ŞEYTANIN İLK ADIMI PART I

3448 Words
6.BÖLÜM ŞEYTANIN İLK ADIMI ~Şeytan oyunu başlattı. Piyonlar harekete geçti ve zihinler bir kez daha kirlendi.~ Tekerlekler sanki gözdağı vermek adına patlatılmıştı. Nefes arkadaki arabanın ön koltuğundaki tanıdık gözlere takıldı kaldı. Gördüğü gözlerle öfkeyle gözleri kararırken Serkan'ın seslenişlerini bile duyamıyordu. Avına o kadar odaklanmıştı ki çenesini sıkmaktan çatlayacaktı neredeyse. "Nefes hanım?" sesi tereddütlüydü. Başını arkaya doğru uzamış Nefes'in bedeninde bir kan olup olmadığına bakıyordu. Bir taraftan da kalbi ağzına atan ama bunu gizlemeye çalışan Doğan, Nefes'e değil de önüne bakıyordu. Nefes arkaya daha keskin gözlerle baktı. O tanıdık gözler, Nefes'e alay dolu bir gülümseme yollayınca burnundan soludu. Doğan kendini silkeleyerek başını arkaya çevirdi. Tedirgin bakışlarıyla Nefes'i izlerken "Kimdi onlar?" diye sordu, kim olduklarını gerçekten öğrenmek ister gibi. Serkan, Doğan'ı yanıtsız bıraktı. Öylece Nefes 'i izliyordu. Bir emir vermesi bir tepki göstermesini bekliyordu. Ama Nefes karşısındaki aracın camından tanıdık gözlere bakmaya devam ediyordu. Yanılmak istiyordu. İlk defa 'yanılayım' istiyordu. Çünkü olmaması gerekiyordu. Zihninin oyunu olsun istiyordu. Tuttuğu nefesi ciğerine saldı. Zaman kavramı yitirilmiş gibiydi. Serkan, Nefes'in sessizliğiyle daha çok endişeye kapıldı. Yolun ortasındaydılar hâlâ. Ve birçok kişi ilerlemediklerinden gürültülü bir şekilde kornaya basıp ağıza alınmayacak küfürler yardırıyorlardı. Tanıdığı gözler, Nefes'in bakışlarından çekildi ve elleri tekrardan direksiyonu buldu. Arabasını çalıştırdı, Nefes'in gözleri önünde araçlarına makas atarak geçip gitti. Nefes giden arabanın ardından hâlâ bakınıyordu. "Nefes hanım, dilinizi mi yuttunuz korkudan?" kendine gelmesi adına alayla dudak kıvırırken kışkırtmaktan geri adım atmadı. Serkan "Doğan!" diye bağırıp 'Sus!' dercesine gözlerine bakarken, Nefes duyduğu sözlerle kendine geldi. Yüzüne donuk bir ifade ekleyerek Doğan'a döndü. "Ben dilimi yutmam, yuttururum." Doğan, Nefes'in çıkışıyla keyifle dudak kıvırdı. Asıl Nefes aramıza dönmüştü. "Ona ne şüphe." "Serkan, eve sür!" arkasına yaslanıp hiçbir olmamış gibi eve sürmesini söylerken Serkan bu durumu daha önce yaşamasına rağmen hayretle sordu. "Ama size saldı-" "Serkan! Dediğimi ikiletme. Ara Aytaç'ı okulun oraya gelsin! Tekerlekleri patlatmışlar zaten! Nasıl eve süreceksin, değil mi?" Doğan şok olmuşçasına Nefes'in ani değişimini izledi. Biraz önce arabanın tekerleklerini silahla patlatmışlardı ve bunun karşısında Nefes tepkisizdi. Serkan emre uyarak ceketin cebinden telefonu çıkardı ve rehberden Aytaç'ı bulup aradı. Aytaç aramayı cevaplar cevaplamaz konuşmasını engelleyerek "Ha, Aytaç? Acil Aden'in okulun önüne bir arabayla gel." derken Aytaç bir şekilde konuşmayı başarmıştı. Ne dediyse Serkan'ın kaşlarının çatılmasına neden oldu. "Lan Aytaç! Beni sinirlendirme. Gel dediysek, gel işte." yüzüne kapattı. Nefes, Aytaç'ın gelmesini arabanın dışına çıkarak beklerken arka kapının arkasına yaslandı. Doğan da önden inerek yanına ilerlerken diğer araçların şoförleri ters bir şey olduğunu sezerek diğer yoldan sürmeye devam ettiler. Nefes dalgın bir şekilde karşıya bakarken kafası bin bir düşünceyle boğulmuştu. "Fazla cesurca davranıyorsunuz ?" diye söze başladı Doğan, ellerini puntolunun cebine sokarken. Nefes derin bir iç çekti. "Cesurca?" dedi hafif kibirle tebessüm ederek. "Cesurluk değil bu..." "Rutin haline gelmiş saldırılar karşısında alışmışlık mı?" "Güzel yorum." dedi takdir ederek. "Aynen dediğin gibi." bakışları kahvelere değdi. Kahveler de ona dönüktü zaten. "Beni işe almanızın sebebi sizi korumak mı yoksa silah kullanmayı öğrenmek mi? Eğer öyleyse şimdiden çok yanlış bir seçim yaptınız. Çünkü o bir kere olur." dedi eline ilk kez silah aldığı günü kastederek. "Asla öğrenemeyeceğin bir sorunun cevabı." dedi üstün bir tavır sergilercesine. "Açıkçası o gün... Benim teklifimi kabul etmeyip sonra da Alper'in yanına gelmene şaşırdım. Alper'i tanımadan yanına gitmen ve kulağına bir şeyler fısıldaman... Alper'in duyduklarıyla gerilmesi ve yanımdan seni hızla uzaklaştırması beni epey şüpheye düşürdü." Şüphe dolu bakışları öne çıkarken, Doğan bakışlarını kaçırdı ve bedeni anında kaskatı kesildi. Sanki sakladığı sırrı öğrenmiş gibi ağzından laf almaya çalışıyordu. "Şüpheye düştüyseniz eğer onca adamınız varken neden beni Bakanlık'a yolladınız?" Doğan yine akıllıca davranarak konuyu başka bir yere çekerken Nefes'in dudakları sarf ettiği sözleriyle keyifle iki yana kıvrıldı. "Sana iş teklifi etmem boşuna olmadığını biliyordum! Bunu daha iyi anladım." lafları öyle seçilmiş gibiydi ki, açık aramaya çalışsan da bulunamazdı. Ellerini gövdesinde birleştirdi. Yüzündeki ifade sabırsızlığı simgeliyordu. Biraz önceki hadise Nefes'i pek etkilememişti. Zarar görmeyeceğinden öyle emindi ki... Hayatının yarısı dört duvar arasında geçti. O kadar kötülüklerle karşılaştı ki, Doğan. En başta da yanağındaki bıçak izi bunu kanıtlıyordu. Ama bu kadın iyi mi yoksa kötü mü bir türlü anlayamıyordu. Bazen kendini öyle bir gizliyordu ki, tüm duygularını yerle bir ediyordu. Nefes'i çözmeye çalıştıkça içinden başka biri çıkıyor gibiydi. Maşuka oyuncağı gibi içinden başka başka duyguları çıkıyordu. Doğan derin iç çekti. Kıvrılan dudakları düz haline bürünürken kahve gözlerini hafif kıstı. "Tanımadığınız bir adama iş teklifi etmeniz?" deyip yüzünü isteksizce buruşturdu. Dönüp dolaşıp kendini yine bu cevapsız soruyla buluyordu. "Takdire şayan doğrusu. Bir katil de olabilirim veya başka bir kötülüğe batmış biri de olabilirim. Bu kadar emin olmayın." Nefes'in çenesi seğirdi. Belli ki bu soruyu hep sorup duracaktı. "İyi bir insan olmak varken neden hemen kötü bir insanmışsın gibi söylüyorsun? Kendini bu kadar küçümseme!" diye sertçe kızdı. Siyah kaşları kırıştı. Doğan'ın kendisine sarf ettiği ithamlara karşı önyargılarını yıkmaya çalışıyordu. Doğan sinir bozucu bir şekilde kıkırdadı. Kendini göstererek "Küçümsemek mi?" dedi, sanki kendisi de buna inanıyor gibi. "Hayatımda hiç iyi şeyler olmadığından kötü göstermenin daha iyi olacağını düşündüm. Yanağımda bıçak izi var! Herkes ondan korkuyor sanki katilmişim gibi. Hiç kimse benim iyi olduğumu düşünmedi. Ve siz... Görür görmez iyi olduğumu düşündünüz. Beni rahatlıkla evinize çalışan olarak aldınız. Sicilime biraz da olsa göz atsaydınız orada bir-" devamını getirmedi. 'Kötü bir sicil görürdünüz.' diyemedi. '27 yıl boyunca cezaevinde kalmış biri olarak kendimi hiç iyi görmüyorum.' dedi içinden. 'Kötülerin arasında kalmış bir kurbanlıktım belki de. Şeytanın inine sızmış ve onlara yaşamayı öğrenmek zorunda kaldığım bir acı gerçektim...' "Orada bir 27 yıllık mahkûm görürdünüz, sözlerin sonu böyleydi değil mi?" dudakları gerçekleri bildiği halde hala düzdü ve o kadar tepkisiz bir şekilde dile getirmişti ki 'Bunun bir önemi yok.' der gibi. Doğan'ın gözlerinde geçen şaşkınlıkla beraber yaralı bir çocuğun acısını görebiliyordu. Çok derin yaraları olmasına rağmen güçlü duruşunu gördükçe daha çok derine girmeye çalışıyordu. Biliyordu. Bir yerlerde çıkmaz sokakların çıkısını aradığını anlayabiliyordu. "Sen bir zamanlar mahkûm olsan da iyisin Doğan. Yüzündeki bıçak izi seni yıldırtmasın. Kaderini bıçak izine bırakma, bırakırsan daha ilk darbede yok olursun. Güç ve korkuyu dengede tutmak zordur ama sen en zor olanı başarıyorsun." Doğan kocaman olmuş gözleriyle zorlukla yutkundu. Bu gerçeği öğrenmesine o kadar şaşırmıştı ki dili lal olmuştu. Sesini çıkarmak istiyordu. 'Nereden öğrendiniz?' diye sormak istiyordu. 'Siz gerçekte kimsiniz Nefes Hanım?' Zaman durdu. Gözler kelimelerin yerine geçti. Dudaklara kilit vuruldu. Sessizlik çoğaldı. Çıkmaz sokakta kaybolan duygular ve ruhlar bir çıkış yolu bulduğunu sandı ve en büyük darbeyi aldılar. "Nefes hanım, yeni araç geldi. Aytaç sizi bekliyor efendim." sessizliği bozarak yanlarına ulaşan Serkan'la kendilerine geldiler. Aytaç'ın geldiğini haber eden Serkan derin bir nefes bıraktı. Doğan arabaya yaslanmayı bıraktı. Hala kendinde değil gibiydi. Nefes hafif boğaz temizleyip başını salladı. Adımlarını arkada park halinde duran araca yönlendirdi. Serkan bu sefer de Doğan'a döndü. "Doğan, sen de Nefes hanımla git. Ben bu arabayı halledeyim." Doğan'a bakarak söylerken, Doğan'dan kısa bir süre cevap alamadı. Serkan'ın hala yanında olduğunu fark ettiğinde kendini silkeleyerek elini omzuna koyup hafif sıktı. Ardından öne bindiği gibi Aytaç arabayı çalıştırdı. Nefes ön taraftaki aynada Aytaç'ın gözlerine baktı. "Tekerlekleri patlatan kişiyi araştırın." diye emir yardırırken Aytaç önündeki aynaya kısa bir bakış atarak başıyla onayladı. "Karahan Dibek yapmış olabilir mi efendim. Eğer öyleyse..." "O değil!" dedi kesin bir dille. "Bir günde planlayıp işleve sokacak biri değil. Bir tahminim var ama emin değilim." son sözünü kısıkça söyledi. Bir yandan da o gördüğü tanıdık gözler gerçek miydi diye düşünmeden edemiyordu. ? "Yenge, ne oluyor? Sabah sabah çıkan arbede de neyin nesi?" Alper, bahçeye giriş yapan araçla Nefes'in yanına ulaşırken, Nefes rahat bir şekilde araçtan inmişti. Bakışlarını kısa bir süre Alper'e çevirdikten sonra kısık ama sert çıkan bir tonla çıkıştı. "Abine sor!" Alper, Nefes'in sert çıkışıyla homurdandı. Sözlerinin altında yatan manayı anlasa da anlamazlıktan geldi. Ardından sağ alt karın bölgesine aniden yediği darbeyle iki büklüm olurken acıyla inledi. "Yenge demeyi kes, Alper!" Doğan da yanlarını alırken Nefes'in yüz ifadesinden sinirlendiğini görebiliyordu. Aralarına girmek istemedi. Biliyordu ki bir fırça da kendisi yiyebilirdi. "Her öfkelendiğinde bana saldırman oluyor mu, YENGE?" 'yenge' kelimesinin üstüne bile bile basıyordu. Yanlarına bu sefer Okan da gelince, Alper'in iki büklüm oluşunu fark ederek dudaklarını sıkmak zorunda kalmıştı. Gülmemek adına dudaklarını ısırırken bunu fark eden Alper, sertçe kaşlarını çattı. "Gözüne yumruğu geçirmeden gülmeyi kes!" dedi ve ardından Nefes'e dönerek zorlanırcasına doğruldu. "Bana bak, Alper!" parmağını gözüne sokarak salladı. "Bakıyorum zaten." Okan daha fazla kendini tutamadı ve dudakların arasındaki kahkahaları serbest bıraktı. Doğan da bıyık altından gülerken Alper, ikisine de ters bir bakış attı. "Bir daha bana 'yenge' dersen? Seni, tahtalıköye yollarım! Orada abinle bol bol çene yaparsınız!" "Tehdit büyük yerden." dedi Okan ıslık çalarken. "Alper, Nefes hanımı sinirlendirme istersen? Hele ki bugün." Doğan aralarına girerek konuştuğunda tüm bakışlar onu buldu. "Bakıyorum da, aranız iyiye dönmüş?" diyen Alper alttan alttan ima yapıyordu. Karnının acısı geçmiş olacak ki yüzündeki acı ifade silinmişti. "Kötü mü olması gerekiyordu?" sözü bu sefer Nefes devraldı. "Okan?" dedi yanında duran Okan'a dönerek. Okan kahkahasını kestiği gibi Nefes'e döndü. Yüzündeki rahatlık silindi yerine ciddiyeti aldı. Nefes'in ani ciddi oluşuyla kendine çekim düzen vermişti. "Okulun oradaki kameraları araştır. Gerçekten Karahan Bey miymiş yoksa başkası mı öğren?" Okan başıyla onayladığı gibi duran arabanın ön tarafına bindi. Aytaç arabayı çalıştırır çalıştırmaz bahçeden kaybolurken arkasından bir süre bakındı. "Alper sen de Doğan'ı al mutfağa geçin." "Neden?" diye şaşkınlık içinde sordu Alper. "Konuşacaklarımız var!" diye öfkeyle çıkıştı. "Sonra da Alya'nın yanına uğramam lazım?" Alper duyduğu sözlerle gözlerini kocaman açtı. Doğan, Alper'in tepkisine anlamayarak baktı. "Asla olmaz!" istemsizce sesi yükseldi. Sonra yaptığının farkına vararak daha uygun ses tonuyla konuşmaya devam etti. "Yani... O-" "Mutfağa!" diye sesini yükselttiği gibi emir verdi. Alper'in yüzü asılınca bendi benzi atmıştı. Nefes önden ilerlemeye başladı. Alper burnundan solumaya başlar başlamaz Doğan'a döndü. "Size saldıran kişi Uygar abi miydi?" sorduğu soruyla gözleri kocaman olan Doğan ne diyeceğini bilemedi. Düşündü. 'Olabilir miydi?' diye içinden geçirdi. Kendini bile bile tehlikeye atacağını anmıyordu. "Bilmiyorum." dedi emin olamayarak. Ama Nefes Hanım arkamızda duran arabanın direksiyon tarafına bakarken bir hayli şaşkınlıkla öfke arasındaydı." "Tamam, ben bunu Okan'dan önce öğrenmem gerek. Beni idare edebilir misin?" gözlerine 'yapabilir misin' dercesine baktı. Doğan ilk başta kararsız kaldı ardından kendinden emin bir edayla "Ederim." dedi. Alper "Eyvallah." deyip elini Doğan'ın omzuna koydu. Dostane bir şekilde omzunu sıkarken yanından aceleyle ayrılmış ve koşarcasına garaja doğru ilerledi. Doğan'ı da arkasından soru işaretiyle bırakmıştı. Bahçede durmayı keserek içeriye geçti. Yıldız Sultan mutfakta değildi. Mutfakta sadece Serçe, Doğan ve Nefes vardı. Serçe mutfağın diğer tarafına geçerken Nefes ise mutfakta bulunan yemek masasının yanına geçti. Bakışları Alper'i ararken merakla sordu. "Alper nerede?" Doğan gerginlikle derin nefes aldı. Ne diyecekti şimdi. Düşünmek için vakit harcamaya çalıştı. Nefes'in bakışları sertleşti. "Gitti, değil mi?" derken öfkeliydi. "Gitti." dedi doğrudan. "Acil çıkması gerekti." gözlerindeki şüphe buna inanmadığını söylüyordu. "Acil çıkması gerekti?" bakışlarıyla karşısındakini ürküten bir kadındı Nefes. Şimdi de keskin bakışları Doğan'ın üzerindeydi. Mavileri daha açık maviye döndü. Mutfakta gerginlik artmıştı. Serçe çaktırmadan Nefes'e baktı. Gerildiğini on metreden anlayabiliyordu. Nefes'in yanında çalışalı üç buçuk seneden fazla olmuştu. Annesi Yıldız Sultan bu evin emekçisiydi zaten. Burada ilk çalıştığında Serçe de, Doğan gibi Nefes'i kibirli, kindar bir yapıya sahip olduğunu düşünüyordu. Ama sonra tanıdıkça ne kadar fedakâr, iyi olduğunu görmüştü. Nefes hep sade ve spor giyen bir kadın olmuştu. Uygar'dan sonra ne olduysa o zamandan beri resmi giyerdi. Serçe baharatların şişeleri kurularken istemsizce onlara kulak misafir olmaya devam etti. "Yarın bir derneğin daveti var. Ben oraya gidemem o gün. Senin gitmeni istiyorum. Artık iş başı yapman gerektiğini düşündüm. Yanına Okan'ı al ki yabancılık çekme." "Birkaç sefer sözü geçen yardım dernekleri ortaya çıktı demek?" dedi Doğan keyifli bir şekilde. "Yardım dernekleri hep vardı. Sadece zamanını bekliyordu." "Kendimi şimdi işe yaradığımı görüyorum." hevesle söylenirken bıçak izi olan yanağının kenarında gamzesi çıktı. "Asıl işe başlamadığından böyle düşünüyor olabilirsin ama daha başlamadık Doğan." 'bu bir başlangıç' dercesine dudaklarını iki yana kıvrıldı. Doğan, Nefes'in karşısında daha dik durdu. Bir anda özgüven patlaması yaşarken yakın zamanda kendine bir ev tutup annesini de kurtarma yoluna gireceğini görebiliyordu. ? "Okan yavrum bırak da diğerleri yesin!" diye kızgınlıkla söyledi Yıldız Sultan masaya yeni ekmekleri koyarken. Okan ağzındaki lokmayı yutmadan konuşmaya çalışınca Alper tarafından ensesine tokat yemişti. Kaşlarını çatan Okan ensesini yalandan acımış gibi tutarken "Ne vuruyorsun lan it!" diye tısladı. "Ağzındaki lokmayı bitirdikten sonra konuşmayı ne dersin, puşt herif? Üstümüze salyaları akıttın be!" sertçe yüzünü buruşturup üzerini yalandan silkerken Okan'ın dudakları iki yana kıvrıldı. Alper'in inadına daha çok şapırdatarak yerken bu sefer de nişanlısı Serçe tarafından ensesine darbe yemişti. Alper elini göğsünün yukarısından aşağıya doğru kaldırıp 'İçimin yağları eridi.' hareketi yaparken "Yengemin ellerine sağlık." diyerek gür kahkaha attı. "Serçe'm sana da aşk olsun!" Okan yüzünü asarak sitem ederken Serçe bilgin bir tavırla "Hak ettin." dedi arkasına yaslanıp keyifle tebessüm ederken. "Okan oğlum sofradayken konuşulmaz." bir darbe de annesi Yıldız Sultan'dan yerken şaşkın bakışlar içerisinde homurdandı. Serçe ve Alper Okan'ın hallerine daha çok gülerken tabağındaki yemekten bir kaşık daha alıp ağzına attı Okan. Kendi tabağındaki yemeğin bittiğini görünce gözleri hinlikle parladı. Sinsice kaşığı Alper'in tabağına daldırırken daha Alper yakalayamadan kaşık dolu yemeği ağzına attı. "Lan gözün doysun aç it! Bizimkine niye dalıyorsun?" gözleri öfkeyle alevlendi. Elini Okan'ın yakasına sertçe götürürken bedenini öfkeyle sarsıyordu. Okan iki yandan sarsılıp dururken boğazına kaçan yemekle yüzü bembeyaz oldu ama bunu Alper fark etmemişti. Sertçe öksürüp dururken bir yandan da Alper'in elinden kurtulmaya çalışıyordu. Yıldız Sultan endişeyle ikiliyi ayırmaya kalkışırken Serçe ise bu anı bekliyormuşçasına izlemeye koyuldu. Okan bu cezayı hak etmişti, öyle düşünüyordu Serçe. "Alper oğlum dur, boğulacak." "Boğulsun diye sarsıyorum zaten Yıldız Sultan! Bu oğlum hiç akıllanmıyor, dersini alması lazım." Alper hâlâ sarsmaya devam ederken Yıldız Sultan bir kuvvet elinden kurtarmıştı. Okan nefessiz kalmışçasına öndeki sürahi ağzına boca ederken üstüne damlatmayı eksik etmiyordu. Yüzü nefessiz kalmaktan kıpkırmızı olmuştu. Bir an beyaz meleği görecek gibi sandı. "Nişanlın burada ölüyordu sen gülüyor musun Serçe!" sürahi ağzından çeker çekmez bakışlarını Serçe'ye çevirirken kendisine gülerek izlediğini fark etmiş ve sahte alınganlıkla çıkışmıştı. "Evet." dedi rahat bir şekilde. Okan şaşkınlıkla dudağını araladı. "Ha, bir de inkâr da etmiyor?" "Evet." dedi yeniden. "Anne, bak bak, gelinin daha şimdiden beni kurtarmıyor?" "Gelinim sana ne yapsa müstahak sana." dedi Yıldız Sultan yerine geçerken. "Alperr!" mutfağa koşarak giriş yapan Aden'le bakışlarını mutfak kapısına çevirdi Alper. Aden koşmaya devam ederek Alper'in kucağına otururken, Alper ise Aden'i kucağına daha çok çekti. "Söyle fıstık?" "Ödev." dedi tatlı tatlı. Alper gözlerini kocaman açınca Okan bu haline kahkaha atamadan edemedi. "Gün gelir devran döner keser döner sap döner, gün gelir hesap döner atasözü bu anda anlam buldu. Hiç güleceğim yoktu Alper." katıla katıla yüzüne bakarak gülmeye devam ederken başını bilmiş bir edayla öne hafif eğdi. "Ya Alper... Sen beni boğarken iyiydi değil mi? Şimdi de sen boğul ama ödevlere." "Okan." dişlerinin arasından sertçe tıslarken yanında Aden'in olduğunu göstermeye çalışarak "Hani Aden burada ya? Diyorum ki laflarını seçerek mi söylesen?" dedi alttan alttan uyarır gibi. Okan keyfi yerine gelmişçesine arkasına yaslandı ve inadına kollarını gövdesinde birleştirerek harfleri uzata uzata "Yooo." dedi. "Etmiyorum kardeşim, ne yapacaksın?" Alper uzun bir sabır çekti. O sırada aralarına Aden girdi. Alper'i korurcasına boynuna sarılırken "Alper'e bulaşma boşboğaz Okan!" diye sertçe uyarırken kahkaha atma sırası Alper'e geçti. Okan bozgunca Aden'e bakarken küsen çocuk gibi davrandı. "Aşk olsun Aden, onu bağrına bas bana 'boşboğaz' de, oluyor mu?" "Sana ne derse doğrudur Okan KARDEŞİM! Senin boyuna mı sarılacaktı yoksa?" "Öyle değil misin Okan?" dedi hiç duraksamadan Aden. "Aden'cim hani en çok beni seviyordun?" sesi bu sefer oyunbaz bir edayla çıktı. Aden huysuzca burun kıvırıp Alper'in boynuna daha sıkı sarıldı. Okan'a doğru yan bir bakış atıp "Kim dedi?" dedi sahte bir hayretlikle. "En çok Alper'i seviyorum." "Bari abi de, fıstık." yarım ağızla söylediklerini sadece Serçe duydu. "Sana da demiyor Okan." dedi Serçe. "Ha, ne?" diye tepki verdi Okan. "Diyorum ki Okan'ı gebertme planı yapalım?" dedi ciddi bir şekilde. Okan gözlerine derince baktı. Ne kadar ciddi olduğunu fark ederken bendi benzi attı. Kaçmak için sandalyesini geriye çekip dururken yüzüne gülmeye çalışıyordu. "Oldu, benim işlerim vardı." der demez ayaklandı ve korkarcasına mutfaktan kaçarken arkasından güldüler. Serçe kazandığı zaferle dudağını iki yana kıvırırken Alper'e baktı. Sinsi bir ifadeyle gözleriyle mutfağın çıkısını gösterirken Okan'a gülmeden edemiyordu. "Sen ne çakalsın be yenge." "Okan'ı ancak öyle yola getirebiliyorum, ne yapayım." masum bakışlar atarak sevgiyle Alper de yarım ağız gülümseyip Aden'e doğru döndü. "Gel fıstık ödevin neymiş, yine ne saçmakolik bir şeymiş bakalım." Alper yeniden doğrulduğu gibi Aden'i de kucağına alırken mutfaktan çıkmıştı. Serçe ellerini masaya yaslarken Yıldız Sultan'la yalnız kaldı. Mutfak kapsının dibinde korkak bir çocuk gibi dikilen Okan başını kapıdan içeriye soktu. Bakışları Serçe'yi bulurken tereddüt edercesine "Gelebilir miyim?" diye sordu. Serçe, Okan'ın sesini duyar duymaz sert ifadesine geri dönerken bakışlarını içeriye girmeye korkan Okan'a çevirdi. Far görmüş tavşan gibi gözleriyle o kadar masum gözüküyordu ki gözüne. Sevgi bir kez daha öne çıkmıştı. Hâlâ kapı eşiğinde durduğunu görünce "Gel." dedi sakin bir ses tonuyla. Okan daha tedirgin oldu. Eliyle kendisini işaret ederek "Emin miyiz?" diye sessiz bir tınıyla fısıldadı. "Okan!" sabrı taşmışçasına bağırınca Okan kapı eşiğinde durmayı keserek rahat bir edayla yanına ulaştı. Karşısındaki sandalyeye oturur oturmaz ellerinden tutarken avuç içlerine uzunca buse kondurdu. Serçe, Yıldız Sultan'ın varlığını unutan Okan'a kızarak tepki gösterirken al olan yanaklarını saklamaya çalışıyordu. Bakışlarıyla annesini gösterirken bu Okan'ın umurunda olmamış gibiydi. "Okan?" "Hım." diye cevapladı. Dudaklarını hâlâ Serçe'nin avuç içlerinden çekmemişti. Serçe yeniden bu sefer seslice "Okan?" dedi. Okan kendine Serçe'nin bağırışıyla gelirken hafifçe öksürdü ve dudaklarını avuç içlerinden çekti. Konudan sıyrılmak adına "Ateşin var mı diye... Test edeyim dedim?" deyince işine konsantre olan doktorlar gibi söylemişti. Yıldız Sultan Okan ve Serçe çiftini duymazlıktan gelir gibi yapsa da bıyık altından gülümsemişti. Oğlunun ne kadar Serçe'ye bağlı olduğunu biliyordu. Bazen nerede olduğunu unuttuğunu da biliyordu. Tam da şu andaki gibi. Annesinin izlemediğini anlayan Okan sessiz bir şekilde dudaklarını aralayarak fısıldadı. "Bugün izin gününde seni bir yerlere götürsem... Olur mu?" diye istekte bulununca Serçe kararsız kadı. "Ama sen izinli değilsin?" dedi tedirgin bir tonda. "Nefes hanım kızmasın?" Okan hemen öne atıldı. Hevesli bir şekilde başını iki yana sallarken "Kızmaz, kızmaz." dedi sanki önceden anlamışlar gibi. "Bugün pek işim de yok. İzin kopartırım. Hem önceden Nefes yengeyle bu konuyla konuşmuştuk?" "Hangi konuyu?" merakla sordu Serçe. "İzinlerimizi aynı güne aldırma konusunu." "Ne, şaka mısın sen?" diye çıkıştı. "Hayır, gerçeğin ta kendisiyim." dedi Serçe'ye inat sırıtırken. "Gerçekten gerçek olman..." yalandan yüzünü buruştururken Okan alıngan bir tavırla kaşlarını yukarıya kaldırdı. "Aşk olsun minik Serçe'm. Kalbim kırıldı." "Oy kalbi mi kırıldı Okan'ın?" alayla yanaklarından sıkarken ne kadar tombul olduğunu bir kez daha anladı. Okan bozgunca homurdandı. "O kalbi bir tek şeyle onarabilirsiniz Serçe Hanım?" muzipçe sırıtıp şartını söylerken Serçe de, Okan'ın oyunbaz haline ayak uydu. Kolunu masaya yaslayıp elini çenesinin altına koydu. "Neymiş?" "Benimle gelmen?" dedi üstü kapalı bir cümleyle. "Nereye?" "Hayatının şokunu yaşamaya hazır mısın müstakbel nişanlım?" elini tekrardan nişanlısına götürdü. Bir yıldır nişanlıydılar ikisi de. Serçe'yi görür görmez tutulmuştu Okan. Gökten bir Serçe düştü diye tanımlardı karşılaşma anlarını. Serçe genişçe gülümsedi ve uzatılan eli hiç düşünmeden tuttu. O el onun sevdiğinin eliydi, güveniydi, sıcaklıydı. Hayattaki tek ailesiydi Okan. Kaybetmekten öyle bir korkuyordu ki ve bu kaybetme korkusu bir gün ona doğrultulmuş silah haline gelecekti. ? Annelerin en güçlü durmak zorunda kaldığı anlardan birini yaşıyordu Kanter Akın. Haftalar sonra ilk defa bir araya gelmişlerdi. Kanter Akın ellerini Doğan'ın sıcacık ellerine götürmeye çalıştı. Elleri bulmakta zorluk çektiğini an Doğan, annesine yardımcı oldu. Ellerini sıkıca sarmaladı. Oğlunun ellerinin üstüne derin öpücükler kondurarak kokusunu içine çekti. "Oğlum benim..." derince iç çekti. Görmeyen gözleri sanki hissetmiş gibi oğlunun gözlerini buldu. "Nasılsın Doğan'ım? Yemeğini yiyor musun? Aç kalmıyorsun değil mi, çünkü sen aklına gelmedikçe yemezsin." Doğan yine annesinin karsısında küçük çocuğa döndü. Ellerini ellerinden hiç ayırmıyordu. Yüzüne zorlukla gülümseme yerleştirdi. "Sağ olsun arkadaşlar boşboğaz oldukları için benim de aç kalmama izin vermiyorlar." "Arkadaşlar?" dedi sevinçli bir şekilde. "Demek o kadar kaynaştınız?" "Okan, Aytaç, Alper çok konuşmasa bile Serkan var annem. Hepsi o kadar iyiler ki." "Aralarında kız yok mu?" annesinin munzurca söyledikleriyle bakışlarını kaçırdı Doğan. "Ne kızı anne?" utanmış gibi kısıkça mırıldanırken genzi yanmışçasına yutkunmakta zorlandı. "Hiç mi yok?" daha da üstüne giderek sorarken Doğan bu muhabbetten sıkılmışçasına hafif sesini yükseltti. "Yok, dedik ya anne! Sadece mutfakta çalışan Yıldız Sultan ve Serçe var. O da Okan'ın nişanlısı Serçe, diğeri de Okan'ın annesi zaten." 'Nefes hanım da var.' diyemedi. "Tüh! Senin mürüvvetini de göremeyeceğiz galiba?" Doğan işittiği sözlerle "Yok artık anne!" diye nida patlattı. "Ne var oğlum? Yaşın geçiyor?" "Alt tarafı 27 yaşındayım anne! Hem evlenip de ne yapacağım. Benim gibi bir ada-" "O sözü tamamlama!" diye kızdı Kanter Akın. Kaşlarını çatmış öfkeyle solumuştu. Bu itham şeklini beğenmemişti ve konusu bahis olmasından da nefret ederdi. "Benim tepemi de attırma! Sen masumsun anladın mı Doğan! Bu hayattaki en masum kişisin sen!" Doğan öyle hissetmiyordu. Kendini bataklığa düşmüş biri olarak görüyordu. "Duydun mu beni!" en son sesini yükselterek söylerken Doğan'ın dudaklarının arasından o yasaklı sözler fışkırdı. "O zaman babam nerede anne? Yaşıyor mu öldü mü gerçekten bilmiyorum? Bizi terk mi etti anne? Neden babamla alakalı bir şey yok hafızamda? Neden sen buradasın? Neden babam yok benim! Gerçekten sevmedi mi beni anne! Sen söylüyorsun ya 'Dünyanın en masumu belki de sensin.' diye... Neden o zaman beni bıraktı, biz kötü müydük anne! Ben masum değilim anladın anne, eğer masum olsaydım babam burada yanımda olurdu!" Tek cevap istiyordu. Neden?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD