Hayat herkese adil davranmazdı. Ben en azından öyle düşünürdüm. Kolum kanadım yandığında başımda dikilen aile bireylerim olmamıştı. Yanlızlığın nasıl bir illet olduğunu hıçkıra hıçkıra hastanenin bahçesinde ağlarken hoş olmayacak şekilde öğrendim. Sekiz yaşındaydım daha. Bu durum.. her çocuk için zordu ancak arkamda olan babamın bir daha olmayacağını, suratı dördüncü derece yanık olan annemi son kez bile göremeden toprağa verdiğim gün kavradım. Ben.. bunları hak etmemiştim. Kimse böyle bir şey haketmezdi gerçi.
Karanlığa bürünen odada ışığı açmak için yeltenmemiştim, karanlığın verdiği garip bir huzur vardı içimde. Karanlıktı sonuçta. En fazla ne olabilir ki? Aydınlanır mı oda? Fazla ukalaca geliyor kulağa ama hayat karanlıkta yolunu bulmaya öğretenlerdi bize. O karanlıkta, yangınla aydınlatıp ailemi benden aldığı gün kadar acı.
Dudaklarımın kenarı kıvrılırken karnımdan duyduğum gurultu suratımı düşürmeme sebep olmuştu. Yemek yemiyordum uzun zamandır. Karnım açtı ve rahatsızca sesler çıkarmaya bile başlamıştı. Kapının yanına gitmek için oturduğum yerden kalkacakken duyduğum sesler üzerine yerime sinip yaklaşan ayakkabı seslerini dinlemeye koyuldum. İki kişi birbiri ile debelenirken anahtar kilidi döndü.
Kapı gıcırtıyla açılırken içeriye giren Buğra, Buğra'nın iki adım önünde bir eşya gibi savurduğu Esra vardı. Çatık kaşlarımı ona yöneltirken Esra acıyla küfür etmişti. Buğra ise, "Hanginiz yalan söylüyor," diye kükredi. Kumral saçları terden anlına yapışmış, çirkin bir görüntü veriyordu bize.
"Esra hamile misin?" Sorusundaki tını korkuyor gibiyken titriyordu yerinde Esra. Şaşırdım. Cesur Esra yoktu şu an. Pısırıklıktan Buğra'ya bakamayan ezik bir Esra vardı.
"De-değilim," dedi kekeleyerek. Gözleri beni bulurken, "Bu kızı tanımıyorum bile," dedi inatla.
Kaşlarımı çatarken, "Bakın, iyi oyuncusunuz falan ama yeter. Burama kadar geldi," dedim boğazımı göstererek. "Ben artık, sizin oyun çağınızı geçtiğinizi ve yetişkin bireyler olduğunuzu söylüyorum. Şakanın dozunu kaçırdınız." Sinirle ardarda konuşurken Buğra gözlerini devirip bana baktı.
"Esra'yla nerde konuştunuz?"
Sorusu üzerine, "Bu odada," dedim doğruyu söyleyerek. "Bebeği öğrendiği ilk gün," diye söylendim. Esra tutuşmuş ve bana anlatmıştı ağlaya ağlaya. Yağız'ın Esra'ya bu durumda ne tepki verirdi kestirememişti, haliyle Buğra'dan da saklamayı tercih etmişti.
"Yalan söyleme," dedi Esra bana bağırarak. "Seni ben tanımıyorum bile!" Sesi titreyerek çıkarken suratına çakmamak için zor tuttum kendimi. Yağız'ın şerrinden korkarken bana sığınmayı biliyordu ama. Hep böyle olurlardı zaten. Köprüyü geçene kadar dayı olayı Esra'yı gözümde yerlere düşürdü.
"Esra, pişman olacaksın sonra!"
Esra, "Neden," dedi alayla. "Sen kimsin ki pişman olacağım?"
Şeytan.. vesvese verip aklımı çelme sakın. İki yaş büyük falan demeyip artık söyleyecektim her şeyi. "Seni bir kere daha uyarmam." Ona bakıp karnını işaret ettim. Buğra bana bakıyordu. "Git, Esra'ya test yaptır. Ben adım kadar eminim." O gün olanları asla unutamazdım. Nasıl ağlarken yalvardığını.. insanlar nankör diye boşuna demiyorlar.
"Saçmalama," diye itiraz etti Esra. "Hamile falan değilim."
Buğra, "Yalan söyleyen biri var," dedi ikimiz arasında gidip gelirken. "Bunu söyleyen kendine kaçacak delik arasa fena olmaz."
Umursamazca omuz silkerken, "Eğer Esra haklı olsaydı kaçmazdı testten. Ben haklıyım Buğra ve sizin ikinizide fena bozacağım. Şaka sıktı," derken sinirden dişlerimi sıkıyordum. Açık kapıdan giren holün lambasının ışığı suratıma vuruyordu. "Yağız'a bu saçmalıklarını anlatacağım!"
Esra, "Yağız ne alaka," diye sordu bana bakarak. "Yağız'ın eskilerinden misin yoksa?"
Bu laf, benim şalterlerimi arttırırken eskisi diye anılmaz berbattı. Yağız'ım. Benim sevgilimdi. Benim.. "Esra seni fena yapacağım," dedim yeniden. Hala aradaki diyoloğu korusamda hazırdım girişmeye. Üstelik, yalanda söylüyordu. Sanki, ona iftira atmışım gibi davranırken sakin kalmak inanın çok zordu.
"Teste gidiyoruz Esra," dedi Buğra inanmayarak. Esra ise nefesini tutup Buğra'ya bakarken omuz silkmiştim. İyi tiyatroydu. Iyilerdi ancak bu kadar. Daha fazla oynanılan oyuna maaruz kalmak istemiyordum.
Esra, "Bunu yapmıyorum," derken Buğra onu odadan çıkartıyordu bile. Kapıya yönelmişken suratıma sertçe çarpan kapı sinirlenip tekme atmama sebep olmuştu. Bu iş gittikçe çığrından çıkıyordu. Hepsinin mantıklı bir açıklaması yoksa eğer.. onlara yapacaklarıma şimdiden kendilerini hazırlasalar iyi ederlerdi.
♤
Akşama doğru karnımdan gelen gurultular ve başımdaki ağrı artarken kapı gıcırtısına başımı çevirip bakabilmiştim sadece. Tanıdık olmayan bir sima, elinde bir tepsi yemekle gelince gülümsedim. Şimdilik, birilerinin hala beni düşündüğünü düşünerek sevinebilirdim sanırım.
Masanın üzerine bırakılan yemek ardından gitmeden ışıkları açtı o çocuk. Bana salakmışım gibi bakarken nefesini üflediğini gördüm. "Buğra gönderdi," diye bastırmıştı. Bu tavır.. minnet mi duymalıydım yoksa?
Kaşlarımı çatarken çocuk kapıyı tekrardan üzerime kitlemişti, kapı suratıma tekrardan çarpmıştı anlaşılan. Tepside ki olan yemekler karnımdaki gurultuyu yeniden duymama sebep olurken yerimde doğrulup tepsiyi üzerime almıştım. Hazır çorba, iki dilim ekmek ve bir kase pilav vardı. Bilindik, Peñçe menüsüydü.
Yine de şu an bana dünyalar kadar güzel gelirken tuzsuz hazır çobaya uzanmıştım. Ne kadar çok açıkmışım meğer! Beş dakikada tepside olanları silip süpürürken karnımın gurultusu bastırmış, hafifçe gerinerek masaya tepsiyi yeniden bırakmıştım.
Aç kalmak ne kadar zordu öyle!
"Oh be." Gülümsüyordum ancak aklım hala anlam veremediğim bugüne kayıyordu. Dün gece doğum günümdü. On sekiz yaşına girmiş olduğumdan kaynaklı bir komplo içinde olduğumu düşünüyordum ancak şimdi bunların gerçek olabilme sevdiğim adamın beni unutabilme ihtimali beynimi sarsıyordu.
Beni gördüğü halde, beni Peñçe'ye bile kabul etmemişti Yağız. Buğra desen olan her şeyi unutmuş ve yeniden yaşıyormuş gibi davranırken Esra yabancı gibiydi. Sekiz yaşımdan sonra boşluğumu onlar tamamladı hep. Benimle aynı yurttaydı Yağız. Herkes ondan korkarken ben ona aşıktım. Onun bana aşık olma ihtimali bile yokken onunla sevgili oldum.
Gülümsedim. Buğra zengin çocuğu olarak tanıyordum hep. Lüks araba imkanına sahip soylu bir ailenin çocuğuydu. Bana kalırsa bela düşkünü olmasa mükemmel bir hayatı olabilirdi. Ailesi büyük bir malikanede yaşıyordu. Esra ile evlenip çocuklarını o malikanenin bahçesinde büyütebilirdi. Her şeyden uzak. Huzurlu.
Ama Yağız.
Kaynarca, Yağız'ın babasını öldürmüştü.
Annesi kocasının ölümüne dayanamayarak kendini asmış, onları o şekilde görmüştü. Acı gerçekle yüzleşip hayatını aydınlıktan zifiri karanlığa döndüğü o günü unutamıyordu. Bir günde bütün ailesi yok olmuştu. Kolay değildi.
Kaynarca, Yağız'ı değiştiren şerefsizdi. Ona bir adım atsak dört adım önümüze geçiyordu. Onu bulamıyorduk. Kaçıyordu.
Yağız'ın intikam savaşına dahil olan bizlerdik aslında. Yağız, Peñçe'yi kurmuştu. Peñçe, herkesin kumar için geldiği saklı kumarhaneydi. Basit, oyunlar dışında Salı ve Cumartesi akşamları zenginlerin kapıştığı büyük kumarlar dönerdi. Yağız, Buğra bu kumarhaneden geçinirken Esra da bir kaç kere gelmişti. Genelde bende burda sayılırdım, Yağız'ın kendi odasında onu beklerdim. Ara ara aşağı inecek olsamda Buğra hemen yukarı çıkmamı kesin bir dille belirtirdi.
Esra gelmeye başladığında bende onunla takılırdım. Beni fazla seviyor gibi bir hali yoktu, sonrası malumdu işte. Buğra'nın çekimine uğrayıp onunla olmuştu. Buğra.. Esra'dan hoşlanarak yapmamıştı bence. Esra ya ilgisi olsa anlardım en azından. Bir an sarhoş kafasıyla.. yazık olmuştu.
Şimdi her şey boştu. Herkes bunları bilmiyor gibiydi. Ben ise korkuyor, ne yapacağımı bilemiyordum. Şaka deselerde kurtulsaydım. Ama.. öyle bir andı ki. Ben bile inanır oldum onlara.
Gerçekten beni hiç tanımadıklarına. O kadar tuhaftı ki aslında aklım almıyordu. Hepsinin aynı anda kafasına taş düşme ihtimali var mıydı? Ah, sanmıyorum.
Nefesimi üflerken kolumu yastık gibi kullanıp başımı koydum. Uyumak ve eski hayatıma dönmek istiyordum.
Öperken incitmekten korkan Yağız'ımı istiyordum en çokta.
♤
"Pişt!" Birinin ellerini kollarımda hissedip uyandığımda bedenimi sarsan salağa kafamı geçirmeyi düşünürken gözümü aralayıp baktım. Karşımda duran tepsiyi getiren çocuktu. "Buğra seni çağrıyor." Omzumu silkip kolumdaki elini ittirdim sinirle. Adam gibi uyutmamışlardı. Başımdada ağır bir ağrı vardı.
"Başım ağrıyor! Def ol git." Sinirle tükürerek konuşurken gözlerimi kapatıp yeniden uykuya dalmaya çalışırken nefesimi üflemiştim. Hoş olmasada başımda şiddetli bir ağrı vardı. Gözümden akan yaşlar kolumu ıslatana kadar dayanabilirdim belki de..
Çok geçmeden yeniden biri tarafından sarsılırken küfür ettim içimden. "Şişt." Basit bir uyarı kelimesi geldi acıyan kulaklarıma. Gözlerimi açarken, "Sen kaç yaşındasın ufaklık," diye sordu Buğra bana. Her şey şaka diyecekti diye düşünürken gözlerimden akacak yaşı umursamadan yerimde doğrulup ona baktım.
"On sekiz." Sesim çatlak çıkmıştı. Buğra başını sallarken başıma şiddetli ağrı girmesi sonucu ellerimi başıma bastırarak, "Aaa," diye bağırdım. Ağrı beynimi deliyordu sanki.
"İyi misin?" Buğra bana sorarken merakla sesi endişeli geliyordu sanki. Eskisi gibi. Gözlerimden akan yaşlar şiddetlenen ağrının tuzu biberi olurken, "Edremit," diye bağırdı içeri doğru. "Gel buraya!"
Tepsiyi getiren çocuğun adının Edremit olduğunu öğrenirken göz hizama gelip bana baktı. Elleri koyduğum başımın iki yanına ellerimi ittirip kendi ellerini koyarken göz bebeklerime bakıyordu dikkatle. Dişlerimi birbirine geçirip sessizce ağlayacakken, "Yeni çip takılmış kıza," dedi Edremit. Anlayamazken Buğra, "Biliyordum," diye fısıldar gibi olmuştu. Kaşlarım çatılırken Edremit, "Dinlenmesi gerek Buğra," diye söylendi. "Dinlenmesi gerek..."
Başımdaki sızıyla uzanırken koltuğa Buğra, "Başından ayrılma Edremit," dediğini duyar gibi oldum.