Bölüm Şarkıları:
Ahmet Kaya - Penceresiz Kaldım Anne
Koray Avcı - Dostum Dostum
Koray Avcı - Adaletin Bu Mu Dünya
2. BÖLÜM: YENİ BİR BAŞLANGICIN İHANET DARBESİ
~Yeni bir başlangıç açmak ne kadar zor olabilirdi ki? Karalı bir defterim vardı. Hiç beyazlığı olmayan karalı bir defter... Başka bir defterden devam edelim desek ona da bulaşmaz mıydı karanlığımız? O defter de kirlenmez miydi?
Kalemin lal olduğu, silginin sessiz haykırışları ve defterin mahkûm olduğu bir başlangıç... Hiç de iyi bir başlangıç sayılmaz... Mahkûmun esiriydim. Lal oluşlarımın haykırışlarıydı. Gözlerde akan yaşların tutsağıydım. ~
18 YIL SONRA...
ANKARA SİNCAN KAPALI CEZAEVİ
Doğan'ın çaresiz bakışları, karşısında hıçkırırcasına ağlayan annesindeydi. Ağladığını her işittiğinde ise gözleri her an dolacakmış gibi duruyordu. Kendisini daha ne kadar sıkabilirdi bilmiyordu ama annesinin karşısında dik ve gülümser bir şekilde durmaya çalışıyordu.
Bu, o kadar zordu ki, Doğan için o kadar çaresizlikti ki... Niçin bu kadar içli içli ağladığını bile bilmiyordu. Öğrenmek istiyordu açıkçası. Annesini bu denli acıtan yaşlarının sebebini bilmek istiyordu.
Hep de oğlunun yanında ağlayışı, Doğan'da kendi ile ilgili nedenler arayış içinde buluyordu.
"Annem!" diye yakındı. Annesinin görmeyen gözlerine odaklanarak titrek bir sesle söylüyordu. "Ne olursun yapma. Yıllardır akıtıyorsun şu kıyamadığım yaşlarını. Neyin ahı ha, bu annem?" ahı, tam da karşısında duruyordu. Oğlunun daha doğmadan ahını almıştı.
"Sen ağlarsan, ben buradan çıkamam. Seni bu halde bırakıp da özgürleşemem anne. Zaten aklım sen de olacak. Bir de senin üzüldüğünü, ağladığını hissedersem buradan hiç çıkamam. Çünkü benim yanım senin yanın. Dışarısı mı özgürlük? Hayır anne. Özgürlük, neresi biliyor musun?" diye sordu annesinin yaşlanan ellerini öperek.
Özgürlük, annesinin sıcacık kokan kollarının arasıydı. Bakışlarındaki sıcaklıktı.
"Senin kollarının arası." diye fısıldadı. "Artık sevin. Bak, oğlun artık mahkûmların arasında değil. Dışarda olacağım. Bize bir ev tutacağım ama ilk önce çalışıp para kazanmam gerek." dediği an, annesi gülümsemeye başladı. Doğan o gülümsemeyi ilk defa yakalamış gibi sevinirken kocaman tebessüm etmişti.
"Gülümsettim. İlk defa seni gülümsettim." dedi bu sefer de acıyla mırıldanırken. Kanter Akın, oğlunun acı dolu feryadını ta yüreğinden hissetti. Bir annenin en çaresiz anını sorsalar bu an derdi, Kanter Akın.
Oğlunun, kendisini ilk defa gülümserken bulma acısı.
Doğan, annesinin yaşlanan ellerinden öpmeye devam etti. Sanki son kez öpecekmiş gibi... İçinde fırtınalar kopuyordu. Bir yanı ise özgür kalacağı için kıpır kıpıldı. Huzur gibi gelen o gülümsemeyi yüzüne bahşetti.
Kanter Akın'ın ağlayışları iç çekmeye döndü. Oğlunun ellerinden daha sıkı tutarak hafif yukarıya kaldırdı. "Oğlum, benim yiğidim." diye mırıldanarak konuştu. "Aklın burada kalmasın, tamam mı? Sen, artık büyüdün, delikanlı bir yağız oldun." kısacık an duraksadı. Ardından nasihat etmeye başladı.
“Yanında ben olamasam da başının çaresine bak, olur mu? Kimseye de güvenme, hiçbir zaman. Bak oğlum, dışarı hayatı içerideki hayattan daha zordur. Korktuğunu belli edersen seni anında ezerler. Ben, senden hiç ayrı kalmadım ki Doğan'ım? Şimdi nasıl geceleri kokun olmadan uyuyacağım?" sonlarına doğru sesi gitgide kısıldı.
Doğan kendini daha fazla tutamadı. Annesiyle birlikte hıçkırırcasına ağlamaya başladı. Doğan bir hızla annesinin kollarından tutarak ayağa kaldırdı ve göğsüne sımsıkı sarılırken hıçkırıkları cezaevini sarsacak dereceydi.
Birbirinin kokularını son kez içine çekiyormuşçasına kokladılar. Doğan'ın başı, annesinin omzunu buldu. Gür saçlarını koklaya koklaya iç çekerken yüreği dağlanıyordu. Biri kalbini esir tutmuş gibi acıtıyordu sanki.
Ağlamaları duraksarken Kanter Akın, oğlunun kır saçlarını okşaya durarak dudağını acıyla araladı. "Doğan'ım, sen şimdi nerede kalacaksın, buradan çıktığın zaman?" diye soru yöneltirken, Doğan uzun bir soluk çekti.
Annesinden hiç ayrılmak istemezcesine isteksiz bir şekilde ayrılırken karşısına oturttu. Kendisi de otururken annesinin ellerinden sıkıca tutmaya devam etti. "Bir, iki arkadaşım vardı, ıslah evinde. Onlar da benimle birlikte tahliye olacaklar. Onlarla kalacağım, bir süreliğine. Sonrasına, zamanı geldiğinde hal çare buluruz." gözyaşlarına boğulan gözlerini kolunun tersiyle sildi.
Perişan haldeydi. Annesinden ayrılacağı içinde üzgündü ama elden bir şey gelmezdi. Doğan aslında nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu ve bunu annesine çaktırmamaya çalışıyordu.
Gözleri tedirgince annesine bakarken, annesinin bundan haberi yoktu. Yıllardır ağladığı için göz pınarlarında yaş kalmamıştı. Doğan, nedenini defalarca sorsa da annesi gözlerini kaçırmayı seçiyordu.
Söylenecek gibi de değildi zaten. O kadar berbat bir durumdu ki annesi için. Oğlunun yüzüne bakamayacak hale geliyordu bazen.
"Oğlum, ne olursun kendine dikkat et, olur mu? Başına bela açandan uzak dur, yalvarırım. Gitmesen olmaz mıydı? Dizimin dibinde dursan yine, küçüklüğündeki gibi." dediği anda tekrar hıçkırıklara boğulmuştu.
Ellerini ağzına götürerek hıçkırıklarını durdurmaya çalıştı. Hıçkırıkları, görüşme odanın içerisinde yankılanınca durdurmayı başaramamıştı.
Annesi feryat edercesine ağlarken, Doğan kendini yine koyuvermişti. Başını iki yana sallayıp dururken annesine 'yapma artık' der gibi ikaz ediyordu.
Doğan elini ısırırcasına ağlamaya devam ediyor annesi de ona eşlik ediyordu. Annesinin duyamayacağı şekilde ağlamaya çalışsa da beceremiyordu. Kendi gözyaşları da dört duvarın arasında yankılanıp duruyordu.
Doğan hızla ayağa kalktı. Duvarın dibine gelerek yumruklarını indirdi. Annesinin ağladığını her duyduğu zaman elini duvara geçirir, hıçkırıklarının sesini duymamaya çalışırdı.
Doğan duvarın dibine çöktü. Hayatına isyan ediyordu. Kendi yaşıtları gezip tozarken, o ıslah evinde gün sayıyor, annesinin feryatlarını dinmesini bekliyordu. Çöktüğü yerden ayağa kalktı. Annesine son kez sımsıkı sarıldı. Bir daha böyle sarılabilecek miydi bilinmezdi. Bir daha göremezcesine hasretle sarıldı.
Artık karşısında o küçük çocuk yoktu. Karşısında Delikanlı bir Doğan vardı. O artık büyümüştü. Hayata adım atmak için büyümek zorunda kalmış bir genç adamdı.
Annesinden ayrılır ayrılmaz ardına bakmadan çıktı. Islah evinin kapısını açar açmaz yatağın dibine giderek oracıkta çöküverdi. Islah evindeki arkadaşı, Doğan'ın halini fark ederek yanına doğru ilerledi. Kaşlarını çattığında ise "İyi misin Doğan?" diye sordu. Sesi endişe doluydu. "Rengin atmış?
Doğan yanaklarında kuruyan yaşlarını umursamadı. Arkadaşının sorusunu zar zor seçmişti. "İyi olacağım." diye kendi kendine konuştu. "Olmak zorundayım. Annem için güçlü olmalıyım..."
?
~Özgürlük hiç bu kadar acı olmamıştı...~
"Haydi, oğlum be! Ne kadar ağırsın, altı üstü bir valiz toplayacaksın." Oğuz'un isyan dolu sesiyle rahat bir tavır takındı. "Tamam be oğlum! Amma sabırsız çıktın sen de. Bir dur hele, bitti, geliyorum iki dakikaya." diyen Doğan son kez odaya baktı. Her şeyi ardında bırakarak gidiyordu. Yanağındaki bıçak izinin sebebi olan yerden kurtuluyordu.
Valizle birlikte odadan çıkan Doğan, Oğuz ve diğer arkadaşlarıyla birlikte ıslahevinden ayrıldı. Dış kapı açıldı ardından. Aynı Doğan'ın özgürlüğünün kapısı gibi... Hayat ona yeniden kapı açtı. Esir tutulduğu kafesten kuş gibi uçtu. Kapının yanındaki nöbetçilere baş selamı vererek arkadaşlarıyla özgürlüğüne ilk adımını attı.
"Geçmiş olsun delikanlı, sonunda dışardasın ha? Dikkat et kendine evlat." dedi samimi bir tavırla. "Gözün arkada kalmasın, annene en iyi şekilde bakmaya devam edeceğiz." diye ekledi 'Emanetine gözümüz gibi bakacağız.' dercesine.
"Eyvallah abi." dedi minnetle. "Senin de hakkını ödeyemeyiz Tarık abi." diyerek Tarık abisine içtenlikle sarıldı.
Kısa bir süre sonra birbirinden ayrıldılar. Doğan tekrardan elinde valiziyle Oğuz'a baktı. Oğuz başını sallayıp yanındaki arkadaşı Berkan'ı da öne ittirerek cezaevinin önünden ayrıldılar.
Doğan, anayolun kaldırımdan karşıya geçerken arkasından Oğuz ve Berkan gelirken bir parkın önündeydiler. Havada gezen uçurtmaları görme sevinciyle küçük bir çocuk gibi dudaklarında sevinç gülümseyişleri peyda oldu.
Kendine engel olamıyordu. Çocukluğu dört duvar arasında geçen toy bir Doğan, olası herhangi bir güzellikle içi ısınıyordu. Oğuz, Doğan'ın tepkilerini hayretle izlerken bir yandan da gülümsüyordu.
"Koçum, ne gülümsüyorsun etrafına? İlk günden seni deli sanacaklar?" parkın içinden geçmeye devam ederlerken küçük çocukların cıvıl cıvıl coşku dolu seslerini duyuyorlardı.
Doğan ilk önce etrafına daha sonra Oğuz ve Berkan'a tereddüt dolu bir bakış attı. "Sansınlar." dedi yüreğindeki buruklukla. "Şu güzellikler?" diyerek etrafı gösterdi çekinmeden. "O kadar mucizevi bir şey ki... İlk defa görmenin toyluğunu yaşıyorum. Bırak da deli sansınlar, umurumda değil.”
"Ağırdan al öyleyse Doğan. Seni deli zannedip tımarhaneye kapatırlar. Yanında biz de varız tabii! Senin yanında biz de yanarız." dedi Berkan alay dolu bir sırıtışla.
Doğan, sevincini geri çekerek yüzündeki gülümsemeyi sildi. Yollarına devam ettiklerinde birkaç saat içinde Oğuz'un evinde olmuşlardı. Oğuz öne bir adım atıp evin kapısını anahtarla açtı. Berkan atik bir şekilde eve ilk girerken çoktan koltuğa kuruldu. Oğuz ve Doğan da ardından geçerken valizlerini kenara bıraktılar.
Doğan "Kimin evi burası? Başkasının değil, de mi Oğuz?" diye merakına yenik düşerek sorunca, Oğuz kahkaha eşliğinde dudağını araladı. "Benim, Doğan. Korkma bu kadar ya, annemlerden kalma.”
Oğuz, içeriye hırsızlıktan girmişti. Doğan bundan korkuyordu işte. Kimsesi olmadığından mecburiyetten buraya gelmişti. Ne tuhaf değil mi? Annesinden başka kimsesi olmaması... Babası bile yoktu, Doğan'ın. Annesine hep sorardı, 'Babam nerede?' diye. Annesi, babasının adını işittiğinde gerilir ve hemencecik konuyu kapatmaya çalışırdı. Bakışlarını anında kaçırırdı. Yüzü olmazdı, bakmaya...
Nasıl baksındı ki?
Karşısına geçip de 'Ben, senin babanın katiliyim. Her şeyini aldım.' diyemezdi ya.
Doğan çekingen edayla yanı başındaki koltuğa oturdu. Elleri terliyordu. Yüzünden akan terleri zorlanarak sildikten sonra Oğuz ve Berkan'ın koyu sohbetine zar zor odaklandı.
?
Aylar sonra ilk defa yaşadığını hissetmişti Doğan. Oğuz ve Berkan ona iyi geliyordu. Gülümsemeleri acıdan sıyrılmıştı ama bir gün ansızın o gülümsemeye hüzün çöreklenmiş ve adeta tutsak ettirmişti. O gün bir kere daha kimseye güvenemeyeceğini anlamıştı. Hem de bunu en acı bir şekilde tadarak.
Bir kere daha hayat tarafından gülüşlerine çelme takılmıştı...
"Haydi, gençler, bugün kopma vakti. Çıkalım dışarıya, yeniden oynatalım dünyayı." neşeyle söylenirken Berkan, Doğan da neşesine eşlik ederek gülümsemeye başlamıştı.
Üç arkadaş meydanda öyle bir eğleniyordu ki...
Oğuz, Doğan'a içecek uzattığında, Doğan elindeki içeceğe tereddütle yaklaştı. Kokusunu içine çektiğinde anında uzaklaştı. Yüzünü buruşturdu. "Bu çok kötü kokuyor Oğuz? Bunu nasıl içebiliyorsun, sen?" diye sorunca, Oğuz, Doğan'a küçümser bir bakış atarak gözleri önünde kötü kokan içeceği içti.
Ardından keyifli bir şekilde elindeki bardağı havaya kaldırdı. "Bak, böyle içiyorum. Tadı harika ya, bunun!"
Doğan, içeceğin adını bile bilmiyordu. Bilmemesi daha iyiydi zaten. Gün boyunca arkadaşları içerken o sadece meyve suyu içiyordu. Akşam vakti olunca kendilerini sokağa atmışlardı. İki arkadaşı zilzurna sarhoş bir şekilde salına salına sokakta yürürken, Doğan ikisini zar zor zapt ediyordu. Birini durdursa diğeri azıtıyordu.
Doğan, Oğuz'un kollarından tutmaya devam ederken daha önce fark edemediği silahı belinde gördü. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken "Ne yapıyorsun Oğuz!" diye bağırdı. "Bırak o silahı!"
Oğuz çayır keyif kafayla başını olumsuzca salladı. "Hayır koçum! Bugün hayatımıza renk katacağız. Sokağa biraz havai fişek patlatalım, değil mi?" deyince havaya doğru bir el ateş etmişti bile.
Bir daha bir daha...
Doğan engellemeye çalıştıkça daha çok havaya ateş saçıyordu. O an bir ses sokakta yankılandı. Panikle arkalarına dönen Oğuz ve Doğan karşılarında gördükleriyle donmuşlardı. Yere düşen adam kanlar içindeydi. Oğuz'un gözleri pörtledi. Eli, ayağı titremeye başladı. Berkan da onlardan farksız değildi.
Oğuz kendine gelerek fark ettirmeden silahı Doğan'ın eline tutuşturdu. Zaten Doğan kendine değildi. Eline koyulan silahı bile göremeyecek kadar dehşetle dolmuştu. Berkan, Oğuz'un kolundan tuttuğu gibi Doğan'ın yanından kaçtılar.
Doğan kendine geldiği gibi kanlar içinde yerde yatan adamın yanına çöktü. Gözleri buğuluydu. Elleri titriyordu. Elinden düşen ağırca silahın farkında değildi.
Arkadan gelen İki polis aracı tam da olay yerinde dururken içinden dört beş polis indi. Doğan hâlâ donmuş bir şekilde yerde duruyordu. Polisler olay yerine çok yakındı. Silah seslerini duydukları gibi yanında bitmişlerdi.
İki polis, Doğan'ın kollarından tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Doğan transtan çıkmışçasına iki kolundan tutan polislere baktı. Yüzüne yerleşen şaşkınlık sesine de yansıdı.
"Niye, beni tutuyorsunuz? Ben bir şey yapmadım ki." derken hâlâ ilklerine kadar titriyordu. Sokakta tek tük kişi olmasıyla daha da şansızdı. Onlar da zaten yeni gelmişlerdi.
"Karakolda anlarsın delikanlı. Hadi, daha fazla zorluk çıkarma." sert bir tonla çıkışan polis, Doğan'ın başından tutarak araca bindirdi. Doğan olan bitenleri hâlâ idrak etmekte zorlanıyordu.
Karakolun önünde duran araçla Doğan ve polisler indiği gibi kollarından tutup içeriye sürüklediler. Girdikleri gibi sorgu odasında kendini bulurken etrafta sadece ampulün ışığı vardı ve sallanıyordu. Doğan iliklerine kadar dondu. Neyle suçlandığını bilmeden korkuyordu.
Bir elini masanın demirli olan yerine kelepçelemişlerdi. Sorgu odasına giren polisle panik dolu bakışlarını polise çevirdi. Ayağa kalkığı gibi sordu. "Neden buradayım?"
Polis yerine oturdu ve eliyle oturmasını işaret etti. Doğan derince yutkunup yerine geçti. Polis, Doğan'ın önüne eğilerek sert bir tavırla gözlerine baktı. Ellerini de masaya koymuştu. "Adama neden ateş ettin? Ne gibi husumetin vardı? Konuş, itiraf et!"
Her bağırışında, Doğan yerinde daha da küçüldü. Ürkek gibi davranan bir çocuk edasıyla kabuğuna çekildi. Bakışlarını kaçırdı. Çekingen bir şekilde dudağını araladı. "Ben ateş etmedim." dedi kendini ispatlamaya çalışarak. "Yemin ederim ki ben ateş etmedim!"
"Bana masal okuma lan! Kim ya da kiminle plan kurdunuz?" Doğan duyduklarıyla dehşete düştü.
'Böyle bir şey neden yapayım?' diye içinden düşündü. 'Daha yeni kurtuldum o dört duvar arasından. Neden birini öldürmek isteyim? Ki ben bir karıncayı bile incitemem!'
Sorgu odasının kapısı tekrar açıldı. İçeriye bir başka polis girince Doğan'ı sorguya çeken polise baş selamı vererek konuşmaya başladı. "Amirim, silahın ucunda DNA'sı bulundu. Kabzasında da parmak izleri mevcut, amirim."
Silahı gösterdi.
Doğan 'Bu Oğuz'un silahı!' diye içinden geçirdi. Gözleri daha da büyüdü. 'Sahi, Oğuz ve Berkan neredeydiler?'
"Ben yapmadım amirim!" dedi ikna etmeye çabalayarak. Gözlerindeki çaresizlik suyu bile aşacak dereceydi. İnanmak istemiyordu. Arkadaşlarının, onu ortada bırakacağına bir türlü inanamıyordu. Ne kadar da olursa olsun cezaevinde yatsalar da bu kötülüğü yapmayacağına inanıyordu.
Güveni bir kez daha yerle bir oldu. Kırgınlığı kalbine kadar geçti. "Onlar yapı!" dedi bir anda. "Onlar yaptı amirim." hayata olan inancı bir kez daha dalından koptu.
Amirin dikkatini çeken sözlerle daha çok kulak kesildi. Bakışları seğirdi. "Onlar derken?" diye hiddetle sorguladı. "Kim onlar? Onlar mı ateş etti?" Doğan başını aceleyle salladı. Sanki ona inanacakmış gibi.
"Evet, onlar yaptı. Biri Oğuz diğeri ise Berkan." dedi açıklık getirerek. Memur bir şey demeden doğruldu ve sorgu odasından bir hızla çıktı. Doğan anlamayarak arkasından baktı. Birkaç dakika sonra tekrar içeriye giren amirle bakışlarını önüne çevirdi.
Yerine geçti. Kaşlarını çattı. "Onlar 'yapmadım' diyor? Suçu senin üzerine attılar."
'Buradalar mı?' diye sorgu odasının camlı bölgesine başını çevirdi. Bakışların radarında Oğuz ve Berkan'ı görünce kendisine 'Sen yaptın!' diye bakıyorlardı.
"Amirim, ben yapmadım!" diye inandırmaya devam etti. "Oğuz ve Berkan bir şey içtiler. Sonra da dışarı çıktık. Bir anda silahını çıkardı Oğuz. Havaya ateş ederken bir kurşunu o adama isabet geldi. Bakın amirim? Ben yeni ıslahevinden tahliye oldum. Doğduğumdan beri de ıslahevindeyim." amir, son söylediklerine inanmadı. Hatta kaşlarını daha çattı. Söylediklerinden başka bir anlam çıkaran amir, Doğan'a keskin gözlerle baktı.
"Doğduğundan beri nasıl ıslahevinde oluyorsun lan? Bu da başka bir bahanen mi?" diye çıkıştı.
İnanmıyordu! Nasıl inandıracağını da bilmiyordu. Korku bir kere daha önüne geçti. Daha yeni oradan kurtulmuştu. Bir daha oraya giremezdi. Annesinin kalbi bunu duymaya dayanmazdı.
"Silahın üstünde senin parmak izin var. Olay yerinde de senin elinde silah vardı. Delillerde mi yalan söylüyor?"
Doğan, nefesi daralıyormuşçasına elini yakasının üstüne götürdü. Kazağını çekiştirip dururken kalbi, göğüs kafesinden çıkacak gibi atıyordu.
Hızla ayağa kalktı. Duvarlar üstüne üstüne geliyordu. "Ben yapmadım, yemin ederim ki ben yapmadım! O silah, Oğuz'undu! Oğuz ateş etti, yemin ederim ki!" diye bağırdığı gibi kelepçeli olmayan eliyle masaya vurdu.
Olanlara inanamıyordu. Yaşadıklarına inanamıyordu. Arkadaşlarının, üstüne iftira attıklarına inanamıyordu. Sokağın ortasında olan olaylara inanamıyordu. Doğan şu anda kendine de inanamıyordu.
Amir, cam bölmeyi gösterdi. Doğan yeniden bakışlarını arkadaşlarına çevirdi. Bu sefer gülümseyerek Doğan'a bakıyorlardı. Hiçbir günahı olmayan bir çocuğa iftira atmışlardı.
"Hastaneye kaldırılan adam uyanmış, kimin yaptığını görememiş. Bir altı sekiz sene yatar çıkarsın. Sayılı günler çabuk bitermiş, ne de olsa." alaylı tavrıyla kelepçeyi çözdü. Kolundan tutup nezarethaneye kadar sürükledi en son.
Doğan itiraz etmedi. Faydası yoktu. Başını yere eğdi ve yürümeye devam etti. Bir kez daha özgürlüğüne zincir vurulmuştu. Çıktığı cezaevine bir kez daha girdi. Daha birkaç ay tanıdığı iki arkadaşına güvendiği için idam edilircesine yıkıma uğradı.
8 BUÇUK SENE SONRA...
Gece karanlığına inat kahve gözleriyle cezaevinin dışına çıktı. Yıllar, Doğan'dan o kadar çok şey almıştı ki... En başta da gülümseyişlerini. Gülse de soğuk gülümsüyor ya da yarım yamalak dudağını kıvırıyordu.
Elinde bavul ve tespihle kapı önünde durmaya devam etti. Temiz havayı ciğerine bayram ederken ne kıpırdıyordu ne de ileriye adım atmak için ayaklarını oynatıyordu. Yerinde sanki kilitlenmiş kalmıştı.
Donuktu. Eskisi gibi çocuksu değildi. Yanağındaki bıçak iziyle daha korkutucu görünüyordu. O izin görünmesini çekinen Doğan şimdi de saklamaktan çekinmiyordu.
Suçsuz yere sekiz buçuk yıl hapis yatmıştı. Sırf güvendiği için, hem de. 27 yaşına girecekti neredeyse e hayatının 27 yılını cezaevinde geçmişti. Koskoca ömrünün yarısı boşa gitmişti.
Daha fazla cezaevinin önünde durmayı keserek ağır adımlarla ilerledi. Az çok Ankara'yı tanısa da nerede konaklayacağını bilmiyordu. Annesinin kaldığı evi de yıkmışlardı.
Yürüdü. Tanıdık gelen anayolun kaldırımından ilerlerken şehrin gürültüsü kulaklarını kanatır cinstendi. Hele trafik gününe yakalandıysa, şehir bir daha gürültülü oluyordu.
Bir parkın önünde duraksarken dinlenmek için bir banka geçip oturdu. Bavulunu sağ bacağının kenarına koyarken bakışları, parkta coşkuyla koşan küçük çocukları buldu.
Kendi çocukluğu gözü önünde belirdi bir anda. Kırgın kahve gözleri acıyla kısıldı. Anne ve babasıyla dolasıya kahkaha atan çocuklar eğlenerek kaydıraklara ve salıncaklara biniyordu. Boğazına takılan yumru boğazında düğüm düğüm oldu.
Doğan, karşısında kendi çocukluğu gördü. Bir hücrede ağlarken bulmuştu çocukluğunu. Ona el uzattı ama çocukluğu bir hayaldi ve saniyelik süreyle gözü önünde rüzgâr gibi esip gitmişti.
Sonra bir çocuğun salıncaktan düşme sesi geldi ve ağlamak yerine gülümsemeye başladı. Endişeyle yere düşen küçük kıza endişe ve hayretle bakakalırken yanına telaşla annesi gelmişti.
Kızının gülümsediğini görünce yüzündeki endişe yerine kızgınlık duygusu belirdi. "Ah, kızım! Sen hiç uslanmaz mısın?"
"Ya, anne. Alt tarafı düştüm. Ağlayacak halim yok ya! Çıt kırıldı mıyım ben!" diye söylendiğini duydu Doğan.
"Gülecek halin de yok ama!" diye sertçe çıkıştı annesi. Ardından yine annelik duygusu kabarınca sanki kendi canı yanıyormuşçasına kızının yaralanan dizine kıyamayacak bir şekilde buse kondurdu.
Doğan bu sahneye imrenircesine baktı. Kendini, küçük kızın ve annesinin diyaloğunu izlemekten alamıyordu. Küçük kızla beraber annesi çöktükleri yerden doğrulurken kadının bakışları bir anda onları imrenerek izleyen Doğan'ı buldu.
Doğan, kadının bakışlarını kahvelerinde bulduğunu fark edince bakışlarını hızla onlardan çekti. Yanlış anlaşılmak istemezcesine etrafına umursamazca bakarken hâlâ kendisine baktığı yerdeki gölgeden anladı.
Etrafına bakmaya devam ederken adımlarının yanında bittiğini hissetti. Kadın, sert ve donuk bakışlarını kahvelere hizalamaya çalıştı. Doğan'ın, karşısında bakmamaya çabaladığını fark edince bakışları hemen sağ taraftaki bavulu buldu.
Zihnine yerleşen düşünceler diline dökülecekti neredeyse. Adamın, bir yerden yeni ayrılışını valizinden anlamıştı. Nereden ayrıldığını veya geldiğini bilmeden analiz etmeye devam etti.
Doğan, hâlâ bakışlarının radarında olduğunu bilerek rahatsız verdiğini sandı ve ayaklanmak için doğruldu ama karşısında dikilen kadın, Doğan'ı sesiyle durdurdu.
"Bakışların, birini kesercesine değil de imrenircesine bakıyor? Yanlış anlaşılmasın diye şimdi de bakışlarını çevirdin?" dedi soğuk sesiyle. Doğan sertçe yutkunup yüzündeki şaşkınlık ifadesini silmeye çalıştı ama mümkün değildi.
'Gerçekten böyle mi düşünüyor?' diye içinden geçirdi.
Sessiz kaldı.
"Elinde valiz... Gözlerinde kaybolmuş duygusu... Çocuklara olan bakışların içinde ukde kalan yarım kalmışlıklar..." diye sıralayınca Doğan daha da şaşırdı.
'Bunları iki saniye de nasıl tespit etmişti?'
Doğan şaşkın bakışlarını kadının yeşillerine çevirdi. Kadın hiç çekilmeden gözlerinin içine bakmayı sürdürüyordu. Kadının yerine kendisi çekinmişti karşısında.
"Bakma öyle hortlak görmüş gibi. Karşıma senin gibi kaç genç çıkıyor, biliyor musun?” gören de karşısındaki adam küçücük sanırdı? Kendisiyle bile yaşıt olmasına rağmen ne bu özgüven bakışlar, sözler?
Doğan, onunla konuşma çabasını anlamadı. 'Neyin peşindeydi bu kadın?'
Kadının bakışları bu sefer yanağındaki bıçak izini buldu.
'Neden öyle detaylıca inceliyordu ki?'
"Galiba sizi rahatsız ettim. O yüzden böyle konuşuyorsunuz?" dedi Doğan mahcup olmuş bir sesle. Sesini bulmuş ve yerinden çıkarmıştı sonunda.
"Rahatsızlık vermedin." dedi kadın hiçbir duygusunu yansıtmadan. "Aslında?" deyip sustu. Demekle dememekle arasında gidip geliyordu. "Aslında sana iş teklifinde bulunmak istiyorum." dedi kadın özgüvenle. Sanki kabul edeceğini tahmin edercesine.
Doğan daha da dehşete düştü. Gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi. 'Ne?' diye bağırmamak için dudağını bir hayli sıkıyordu.
"Ani oldu, anlıyorum. İkimiz de birbirimizi tanımıyoruz, haklısın da. Ama elinde bir valizle parka gelen birinin işe ihtiyacını düşündüm." Gözleri kuşkuyla kısıldı. Bu kadını tanımaz etmezdi. Nereden bilebilirdi ki işe ihtiyacı olduğunu? Ya da neyin peşindeydi?
'Bu kadın buna nasıl kanaat vermişti ki?' diye şaşkınlıkla düşündü Doğan. Üstüne yapışan şaşkınlıktan bir türlü kurtulamıyordu. Hatta kadın şaşırtmak için ek bir çaba sarf ediyordu.
Doğan bu diyaloğa daha fazla tanık olmak istemeyerek eline valizi alarak arkasını döndü. Kafası karman çorman olmuştu. Beyni bir süreliğine durmuştu sanki.
"Ben Nefes! Nefes Güneş. İş teklifimi kabul etmeni öneririm? Gerçekten bu işe ihtiyacın olduğunu biliyorum! Yanağındaki bıçak izden çok korkan olacak senden. İş vermeyebilirler. Gel, benim teklifimi kabul et. Sana ev de ayarlarız! Korkma, seni yiyecek değilim!" diye arkasından bağırmıştı ve kadının sözlerini tüm park halkı duymuştu.