Seul’ün sabahları, sokak lambalarının henüz sönmediği ama gökyüzünün uykusundan yeni uyandığı saatlerde başlardı. Yağmurdan kalma serinlik kaldırımlara sinmiş, şehir günün koşuşturmasına henüz kalkmamış gibiydi.
Seo Eunseo, her sabah yaptığı gibi kahvesini sade ve şekersiz içti. Beyaz seramik kupasının üzerindeki çatlak, her zaman dikkatini çekerdi.
Sanki içimdeki çatlaklara benziyor… Dışardan zarif, ama yakından bakınca kırılmış bir şeyin izi var orada. Belki de bu yüzden hâlâ atamıyorum bu kupayı. Çünkü bazı şeyler tamir edilmez, sadece taşınır.
Yazı da öyleydi. Mükemmel olan her zaman eksik hissedilirdi. Ama eksik olan bir cümlede bazen bütün bir hayat saklanabilirdi.
Ben de hep eksik cümleleri sevdim zaten. Dolu dolu anlatanlar değil... yarım kalanlar daha çok kanatır insanı. Ve belki, en çok onlar gerçektir.
Çalışma masasına oturdu. Elini eski daktilonun üzerine koydu. Her tuşun altında başka bir hikâye gizli gibiydi. Raflarda kendi kitapları sıralıydı. Onlarca hikâye, yüzlerce karakter…
Ama bu kez farklı bir şey yazmak istiyordu.
Daha karanlık. Daha derin. Daha gerçek.
Artık içimdeki sesi susturamıyorum. Onu karakterlerin arkasına gizleyemem. Bu hikâyede saklanacak yerim yok.
Bilgisayar ekranında yeni bir dosya açtı. Başlık satırına uzun süre baktı.
“Başlamak” kelimesi kulağa ne kadar kolay gelse de bazı hikâyeler kelimelerle değil, suskunlukla başlardı.
Ne ironik… Konuşmayı bilmeyenlerin hikâyelerini yazdım hep. Şimdi susmayı bilmeyen bir karanlıkla baş başayım.
O, şimdiye kadar susarak birçok hikâye yazmış, birçok karaktere can vermişti.
Ama şimdi yazacağı hikâyede sadece bir karaktere can vermeyecekti;
belki de birçok canı alacaktı.
Yazmak bir yaratma eylemiydi. Ama şimdi… yazmak bir silah olabilir mi? Kelimelerle öldürmek mümkün mü?
Düşüncelerine dalmıştı. Bir kitaplarına, bir bilgisayara bakıyordu.
İlk kez kendini bir karanlığın içine atacaktı.
Bu bir hikâye değil. Gerçek dünyada bir çok örneğini gördüğümüz bir karanlık
Öyle derin düşüncelere dalmıştı ki, telefonun çaldığını yeni fark etti.
Ekrana baktığında menajerinin aradığını gördü.
Telefonu açtığında menajerinin heyecanlı sesi kulağında çınladı:
> “Eunseo-ssi, röportajı onayladım. Yarın sabah 10’da, Arirang TV stüdyosunda olacaklar. Yeni kitabınızın türünü ilk kez duyacakları için heyecanlılar
Eunseo, kısa bir sessizlikten sonra gülümsedi.
> “Ben de,” dedi sade bir tonla.
“Onlara küçük bir sürprizimiz olacak.”
Evet… sürpriz. Ama bu bir roman değil. Bu, bir uyarı.
Okuyan herkes birazcık titremeli. Belki de… gerçek bir şeyle ilk kez karşılaştıkları için.
Daktilonun bir tuşuna bastı.
Tık.
Ve şimdi... maskeleri düşürme zamanı.