Halit Bilgiç - Yaralı Çocuk
4.BÖLÜM
BÜYÜK TUZAK
~Umutların kanatları olsaydı eğer ilk, çocukluğu elinden alınan yetişkinlere öncelik verilirdi. Çocukluk kanatlanmasa da uçabilirsin diye...~
'Hayat affetmez' kavramı her kimse için geçerliydi. Bu bir çocukta olabilirdi veya bir yetişkin birey de. Geçmişteki olanları ne değiştirebilirdik ne de olmamış gibi gösterebilirdik. Hatalar, ders çıkarmak için yapılırdı. Keşke'ler, pişmanlıkla söylenirdi. İyi ki'ler ise minnet duyarak dile dökülürdü.
Peki ya suçsuzluğun verdiği duyguyu nasıl gösterebilirdik? Üstüne atılan iftiralardan nasıl kurtulabilirdik? Nasıl kanıtlayabilirdik?
Her insanın içinde bir suç yatar. Bazıları bunu bilmez bazıları ise gizlemek için her şeyi yaparlar. Bu bazen suçsuz birine iftira atarak olur. Bazen de bir hayata son vererek.
Doğan suçsuzdu. Sekiz buçuk sene boşuna yatmıştı. Ömründen bir sekiz buçuk sene daha yitirilmişti. Hayatının en güzel günlerini bile dört duvar arasında geçirmişti. Onunda keşke'leri, hataları olmuştu ama hiçbir zaman bir kere bile diyebilecek 'iyi ki'si olmamıştı.
Hayalleri, lal yüreğinde tutsak kalmıştı. Umutlarını kaybetmişti. Özgürlüğü bir kuyuya hapsedilmişti sanki. Onun yuvası ıslah eviydi. Bir esaretin kurbanı haline gelmişti. Tutsaktı. Güvendiği ne varsa sırtında bir iz haline gelmişti. 'Daha ne kadar darbe yiyebilirim?' derken her seferinden daha beter bir darbe yiyordu.
Bu darbe, ihanet darbesiydi.
Tutsaklığın sebebi hayatın ta kendisiydi. Acımasız, acımayan bir hayat.
Yapayalnızdı. Cezaevinde tanıştığı ve abisi olarak gördüğü Uygar Karamel, Doğan'ı yeniden var etmişti. Korkularını gizlemeyi öğretmişti.
Ve de annesi, Kanter Akın...
Doğan'a güçlü durmayı öğretmişti. Güç ve korku. İkisi zıttı birbirine. Güçlüysen korku, korkuyorsan da güç hiç senin yanına uğramazdı.
Doğan hem korkuyordu hem de güçlüydü. İkisinin dengesini tutturmak Doğan'ı bazen zorlasa da dengeliyordu.
Saat, yediye beş kala uyanmaya çalıştı. Cezaevinde erkenden kalkmaya alışık olsa da yerini yadırgamış olacak ki kalkmakta güçlük çekiyordu. O gün son konuşmalarından sonra ara sıra bir araya gelmişlerdi. İş hariç göz göze bile gelmiyorlardı. Gelseler de ya tartışıyorlardı ya da birbirine laf sokuyorlardı. Ne kadar yanında çalışırsa çalışsın Nefes'e katlanmaktan epey güçlük çekiyordu.
Uygar abisiyle gizli gizli konuşmak zorunda kalıyordu. Nedenini anlamasa da isteğine uyuyordu. Uygar'ın yaşadığını bir Alper biliyordu. Kızına bile yaşadığını söylemiyorsa demek ki o kadar tehlikedeydi.
Gizli bir görev için cezaevine girdiğini bilmiyordu.
Sadece kızını, velayet öncesi kaçırdığı için burada olduğunu söylüyordu. Doğan buna inanmamıştı ama inanmış gibi gösteriyordu.
Kısa bir duşun ardından hiç hazmetmediği takım elbiseyi üstüne giyerek ceketin orta kısmındaki düğmelerinden birini ilikledi. Saat, yediyi çeyreği buldu. İki haftayı aşkındır bu rutine alışmaya çalışıyordu. Kahvaltı için müştemilattan ayrılırken Alper, Serkan ve Okan çoktan uyanmış ve kahvaltı etmek için Nefes hanımın evine geçmişlerdi.
Doğan, bahçeden geçerken korumalara baş selamı vererek ilerledi. Ardından da mutfağa açılan dış kapı pencereden içeriye geçerken hizmetliler harıl harıl çalışıyordu.
Dışardaki korumalar önceden kahvaltı edip işlerin başına geçiyorlardı. Alper, Aytaç, Serkan, Okan ve bir iki korumanın da yeni yeni kahvaltı ettiğini gören Doğan ağır ağır adımlarla yanlarına geçti. Doğan'ın geldiği fark eden Alper 'sonunda' dercesine nida patlatacaktı neredeyse.
Hafif esneyerek yarım ağız 'Günaydın.' derken, Alper önündeki mendili eline alarak ağzını sildi. "Gün sana daha aymamış galiba."
Doğan esnemeyi keserek başıyla onayladı. Çatallı çıkan sesiyle "Yerimi yadırgıyorum." diyerek geçiştirdi. 'Yeri' diye bahsettiğiyse cezaevi yataklarıydı.
"Zamanla alışırsın." diyen Alper yerinden doğruldu. Doğan meraklı bakışlarla ayağa kalkan Alper'i izlerken soru soran gözleri dikkatini çekti.
"Nefes yengenin sağ kolu olmakla kalmayıp asistanlığını yapıyorum. O yüzden de Nefes yengeden önce işlerimin başında olmalıyım. Ah, ah bu yaşımda bu yükler çok fazla!" sonradan yakınan Alper'e kahkahayla karşılık verdiler.
Ocağın başında duran Yıldız Sultan, Alper'e 'sessiz ol' dercesine göz belertirken "Alper, sessiz ol yavrum." diye bu sefer sesli dile getirdi. "Nefes hanım yine başına dikilir, zor kurtulursun. Ve de ona 'yenge' diye seslendiğini duyarsa kurşuna dizmekten çekinmez."
Alper yüzüne yerleşen sırıtışı silip 'sustum' dercesine ağzına fermuar çekti. Gazabına uğramak en son isteyeceği şey bile değildi.
Aytaç'ın karşısında oturan Okan şakacı bir edayla Alper'i kışkırtmaya başladı. "Yıldız Sultan, Alper akıllanmaz. Bırak, fırçayı yesin yine." Alper'in anında çatılan kaşlarını umursamayarak sırıtmaya devam etti.
"Okan yine Okan'lığını konuşturuyor?" alay dolu bir gülümsemeyle söyleyen Aytaç'a göz devirmekle yetindi Okan.
"Yıldız Sultan, oğluna bir şey de? Yine balkondan sallandırmayım!" Alper, tehdit vaki bir şekilde uyarırken Yıldız Sultan sadece gülümsemekle yetindi.
"Aşk olsun. Bana bana Okan'ına." diyerek yalandan üzülmüş gibi dudak büktü. Masadaki herkes Okan'ın oyunculuğa kahkaha atarak haykırırken, Alper göz devirerek kaşlarını çatmaya devam etti.
"Hay adına! Aşk-ı Memnu'daki Bihter'e bağladın yine! Nasıl koruma oldun onu da anlamıyorum ya!"
Aytaç, Alper ve Okan'ın arasına girerek imayla göz kırptı. "Sen, Yıldız Sultan'a dua et. Yoksa Alper seni..." balkondan sallandırmasından söz etmişti açık açık dile getirmek yerine.
Okan küçük çocuklar gibi mızmızlanarak annesine şikâyet etme serzenişinde bulundu. "Anne ya! Oğlunla uğraşıyorlar sen hiçbir şey yapmıyorsun. Anca gül." Yıldız Sultan'a yaptığı serzenişe arkadaşları daha çok kahkaha atmakla yetindi.
"Yıldız Sultan, bu oğlunu alacak kıza acıdım şimdi." derken kendini kast ediyordu mutfağın köşesinde duran Serçe.
Okan, nişanlısı olan Serçe'nin sesini duyar duyar ona doğru dönerken duyduklarıyla sahte bir üzgünlükle surat astı. "Serçe'cim? Evleneceğin adama bunu demen?" diyerek bu sefer de imayla gözlerini kıstı. Serçe duyduklarıyla kıpkırmızı kesilirken diğer tarafa geçti.
"Utanmanı yiyeyim!"
"Okan!" diye tısladı Serçe, Okan'a ters bir şekilde bakarken. Utanmaktan kıpkırmızı olan yanakları bu sefer de sinirden kırmızı olmuştu.
"Okan, gelinime bulaşma!" araya giren annesi Yıldız Sultan'la, Okan susmuş önüne dönmüştü.
"Ee, Doğan sabahtan beri sessizsin. Bizden mi çekiniyorsun yoksa?" tüm ilgi odağı bir anda Doğan'ı bulurken "Doğan daha alışamadı. Zaman tanıyın." demişti göz kırpıp mutfağı terk etmeden önce Alper.
"Kaç gün oldu hakketten? İki hafta mıydı?" ne kadar olduğunu hesaplamaya çalışan Okan'la "Oldu o kadar." diye onaylamıştı yumurtaya dalan Aytaç. Doğan sessizliğini korumaya devam ederek çayımdan yudum aldı.
"İki hafta dört gün kırk beş saat on iki dakika on sa-"
"Tamam Serkan! Sayende saniyesine kadar öğrendik. Sen olmazsan biz hiçiz anladık!" susması için elini havaya kaldıran Aytaç 'Bu işkenceyi daha fazla sürdürme!' dercesine bakıyordu.
Serkan, Aytaç'ın isyanına umursamayarak omuz silkerken sofrada olduğundan beri ilk defa konuşmuştu. Okan, Serkan'ın durumuna alışık olduğu için sırıtmakla yetindi.
Doğan şaşkınlıkla Serkan'ı izlerken Okan tekrardan konuştu. "Oho, o kadar süredir buradaysa bizim gibi olmalıydı?"
'Bizim gibi derken?' kafasını karıştıran cümleyi algılamaya çalıştı Doğan.
"Aman! Doğan da bize benzerse ayvayı yeriz!" Aytaç'ın söyledikleriyle Doğan yüzlerine Fransız kalmış gibi baktı. İş arkadaşlarını böyle şen şakrak biri olduklarını beklemediği yüzündeki şaşkınlıktan belli oluyordu. Daha çok ciddiyetle iş yapan birileri olarak hayal ediyordu.
"Bize benzerse var ya? Nefes hanım daha çok kafayı yerdi." dedi Okan hayal ederek. Hayal ettiği şeyle Okan'ın tüyleri dehşete kapılmışçasına irkilirken gözünün önüne gelen sis buluttan arınmaya çalıştı.
"ALLAH YAZDIYSA BOZSUN!" bir anda bağırmasıyla, herkes tarafından ensesine tokat yemişti.
"Allah belanı versin Okan! Bir anda öyle bağırır mı?" yanına irkilerek gelen Serçe bir an da bela okuyarak bir tane o, ensesine tokat atmıştı. Okan acıyla yanan ensesini ovalayarak yüzünü buruşturdu.
"Serçe'm! Enseme niye vuruyorsun!"
"Sen de ağırda kalan öküz gibi böğürme!" diye çıkışırken, diğerleri Okan ve Serçe çiftine anırarak gülüyorlardı.
"Yavrum, kocaya vurulmaz! Öğrenemedin mi?"
Serçe 'bak sen' dercesine kaşlarını havaya kaldırdı. Ellerini de beline götürdü. "Koca mı?" diye hayretle tekrar etti.
Okan başıyla onayladı ve ona yukarıdan bakan nişanlısına aşkla baktı. "Evet, yavrum kocan. Birkaç aya kala evleneceğin kocan!"
Sofradakiler sessizce Okan ve Serçe çiftine bakmaya devam ediyorlardı.
"O kadar eminsin yani?" dedi Serçe inanamayarak. Okan mayışmış bir şekilde "Hı hı." dedi. Daha sonra nişanlısının ellerini kendine doğru çekerek üzerine buse kondurdu.
"Emin olmazsam sana âşık olur muydum, Serçe'm? Peşinde yıllarca koşar mıydım? O soğuk betonda her gece seni görme ümidiyle hasta olur muydum? Zalımsın malımsın ama aşığım sana!"
"Çiftimizi yalnız bırakalım mı yoksa bu aşkınızı yaşayacak başka bir mekân mı bulursunuz?" munzur ifadeyle söylenen Doğan arkasına yaslandı.
Serçe daha çok utanarak kıpkırmızı olurken Okan muzip bir göz kırpmayla Doğan'a döndü.
"Nişanlımı lütfen utandırmayınız beyefendi. Rica ediyorum efendim." eski İstanbul Türkçesiyle konuşan Okan'a gülerek karşılık verdi Doğan.
"Okan'cım aşk itiraflarınız bittiyse sizi şöyle kenara alalım?" diyen Aytaç gülmemeye çalışarak dudağını düz tutmaya çalışıyordu. Eliyle de kapıyı işaret etmişti.
"Nefes hanım birazdan uyanır." dedikten hemen sonra kolundaki saatte baktı ve gözlerini kocaman açtı. "Oha! Saat sekiz buçuğa geliyor zaten." diye sesli bir nida patlattı Serkan.
Okan konuyu değiştirdi. "Bir akıllı istedik Allah'tan. Bak, duamız kabul olmuş ki Doğan'ı vermiş bize. Hay Yaradan'a kurban!" ellerini yukarıya kaldırmış Serkan'ın söylenmesini duymazlıktan geliyordu.
Doğan bir kez daha kahkaha attı.
"Çok çene yapıyorsun Okan. Zevzek zevzek konuşmayı kes de bitir kahvaltını. İş beklemez. Nefes hanım da öyle." sert çıkışıyla Okan'ı uyarıp ayaklandı Serkan.
"Nefes hanım zaten beklemiyor ki! Dan diye mutfağa dalıyor. Nasıl dakik olabiliyor anlayamıyorum!"
"Senin gibi çene yapmadığı aşikâr." dedi bu sefer de Aytaç, Okan'a laf sokarak.
"Laf söyledi balkabağı! Hadi oradan sen de!"
O sırada konuşmalarını bölen ses Doğan'ın telefonuna aitti. Serkan, diğerlerini beklemeyerek mutfaktan çıkarken arkasından Aytaç da çıktı.
Doğan cebinden telefonunu çıkararak ekranda yazana baktı. Cezaevinin müdürü olduğunu görünce bir an panikle doldu. Çünkü bir haftadan belki cezaevi müdüründen arama gelmiyordu. Hızla cevapladı ve kulağına götürdü.
"Alo?" derken Okan da mutfaktan çıkmıştı.
"Yavrum!" Doğan, annesinin kısık çıkan sesini duyduğu an öyle bir iç çekişle, özlemle haykırdı ki Yıldız Sultan'ın ve Serçe'nin dikkatini çekmişti.

"Annem!"
"Doğan'ım, nasılsın annem?" annesinin iç çekişlerini duyduğu an kendini koy vermemeye çalıştı. Sesini o kadar çok özlemişti ki... Kendini güçsüzce sandalyeye bıraktı. Yıldız Sultan'ın veya Serçe'nin kendisine merakla baktığını görmüyordu bile. Kendini telefondaki annesine kapatmıştı.
"Ben... Ben çok iyiyim annem... Sen nasılsın, sana iyi bakıyorlar mı?" sesi özlem doluydu.
"Sesini duydum daha iyi oldum. Çok özledim seni."
"Ben de. Ben de seni çok özledim, annem." derken bakışları Yıldız Sultan'ı buldu. Nerede olduğunu kendine hatırlatarak ayaklandı. Derin bir nefes çektikten sonra mutfaktan bahçeye çıktı.
"Rahatsız etmiyorum değil mi, yavrum? Patronun kızmasın son-" sözünü hızla kesti.
"Ne rahatsızlığı annem! Sen, beni rahatsız edebilir misin ki? Baş tacımsın sen, benim."
"Erken uyanmaya alıştın mı?" diye sordu konuyu değiştirerek. Geçen konuştuklarında Doğan, annesine küçük bir çocuk gibi uyamadığını şikâyet ederken buluyordu kendini.
"Hala alışamadım... Senin yastığında uyumaya alıştığımdan beri buradaki yastıklarda uyumaya alışamadım. Kokunu alamıyorum anne." sesinin titremesine engel olamıyordu.
"Yastığımı vereyim mi yine?" deyişiyle utanmasa hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı herkesin önünde.
Aldığı nefes kalbini daraltıyordu. Gözleri etrafa yönelirken hiç kimsenin ona bakmadığını kanaat getirerek "Sen gelsen?" dedi bile bile. İmkânsız olduğunu bilerek söylemeden edemiyordu.
Saat sekiz buçuğa beş dakika kalmıştı. Doğan'a beş dakika yetmezdi ama yetinmeye çalışmaktan başka çaresi yoktu.
"Geleceğim." dedi annesi gerçekleşmeyeceğini bile bile. Doğan, annesinin sözüne inanmak istedi. Bir gün bu sözünü tutması için tüm duaları ediyordu.
'Geleceğim.'
?
"Tamam abi. Bu arada teşekkür ederim." dedi Doğan minnetle. Annesiyle görüştükten sonra işlerin başına gelmiş öğleden sonra da abisi gibi gördüğü Uygar aramıştı. Cezaevi Müdür'ünden rica ederek annesiyle konuşmasını sağlamıştı Uygar.
"Ne demek Doğan." dedikten hemen sonra yanına gelen Okan'la bakışlarını Okan'a doğru çevirdi. Telefonda konuştuğunu görünce bir adım geri çekilecekken Doğan hemen engelleyerek "Bir şey mi söyleyeceksin Okan?" dedi merak dolu bir sesle.
Okan elindeki dosyayı göstererek "Şu dosyayı Nefes hanıma iletir misin? Bir de, de ki; çok acil bir dosya. İmzalanması gerekiyor? Öyle de, anlar zaten." dediğinde, Doğan ilk beş saniye yerimde kalakaldı. 'Ben mi?' dercesine yüzüne baktığında, Okan ciddi bir ifadeyle açıklamaya devam etti.
"Normalde, Alper bu işlerle ilgilenir. Ama sabahtan işi çıkınca..." sözünü başını sallayarak kesip elinden belgeleri aldı. Ardından evin kapı önünde nöbet tutan İsmet'ten kapıyı açmasını rica etti. Telefonu hala açıktı ve Uygar hepsini duyuyordu. Doğan, telefonda olan Uygar'ı aramayı sonlandırdığını sanarak telefonunu cebine koymuştu.
İsmet hızlı hareket ederek kapıyı açtı. Doğan içeriye, mutfak tarafından ilerleyerek yürüdü.
Mutfakta ara öğün yemeği yiyen Nefes ve okuldan yeni gelen Aden'e varlığını hissettirmek adına hafifçe öksürdü.
Nefes, yanı başında gelen öksürük sesiyle başını ağırca Doğan'a doğru çevirdi. Bakışları gibi ifadesi de donuktu.
"Evet?" dedi 'konuya çabuk geç' dercesine.
"Anne ya! Sabah sabah okula gitmek mi zorundayım?" Aden'in yakınmasıyla Nefes'in bakışları kızını buldu.
"Aden!" diye sert tepki verince, Aden somurtkan bir tavırla tabağındaki yemeğe döndü. Bir yandan da söylenmeyi ihmal etmiyordu.
"Hayır, yani okuyunca ne oluyor? Tüm bildiklerimiz sadece okulda kalıyor. Başka bir yerde yararı yok ki! Matematiği, ben ne yapacağım? Matematikçi mi olacağım sanki Allah Allah!"
"Daha o dersin zor konularını öğrenmemişsin? Nereden biliyorsun ihtiyaç olmayacağını?" kaşlarını çatmış ve tepki vermeden dile getirirken kızıyla olan diyaloğa o kadar dalmıştı ki, Doğan'ın ne için burada olduğunu bile unutmuştu.
O sırada onları dinleyen Uygar, kızının sesini işittiğindeki özlemiyle öyle bir iç çekmişti ki? Biraz daha sesli iç çekse herkes duyacaktı.
"Bilirim ben! Üstün zekâlıyım çünkü!"
"Zekânı yesinler. Ye kahvaltını." diyerek yemeğine dönmesini rica etti. Daha sonra tekrardan Doğan'a doğru dönünce, Doğan dosyayı masanın üstüne koydu.
Hafif boğaz temizledikten sonra "Acil bir işmiş?" dedi hızlıca. Nefes, Doğan'ın ne demek istediğini anında anladı ve dosyayı detaylıca incelemeye başladı.
"Anne?" diye seslenen kızına "Hım?" diye cevaplarken tüm dikkati masanın üstündeki kâğıtlardaydı.
"Sabah sabah iş çekiliyor mu? Ben daha uykudan zor uyanıyorum ama sen maşallah! O kadar dakiksin ki, uykunu nasıl alıyorsun anne?"
"Aden, senin soru yardırma günün mü geldi? Haftanın bir günü aynı soruları sormaktan bıkmadın mı kızım?" her zaman ki halleri olduğunu bilerek normal karşılamıştı Nefes.
"Sen de hep aynı cevabı veriyorsun? 'Bıkmadın mı kızım'" aynı Nefes'in taklidini yaparak masasında sanki kâğıtlar varmışta ciddiyetle onları inceliyormuş gibi yapıyordu. Bu hareketiyle gülmemek elde değildi ama kendimi bir hayli zor tutmuştu, Doğan.
"Patateslerin soğudu." dedi Nefes, başını kâğıtlardan kaldırmadan.
"İşkolik Nefes." diyerek göz deviren Aden isteksizce patatesleri yemeye devam etti.
"Doğan?" diye adını seslenen Nefes'le, tüm dikkatini toparlamaya çalıştı Doğan. Düz bir sesle cevap verdi. "Efendim NEFES HANIM?" derken Nefes'in isminin üzerine bastırarak söylemişti.
Nefes kaşlarını çatarak sertçe Doğan'a bakarken elindeki dosyayı eline uzattı. "Bunların aciliyeti var? Alper'in de işleri olmasa ona söylerdim ama. Neyse, bunları Bakanlığa bırakır mısın?" deyince hayretle elindekilere baktı.
'Bakanlık derken? Bildiğimiz bakanlık mıydı bu?' diye kendi kendine içinden konuşan Doğan sesinin titremesine engel olamadı. "Ta... Tabi efendim."
"Araba kullanmayı biliyor musun?" diye sordu Nefes, kibir dolu bir bakışla.
"Hayır." dedi hemencecik.
"Serkan'ı bul ve onunla git o zaman." deyince hızlıca ayaklanmış ve içeriye geçmişti.
"Annemle çalışmak bir hayli zordur. Dayanabilecek misin anneme, Doğan abi?" Aden'in serzenişiyle Nefes'in sesi birbirine karıştı.
"Aden!"
"Tamam ya! Çalışanlarını bilgilendiriyoruz o da suç oldu!" dedi suratını ekşiterek.
"Senin işin çalışanlarımı bilgilendirmek değil! Okula gitmek!" demişti salondan bağıran Nefes.
"Okulda okul! Başka bildiği yok!"
Uygar hala aramayı sonlandırmamıştı. Gizlendiği yerden kızının sesini dinlemeye devam ediyordu. Onu o kadar çok özlemişti ki... Bir iki yılını bile kızı için yakabilirdi. Ama sabretmek zorundaydı. Az kalmıştı çünkü. Daha da kızının sesi çıkmadığından aramayı sonlandırıp gizlendiği yerden ateş etmişti.
Doğan, anne kızı yalnız bırakarak ağır adımlarla Serkan'ın yanına ilerledi. Evin dış kapısında park halinde duran arabanın içinde Serkan çıkınca "Bakanlığa..." dediği an anladı ve öne geçti.
'Herkes de her şeyi biliyor!' kısa bir veryansın eden Doğan, arabanın önünden diğer tarafa geçerek öne bindiği gibi Serkan aracı çalıştırdı.
"Bu Bakanlıkta ne yapıyor Nefes Hanım?" sorduğu soruyla baş başa kaldığını anlayan Doğan, Serkan'ı konuşturma çabasına girmişti.
Serkan sessiz bir adamdı. Konuşmayı pek sevmezdi. Yeri geldiği zamanda konuşur. Az ve öz konuşurdu. Geçmişte yaşadığı o anlardan sonra da tek kelime etmez hale gelmişti.
"Peki." dedi Doğan daha fazla üstüne gitmek istemese de kendini tutamıyordu.
"İllegal işler yapıyor olabilir mi? Bari bunu cevapla?" yüzüne ciddiyetle odaklansa da tık yoktu. Bakışları yolda, elleri ise bir an olsun üstünden bırakmadığı direksiyondaydı.
Şakayla karışık alayla söylendi. "Muhabbettin de on numaraymış! Nefes hanım özellikle mi seçiyor yoksa rastgele mi?"
"Susmayı tercih edebilirsin. En azından gideceğimiz yere kadar." sohbeti, onu sarmamış gibi susmasını emrederken bir nevi gözdağı verir gibiydi.
Doğan sessizliğine geri dönerek bakışlarını sert esen rüzgârın tatlı sesiyle cama doğru çevirdi.
Aklına gelen anıyla bakışları hüzün bulutlarına döndü. Hava baya bozuktu ve bu rüzgârlı havada geldiğine sevinmek yerine üzülüyordu.
Annesinin yokluğu Doğan'a çok koyuyordu. Cezaevindeyken en azından sık sık görme şansı vardı. Ama şimdi sanki biri ayaklarına zincir vurmuş gitmesine engel oluyordu.
İki haftadan fazla olmuştu görmeyeli... Gözleri her an korkuyla dolan annesinin kokusu burnunda tütüyordu. Elleri her an kaybolacakmış gibi titrerdi. Kaybolmamıştı belki de Doğan ama yanından koparılmıştı.
Bir yanı eksik bir çocuktu. Daha doğrusu çocukluğunu yaşayamamış bir çocuktu... Babasının, hep o esaretten kurtaracağını sanırdı. Kurtarmamıştı. Yoktu çünkü. Doğan'ın bir babası yoktu...
Araç birkaç dakika içinde işlek bir caddenin önünde dururken Doğan'a doğru döndü Serkan. Eliyle arkasını gösterip "Üçüncü kata çık ve Seçil Özberkurt'u bul. Sekretere söyle ya da o sana yardımcı olur." deyince, Doğan başıyla onayladı.
Araçtan indi. Binanın önünde kısa bir duraksama yaşarken aklını kurcalayan birkaç soru oldu.
'Kapıda onlarca kişi varken neden benden bunu yapmamı istemişti ki? Onlar daha güvenilir değil miydi? Neden bana bu kadar güvenecek kadar inanıyordu?'
Üçüncü kata çıktığı gibi karşısında sekreteriyle karşılaştı. Yanına ağır adımlarla ilerlediğinde telefonda konuşuyordu. Elindeki telefonu daha sıkı tutup 'bir dakika' diye rica da bulundu. Ardından Doğan'a dikkatlice bakarak "Buyurun?" demişti saygı çerçevesi içinde.
"Seçil Özberkurt'a iletmem gereken bir dosya vardı?"
"Randevunuz var mıydı?" diye sordu.
"Yok ama..."
"Öyleyse randevusuz alamam beyefendi." sertçe sözünü keserken önündeki işine döndü. Doğan sabırlı olmaya çalıştı.
"Nefes Güneş gönderdi." dedi sözünü kesen sekretere doğru. Karşısında panikleyerek eli ayağı birbirine dolanan sekretere doğru tuhafça bakarken neden öyle davrandığını anlamadı.
"Öyle mi? Ben hemen Seçil hanıma haber vereyim?" diyerek Seçil Özberkurt yazan odaya girdi. Birkaç dakika içerde kaldıktan sonra hala çıkmayışıyla, Doğan kısılan bakışlarıyla etrafı incelemeye başladı.
Kapı gürültüyle açıldı ve içerden sekreter ile orta yaşlarda olan bir kadın çıktı. Yüzüne güler yüz bahşedip "Hoş gelmişsiniz." dedi. Başını sallayarak karşılık verdi ve elindeki dosyayı eline uzattı. İçinde ne yazıyordu hiçbir fikrim yoktu.
"Nefes hanıma teşekkürümü iletmeyi unutmayınız, lütfen. Çok yardımı dokundu." derken sesi minnettar doluydu.
Seçil Özberkurt karşısında Alper'i değil de başkasını görünce kısa bir süre Doğan'ı süzdü. Doğan bu durumdan rahatsız olmuşçasına yerinde kıpırdanırken bakışlarını kaçırıyordu.
Seçil Özberkurt eliyle Doğan'ı gösterirken bakışları sorgular gibiydi. "Siz yenisiniz galiba? Normalde Alper gelirdi?"
Doğan hızlıca onayladı. "Evet, efendim."
"Demek ki, size çok güvenmiş. Ki rica etmiş. Normalde Alper'den başka kimseye kolay kolay güvenmezdi." bu dediğine Doğan bile inanmıyordu. İçindeki haylaz kıkır kıkır gülmekle yetindi.
Kim, iki haftalık birine güvenirdi ki?
"Her neyse, sizi çok tutmayım? Bir ara kahveye beklediğimi söylersiniz Nefes hanıma?"
Sevecen bir yapıya sahipti. Duruşu gibi gülüşü de samimiydi. Başımla onayladı. Ardından ofisten dışarıya çıktı. Araba hala binanın önünde duruyordu. Serkan'ı daha fazla bekletmeden öne geçti. Bindiğim gibi de çalıştırınca "Verdin mi?" diye kısaca sordu.
"Evet." dedi kısa keserek. "Nefes hanımı bir araya kahveye beklediğini de söyledi. Sıkı dostlar mı?"
"Gibi gibi." Serkan geçiştirdi.
Doğan önüne geçen araca odaklanırken "Çok seviliyor?" diye mırıldandı. Serkan başını salladı. "Öyledir." dedi, imrendiği birine duyduğu hayran duygusuyla. "Sevilir."
?
Büyük tuzaklar var etrafını kaplayan. Oyunlar var arkanı her an döndüğünde. Hileler var her düşmanın bakışlarında. Gülüşler şeytanca... Kahkahalar sahtece... Sözler, zehirli bir ok. Bir taht ve bir çokça düşman. Hepsi de bir güç gösterisi için... Sevgi yok! Merhamet yok! Güven yok! Şefkat yok, sadakat yok. Hepsi bir güç gösterisi için...
İhanet, sadakatsizlik, güvensizlik, yalan ve birçok zıt duygu... Sırf bir güç gösterisi için kurulmuş. Kalpleri körelmiş, zihinleri kötülüklerle yıkanmış. Gözlerindeki hırslar. Hepsi bir güç gösterisi için...
Oyun bir satranç. Kirli oyunlar şah ve matta. Piyonlar, harcanan birer kukla. Altmış dört kareli bir oyunda birden fazla düşman ve hepsi de bir güç gösterişi için ataktalar. Tarafını seç. Siyah mı daha kötü yoksa beyaz mı?
"Alo, Nadir? Daveti bugüne ayarlayabilir misin? Büyükelçilerden Karahan Bey tanışmak için sabırsızmış bence bu isteklerini reddetmeyelim?" diyen Nefes nefret dolu bir şekilde dudak kıvırdı.
Zihninde geçen şeytanlıklar zihnini daha da ele geçirdi. Tuzaklar, dudağındaki tebessüme eşdeğerdi. Telefona daha çok sarılarak salonun ortasında dört döndü. Boşta kalan eliyle de saçlarını arkaya atıp duruyordu.
Yanında dikilen Alper, birkaç saat içinde istenenleri yerine getirmiş tekrardan Nefes'in yanına geçmişti. Sert duruşuyla kenarda dikilmeye devam ederken salona Doğan girdi.
Bakışları telefonda ifadesizce konuşan Nefes'i bulunca istifini bozmadı. "Dediklerimi de yaptınız mı?" diye konuşmaya devam eden Nefes bir yandan da Alper'e 'ne yaptın' dercesine bakıp kaşlarını yukarıya kalmıştı.
Alper, Nefes'in sessiz iletişimle ne demek istediğini anlayarak anında başını salladı. Karşıdaki her ne dediyse Nefes zaferle dudağını iki yana kıvırmıştı. "Güzel." diye harfleri uzatarak söylemeyi de ihmal etmedi.
Doğan ifadesiz bir şekilde Nefes'e bakmaya devam ediyordu. Her ne konuştuğunu anlamasa da merak etmekten gocunmuyordu.
"Akşam sekiz buçuk uygun mudur, sor?" dedi. Yanına gelen Aden'le derince nefes aldı. Daha sonra bacaklarına sarılan kızını zorlanarak kucağına alıp yanaklarına öpücük kondurdu.
Karşı tarafı dinlemeye devam ettikten sonra "Pekâlâ." diyerek aramayı sonlandırdı. Aden'i kucağına daha çok olarak elindeki telefonu Alper'e uzattı.
"Akşam için hazırlıklar başlasın, Alper. Tek bir eksik olursa tüm plan suya düşer." dedikten hemen sonra uyarır gibi gözlerini hafif kısıp son sözlerini söyledi.
"Unutma tam vaktinde." gizli bir şey beyan ediyormuşçasına gizemli konuşurken gelen kişinin ne kadar mühim olduğunu anlamak mümkün değildi. Ki Nefes'i tümden anlamak daha zordu.
Çözülmesi zor bir kadındı. Bir yanı kibirli, soğuktu. Bir yanı ise gizemlerle dolu bir kadındı. Hala çözmüş değildi, Doğan.
"O hocanın..." diye homurdanmaya başlayan Aden'i sertçe uyardı.
"Hişt! Ağzına yakışıyor mu kötü kötü konuşmak?"
"Bana ne ya! Gıcık bir tip. Dediklerimi algılamıyor. Boşuna öğretmen olmuş bence. Diyorum ki, ağaçların gövdesi kahverengi olur. Bana bön bön bakıyor geri zekâlı. Hayır, yani, sanki ağaçların gövdesi pembe olur, dedim! Neden tepki vermez ki?"
"Çok ayıp!" diye azarlar bir tonla kızdı Nefes. "Duymayım bir daha öyle dediğini?" Aden surat asarak kollarını önünde birleştirdi.
"O da bana tip tip bakmasın! Gıcık işte!" diyerek annesinin kucağından bir çırpıda inip bahçeye geçti. Arkasından bağırıyordu ama Aden tınlamıyordu.
"Aden! Ellerini yıkamayı unutma!"
Nefes salonun ortasında dikilmeyi bırakarak Okan'a seslendi. "Okan sen de yukarıdaki Aytaç'la yer değiştir."
Okan bir panikle Nefes'in yanına koşarken dediklerini algılar algılamaz başıyla onaylayıp Aytaç'ın yanına gitti.
Doğan mıh gibi yerinde durmayı kesip tam bahçeye çıkacaktı ki Nefes'in soğuk sesiyle duraksamak zorunda kaldı. Gözlerini sabırla yumarken bu işkencenin ne zaman son bulacağını tartmaya çalışıyordu.
"Doğan!"
Doğan gözlerini ağır ağır araladı ve bedenini Nefes'e doğru döndürüp yapmacık bir gülüşle "Buyurun Nefes hanım?" dedi.
"Akşam sizde olacaksınız!" diyerek kendinden emin adımlarla yanından ayrıldı. Doğan kaşlarımı anlamsızca çattı. Nefes'in ne işiyle ilgilendiğini daha çok merak ederken aklından bin bir türlü senaryo geçmişti bile.
"PEKİ!" arkasından öfkeyle bir refleksle bağırsa da duymamıştı.
?
~Aç sevginin anahtarını ve sana sunulan armağanı kıymetini dolasıya yaşa.~
Güvenmek ve inanmak...
Sevmek ve sevilmek...
Nefret ve öfke...
Hepsi de bir kadının gözlerinde veya bir adamın bakışlarında mevcut olabilir miydi? Güvenirsin, sevilir. İnanırsın sever. Nefret edersin öfke duyar. Hepsi de bir duyguda birleşiyordu.
O da sevgi...
Sevgi, her kapıyı açar mıydı peki? Kör bir kalbe dokunabilir miydi gerçekten? Ya da gözleri hırs bürünmüş birine sevgi verebilir miydi?
Sevgi, her duygunun anahtarıydı aslında. Bilene armağan, bilmeyene de ceza olurdu.
Mülke kadar içeriye giren Karahan Bey öyle bir şölenle karşılanmıştı ki gözlerindeki gururlanma içgüdüsü ortaya çıkmıştı. Göğsünü kabarta kabarta kendinden emince gülümsedi.
"Davetimi kabul ederek şeref verdiniz Karahan Bey." elini, karşısında dikilen Karahan beye doğru uzatıp gerçek duygularını gizleyen bir kibirli gülüş yüzüne ekledi.
Karahan bey daha da böbürlenip dudakların arasına bu sefer sevimli olduğunu zannettiği küstah dolu bir gülümseme yerleştirdi.
Kısa zamanda tüm hazırlıklar yapılmıştı. Nefes bu gün için o kadar özenli davranıyordu ki tek aksilik olmaması için elinden gelenin daha fazlası için çaba sarf ediyordu.
"Şeref vermek bize aittir." der demez Nefes'in uzattığı elinin üstüne nazik olabilecek bir buse kondurdu. Sabırlı olmaya çalışıyordu. Aksi takdirde vaktinden önce daha çok kargaşaya neden olacaktı. O yüzden de kendini tuttu ve en iyi yaptığı şeyi uyguladı.
Oyun oynamak.
Sahte bir hanım hanımcık rolleri.
Karahan bey dudaklarını Nefes'in elinden kopardığında Nefes elini içeriye doğru uzatarak yön belirledi.
"Buyurmaz mısınız?" derken bu haline şaşıran tek kişi vardı. Doğan. O dik başlı kadın gitmiş yerine daha uysal bir kadın gelmişti. Doğan hayret edişini gizlemekte güçlük çekiyordu.
Karahan bey memnuiyetle içeriye bir ordu korumayla geçerken arkasından da Nefes geçmeden önce dudaklarının köşesine zafer sırıtışı ekledi. Aytaç, Alper, Deniz, Doğan ve bir iki korumayla birlikte salona doğru ilerledi.
Yıldız Sultan, Serçe ve iki yardımcı, yemek masasına hazırlanan yemekleri koyarken tatlı bir telaş içindeydiler. Karahan bey ağır ağır en başköşedeki yere geçerken Nefes'te her zamanki yerine geçti.
Korumalar da Nefes ve Karahan beyin yanlarını alırken buna gerek olduğunu düşünmüyordu Doğan. Ama yine de ses etmeyerek Alper'in yanına geçti.
"Davet etmenizi neye borçluyum bilmiyorum ama uzun zamandır bu daveti beklemediğimi söylemesem yalan olur. Ve şimdi karşımdasınız? Herkesin gerçekleştirmek istediği hayali gerçekleştirdim." Karahan beyin yapmacık kahkahasıyla birlikte gözleri kısılırken Nefes bu tepkisine donuk bir ifadeyle karşılık veriyordu.
"Hayalinizi gerçekleştirdiğime bir hayli mutlu oldum." dedi kibir dolu bir tonlamayla. Ama bu kibri samimiyet olarak algılamıştı Karahan Bey.
"Birçok kişinin hayalini gerçekleştirdiğinize şahit oldum zaten. Siz, gerçekten eşsiz bir varlıksınız. Ve bu davetinizi neye borçluyuz?" diye merak ettiği soruyu yeniledi.
"Sizin de, küstahlığınızı da bir yerlerinize monte ederdim de, neyse!" sessiz bir şekilde sitem eden Alper'i sadece Doğan'la birlikte Nefes duydu. Nefes, hafif bir şekilde öksürüp Alper'e doğru kısa bakış attı. Susmasını emreder gibi. Alper anında susup dikleşti.
Nefes ardından gerçeklikten uzak şuur bir kahkaha patlattı. "Sizin de biraz önce dediğiniz gibi uzun zamandır beklemenizin karşılığı."
"Ah, evet öyle. Öyleyse iş konuşabiliriz değil mi?" dedi bu sefer de ciddi bir tavırla. Bir an önce konuya girmek için acele ediyordu.
"Neden olmasın? İlk önce yemeklerimizi yiyebiliriz?" diyerek eline çatalı aldı. Karahan beyde başıyla onaylayarak önüne sunulan yemekten bir kaşık aldı. Dikkatini çeken şey Nefes'in yanında duran yeni kişiydi.
Ağzındaki lokmayı bitirir bitirmez eliyle Doğan'ı gösterdi. Kaşlarını sorgularcasına havaya kaldırıp "Şu?" dedi meraklı bir tonla. "Yeni korumanız herhalde? Yanınızda hiç görmedim?" şeytani bir şekilde zihninde yeni oyunlar dönmesinin ışığını algılarken 'Buradan bana ekmek çıkabilir.' düşüncesindeydi. Ama bilmediği daha doğrusu bildiği halde kaçındığı bir faktör vardı.
Nefes. Nefes Güneş.
Zehirle eşdeğer bir zekâya sahip bir kadın...
"Korumam değil." dedi ilk önce. Evet, korumalarından biri değildi, Doğan. "Asistanım diyelim biz ona."
"Bir Alper var sanıyordum asistanız olarak. Şaşırtınız beni." dedi gerçekten şaşıran Karahan Bey.
"Yenilikleri severim. En çokta siz biliyorsunuz sanıyordum?" dedi keskin bir bıçağın tahtaya değdiği bir sesle.
"Yenilikler? Bazen çok riske sebep olur." dedi Karahan bey, Doğan'a kısa bir bakış atarken.
"Risk almayı severim." dedi Nefes, su dolu bardağı dudaklarına götürürken. "Risk almadan da iş yaptım denilmemeli."
"Doğru." dedi Nefes'i onaylayan bir tonla. "Malum sizin iş mecrası da çok risklerle dolu. Yanınızdaki korumalardan anlaşılıyor?" Alper gerildi. Bakışları sertçe Karahan beyi bulurken sakin olmaya çalışıyordu.
Nefes arkasına genişçe yaslandı. "Onlar, rahmetli eşimin emaneti ve vasiyetidir. Sadece korumam olduklarını söylersem eşime saygısızlık etmiş olurum. Ki, bilirsiniz? Ben saygısız bir eş değilim." Aytaç ve Alper minnet dolu bir tebessümle Nefes'e baktı. Gerçekten de öyleydi
"Eşinize olan bağlılığınız herkesi şaşırtıyor açıkçası."
Bakışları kısacık bir an durgunlaşan Nefes kendini atik bir şekilde toparladı ve tekrardan eski donuk ifadesine geri döndü.
"Gün boyu eşime olan bağlılığımı mı konuşacağız şimdi de?" dedi sahte bir buruklukla.
"Hayır, elbette." hemen itiraz etti. "Mesela, sizin ne kadar yetenekli olduğunuzdan bahsedebiliriz? Çok kısa sürede bu kadar yükseldiniz Nefes Hanım? Daha yolun başındasınız oysaki?" sesindeki merak dışa yansıdı.
"Meslek sırrı Karahan Bey. Ben size soruyor muyum hiç, bu kısa sürede büyükelçi olduğunuzu?" bildiği bir şey vardı ki üzerine oynadı.
"Sorabilirsiniz Nefes Hanım. Hiç çekinmem." o kadar rahatça söylemişti ki sanki 'hiç açık bulamazsınız' der gibi.
Nefes bu emin tavırlarına kanmadı. Yemezdi bu numaraları. Kendisi de rahat bir tavra büründü. "Benden yurt açmak için izin istiyorsunuz Karahan Bey? Neden bu kadar ısrarcınız yurt açmakla? O kadar yetimhaneniz, mülkünüz var? Doğrusu bu işte bit yeniği sezmiyorum değil." Nefes asıl konuya giriş yaparak ağzını arıyordu. Gözlerini gözlerine dikmiş bir açık arar gibiydi.
Karahan bey sıkıntıyla yerinde kıpırdandı. Bu tespit izlenimden rahatsız olmuş gibiydi. Bir süre bakışlarını geri kaçırdı. Ardından yüzüne küstah dolu sırıtış ekleyerek dudağını usulca araladı.
"Çocukların bir evi olmalı değil mi Nefes Hanım? Bunun neresi yanlış olabilir ki?" dedi işin içinden sıyrılmaya çalışır gibi.
O sırada sofrada bir telefon sesi yankılandı. Tüm bakışlar bir anda Alper'i bulurken "İzninizle." diyerek izin istedi. Yanlarından ayrılan Alper'in arkasından bir süre izledi Nefes. Ardından uzun bir süre Karahan beyi yanıtsız bıraktığını sonradan fark ederek önüne döndü ve kuruyan dudaklarını ıslattı.
"Çocuklar hassas noktamızdır. Elbette bir yuvaları olmalı ama yedi tane yetimhaneyi aynı anda açmak da mümkün olamaz. Aldığım duyulara göre de o yetimhanelerin sadece üçü çocuklarla dolu. Peki, ya dört tanesi neden boş?" keskin bakışlarıyla karşısındaki Karahan beyi korkutmaya başlamıştı bile.
Mavi gözleri her an saldırgan bir hayvan gibi kısıldı. Çocuklar gerçekten de hassas noktasıydı. Bu bedenin kaskatı kesilmesinden de anlaşılıyordu. Karahan bey bir kadının karşısında titredi. Gözlerinden geçen korkuyu gizlemeye çalıştı. Zorlukla yutkunurken Alper telefon görüşmesini bitirmiş yüzünde zafer dolu bir edayla Nefes'in yanına geçmişti. Ardından da kulağına doğru bir şeyler fısıldadıkça Nefes gevşiyor ve kocaman gülümsemeye başlıyordu.
Nefes'in keyfi yerine gelmişçesine masanın üzerindeki peçeteyi eline aldı ve dudaklarına götürmeden önce keyfini yerine getiren sözleri telaffuz etti.
"Bunu daha geniş zamanda konuşalım? Davetimin nedeni aslında bir sürprizim olmasıydı?" der demez Karahan Bey hızla gevşedi. Duyduklarıyla genişçe sırıtırken "Sürprizleri severim." diye cevap verdi.
Sofrada geçen diyaloglardan binde birini bile anlamıyordu Doğan. Sadece dinlemek ve izlemekle yetiniyordu.
"Nefes hanım da her zaman sürprizlerle doludur ve bu sürprizi çok beğeneceksiniz." diyen Alper'le saniyeler içinde bir telefon daha gürültüyle çaldı. Bu sefer ki Karahan beyinkiydi. Karahan bey temkinli hareketlerle kaşlarını çattı. Ardından durmadan çalan telefonu açtı ve kulağına götürdü.
Nefes ve Alper birbiriyle sessiz diyalog içinde olurken Karahan Bey hiddetlice bir anda aldığı haberle gürlemeye başladı. Hızla ayağa kalkarken saniyeler içerisinde silahlar çıkarılmış ve birbirine nişan alınmıştı.
Nefes sakin ve rahat tavrıyla yerinden kıpırdanmadı. Mavileri, kendisine öfkeyle bakan Karahan beydeydi. İstifini bozmadı. Kibirle, küstahça dudak kıvırırken olayın şokunu atlatamayan Doğan bir silah çeken korumalara bir de birbirine öldürecek gibi bakan Nefes ve Karahan beyi izliyordu.
Ne olduğunu bir türlü kavrayamıyordu. Korku ve güç tekrardan bir araya gelmiş Doğan'ın gözlerinde birleşmişti. Korkuyu arka plana attı ve eline geçen ağır metali hayatı boyunca yapamayacağı şeyi yaparak Karahan beye doğru uzattı. Neden yaptığını ya da niçin yaptığını bilmiyordu.
Tek odaklandığı eline ilk defa aldığı ağır metaldi.
Karahan bey sertçe burnundan soludu. Gözlerindeki karanlık gün yüzüne çıktı. Keskin bakışları hala Nefes'in rahat tavırlarındaydı. Elindekini daha sert tuttu. "Bunu yapmayacaktınız! Beni karşıma almayacaktınız! Çok büyük hata yaptınız Nefes Hanım!"
Nefes, Karahan beyin öfke dolu sesini tınlamadı. Yerinden ağır ve rahat bir tavırla doğrulup parmaklarını masanın üstüne koydu ve sertleşen bakışlarını tekrardan Karahan beye çevirdi.
Bir katilin ürkütücü tonda çıkan sesiyle salonun tavanındaki avizeleri sarsacak bir şekilde gürledi.
"Asıl, siz? Çok büyük hata yaptınız Karahan Bey! Beni karşınıza alma cesaretinde bulunmayacaktınız! Benim kim olduğumu unutmuşsunuz, kısa bir an hatırlatayım dedim? İyi etmişim değil mi? Ettim, ettim." dedikten hemen sonra kısık ama korkutucu bir sesle sözlerine devam etti.
"Çok büyük bir kayaya çarptınız Karahan Bey. Çok büyük bir kayaya!"