Eunseo sabah erkenden uyandı. Göz altlarında, gece boyunca uykusuzluğun bıraktığı mor halkalar vardı.
Bütün gece boyunca Hyunseok’un sesi zihninde yankılanmıştı:
> “Sen kelimelerle öldürüyorsun. Ben eylemle. Farkımız bu.”
Ama gözlerinde bir kararlılık vardı — belki de ilk kez bu kadar keskin.
Kahvaltı yapmadı. Kahve içmedi.
Sadece çantasını aldı ve dışarı çıktı.
Yolda yürürken telefonunu açtı.
Gece boyunca not aldığı tüm sorulara tek tek baktı.
Adım adım ilerleyecekti.
Bu kez romanın kurgusu değil, hayatın kendisi vardı elinde.
Ve en az romanları kadar karmaşıktı bu gerçeklik.
> “Bazen bir hikâyeyi yazmanın tek yolu, başkasının hikâyesine dokunmaktır.”
Polis merkezine vardığında, kapının önünde bir an duraksadı.
Elleri cebindeydi ama başparmakları titriyordu.
İçeriye adım attığı anda boğazı kurudu.
Bina, eski bir roman gibi kokuyordu — kalın kapaklı, sararmış sayfalı, kan ve tozla kirlenmiş bir roman.
Girişteki görevliye ismini ve randevusunu söyledi.
Görevli, onu kısa bir bekleyişin ardından üçüncü kata yönlendirdi.
Bekleme salonunda geçen her saniye, geçmişin bir cinayetini canlandırıyor gibiydi.
Sonunda içeriye çağrıldığında, dedektif masanın arkasında onu bekliyordu.
Ellili yaşlarında, yüzü çizgilerle dolu ama bakışları hâlâ keskin bir adamdı.
Dosyayı eline alıp başını hafifçe eğdi:
> “Seo Eunseo. Tanıdık bir isim. Bu kez kurgu için mi geldiniz?”
Seo gülümsedi ama gözlerinde bir yorgunluk saklıydı.
> “Evet. Yeni romanım için araştırma yapıyorum. Bir karakterim... oldukça karanlık biri olacak.”
Dedektif, alaycı ama dikkatli bir gülümsemeyle dosyayı açtı:
> “Kurgusal karakterler için gerçek katilleri incelemek... yaratıcı.
Ama size bir şey söyleyeyim mi, yazar hanım?”
> “Ne?”
> “Bazı kurgular, gerçekleri çağırır.”
Seo kısa bir duraksamayla başını eğdi:
> “Bunu duymak hem ilham verici hem de ürkütücü.”
Dedektif sandalyesine yaslanıp gözlerini Seo’dan ayırmadan sordu:
> “Hangi davayı araştırıyorsunuz?”
Seo çekingen bir ses tonuyla cevapladı:
> “Hyunseok. Dosyası kapalı ama detayları merak ediyorum.
Onun... zihnine inmek istiyorum.
Karakterimle tanışmak gibi düşünebiliriz bunu.”
> “Yani sadece roman için bilgi istiyorsun, öyle mi?” dedi dedektif, gözlüklerini çıkarıp kenara bırakarak.
> “Evet,” dedi Seo, kararlı ama yorgun bir tonda.
“Ama sıradan bir roman değil bu. Gerçeklikten kopuk hayallerle dolu değil.
Gerçeklikten ilham almak istiyorum.”
Dedektif başını salladı.
Bakışları bir an Seo’nun gözlerinde gezindi. Ardından konuşmaya başladı:
> “Senden önce de geldiler. Belgeselciler, yazarlar, gazeteciler...
Ama Hyunseok’un dosyası hâlâ resmî olarak gizli.
Basına sızmayan çok fazla detay var.”
Sanki bu sözleri, “Neden sana bilgi verelim?” der gibiydi.
> “Ben basın değilim.”
> “Biliyorum. Bu yüzden buradasın.”
Sonra elini uzattı.
Bir çekmeceden dosya çıkardı.
Üzerinde büyük, kırmızı harflerle “Sınırlı Erişim” yazıyordu.
Masanın üstüne koydu ama hâlâ uzatmıyordu.
Ardından, Seo’nun gözlerinin içine bakarak dosyayı yavaşça itti.
Dosya, masanın üstünde sessizce duruyordu.
Kalın, solgun klasörün kenarları yıpranmıştı.
Zamana, kana ve suskunluğa bulanmış gibiydi.
Seo, derin bir nefes aldı. Ellerini hafifçe titreyerek dosyaya uzattı.
İlk sayfa açıldığında, ona bakan yalnızca kelimeler değildi — öfkenin, deliliğin ve düzenli bir kaosun izleriydi.
---
Dosya 1 – KOD: RİTÜEL
Olay Yeri: Yangcheon / Eski Tiyatro Salonu
Tarih: 3 Mart 2016
Kurban: Han Seojin – 42 yaşında, eski sahne yönetmeni
Ölüm Nedeni: Vücudu 17 yerinden bıçaklanmış, gözleri oymuş.
Not: Sahne ortasına tiyatro ışıklarıyla yerleştirilmiş. Üzerine “GÖRÜYOR MUSUN?” yazılmış bir afiş asılmıştı.
Dedektif:
> “Bu onun ilk ‘sahnesi’ydi. Cinayeti bir performansa dönüştürdü.
Kurban eski bir sahneciydi. Yani kurbanlar rastgele değil, geçmişinden bir iz taşıyorlar.”
Seo dosyayı kapattı.
> “Gözleri oyulmuş... Görmekle ilgili bir şey takıntı hâline gelmiş gibi.”
“Tam üstüne bastın,” dedi dedektif. “Hyunseok, insanların kör kaldığı şeyleri göstermek istiyor gibiydi.”
---
Dosya 2 – KOD: AYNA
Olay Yeri: Songpa / Terk edilmiş bir spa merkezi
Tarih: 18 Mayıs 2016
Kurban: Park Minju – 36 yaşında, sosyal medya fenomeni
Ölüm Nedeni: Elektrik verilerek öldürülmüş, cesedi aynalı bir odaya yerleştirilmiş
Not: Tüm aynaların üzerine kanla şu cümle yazılmıştı:
> “Kendini gör artık.”
Seo:
> “Yansımadan kaçamazsın... Aynalar, yüzleşmek anlamına geliyor.”
Dedektif:
> “Hyunseok için bu kurban, sahte hayatları temsil ediyordu.
Dışarıdan parlayan, içeride çürüyenleri cezalandırıyordu.
En azından o öyle sanıyordu.”
Seo başını yavaşça salladı. Sayfayı çevirdi.
---
Dosya 3 – KOD: SESSİZLİK
Olay Yeri: Incheon / Metruk kütüphane
Tarih: 4 Temmuz 2016
Kurban: Kim Hojun – 68 yaşında, eski bir dilbilim profesörü
Ölüm Nedeni: Boğazı kitap sayfalarıyla tıkanarak öldürülmüş
Not: Kurbanın önünde açık bir kitap vardı. İçindeki tek cümle:
> “Bazen sessizlik, en yüksek çığlıktır.”
Seo sayfaya uzun uzun baktı.
> “Bu... çok teatral. Sanki bir manifesto.”
Dedektif:
> “Hyunseok, her cinayetinde bir mesaj veriyor. Onun için öldürmek, sadece susturmak değil — konuşmak.
Bağırmak istiyor, ama kelimelerle değil.”
Seo defteri kapatmadı.
Bir süre daha sayfalara baktı. Ardından usulca sordu:
> “Peki... bu üçünde de bir tür tema var. Ama doğrudan kişisel bir kin değil.
Bir anlam arıyor sanki, bir mesaj bırakmak.”
Dedektif:
> “Hyunseok kendini bir yargıç gibi görmeye başladı. Her kurban, onun zihninde bir ‘günahı’ temsil ediyor gibiydi.
Onları öldürerek kendi içindeki Tanrı’yı tatmin ediyor.”
Seo defteri yavaşça kapattı, ama sesi netti:
> “O Tanrı falan değil. Ama öyle davranması onu daha tehlikeli yapıyor.”
Dedektif:
> “Daha görmedin. Son cinayete geçmeden önce... kendini hazır hisset.”
Seo gözlerini dedektifin gözlerine dikti.
> “Hazırım. Devam etmek istiyorum.”
Dedektif dosyanın altına doğru ilerledi.
Parmakları, gri sayfaların arasında dolaştı.
Bir tanesini çekti, kısa bir tereddütten sonra ona uzattı:
> “Bu sonuncusu... kolay okunmaz. Bu sadece bir cinayet değil. Bu bir meydan okuma.”
Dosyanın kapağında kırmızı kalemle yazılmıştı:
> Kod Adı: Ayin
Olay Yeri: St. Theresia Katolik Kilisesi
Cinayet Raporu – Kilise Dosyası (Son Kurban)
> Güney Seul Emniyet Müdürlüğü
Olay Yeri Raporu – GİZLİ
Dosya No: 437-K (Kod Adı: Ayin)
---
Olay Yeri: Seul / St. Theresia Katolik Kilisesi
Tarih: 14 Eylül 2016
Saat: 03:26
İhbar Eden: Peder Augustine, sabah ayinine hazırlanmak üzere gelen görevli rahip.
İlk Müdahale Saati: 03:39
---
Kurban:
İsim: Sr. Maria Eunhye
Yaş: 61
Meslek: Başrahibe
Ölüm Nedeni: Boğularak öldürülmüş, ardından haç pozisyonunda asılmış.
Bulgular:
> Rahibenin bedeni kilisenin ana giriş kapısına haç biçiminde asılmıştı.
Elleri ve ayak bilekleri iple bağlanmış, vücudunda morarma ve sürtünme izleri vardı.
Ağzı, mor dua ipliğiyle sıkıca sarılmıştı — bu iplik, kilise üyelerinin günah çıkarma öncesi kullandığı özel bir semboldü.
Başına kanla bir haç işareti çizilmişti.
Kurbanın sol elinin içine, kendi kanıyla şu cümle yazılmıştı:
> “İnananlar yalan söyler, Tanrı sessiz kalır.”
Cesedin hemen iki yanında, yere sabitlenmiş iki adet yanan mum vardı. Mumların rüzgârsız ortamda saatlerdir sönmeden yandığı, balmumlarının neredeyse tamamen eridiği tespit edildi.
---
Ortam Detayları:
Kilisenin taş duvarında sprey boyayla şu cümle yazılıydı:
> “Sahte inançlar, gerçek adaleti gölgelemez.”
Güvenlik kameraları saat 01:18’de manuel olarak devre dışı bırakılmış.
Kapılar içeriden kilitli bulunmuş; anahtar içeriden kilise masasının altına bırakılmıştı.
Cinayet sırasında içeride başka kimse yoktu.
Mekânda herhangi bir mücadele izi, boğuşma belirtisi yok.
Sanki kurban teslim olmuş ya da tanıdığı biri tarafından şaşırtılmış gibi.
---
Ek Bilgi:
> Kurban, Hyunseok’un geçmişinde tanıdığı tek ruhani figür olarak dosyada yer alıyor.
2010 yılında katıldığı bir grup terapisi sırasında tanışmışlar.
Rahibenin, Hyunseok’a defalarca “öfkeni Tanrı’ya havale et, sen onu taşıyamazsın” dediği terapi kayıtlarına geçmiş.
Bu söz, bazı kayıtlarda Hyunseok’un sessizce tekrarladığı bir cümle olarak da görülmüş.
---
Dedektifin Notu:
> “Bu cinayet, klasik bir öfke patlaması değil. Bu, Hyunseok’un Tanrı’ya karşı açtığı kişisel bir savaş.
Bu, bir kadının ölümü değil — bir inancın idamıydı.”
“İki yanan mum, dua ipliği, haç pozisyonu... Her şey sembol.
Ama bu sefer semboller masumiyetin değil, meydan okumanın işareti.”
“Anlaşılan, Hyunseok öfkesini Tanrı’ya değil, Tanrı’ya inananlara yöneltti.”
Dedektif, dosyanın kapağını yavaşça kapattı.
Bakışları hâlâ kağıtların üzerindeydi.
Sanki orada duran sadece belgeler değil, geçmişin tüm ağırlığıydı.
“Bu adam…” dedi yavaşça. “Bir katilden fazlası. Kendini tanrı ilan etmiş biri. Ama ilginç olan şu…”
Seo gözlerini kaldırdı. “Ne?”
“Yaptığı her şeyi planlıyor. Rastgele gibi görünen her detayda, bir tür mesaj var. Bu dosyadaki her kurban... birer simge.”
“Peki Sr. Maria? Onu neden seçti?”
“Çünkü Sr. Maria, Hyunseok’un içindeki karanlığa karşı çıkabilen tek kişiydi. Onu yıllar önce terapi grubunda susturmaya çalıştı. Ona inancı öğütledi. Ama Hyunseok’un inancı yoktu. Onun sadece öfkesi vardı. Ve bu cinayet... o öfkenin tapınmasıydı.”
Seo sessiz kaldı. Kafasını yavaşça salladı.
Bir şey daha sormak üzereydi ki dedektif ekledi:
“Bu dosyada gördüklerin, seni roman yazmaktan vazgeçirmesin. Ama... seni insanlıktan da uzaklaştırmasın.”
Seo ayağa kalktı.
Dosyaya bir kez daha baktı, sonra bakışlarını çekti.
Teşekkür etti ama sesi bu kez boğuktu.
Kapıdan çıkarken, dedektif arkasından sadece şunu söyledi:
“Bazı dosyalar kapanmaz, Seo. Sadece yeni kurbanlar bekler.”
Merdivenlerden ağır adımlarla indi.
Her adımda, zihninde bir kelime çınladı: "Yargıç. Kurban. İnanç. Kan."
Dışarı çıktığında soğuk bir rüzgâr yüzüne vurdu.
Ama bu rüzgar bile içini dindirmeye yetmedi.
"Ben bu hikâyeye bir canavar yazmak istemiştim…
Ama artık Tanrı’ya savaş açmış bir şeytanı yazmak zorundayım."
Elindeki not defterine baktı.
Sayfalarca kurgu vardı.
Ama o an anladı:
Bu artık sadece bir roman değildi.
Bu, onun içindeki savaşın aynasıydı.
Eve vardığında kapıyı usulca açtı.
Ev sessizdi. Her zamanki gibi.
Ama bu kez o sessizlik... sığınak değil, mezarlık gibiydi.
Montunu çıkardı, çantasını yere bıraktı.
Masaya oturdu.
Elini deftere uzattı, kalemi aldı.
Bir şey yazmadan önce gözlerini kapattı.
Ve içinden geçirdi:
Bir an için zaman durdu. Kalemi elinde sımsıkı kavradı, düşüncelerinden kaçan bir huzur aradı. Ama huzur yoktu. Sadece bir boşluk vardı, sanki kelimeler bile korkuyordu.
Defterin sayfaları arasındaki boşlukları doldurmak için her şeyini ortaya koymaya kararlıydı. Artık bir şeylerin peşinden gitmek zorundaydı. Düşüncelerini yazıya dökmek, kağıda her bir sancısını işlemek gerekiyordu.
İçindeki o sinsi karanlık, bu defa yazının satırlarında şekil almaya başladı.
Kapıyı kapatıp, dış dünyadan tamamen izole olmuştu. Sadece o, defteri ve karanlıkla baş başa kalmıştı.
Ama bir şey fark etti: Bir şeyler yazmak… belki de ruhunu kurtarmanın tek yolu olacaktı.
"Bazen yazdıkça karanlık daha derinleşir. Ama o karanlıkta kaybolmak, belki de gerçek anlamda hayatta kalmaktır."