5. BÖLÜM: KAZA VE SUİKAST
Çocukluğum beni görse ne yaptılar sana böyle diye ağlardı...
Furuh Ferruhzad
'Hayat sana bir şans daha verse hangi güne gitmek isterdin?' sorusuna 'Yiğit'ten kaçmadığım güne gitmek isterdim.' diye cevap verildi şimdiki aklı olsa... Sonra düşünürdü; o güne ait sarf ettiği sözler aklına gelince anında o şans kapısını elinin tersiyle iterdi.
Çocukluğu, ayna tuttu.
Sana bakan bir yaralı çocuk...
Sana şu soruyu sorsa sen de yerinde donup kalmaz mıydın?
'Ne yaptılar sana? Sen, nasıl bu hale gelebildin? Sana bunları yapmalarına nasıl izin verirsin?' boyun eğdi. Aynadaki çocukluğuna bakmaya yüzü kalmamıştı.
'Gerçekten bunu kendime nasıl yapabildim?'
"Ne var Murat! Ben, sana 'Beni bu saatte rahatsız etmeyin.' demedim mi?" Sert bir şekilde telefona doğru öfkeli bir sesle bağırdı. Bakışlarını bir an olsun izlediği evden çekmezken her an tetikteymiş gibi duruyordu.
"Kader neredesin? Burası çok karıştı. Hemen buraya gelmen gerek!" emir kipiyle emreder gibi söylerken bir yandan da tedirgindi. Kader duyduğu emirle kaşlarını öfkeyle çattı. Ona emir verir gibi konuşmasından hoşlanmazdı. "Bana emir verir gibi konuşma Murat!" diye bağırdı bir kere daha.
"Tamam, konuşmayacağım! Ama sen de buraya gel! Gerçekten burası çok karışık ve tek sen halledersin?" sesi bu sefer yalvarır gibi çıktı. Kader'i az çok tanıyorsa bu söylediklerini ona yedirirdi.
"Başka adam yok mu Murat? Orada koskoca teşkilat kadar adam var! Hiçbiri mi işe yaramıyor?" sakinleşmek adına gözlerini saniyelik yumup açtı. Ardından derin bir soluk çekerken dikizlediği evin karşısındaki evin çatısında olan merdivenlere doğru ilerledi.
"Seninki geldi." derken tereddüt içindeydi. Çünkü Kader'in gazabından çok korkuyordu. Kader duraksadı ve kaşlarını daha çok çattı. 'Bugün sinirlenme günü mü?' diye içinden geçirdi.
"MURAT!"
"Bana niye bağırıyorsun şimdi be? Ben mi dedim gel diye? Tutturdu 'onu göreceğim' diye. Ağzını yüzünü yer değiştirmek vardı da işte!"
"O benimki değil, bu bir! İkincisi onu hemen oradan çıkarın! Ben gelirsem sağlam bir yeri kalmayacak!" çatıdan sonunda inip işlek caddedeki park halinde duran arabasına binerken bir yandan da Murat'a laf yetiştirmeye çalışıyordu.
"Bizi bulaştırma Kader! Gel, sen hallet." der demez yüzüne telefonu kapattı. Kader yüzüne kapanan telefonun ardından ekrana sinirle bakarken telefonu parçalamamak için kendini zor tutuyordu.
Karakolun önüne ani bir frenle arabayı park ederek indi. Sert adımlarını girişe yönlendirirken 'Hoş geldiniz amirim.' laflarını duymazlıktan geldiği gibi kendini bağırış çağırış seslerin olduğu tarafa attı. Amir odasının önü kargaşa içinde olduğunu görür görmez bağırmaya başlarken kimse onu duymuyordu.
"Ne bu gürültü!"
Sesini duyan tek Murat oldu. Kader'i görür görmez yanına ilerlerken "Sonunda!" diye nida patlattı Murat. Kader öfkeyle göz devirip "Nerede?" diye sordu.
Murat eliyle yerini beli ettiğinde Murat'ı arkasında bırakarak odasının önünü darmadağın eden kişiye döndü.
"Kader buraya gelecek..."
"Geldim! Ayağına kadar çağırma cesaretinde bulunduğuna göre yüreği yemiş olmalısın Soner. Aslında ilk değil yiyişin ama kendini iyice aşmışa benziyorsun."
Kader'in sesini duyan Soner anında 360 derece dönerken bakışlarında tedirginlik geçmişti. Tam karşısında durduğunda ise sesi bir yerlerine kaçmış gibiydi. "Kader?"
"Ne oldu? İki dakikada süt dökmüş kediye döndün? Hani nerede biraz önceki aslan kesilen Soner? Kediye mi dönüştü?" alay dolu bir şekilde söylerken bakışları birini öldürecek kadar korkutucuydu.
"Amirim sonunda! Biraz daha gelmeseydiniz burası telef olacaktı." Kader'in bakışları anında telaşla nefes alıp veren Bora'ya döndü. Adımları bu sefer onun yönüne ilerlerken kaşlarını olabildiğince havaya kaldırdı.
"Siz ne işe yarıyorsunuz, peki? Buraya bostan korkuluğu olarak mı alındınız Bora!" ani bağırışıyla yerinde irkilirken bakışlarını ondan çekmişti.
"Kader, hadi konuşalım biraz ha?" diyen Soner'le, Kader anında dibinde bitti. Kollarını refleksle arkaya çevirirken ellerini ise kelepçe pozisyonuna getirmişti. Başı arkaya düşen Soner acıyla inlerken Kader'in elinden kurtulmaya çalışıyordu.
"Sen 'hayır' dan anlamıyor musun, ha? Kaç defa daha söylemem gerek?"
"Anlamıyorum! Anlamayacağım!" bir cesaretle haykırdı. Kader bu cesaretine sadece dudak kıvırmakla yetindi. "Sen, o adamı unutamadığın için şans vermiyorsun. Ama bir kere bile olsa bana kalbini açsan her şey çok güzel olacak!" göz göze gelerek dile getirirken bir yandan da kurtulmaya çalıştı.
Kader yüzüne en soğuk kahkahasını yerleştirerek güldüğünde 'Buna sen de inanıyor musun?' der gibi başını sonradan iki yana olumsuzca salladı.
Soner, Kader'in dalga geçer gibi kahkaha atmasına öfkeyle yaklaştı. "Gülecek bir şey yok!" diye gürlerken kalbi göğüs kafesinden çıkmak ister gibi öfkeyle atıyordu. Kader'in kahkahası dondu. Yine eski soğuk ifadesine dönerken ani bir şekilde kollarını bıraktı. Soner geriye doğru sendeleyince "Murat, Soner'i akşama kadar nezarette tut! Belki akıllanır da çocuk gibi karakol basıp etrafı dağıtmaz."
Soner ve diğerlerini arkasında bırakarak odasına geçerken başına ağrı girmişti. Koltuğuna oturduğu gibi başını arkaya atarken aklına yine o anın geldiği belirten sinyaller çoğalmıştı.
?
Silahlar hâlâ inmemişti. Bakışlar donmuştu. Bedenler buz kesilmişti. Karahan beyin sinirle burnundan soluklandığından hariç salonda başka bir ses çıkmıyordu. Keskin bakışları karanlığın rengine bürünürken tüm planları bir telefonla suya düşmesiyle son bulmuştu.
Aylardır uğraştığı kötülüğün ilk tohumları dakikasında yerle bir olmakla kalmamış ve ifşa olmuştu. Öfkeden deliye dönmüş haliyle karşısında onunla alay edercesine elinde silahı olmadan kafa tutan kadını gördükçe sinir katsayısı daha da artıyordu.
Nefes alayla gözlerini gözlerinden çekmeden elleri masanın üzerinde bir şekilde duruyordu. Doğan ise bu tüm olanlara ve eline ne zaman geçtiği namluyu idrak etmekte daha güçlük çekiyordu.
"Yetimhanelerime ne hakla baskın yaparsınız? Kim, size bu cüreti verir! Ben sizden onay aldım ve siz de imzalattınız!" biraz daha bağırırsa evin en üstünde uyuyan Aden'i uyandıracaktı.
"İmzaladığım kâğıda bir göz atsaydınız onun onay kâğıdı olmadığını anlardınız ama görüyorum ki okumamışsınız, ne yazık!" ilk başlarda kahkaha atışı son sözleriyle sahte bir üzüntüyle son buldu.
Karahan bey duyduklarıyla beyninden vurulmuşa döndü. Bunu beklemeyen ifadesiyle kaskatı kesilirken ellerindeki silah yere düşecek gibi oldu.
"Sizin nasıl biri olduğunuzu biliyordum Karahan Bey. O yetimhaneleri ne için kullandığınızı sürekli bir tane daha açmanızdan anlamıştım ve uygun zamanı bulduğum gibi çökertme emri verdim. Nasıl, iyi etmiş miyim?"
Dudaklarına yansıyan öfkesini dişlerinden çıkarır gibi sıkıyordu. "Bunun bedeli-"
"Aynen." dedi alayla. "Ödetirsiniz, her zaman beklerim." daha çok kışkırtan sözleriyle elinde tuttuğu silahın tetiğini çekti. Alperler, Nefes'ten bir işaret bekleyerek bakarken 'silahları indirin' dercesine göz göze gelmelerini sağladı.
Alper şaşkınlıkla gözlerini büyütürken el mecbur silahını indirdi. Diğerleriyle birlikte Doğan da ağır bir şekilde indirirken neden bunu yaptığını merak ediyordu.
"Siz de indirin silahlarınızı?" diye emir verdi Karahan beye doğru. Eski ifadesiz haline dönmüştü tekrardan.
"İndirmiyorum!"
"İndirin!" diye bağırdı en son, Nefes. "Kızımın olduğu yerde silah çekemezsiniz!"
Alayla dudak kıvıran taraf bu sefer Karahan Bey oldu. "Kızınız?" dedi tekrar ederek. "Odasında mı?" Nefes'in gözleri öfkeyle alev alev oldu. İşte bu son noktası olmuştu. Karahan bey sınırını aşmıştı bu alttan alttan tehdidiyle.
Alper'in silahını kaptığı gibi bacağına bir el sıktı. Herkesin gözleri kocaman olurken, Karahan Bey acı dolu bir inleyişle yere düştü. "O silahı indirin demiştim, size!" sabrı taşmıştı. Bir el daha sıktı. Gözlerindeki hırsın karanlığıyla gözlerini avına hedeflerken "Bu da kızımın adını ağzınıza aldığınız için!" diye tısladı.
Karahan beyin korumaları ani bir şekilde yeniden silahlarını ellerine alırken “Tek hareketinizle patronunuzu delik deşik ederim!" diye korumaları uyarıda bulununca kararsız kaldılar bir süre. Ardından Nefes'in ne kadar kararlı olduğunu anladıklarında ise silahlarını usulca indirdiler.
"Hayatınız karardı Nefes Hanım! Bundan sonra daha temkinli hareket edin çünkü sizin gölgenizi bile rahat bırakmayacağım!"
"Her zaman bekleriz." diye yapmacık bir gülüşle kahkaha attı. "Alın patronunuzu derhal terk edin burayı!" gülüşü bir anda korkutucu bir ifadeye büründü.
Adamları Karahan beyi yerden kaldırıp götürdüklerinde o anda yukardan bir ağlama sesi geldi. Nefes, ağlama seslerini duyduğu an telaşla yukarıya bakışlarını çevirirken bir kez daha çığlık çığlığa yakın bir ses yankılandı.
Alper de telaşlanınca yukarıya çıkacaktı ki Nefes onu durdurdu. "Dur, Alper. Ben giderim. Sen burayı hallet." der demez yukarı kata çıktı. Kızının avaz avaz bağıran sesini duydukça daha hızlı hareketler etmeye çalışıyordu. Kalbini acıtan o çığlık dinmek bilmiyordu.
Kızının odasına geçer geçmez kendini yanına attı. Aden kan ter içinde kalmışçasına yatakta kıpırdanırken Nefes hemen yanına uzanarak kızını kendine doğru çekti.
"BABA NE OLUR, GİTME! BABA!" Nefes duyduklarıyla zorlukla yutkundu. Kaç yıl olmuştu Uygar gideli?
Yedi...
Sekiz?
Belki de daha azdı, bilmiyordu.
Aden'in saçlarının arasına sakinleştirici buseler kondurdu. "Tamam, bebeğim... Uyan, bak, ben buradayım. Geçti tamam mı, geçti." sesindeki çaresizlik bu denli acıtmamıştı canını.
Aden sarsılarak gözlerini açtı. Etrafa korkuyla bakarken bir yandan da gözleri dolu doluydu. Ona sarılan annesini fark eder etmez daha çok göğsüne sığınırken hıçkırıkları dudakların arasından firar etti.
"Anne!" feryat edişi yürek burkan cinstendi.
"Buradayım bir tanem. Yanındayım."
"Babam buradaydı anne! Yanına geldi, öptü yanaklarımdan... Gerçek gibiydi!" hızlı hızlı anlatmaktan nefesi kesildi. Gözleri hâlâ kaygıylaydı. Babasına duyduğu özlemi gün geçtikçe daha çok artıyordu.
"Anne!" diye bir kez daha hıçkırıkların arasında çığlık attı. Nefes, kızına daha çok sahiplenircesine kucağına çekerken başının ucuna buseler kondurmayı ihmal etmiyordu.
"Söyle bebeğim?"
"Ben... Ben babamı özlemekten çok yoruldum! Geri gelemez mi anne! Bir daha gitmezse olmaz mı?" Nefes'in kalbi sıkıştı bu gerçekle. Bu şans ona verilseydi hiç düşünmeden kabul ederdi. Gitmemesi için elinden geleni yapardı.
Derin nefes bıraktı odaya. Geri gelmesi imkânsızdı ve bunu kızına nasıl yeniden söyleyebilirdi ki? Kızı güçlü görünmek adına çok konuşur ve hiçbir şey olmamış davranırdı ama bu tabi gündüz için geçerliydi.
Gece olunca üstüne bir karabasan çöker gibi hissederdi. Gündüzken unuttukları gece ona hatırlattırırdı
"Sana, babanla tanışma hikâyemizi tekrardan anlatayım mı, ister misin?" deyip buruk bir tebessüm dudaklarına yerleştirirken yatağa daha çok uzandı. Kızını da göğsüne çekerken üzerlerini battaniyeyle örttü.
"Anlat anne. Uzun zamandır anlatmıyorsun zaten." sesi sitemliydi. Haklıydı da. Uzun zamandır işiyle gelgit olduğundan kızıyla doğru düzgün bile ilgilenememişti. Kızının en olmadık zamanlarda yalnız bıraktığı için kendini suçlu görürken aslında kendi hayatını yıllar önce yaşamayı bırakmıştı. Kendini hem işine hem de kızına adamaktan kendini unutmuştu artık.
"Babanı bir karargâhta yaralı olarak gördüm. Ben o zaman daha hemşirelik stajındaydım. Baban yi-"
16 EKİM 2013- TEKİRDAĞ
"Nefes, Nefes bana neresi düştü inanabiliyor musun ya! Şırnak! Bildiğimiz Şırnak'a ya? Hiç sevmediğim şehir." Pelin hayıflanarak somurtmaya devam ederken önündeki tostunun bittiğini fark ederek tiz bir çığlık attı. "Ay!" ani bağırışıyla Nefes yerinde irkildi. Tüm kantin Pelin'in bağırmasıyla ani bir göz devirmelerine sebep olurken Pelin'in bu huyuna alışmışa benziyorlardı.
"Ne bağırıyorsun kızım, kulağımın dibinde!" elini kulağına götürerek kulağının arkasını kaşımıştı.
Pelin son lokmasını yutar yutmaz sanki kıtlıktan çıkmış gibi gözlerini kocaman açmıştı. "Tostum, ayranım, hamburgerim, çikolatalarım bitmiş!" Nefes 'Bağırışın bu yüzden miydi?' dercesine göz devirirken "Bu muydu kızım yine bağırışın? Alırız yenisini olur biter! Hem sen hala doymadın mı?" deyip arkasına yaslandı.
"Ama param bitti." mahcup bir ifadeyle bakışlarını kaçırdı. Pelin asla doymayan bir karakterdi. Nefes, kotunun cebine doğru bakışlarını indirdi. Eline gelen birkaç bozuklukla zorlukla yutkundu. Son kalan parası birkaç bir bozukluktu. Yetimhanede son günlerini yaşıyordu ikisi de. Birkaç gün sonra 18'ine basacaktı ve son olan umuduyla yuvadan saniyesinde atılacağını biliyordu.
Yüzüne her zamanki takındığı güçlü görünmeye çalıştığı gülüşüyle Pelin'e doğru döndü. Elindeki son bozukları masanın üstüne koydu. Pelin'in bakışları masadaki bozukları bulununca gözleri ışıl ışıl oldu. "Ya, sen bir tanesin!" diyerek Nefes'e sıkıca sarıldı. Başı omzuna düşerken yüzüne bu sefer gerçek gülümsemesini ekledi.
Onun tek ailesi Pelin'di. Onu da kaybederse Nefes'ten bir şey kalmazdı...
?
"Evet arkadaşlar? Bazılarınızı hastaneye bazılarınızın stajı da buraya askerlerin olduğu yere görevlendirildi. Buradaki görevi-" Nefes, bölüm şefinin konuşmasını dinlemeyi bırakarak etrafına göz gezdirdi. Böyle bir yerde görev yapacağını hiç düşünmemişti. Kendisinde hastanede hemşireliğini yapacağını sanıyordu.
Bakışları arka tarafını bulurken üstünde kocaman yazılarla yazılan CEPHANE'yi bulmuştu gözleri. Az ilerde de bazı çadırlar vardı.
"Komutanım, Komutanım?" diye telaş içinde yanlarına gelen askerle, Nefes'in bakışları askeri buldu. Komutan olan orta yaşlarındaki adam kaşlarını çatmış bir şekilde ona seslenen askere döndü. "Ne vardı asker?"
Asker derin soluklar alıp verirken "Uygar, Komutanım... Uygar yaralanmış. Birazdan burada olur?" der demez arkasından iki kolundan tutan askerlerle birlikte Uygar görüş açısına girmişti. Nefes2in bakışları Uygar'ı bulunca nedense dikkatini çekmişti.
Komutan, bölüm şeflerinden müsaade isteyerek Uygar'ı çadıra götürmelerini istedi.
"Fırsat ayağınıza kadar geldi çocuklar. Evet, ilk kim müdahalede bulunmak ister?" kimseden çıt çıkmayınca bölüm şef hocası tam ümidini kesip kendisi seçecekken, Nefes bir anda kendini öne adım atarken buldu. Kendinden emin hareketlerle "Ben. Ben ilk yardımı yapmak istiyorum." deyişiyle tüm gözler ona doğru yöneldi.
Uygar'ı görür görmez sanki kendinde bir parçaya rastlanmış gibiydi. Nedense ilk yardımı kendisi yapmak istiyordu hem de ilk deneyimiyle.
Çadıra doğru alınan Uygar'ın yanına doğru ilerlerken arkasından da arkadaşlarıyla birlikte bölüm şefi hocası girmişti. Şefleri, Nefes'in tek bir hareketini bile kaçırmadan izlenimde bulunurken Nefes heyecandan titremeye başlamıştı. Çünkü ilk defa bir yaralıyı iyileştirecekti.
Uygar'ın başucuna geçerek ilk önce bilinci yerinde mi, değil mi anlamak için göz kapaklarını yukarıya kadar kaldırdı. Hareket eden gözbebeklerini görünce bu sefer de yarasının ne denli derin olduğunu ölçmeye çalıştı.
Karnındaki kanlar yeşil asker tişörtüne bulaştığını görünce karnını hafif açık bıraktı. Uygar karnındaki kurşunun sıyrılmasıyla kan ter içinde kalırken bir yandan da hareket etmeye çalışıyordu. Fakat buna gücü yetmiyordu.
"Kurşun sıyrılmışa benziyor?" dedi Nefes ilk analizinde bulunarak. Diğerleri pür dikkat Nefes'i izliyorlardı. Eline aldığı yardım çantasıyla kapağını açtı ve içinden bir parça bez çıkardı. İlk önce kanı temizlerken dikkatli olmaya çalışıyordu. Sıyrılan yeri temizledikten sonra antibiyotik bir krem sürdü.
Uygar acıyla inlememek adına dişlerini sıkarken onu oyalayacak bir şeyler konuşmaya başladı. Bu biraz da olsa acısını unutturabilirdi.
"Gerçekten çok zor işiniz. Vatanı korumak adına can veriyorsunuz, ne kadar gurur verici."
Uygar'ın dikkatini çekebilmişti sonunda. Uyandığı gibi bakışları yarasını temizleyen Nefes'i bulurken derin nefes almaya çalışıyordu. "Sen de kimsin?" zar zor dudaklarını araladığı gibi bir soru çıkarken ağzından, Nefes hafif tebessüm etti.
"Ben Nefes. Nefes Güneş. Yakalar Devlet Üniversitesi’nden ikinci sınıf öğrencisiyim." diye kendini tanırken ileride ne denli sıkı dost olacaklarını nereden bilebilirdi ki? Hayat belki de Nefes'e bir yardım eli uzatmıştı. Ona, her an yanında olabilecek bir melek yollamıştı belki de kim bilir...
Kızının uyuyakaldığını fark eden Nefes, başının ucuna sessiz bir buse kondurup yataktan kalktı. Kızının üzerini örtükten sonra üzerine çöken duygudan kurtulmak adına bahçeye çıktı. Yıldız Sultan'dan sade bir kahve yapmasını rica ettikten sonra bakışlarını gökyüzüne çevirdi.
Hava serindi. Rüzgâr hafif esiyordu ve bu Nefes'in ruhuna iyi gelen bir ilaç gibiydi. Hırkasına daha çok sarıldı ve hatırladığı güzel maziyle uzun zamandır kendinden bile sakladığı gerçekler bir kez daha gün yüzüne çıkmıştı.
Uygar'la tanıştıktan sonra kendisine çok görülen bir hayata sahip olmuştu. Ne yapsa etse de Uygar'a olan borcunu ödeyemezdi. Ona yeniden yaşama umudu vermişti çünkü. Ona en iyi dost olmuştu, bazense bir abi...
"Aden çok ağladı mı?" yanına sessizce ilişen Doğan'la, irkildiğini gizlemeye çalışarak bedenini ona doğru döndürüp soğuk bir ifadeyle baktı. Kahve gözlerde, Nefes'in mavilerine dönerken elinde iki Türk kahvesi vardı. Sade olanını Nefes'e uzattı.
"Yıldız Sultan boşuna buraya kadar yorulmasın, dedim? Kendime de yaptırmışken getireyim dedim? Umarım bir mahsuru yoktur?" tepkisini merak ederken, Nefes başını olumsuzca iki yana doğru salladı, 'Mahsuru yok.' dercesine.
"Düşünceli görünüyorsunuz?" bir önceki sorusunu görmezden geldiğini anladığında bir başka soru yöneltti.
"Konuşacaksan gidebilirsin. Çünkü sessizliğime ihtiyacım var!" diye son anda terslercesine konuştu. Doğan sessizliğini koruyarak arkasına daha çok yaslandı. Gökyüzü yine pas parlaktı ve hiç yıldız yoktu.
Elindeki kahveden bir yudum aldı. Sessizlik ona göre değildi. Daha fazla dayanamadı ve dudağını sabırsızla aralayıp kahvesini yere bıraktı.
"O adamlar kimdi? Pek tekin birilerine benzemiyordu?"
"Sana susmanı söyledim!" diye bağırınca gözaltlarındaki kızarık ortaya çıktı. "Oradan bakılınca ben de tekin birine benzemiyorum."
Doğan yarım ağız gülümsedi. Uygar abisinin bu kadına nasıl katlandığını gerçekten merak ediyordu. "Haklısınız, biraz önceki olanları düşünürsek?" başını olumsuzca iki yana doğru salladı.
"Seni de takdir etmek gerek. Silah çekmeler falan..." göz ucuyla Doğan'a bakarak kahvesinden yudum aldı. Yüzü yine ifadesizleşmişti. Kızının yanında takındığı telaş ve korku gitmiş yerine her zaman tavrı gelmişti.
"Yaptığım yanlıştı aslında." dedi mırıldanarak. "Birini vurabilirdim..."
"Ve bu benim yüzünden olacaktı, değil mi?" sözünü keskin bıçak gibi kesti. "Ama bunu senden kimse istemedi. Zaten bunun için görevlendiren kişiler var."
"Elime bir anda silah tutuşturuldu."
"Kim vermişti? Onun cezasını vermem şart oldu." dedi kızgın bir nefes havaya bırakırken.
"Bilmiyorum, o an idrak edemedim. Hem cezadan kastınız nedir?" diye sordu hafif tereddüt edercesine.
Nefes sinsi bir tebessüm dudaklarına yerleştirerek kahvesinden içti. "Bilmesen daha iyi."
Doğan'ın gözleri kısıldı. Aklını kurcalayan düşünceler bir bir cevabını bulmak istercesine sabırsız davranırken yanlarına Alper geldi. Nefes, Alper'in geldiğini fark etse de ona doğru dönmedi.
"Bu bir savaşın başlangıcı, biliyorsunuz değil mi?" çatık kaşlarla sarf ettiği sözler öfkeyle çıkmasına rağmen sakin ve rahat bir edayla cevaplamıştı Nefes. "Biliyorum. Bunu bile bile yapmadık mı zaten Alper?"
"Karahan sandığımızdan daha tehlikeli. Bu çöküşüyle daha da kinle dolmuştur? Tüm mal varlığına el koyuldu."
Doğan daha da meraklandı. 'Gerçekten Nefes Hanım ne iş yapıyor?'
"Umurumda değil." dedi hala umursamazlıkla. "Alışkınım bu tip hadiselere." Alper bir şey demedi. Çünkü Nefes'i çok iyi tanıyordu. Uygar'dan sonra ne kadar kinlendiğini de...
"Beni nasıl bir şeyin içine soktunuz?" dehşetçe gözlerini büyütürken "Sen bu işlerin dışındasın." diye cevap verdi Alper.
"Bizim bir mafya olduğumuzu düşünüyor?" dedi Nefes alayla dudak kıvırırken. Alper'in aksine daha rahat bir şekilde söyledi.
"Hâlbuki daha önce de cevabını almıştı." dedi Alper imayla göz kırpıp gülerken.
"Bu rahat davranışlarınız bir gün beni kalpten götürecek." dedi Doğan yüzünü buruşturarak. Alper gür bir kahkaha attı Doğan'a inat. Doğan, Alper'e göz devirdi.
"Alper ne dersin? Doğan'a illegal işler yaptığımızı söyleyelim mi?" göz kırparak Doğan'ın gözlerinin daha çok büyümesine sebep olurlarken bu kadar saf olacağını hiç beklemiyordu. 'Bu adamın ruhu yaralı.' diye düşündü Nefes.
Parktayken de nasıl baktığından anlamıştı aslında ne kadar yaralı olduğunu... Ama sebebini hiç tahmin edemeyeceğinden emindi.
"Şaka yapıyorsunuz, değil mi?" bir umut gözlerine bakarken bir an olsun inanmışa benziyordu.
"Tabi ki şaka." dedi Alper, Doğan yüz ifadesini görerek. Nedense rahatlamıştı.
"Nefes yenge, Aden iyi mi?" diye konuyu değiştirip endişe içinde sordu. Nefes 'yenge' lafıyla burnundan solurken "Yenge takıntına..." deyip sustu. Ardından gözlerine yansıyan gizli duyguyla "Aden iyi." dedi. "Sadece babasını gördüğünü söyledi."
Alper'in bedeni kaskatı kesildi. Gözlerindeki dalgınlık ortaya çıkarken ellerini sertçe sıktı. Bakışlarını kaçırdı. "Özlemiş, normaldir. Rüyasına geldiği için de sevinmiştir." dedi kesik kesik nefes alırken.
Doğan'ın gözleri de istemsizce hüzünlendi. Kendi babasına dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Hatırlamayı bırak bir kerecik bile görememişti.
Acaba gerçek yüzünü görse yine şimdiki gibi üzülür müydü?
Aden yine şanslıydı. Babasına ait anıları vardı ve hala hayattaydı. Onlar öldü olarak sansa bile...
"Tabi özlemiştir! Canlı kanlı kim görse sevinir." sessizce mırıldanan Nefes kendi kendine konuşuyordu.
"Efendim?" diyen Alper'le kendini silkeledi. "Bir şey mi dedin yenge."
"Hay yengene!" diye nida patlattı sinirle. "Dedim ki: Bu Alper'den kurtulmak için ne yapabilirim? Öldürsem suç olur, öldürmesem de ben kafayı yiyorum."
Alper kahkaha attı. Muzipçe göz kırptı. "Harikulade de benden kurtulamazsın yenge." inadına yapıyordu. Tüm gerçekleri bilmesine rağmen bile bile 'yenge' diyordu.
"Alper sikt*r git!" diye kovalarcasına bağırırken, Alper 'tamam' dercesine ellerini yukarıya kaldırdı.
"Küfretmenize bir hayli şaşırdım desem yalan olur." bu sefer de Doğan imayla gülümsemişti. "Tam sizden beklediğim performans."
Nefes öfkeyle gözlerini kıstı. "Doğan senin kahvende bitmiş? Hadi, sen de defolup gidebilirsin."
Doğan yere bıraktığı kahvesini eline alarak Nefes'e inat ağır ağır içmeye devam etti. "Bakın efendim? Daha bitmemiş?" diye imayla söylenmeye devam ederken Nefes bir hızla elindeki fincanı aldığı gibi dudaklarının arasına götürdü ve son damlasına kadar içti.
Alper ve Doğan şaşkınlıkla Nefes'i izlerken gözleri yuvadan çıkacak gibiydi. Nefes ağzını elinin tersiyle içtikten sonra fincanı Doğan'ın eline bıraktı. "Bak, kahvende bitmiş? Hadi, gidebilirsin?" açık açık bir şekilde yanından kovdu.
Doğan bir elindeki boşalan fincana baktı bir de kendisine şahin gibi bakan Nefes'e baktı. 'Hadi!' dercesine de kovmaya devam ediyordu.
Alper, Doğan'ın kolundan tutarak Nefes'in yanından ayrıldı. Nefes sonunda yalnızlığına kavuştuğunda ise ağaçlara bağlanan hamağa doğru ilerledi ve üstüne uzanıp ellerini başının arkasından birleştirerek yıldızsız gökyüzünü seyre kaldı.
?
~Son nefesinde nasıl korkarak da helallik isteniyordu öyle? Bu performansı da hayattayken de gösterseydiniz şimdi hiç kalp kırmamış olurdunuz...~
"Okulda uslu durulacak tamam mı, bebeğim?" kızının iki yanağından da öpücük kondururken okulun girişinde duraksadı. Aden huysuz bir tavırla somurturken ellerini de göğsünde bağdaş yapmıştı.
"Ben hep usluyum, anne!" kızının sitemle söylediklerine hafif kısık gözleriyle baktı. 'Emin miyiz?' dercesine kaşlarını yukarıya kaldırırken "Ya, tamam." diye çığlık attı Aden. "Uslu duracağım ama velakin." deyip kollarını özgürleştirdi. Bakışlarını bilmiş bilmiş bir tavırla annesinin gözlerine hizalarken gözlerinin önüne parmaklarını da sallamayı ihmal etmiyordu.
"O hocalar benim canımı sıkarsa ben de bildiğimi okurum."
Doğan arabanın içinde anne kızın atışmasını izlerken yüzünde buruk bir ifade oluştu. Aden'in annesine karşı takındığı tavrı da gördükçe kahkaha atası geliyordu.
"Aden, bebeğim? Öyle durumlarda ne yapıyorduk?" parmak sallayışını göz ardı ederek konuşmaya devam ederken ellerini kızınınkileriyle birleştirdi. "Görmedim, bilmiyorum, duymadım."
"Beni ilgilendirmiyor hanımefendi! Ben gereken neyse yaparım!" derken kaşlarını aynı annesi gibi çatmıştı. Yanlarına gelen Aden'in öğretmeniyle çöktüğü yerden doğruldu Nefes.
"Aden'cim? Herkes sınıfa geçti bile, sen niye hala buradasın?" yumuşak bir sesle sorarken Aden çantasını sırtına daha çok alarak hiçbir şey demeden okulun içine girdi. Ardında bakan Nefes 'Ah.' diye başını sallarken bakışları Aden'in sınıf öğretmenine çevirdi.
"Merhaba Akın Bey." diye selam verdi.
"Merhaba Nefes Hanım. Aden yine tersinden kalkmış olmalı?" dedi bakışları bir an okulun bahçesine ilişirken.
"Her zamanki Aden işte."
"Haklısınız." diye yanıtladı. "Bu arada Aden'in bir sıkıntısı yok değil mi?" kaşlarını meraklı bir ifadeyle yukarı kaldırırken Nefes'in dikkatini çeken şey Aden'le ilgili bir sorun olduğu oldu.
"Aden'in bir sıkıntısı yok, derken kastettiğini nedir Akın Bey?"
"Bunu daha geniş bir zamanda konuşsak iyi olur." sıkıntıyla iç geçirdi. Nefes daha çok meraklansa da kabul etti.
"Tamam, Akın Bey. Uygun bir zamanımda konuşuruz, iyi günler." deyip cevabını beklemeden kendisini bekleyen araca bindi.
Araç saniyesinde çalışırken Nefes düşünceli bir tavra bürünmüştü bile. Okulun önünden ayrıldıklarında ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. Ani bir gürültüyle sarsılan arabayla kendine gelen Nefes 'Ne oluyor?' dercesine arkasına baktı.
"Nefes Hanım eğilin!" diye bağıran Serkan'la, Nefes dediğini yapmayıp üstüne daha çok göz önüne çıkmıştı. Bakışları arkasında olan arabaya değerken ön koltuktaki kim olduğunu öğrenmeye çalıştı. Araba onlarınkine makas atarken ön koltukta oturan kişinin kim olduğunu gördüğü gibi öfkeyle gözlerini kıstı.
Bir el ateş edilişle araba bir kez daha sarsıldı. Doğan sarsılan arabayla gerilirken ne olduğunu anlayamadan arabaya bir el ateş sıkmalarıyla Serkan'ın bağırışı birbirine girdi.
"Nefes Hanım! Tekerlekleri patlattılar!"