Gerçeği mi öğrenmek istiyorsun abini burada bir numara komiser yapmak mı? Derdin nedir çok merak ediyorum, Hansa."
Göğsümde damar gibi atan panikliği görmezden gelmeye uğraşarak, omuzlarımı dik tutar ve sesimin sert çıkmasına özen göstererek dudaklarımı araladım. "Meraklarının bütünüyle benimle ilgili olması fazla kuşkulandırıcı. Abimi yüceltmek isterim veya gerçeği öğrenmek, bundan sana ne? Katil olsan sen değilsen neden ilgileniyorsun?"
"Olaylar benim çevremde dolandığı için olabilir mi?"
Yanmakta ve bitmek üzere olan alaycıl bir mum gibi tükeniyordum. Doğru olabilirdi, belki de büsbütün dediği her kelime gerçeğin ta kendisiydi ama tabi ben buna inanmayı seçmek yerine inkara başvuracaktım. Ağzımın içinde gözlerimdeki gibi suskunluk vardı. Geri çekilmek istemiyordum, durup sonuna kadar ne olduğunu çözecektim.
Sonuçların belirsizliğini yok edecek detayları bildiğini anlayabiliyordum. Gıcıklıktan değildi söylememesi, yalnızca bir şeyi koruma derdindeydi. Asıl soru buradan sonra gün yüzüne çıktı. Kimi koruyordu?
Sessizliği kabulleniş olarak algıladığında, usul adımlarla gidip koltuğa oturdum ve hala harareti bitmemiş olan son demlerindeki sobanın sıcaklığını yüzümde hissettim. Bir alev harlanıyordu düşüncelerimde. Bütün düşünceler tek bir noktada toparlandığında sertçe yutkundum ve bakışlarımı önümde durmakta olan sehpaya bir fincan indiren adamın üzerine kilitledim. Misafiri mi olmuştum şimdi? Oysaki daha çok yakın bir zamanda şüpheyle bakıyordum yüzüne. Hala şüpheyle bakıyordum ama biraz önce beni kurtarmasından mütevellit sert tavrım yüz seksen derecelik bir dönüşle yumuşamıştı.
Bir demlik ve demlik altıyla döndüğünde fincanımı çayla doldurdu. Bir an yaptığına şaşırdım. Yanıma, az bir mesafeyle oturduktan sonra sessizce fincanı almamı bekledi. Tek yapabildiğim ondan bir yudum alabilmekti. Çok sıcaktı, ağzımın içinde tuttum bir süre ama yanmış bir dil ile dişlerimi sıktım. Gözlerimi gözlerine çevirdim, fincanı aldığım yere indirirken ilk kelimelerin benden çıkacağını bakışlarımdan sonra her ikimizde biliyorduk. "Burada nasıl yaşıyorsun?"
Ilgaz, bir an afalladı ve tepkisini ortaya koymasıyla saniyeler içinde sol kaşı alnına kıvrıldı. "Neden sordun?"
"Böyle bir yerde,"dedim, hemen gözlerim işaret edercesine evi gösterdi. Mantıksız bulduğum aşikardı, fakat o bunu normalleştirmiş gibi görünüyordu. "Yanmış bir ev. İçini düzenlemişsin ama dış kısmından hala kazanın lekeleri var."
Konuşmaya devam edecektim belki. Son verdiğim solukla, lafımı alıp,"Kaza?"diye sorguladı. Gülercesine suratıma baktı. "Kimden duymuşsan yalan söylemiş. Bu kaza filan değil. Öyle olsaydı o gün bu evin içinde bende diri diri yanardım."
Diri olmak?
Bu lafı öylesine söylemiş olmasını umsam da iç sesim öyle olmadığını söylüyordu bir yandan. Diri diri yanmak...acıtırdı değil mi? Elbette acıtırdı. Hem fiziksel hemde ruhsal anlamda yanardın, fiziksel yanan ölenler ruhsal yananlar geride kalanlar. Sanırım ikimiz arasındaki tek ortak nokta da bu olabilirdi. Geride kalanlar olarak biz yanmıştık ve hala o enkazın emareleri geçmemek için anıları beynimizde dolandırıyordu.
Önce küçük bir kıvılcım oluşur, ardından o kıvılcım bir ateş parçasına dönüşüp yangına ulaştığında koca bir geçmişe yuvarlanmak için çığlıkları savururdu. Her zaman öyle olur. Son hatırlayacağınız şey pencerelerden yanmış elini uzatan ailen ve kime ait olduğunu bilemediğin feryatlar.
Sert bir yutkunuşla konuyu orada kapatmak istedim. Ilgaz kaçırdığım bakışlarımda her neyi gördüyse ufak bir tebessümle başını eğdi, elleri birbirine kenetlendi ve,"Anladın."diye fısıldadı. Burukluğum arttı ama sesi dinmedi. "Kaç yılıydı tam hatırlamıyorum ama uzun süre gazeteler yazdı. Bardo en işi elinde memurlarını kaybetmesinden ziyade, ev ile beraber kıymetli evrakların yanmasından da bu olayı büyüttü. Anneniz ve babanızın ellerindeki evraklar bu kasabadaki aptal zeki insanları cezalandırmak için oldukça elverişliydi."
"Onları tanıyor musun?"diye sordum, sesimdeki bu şaşkınlığı olduğu gibi önüne sermekten çekinmeden.
Başını salladı. "Belli belirsiz yüzlerini bilirim. Hatıran var mı desen, yok. Bilgin var mı desen, çok."
Gözlerim doldu, kalbimin kırıkları göğsümün kuytusunda zorlukla toparlayıp sesimi bulmaya çalıştım. "Evet,"dedikten sonra beceriksizce hemen sesimi temizledim ve devam ettim:"Abim de sizi tanıyor."
"Aynı kaderleri farklı senaryolarla paylaşan en küçük çocukların birbirlerine rast gelmemesi mümkün olmazdı zaten, değil mi?"
Sorudan uzak, gülümseyerek mırıldandığı cümleyle bir süre gözlerinin içinde soluklandım. Doğru söylüyordu. Düşündükçe bu benzerlik bir çileye dönüştü. Yanan evler, içinde diri diri küle dönen insanlar ve ardından yalnızlığa mahkum kalan küçük çocuklar...trajedi.
"Farklı senaryolar..."diye belirttim. "Benim abim var ve her şeye karşı bilinçli olanlar yalnızca sizsiniz. Buradaki benzer kişiler de siz olursunuz."
Ilgaz, yavaşça koltuğa sırtını yaslarken,"Sözlerine hükmeden düşünceyi bilmek isterim,"dedi, kolunun tekini koltuğun köşesine uzatmadan önce. Gözleri gizemli bir tavırla kısıldı ve belli belirsiz dudakları düz ifadesinde duruldu. "En küçük çocuklar biziz. Yangına şahit olanlar biz. Mahir'in yangın zamanında seninle olmadığını bilmediğimi düşünüyorsun galiba."
Sele tutulmuş narin bir yaprak gibi titreyen sesimle,"Nerden,"diye fısıldadım. "Nasıl biliyorsun?"
"Bilmememi isterdin?"
Sırtımı dikleştirip vücudumu ona doğru çevirdiğimde,"Nerden bildiğini öğrenmek isterdim."dedim. Gözlerimi gözlerine diktim. Ufak bir anlaşılası belirti aradım ama karşımda avcılık statüsünden üstün bir avcı olduğunu hissiyatını kaybetmişçesine gözlerimin içini izleyen adama uzun bir süre baktıktan sonra anladım. Gözlerinde hiçbir şey göremedim.
Doğru kelimeleri saniyeler içinde bulmuş olarak,"Bu da benim sırrım."dedi.
Mevsimlerden kıştı ve sabahtan bahçemize yuvarladığım kardan adamın kendisi eriyordu. O soğukluğu, yabancı bir adamın beni sokağa sürüklemesiyle hissetmiştim. Kardan adam erimezdi, havanın soğukluğu onu buza bile çevirebilirdi ama ateş bir anda öyle büyümüştü ki harındaki sıcaklığı hisseden tüm karlar bir su olup çıplak ayaklarıma akmıştı. Anımsıyordum. Vücudumu sardığında o soğukluk, sehpadan fincanı aldım ve o sıcaklığı avuçlarımın içinde hissetme isteğiyle yanıp tutuştum. Vücudum sıcaktı, içimdeki kız çocuğunun bir köşede titreyerek sıcaklığa muhtaç olması ise beni geçmişe sürüklüyordu. Beynim parçalanmış zemberek gibi paramparçaydı. Odanın sıcaklığı ve çayın yakan sıcaklığı avuç içimi terletip yaksa bile, hiçbir şey hissetmez gibi daha fazlasını istedim. Titreyen kız çocuğum, feryat eden annesine sel olmak için açtığı muslukları ile bulmaya çalışıyordu.
Ilgaz elini koluma uzattı. Tenime dokunduğunda kaskatı kesilen bedenim irkildi, kendimi çekerken gözlerinin içinde durakladım. O da bana bakıyordu. "İyi misin?"diye sordu hemen sonra. Bakışları bir bakıcının içindeki iyiliği görme hissiyatı gibi beklenti içerisindeydi. Geri çekilişim elini geri çekmesi için tavır edinse bile, birkaç saniyede fark ettiği şeyi dillendirdi. "Sıcaklamışsın."
Sıcaklamak mı? Donuyordum ben.
Bacaklarımı içten içe hissettiğim soğukla birbirine sürterken, onun sözleri ile fincanı sehpaya indirdim. İçimde anımsadığım şeyleri görmesini istemedim. Göremeyeceğini bildiğim halde şiddetle şüpheye düşmüştüm. Yutkundum, ellerimi birbirine kenetledim ve sonra ayağa kalktım. Şaşkınlığı gözlerinden okunurken, yalnızca gitmek için sokak kapısına kısa bir bakış atıp ona döndüm. "Abimler gitmiştir. Burada daha fazla kalmama gerek yok."
Ayaklandı. Karşımda bir kaya parçasını andırırcasına dimdik durdu. Uzun ve kalıplıydı bedeni. Sert ve keskindi yüzü. Onu gördüğüm ilk andan itibaren bu sertliği indirgeyen tek şey geçmişin zalimliği olurmuş. Şimdi yüzünün keskinliği değiştirmeden gözlerindeki yumuşamayı sağlayan şeyin bunun olduğunu fark ettim. Ilgaz, köklerinden ayrılan bir yaprak parçası kadar yalnız ve olmak istediği yerin çok dışına itilmiş birisiydi. Daha önce görmediğim bu gerçek ise bir ortaklık daha sağlıyordu. Benim görmesini istediğim benzerlikten ötede, bu saçmalığın ötesinde beliren ortaklık kafamı kurcaladı. Sonuç yoktu, bu başlangıç olmalıydı.
Bakışlarımı tekrar sokak kapısına iteledim. Abimin gerçekten gidip gitmediğinden emin değildim ama uzun bir süre onunla beraber olma düşüncesi ağır gelmişti. Burada kalmak istemiyordum. Daha önce feryatlara tanıklık etmiş duvarlar, küllenmiş çelik duvarları kaplayan beton parçaları...çok kabaca. Düşünceler birdenbire içimi titretti.
Birkaç adım gittim. Varlığını arkamda hissettiğim Ilgaz, sokak kapısınım kapı kolunu tuttuğum anda elini kapıya bastırarak buna engel oldu. Ilgaz'a baktığımda gün ışığının kaybolduğu kuytuda yüzüme bakarak,"Sokağa çıkma yasağı var."dedi. Beynime düşen bilinçli lafın ardından yüzüme nefesini savurdu ve bir mantıklı cümle daha kurdu. "Dışarı çıkarsan polisler seni alır. Emniyette de abin seni yalnız bırakmaz. Mantıklı olarak gitmen pek olur bir durum gibi görünmüyor."
Göz bebeklerimin birkaç saniyede büyüdüğünü hissedebiliyordum. Sözleri ve gözlerinde bir uyum yakalanmıştı, benim aksime çok uyum içindeydiler. "Burada da kalırsam abim eve gittiğinde beni bulamayacak. Daha büyük olay çıkmaz mı sence?"
"Evet." Bir iki saniye düşünme payına tabi tuttu kendini. "Arabamla seni eve bırakabilirim."
"Sen bu yasaktan mahrum mu bırakıldın?"
Ilgaz'ın dudağı kıvrıldı, kapıdaki eli yumuşak bir dokunuşla indiğinde şaşkınlıkla kavrulmuş gözlerime, bir adım geriye gitmek için kendimi kasmama neden olacak bir şekilde baktı. Kapı kolunu aşağı indirdi ve,"Bunu öylesine söyleyecek kadar aptal olduğumu düşünmen üzücü olsa da bir karara ihtiyacımız var, Hansa."dedi.
Gerçekten polisler onu es geçmezdi, değil mi? Abimin beni onun arabasında yakalaması benim işimi ne kadar kötü duruma sokardı ki? Yani, düşündüğümde evinde olduğumu bilmesinden bir tık daha feciydi. Mantıkla mantıksızlık arasında derin bir nefes vererek kapıyı açması için geri çekildim ve,"Tamam."diyerek onayladım.
"Hansa,"dedi, zihnimdeki soru işaretleri gözümü boyadığını fark etmiş gibi parmağını yüzüme yakın şekilde şıklattığında. "Korkma. Evin buraya birkaç dakikada. Polis çevirmesi üç kilometre ötede ve eğer birisi seni benim arabamda görse bile bunu birilerine ulaştıramaz. Abinden ya da okul arkadaşından duyduğun söylentilerin fazlasına ihtiyacın var. Bardo'da bazı kişilerin ünleri vardır. Anlayacağın korkmaya yer yok, benimleyken nerede olduğun sorgulanmaz."
"Neden? Küllenmiş bir evdeki gizemli adamın kendisini hayali bir dava olduğunu mu düşünüyorlar yoksa?"
Kapıyı açtı, gün ışığı gözümü kestiğinde yüzüme yakınlaşarak fısıldadı. "Belki doğrudur belki değildir. Bunu dedikoduları çıkaran halka sormaya ne dersin?"
Hızlı bir hareketle karşımdan çekilip dışarı çıktığında, evden çıkıp peşine takılırken koşar gibi yürümem gerekti. Bacaklarım kısa olduğu için hızlı yürüyerek beni alaya almıştı. Dişlerimi sımsıkı yaptım, bileğinden yakalayıp onu durdurduğum an son nefesimi sertçe verip,"Dursana!"diye yüksek sesle konuştum. Yüzündeki aptal sırıtışı görmeyi istemiyordum. "Boyun benden uzun olduğu için yavaş yürüyeceksin. Koşup nefesimi filan tüketmek istemiyorum."
"Yavaş mı yürüyeyim?"
"Aynı şeyi neden iki kez tekrar edeyim?"
Gülümsedi. "Neyse,"diyerek yürümeye başladığında onaylamış gibi görünüyordu. Adımları yavaşlamıştı. Biraz önce içerideki kibirli sözlerinden olabilir, yanında yürürken güvendeymişim gibi hissettim. Buna ihtiyacım yoktu. Kendimi korurdum. Evine girmeden önceki ufak çaplı saldırıyı görmezden gelirsem daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Yine de önlem almak iyidir. Eve varana kadar yanında bulunmam en mantıklısı olacaktı.
Zaman mantığı güçlendirip mantığa ters olan bütün düşünceleri oyulmuş bir tahta parçasına döndüştürdüğünde, onun siyah jeepinde kemeri kilide geçirir halde kapıyı kapatıyordum.
Yalvaran sesler kulaklarımdan, ormandan çıkma anlarında kaybolmuştu. Rahattım, huzur dolu.
Tekrardan burada bulunmak istemiyorum, ama yeniden geleceğimi biliyorum.
Kısık, daha çok uğultu gibi radyonun klasik senfonili şarkısı ile Ilgaz'ın dudakları arasından dökülen ıslık sesi kulağıma aktı. Bakışlarım camın arkasındaki ormandaydı. Her ne kadar ağır geçmiş sahneleri gözlerimin önünde canlansa da, zamanla o yangını unutmayı en içten dileğimle diliyordum. Annem ve babam hayal gibiydi zihnimde. Abim ve yangın gelecek gibiydi. Her an gerçekleşecek ve yenisi gelecek gibi hissediyordum. Üstünü kapatamadığım bir şey, daha iyisi ve daha kötüsü olarak farklı senaryolarda bulanık anılar vardı. Tıpkı küçük bir kız çocuğunun karanlıktan korkması gibiydi benim korkularım. Karanlık her zaman gelecekti ama ışığın yokluğundan geldiğini bilmeme rağmen hep korkuyordum bundan. Belli ve belirsiz bütün endişeler deli ediyordu beni.
Gözlerimi dikiz aynasına çevirdim. Birkaç saniye sonra Ilgaz ile o aynada göz göze geldik. Dudakları kıvrılmıştı ve bana,"Yaklaştık."dediğinde bende gülümsedim. Bu beni mutlu ederdi, evime yakın olduğumu bilmek.
Pürüzlü bir sesle,"Yasaklardan her zaman mahrum mu bırakılıyorsun?"diye sordum.
Ilgaz, derin bir nefes aldı. "Böyle olması halk için en yararlısı,"dedi, boğuk bir sesle. "Burada yaşayan herkesin statüsü farklıdır ve benim statüm onlardan daha yüksek. Böyle durumlarla ast ve üst kavramları vardır. Sen ne zaman astların, üstlerden hesap sorduğunu gördün?"
"Daha kaç yaşındasın da böyle bir statüde olasın?"
Ilgaz'ın cevap vermesini beklerken yüzündeki manalı sırıtış aynadaki yansımasına da bulaştı. Yolun kısa olduğunu, aracın durması ve onun,"Meraklarını bugünlük giderdiğimi düşünüyorum. Kalanını bir şekilde öğrenirsin."demesi ve camın ardında evimi görmemle anladım.
Gelmiştim ama duymak istediğim bazı şeyler vardı. Ağzımı araladım, sorular soracaktım. Ağzımı kapattım, sormayacaktım. Sessizlikle arabadan indim. Gözlerimin açık olduğu zamanda eve ulaştım ve kapıdan dönüp baktığımda arabanın içi görünmüyordu, sonra gözlerimi kapattım ve onun beni izlediğini hissettim. Daha fazla sorgulayamam, bunu daha sonra yapacağıma kendime söz veriyorum. Zaten öğreneceğimi biliyordum ama bu sefer o zamanın bu zaman olmadığını bilebiliyordum.
Sokak kapısını kapatarak içeri girdiğimde yüzüme vuran sıcak havayla baş başa kaldım. Kanepeye devrilir gibi yattığımda cennetim sanki buydu. Elimi saçlarım arasında gezdirdim, yarı camı çatlamış telefonumu çıkarıp Barın'dan gelen cevapsız çağrılara göz atarken dudağımı ısırdım. Sanırım azıcık endişelenmişti. Dışarı çıktığımı öğrense kafamdaki saçları bir bir eminim ki yolardı. Hemen aradım, daha fazla dellenmesine gerek yoktu.
Başımın altındaki kanepe yastığına başımı biraz daha bastırırken, Barın'ın telefonu açmasını seyrek alıp verdiğim nefeslerle bekledim. Birkaç dakika boş bir hatta bekleme sesini duyduktan sonra Barın'ın sesi patladı:"Sonunda!"
"Bekle bekle bekle. Anlatmama izin ver."
"Dışarı çıkmadığın hakkındaki o uydurmacaları duymayacağımdır umarım. Neredeydin? Hemen dökülüyorsun."
İçimdeki tüm nefesi boşalttım. "Uydurmaca yok, söz veriyorum. Sende kızmayacaksın."
"Söylüyor musun?"
Pes eder gibi nefesi saldıktan sonra sesimi açtım. "Haberi gördükten sonra bakmak için dışarı çıktım. Okul takımından bir çocuk beni yakaladı. Ilgaz çocuğu bayılttı, abimler beni görmeden oradan kaybolmamı sağladı. Çocuk psikopatın tekiydi, Barın. Son anda kurtuldum."
"Birincisi neden çıkıyorsun? İkincisi o adamın seninle derdi ne?"
"Birincisi ve ikincisi...hiçbir fikrim yok."
Karşımda olsaydı bana kara delik gibi büyüyen bir kızgınlıkla bakacağını bildiğim şekilde, ardından oflayan nefesi ile bir iki saniye sessiz kaldı. "Sana inanamıyorum,"diye tısladı. "Okuldaki çocuk manyak çıktı diyelim, bu orangutan sana niye yardım ediyor? Fikrinin olmaması imkansız, Hansa. Abinin bu olanlardan haberi var mı?"
"Abimin bunları bilmesine gerek yok. Bugün kaza atlattım ama şu anda iyiyim. Beni kurtaranın Ilgaz olduğunu düşünürsek çok da tehlikeli biri sayılmaz demektir."
"Manyadın iyice." Sinirle soluduğunu duyuyordum. "O manyak külleri duvarlarında kazınmış evde yaşıyor. Nasıl tehlikeli olamaz?"
Bakışlarım, koltuğun desenini kazıyan parmaklarımı izlerken kafamın içi Ilgaz Ferhan'ın sözleri ile doluydu. "Bilmiyorum..."diye mırıldandım. İki fikir beynimi kaplamış durumdaydı. Bir kısmım onun kötü biri olduğu konusunda hem fikirdi ama bir kısmım iyi bir yanı olduğunu savunuyordu. Karmaşıklık yüzümü ele geçirmişti. Alnımı parmaklarımla gezdim ve boğucu bir sesle,"Eve gelmemde yardımcı oldu. Kötü biriyse bile bugün herhangi bir kötü tarafını görmedim."diye yanıltıcı olmayan bir itirafta bulundum.
Düşüncelerim keskin, şüphelerim bulanıktı.
Kısa bir an, göğsümü daraltan bir kısa an, sessiz kaldı. "Ilgaz seni evine mi bıraktı?"
"Evet."
"Ve buna izin mi verdin?"
Tereddüt ettim ama,"Evet..."diye mırıldandım. Ağız dolusu lafı olduğunu belirten homurdanmalarını duyunca açıklama moduna geçtim. "Çoğu yasakların ona uygulanmadığını söyledi. Abim beni görmeden eve gitmek için en mantıklı yol buydu. Başka bir çare bulamadım, Barın."
"O adamın arabasına bindin!"
"Neden bu kadar abarttığını anlamıyorum. Alt tarafı beni eve bıraktı."
Barın,"Sana neden o yasakların kendisine işlemediğini de söyledi mi, peki,"dedikten sonra, ağır bir küfürün ardından bilmek istediğim gerçekleri hakaret gibi yüzüme vurdu. "Ailesinin ölümünü haklı bulan tüm ailelerin fertlerini darağacına vurulması için emir verdi. Tarihlere bak, kitaplarda hepsi yazıyor. Canavar derken neyi kastettiğimi anlarsın."
Boğazımda düğüm düğüm olan şeyler sözcüklerde buluşup,"Nasıl?"diye fısıldamama neden olurken nefesi zorlukla verebildim. "Bunu nasıl yapabilir ki? Öyle bir yetkiyi kimse küçük bir çocuğa vermez."
Barın, alaycı bir sesle,"Bilmediğin şeylerde kesin konuşma derim, Hansa. Ilgaz Ferhan'ın ailesi yalnızca bilir insanlar değildi, krallıkla yönetilen bir soydan gelerek küçük ve gizemli bir toprağı yüceltip oraya hükmeden insanlardı. Ferhan denildiğinde acıyı bilen sayısız insan büyüdü bu topraklarda."dedi, sanki düşüncelerimi iyiye yöneldiğini bilir gibi her şeyi tersine çevirmek ister gibi konuşmuştu.
Tüylerim ürpermişti. Kökleri çok dibe inmiş bir soy ve yaşı mantığa düşürmeksizin idamı kabul gören bir halk içinde abim görev yapmaya çalışıyordu. Eğer bütün her şey Ferhan'a bağlanıyorsa ölümler de ona bağlanmıyor muydu? Bir kör bile bunu görmeden hissederdi. Geçmişte yaşanmış olan her şeyi, birçok acısal duyguyu iliklerime kadar hissediyordum.
Ilgaz Ferhan, kimliğinden ibaret değildi, bundan daha fazlası ve dibine inildikçe kaos biriktiren bir adamdı.
Gözlerimin önünde beliren lacivert gözler baştan aşağı ürpermeme neden olurken bütün endişem abim üzerinde toplanmıştı. Uzun yıllardır davası çözülmeyen bir kasabaya göreve gelmişti ve davayı kısmen çözdüğü için ipler onun paçasına dolanıp her zaman olduğu gibi bir sonuca bağlanacak ya da bizi buradan kuvvetli bir güçle iteceklerdi.
Kanepeden sırtımı yavaşça kaldırırken telefon elimden düştü. Barın'ın sesi kulaklarımı kısa bir an doldurdu ve ardından bir süreliğine silinen feryat sesleri yükseldi. Ölüm diye bağırıyordu birisi.
Bardo nedir?
Bardo isminden bağımlı olduğu bir araf içerisinde ölüm ile yaşam arasında insanları toprağında esir ediyordu.