1.6 Edremit

1351 Words
Öğlene doğru odadan çıkmamak için diretirken kapıya gelen Edremit'e gözlerimi devirip sinirle yutkundum. Çıkmak istemiyordum. Yağız'ı görmek için kendimi hazır hissetmiyordum doğrusu. "Hâlâ yataktasın." İçeriye girip kaşlarını çattığında omuz silkip gözlerimi kapadım sinirle. "Git başımdan Edremit." "Açsın," dedi doğrudan. Açlık benim zayıf noktamdı. İlk geldiğim andan beri yanımda olduğundan az çok biliyordu beni Edremit. Karnımdan gelen gurultular beni rahatsız etmediği sürece sıkıntı da yoktu. "Kahvaltı hazırlasınlar sana. Getiririm birazdan." Edremit, gitmek için yeltendiği sırada kendime hakim olamadım. Merak duygum dün geceden beri beni olan olmayacak bir çok hayale kaptırdı diyebilirdim. Kalbim atıyordu. Dünden beri bir başka atıyordu. Yine onun için atıyordu. "Edremit, Yağız nasıl?" Edremit, U dönüşü yapmayı bekler gibi döndüğünde bakışları az öncekilerden biraz farklıydı. Sert bakıyor gibiydi. "İyi Yağız." Başka bir şey demediği zaman sessiz kalarak gidişini seyrettim. Yerimde doğrulurken sabahtan beri arayan ama cevaplandırmadığım telefonuma uzanıp Alya'yı aradım. İçimdeki şeyden kurtulmam gerekti. Çaldı iki kere ardından kapanınca telefonu yatağın üzerine fırlatıp kendimi kaldırdım zorlada olsa. Kapıya kadar geldikten sonra aynada kendime göz gezdirdim. Hafifçe kaş yapımın bozulduğunu fark ettim, her zaman aldığım kaşlar uzamış ve birbirine girmişti doğal olarak. "Bu berbat bir şey." Kendi kendime göz devirip odadan çıktığımda sessiz koridorda ilerledim Yağız'ın odasına doğru. Onu görmeye henüz hazır değildim ancak ona muhtaç gibiydim. Nefesini duymaya, sesini işitmeye en çokta elimi tutmasına. Kapısının önüne geldiğimde kapıyı tıklamak arasında kaldım bir kaç dakika. İçeriye girsem ne diyeceğim diye düşünürken odanın kapısı aralandı, içerden sadece tişörtle çıkan Afra'yı gördüğümde nutkum tutulmuş öylece baka kalmıştım. Üzerindeki tişört Yağız'a aitti. Onun tişörtüydü. Gözlerim dolduğunda Afra kaşlarını çatarak bana baktı. "Ne işin var burada?" Merakla sorduğunda göz yaşlarım her an akacak gibiydi. Öyle bir yerdeydim. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki. Aldatılmışlık hissi kalbimi kırıyordu. "Yağız ile konuşacaktım." Ağzımdan zar zor çıkan kelimeler güldürdü yarı çıplak Afra'yı. "Ah, tatlım. Geç kaldın. Az önce gitti. İşleri var." Başımı sallarken arkamı dönerek odama doğru ilerledim, kötü hissetmem doğaldı. Baya baya, kötü hissediyordum. Acıyla kırılan kalbimin onarılması zaman alacakken Edremit'i gördüm odamın koridorunda. Elinde tepsi ile gelmişti. Gözlerimi devirirken, "Buğra nerde," diye sordum. Edremit, "Çıktılar az önce," dediğinde başımı sallayarak odadan içeri girdim. Afra düşündüğümden daha tehlikeliydi. Yağız'ın bana ait olan bedenine bile el sürmesi.. ondan nefret etmem için yeterliydi. Edremit tepsiyi bırakıp gittiğinde gözümden akan yaşa engel olamadım. Yağız, beni asla sevmeyecekti. *** Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri oluştururken, milyonlarca insan doğarken milyonlarca insan aynı anda ölüyordu. Dünya, üzerinde bir çok şeyin sebebi yapılan teknoloji hatası görülüyordu son günlerde. Sürekli mecliste çocuklar hakkında çıkan itirazlar yüz tutmuştu. İçimden doğruluğunu sorguluyordum. Sadece 2200 yılından beri hayatta olan insanlar biliyordu, buna rağmen meclisin karışma haberleri bültenlere meze oluyordu. Televizyonu kapatıp pencereden bakmaya başladım. Pencerenin hemen önünde duran ağaç yaprakları aşağı doğru süzülürken hafif çiselemeye başladı yağmur. Göz kapaklarımı ağır ağır kapatırken sıkılıyordum odada. Tam bir hafta olmuştu. O günün üzerinden geçen bir hafta. Odadan çıkmıyordum, Yağız dışarı çıkma yasağı koymuştu bana (!). Tabi, itiraz edebilirdim. Hatta zorlayıp kaçabilirdim ancak benim iyiliğim için olduğu için buna boyun eğiyordum. Peñçe'de gezmiyordum. Sadece kendi odamda vakit geçiyordum. Yemek saatlerinde Edremit tepsi ile bana geliyordu, iki kelime konuşursak konuşuyorduk o ara. Sonra onun gidişini izliyordum her defasında. Tek kalana denk böyleydi. Esra ile rast gelince konuşuyorduk, bazen odaya geliyordu. Onunlada samimi olmamak için her defasında çabalıyordum. Ona karşı güvensizlik vardı içimde. Afra desen.. o son andan sonra görmeye katlanamıyordum. Onu görmemek için hatta burdaydım. Odadan bir an bile çıkmama sebebimin ta kendisi! Gerçek bir sürtüktü. Kapı tıklatıldığında gerilerek kapıya baktım. Kim olursa olsun yanlız başıma kalmak istiyordum. "Gel." Kapının sesiyle birlikte aralanırken Edremit'i göreceğime nerdeyse emindim. Beni şaşırtmayarak içeri Edremit girdiğinde gülümsedi. "Selam Akkız." Başımla selamladım onu. Bakışlarımı üzerine diktiğim anda nefesini kuvvetlice vererek sırıttı. "Son günlerde sıkılıyorsun. İstersen bugün akşam dışarı çıkabiliriz." Kaşlarımı çatarken Edremit kabul etmemi bekliyordu. Gözleri gözlerime dikili, cevabımı beklerken tek kaşımı kaldırarak, "Yağız dışarı çıkmamı yasaklamadı mı,"diye sordum imalı bir şekilde. Kaç gündür dışarıya adım atmama izin yoktu. "Deniz'i aldılar mı yoksa?" Başını olumsuz anlamda sallarken, "Hayır ama Yağız'ın haberi var. Canın daha fazla sıkılmasın diye,"dediği vakit saate çevirdim gözlerimi. Akşama daha çok vardı. Aynı odada daha ne kadar yaşayacaktım? "Nereye gideceğiz?" Edremit, gülümserken, "Daha önce görmediğin bir yere,"dedi keyifle. Daha önce görmediğim çok şey olabilirdi. Bu hayatta bana yazılan hayat kadar vardım. Başka hiç bir şey yoktu. Hepsi yalan dolandı. "Tamam o zaman,"dedim omuz silkerek. "Kaç gibi gideceğiz? Hazırlanırım ona göre." Odamdaki saate baktı Edremit, ardından bana dönerken, "Sekiz,"dedi sadece. Onaylayarak gitmesini bekledim, o kendi halinde odamdan çıkarken gözlerimi pencereden dışarıya çevirdim tekrardan. Hava yağmurlu değilken bir anda havanın yağmura dönmedi hayra alamet değilken kapıda duran arabaya diktim sert bakışlarımı. Yağız'ın arabasıydı. Önce kendisi indi. Üzerinde siyah bir ceket, altında siyah bir pantalon vardı. Yağmurun etkisi ona zarar vermezken kapıdaki çocuklardan biri arabanın anahtarını kaptı. Diğer kapı açıldığında inen kişi Afra olurken nefesimi tuttum. O sırada başını kaldırıp yukarı baktı Yağız. Gözlerimiz denk geldi. Ona olan nefretimi görmeliydi. Benim ne kadar kırıldığımı hissetmeliydi. Afra, yağmurdan kaçarak içeri girdiğinde Yağız hâlâ bana bakıyordu. Gözlerini çeken taraf ben olmamak için ısrarla ona baktığımda yağmura inat çekmedi gözlerini. Islandığını görmek kendimi kötü hissettirirken nefesimi üfleyerek pencereden geri çekildim. Bu sayede Yağız'da içeriye girmişti. Hâlâ onu bu kadar düşünmem doğru değildi. Kendime engel olamamam her daim iki katı ile zorluyordu beni. Buna alışmalıydım. Yağız'ı düşünmemeye alışmalıydım. Akşam sekize doğru hazırlandığımda aynada kendime bakıyordum. Ten rengim son günlerde daha da açılırken fazlasıyla gözlerim çökmüş, çirkin gözüküyordu. Kahve rengi gözlerimin sönüklüğü yüzüme vurmuştu. Rahat değildi kafam. Deniz yakalanmadığı sürecede bu şekilde olacaktı. Tam anlamı ile hazır olduğumda odadan çıkıp Edremit'i bulmak için koridorda yürümeye başladım. Kapının önünde onu bekleyebilirdim en azından. Odada kalmaktan o kadar sıkılmıştım ki. Giriş kapısının önüne kadar kimseyi görmeden yürüdükten sonra kapıda Edremit ile Yağız'ı konuşurken yakaladım. İkisi sessizce konuşuyordu. Gözlerimi devirirken Yağız, beni fark ederek Edremit'e söylediklerini kesip bana döndü. Gözleri üzerimde oyalanmak bile istemezken direk gözlerimin içine bakıyordu. Tepkisiz kaldım gözlerine. Benden çekmesini beklerken Edremit, "Hazır mısın," diye sordu bana. Başımı sallarken, "Evet,"diye mırıldandım. Yağız, "Akkız,"dedi. Gözlerimi çevirip ona baktığımda kaşlarının çatılmış olduğunu fark ettim, az önce tepkisiz bir hali vardı üstelik. "Dikkatli olun, bir şey olduğunu sezer-" "Yağız, beni bu kadar önemsiyor gibi davranmana gerek yok." Omuz silkip gözlerimi kaçırdım. "Hayatında ben yoktum dediğim gibi. Ölürsem kaybın çok olmaz. Ölürsem hatta kurtulmuş olurum. İnan bana, yaşadığım hayattan daha mutlu olacağım kesin. Neyse,"diyerek Edremit'e döndüm. Bakışları üzerimden bir saniye bile ayrılmazken, "Sahile inmek istiyorum ben,"dedim, sahil kıyısında oturup ayaklarımı sallandırmak istiyordum. Bütün yorgunluğum son bulsun. Son bulsun.. ruhumun derinliklerinde açılan yaralarımın deniz suyunda kaybolup gitmesini ne çok isterdim. "Dışardayım ben." Yağız'ın konuşmasına bile müsade etmeden kendimi kapının önüne attığımda nefes aldım derin bir şekilde. Akciğerlerime dolan havanın acıya karışarak kaybolduğunu fark etmiştim. Gözlerim karanlık geceyi aydınlatan sokak lambasına kaydığı zaman, "Hadi gidelim,"diye bir ses duydum. Arkamı döndüğümde Edremit gülümsüyordu bana. Ona gülümserken, "Yürümemiz lazım ama,"dedi ileride duran spor arabayı işaret ederken. "Kimse Yağız Soydaş olmadığı için, arabamız ayağımızın altına kadar gelmiyor." Gülümsemesi gözlerinin kısılmasına neden olurken yürümeye başlamıştı. Peşine takıldığımda, "Ee,"dedi bana dönerek. "Anlat bakalım, önceki hayatında neler yaşadın?" Sorusunu düşününce gülmeden edemedim. Sanki, dünyaya iki kere gelmişim gibi davranıyordu. "4. Kral Loi'nin kızı Prenses Elizabeth'dim, kraliyet hayatı fazla entrikalıydı. Cadı üvey annemin beni öldürmeye adadığı bir hayattı." Suratımı asarken Edremit yandan bakarken gülümsüyordu bana, yüz hatları yumuşak ve kıvrımlıydı. Tatlı bir ifadesi vardı. "Prenses Elizabeth!" Bana dönerken gülerek, "İnanmayacaksın belki ama karşı krallığın prensi, Prens William bendim," dediğinde gözlerimi devirerek sırıttım ona. Arabaya kadar bu muhabbeti sürdürmüştük, arabanın yanına geldiğimizde ise, hafifçe kapımı açıp referans yaptı önümde. Bir prenses gibi hissettim kıkırdayarak. "Buyrun, majesteleri." Gülerek arabaya bindiğimde biraz olsun rahatlamıştım. Bir haftanın yorgunluğunu arkamda bırakırken kapıda bizi izleyen Buğra ve Yağız'ı görmezden gelerek telefonuma odaklanmıştım. Hala ikisinin bakışlarını üzerimde hissederken Edremit, koltuğuna yerleşmişti bile. "Nereye gidiyoruz majesteleri?" Sorusu üzerine ona çevirdim bakışlarımı. "Sahil?" Başıyla onay verdiğinde telefonuma döndüm tekrardan. Alya ile mesajlaşıyordum. Araba çalışırken bakışlarımı anlık Yağız'a çevirmeden edemedim. Gözlerinin tam gözlerime denk gelmesi yutkunmama sebep olurken gök gürüldemişti. Araba hızla geçti yanlarından, son bakışları kalbimi yerinden sökerken gözlerimi camdan dışarıya çevirmiştim. Sakin ol Akkız, o seni seven Yağız Soydaş değil. Sana kızgın gibi bakmadı. Seni aslında hiç tanımıyor bile. Kes sesini diyememek. Haklıydı içimdeki ses. Onu unutabilirsin! Onu unutabilirim.. belki ruhum bedenimden ayrıldığı vakit.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD