Belki de sevgi, diye düşündü, her şeyi bilmek değil. Yanında kalmayı seçmek.
Sabah olduğunda yine kalkacak, yüzüne aynı sakin ifadeyi yerleştirecekti. Deniz’le selamlaşacak, gün başlayacaktı. Ve Mira, bugün de gerçeği söylemeyecekti.
Çünkü bu sessizlik hâlâ yaşıyordu.
Ve yaşadığı sürece, onu bozmaya niyeti yoktu.Kasabanın akşamları daha erken kararıyordu artık. Güneş dağların arkasına çekilirken hava hızla serinliyor, sokaklar kısa sürede boşalıyordu. Mira bu saatleri seviyordu. Kalabalığın dağılması, düşüncelerinin de sakinleşmesi demekti.
Bir akşam Deniz’le atölyeden birlikte çıktılar. Deniz kapıyı kilitlerken Mira birkaç adım ötede durup gökyüzüne baktı. Bulutlar ağırdı ama yağmur yoktu.
“Yağmayacak gibi,” dedi Deniz.
Mira başını salladı. “Bazen yağmur da sadece tehdit eder,” dedi. “Ama gelmez.”
Deniz bunu hava durumuna bağladı. Mira ise kendi bedenine.
Yürürken Mira’nın adımları yavaşladı. Deniz fark etti, temposunu düşürdü. Bu uyum artık kelimelere ihtiyaç duymuyordu. Mira için bu, görünmez bir tutunma biçimiydi. Kimse onu taşımıyordu; ama kimse de onu bırakmıyordu.
Pansiyonun önüne geldiklerinde Deniz durdu. “Yarın sabah pazara ineceğim,” dedi. “Gelmek ister misin?”
Mira düşündü. Kalabalık bazen onu yoruyordu. “Biraz geç gelirim,” dedi. “Belki.”
Deniz gülümsedi. “Beklerim.”
O kelime Mira’nın içine yerleşti. Beklerim.
Ne kadar beklerdi, neyi beklerdi, bilmeden söylenmişti. Ama Mira için yeterliydi.
Gece Mira’yı uykusuzluk yakaladı. Yatağın içinde dönüp dururken kalbinin atışlarını saydı. Saymak, kontrol hissi veriyordu. Sonra pencereden sızan ay ışığına baktı. Kasabada geceler sessizdi ama Mira’nın içi konuşkandı.
Deniz bilseydi, diye düşündü, belki daha çok sorardı.
Belki de her günün bir anlamı olduğunu hatırlatırdı.
Ama Mira, anlamın hatırlatılmasını istemiyordu. O, anın kendisini istiyordu. Deniz’in bakışında bir gelecek planı değil, bir “şimdi” vardı. Mira’yı ayakta tutan da buydu.
Sabah pazara indiğinde Deniz’i tezgâhların arasında gördü. Elinde küçük bir kese vardı. Mira’yı fark edince el salladı.
“Geç kalmadın,” dedi.
Mira gülümsedi. “Zaman bana göre ilerliyor artık,” dedi.
Deniz bunu bir alışkanlık sandı. Mira içinse bir kabullenişti.
Pazardan dönerken Mira yoruldu. Deniz bunu fark edip torbayı elinden aldı. “Biraz ben taşıyayım,” dedi.
Mira itiraz etmedi. Çünkü bazen güçlü görünmekten daha zor olan şey, yükü vermeyi kabul etmekti.
Atölyeye geldiklerinde Deniz ona küçük bir tabure getirdi. “Burada otur,” dedi. “Ben çalışırım.”
Mira tabureye oturdu. Deniz’i izledi. Ellerinin hareketlerini, sabrını, sessizliğini… Eğer sevgi bir şekil olsaydı, diye düşündü, Deniz’in ellerine benzerdi.
Gün ilerlerken Mira’nın içindeki yorgunluk arttı ama yüzüne yansımadı. Deniz bunu “sessiz bir gün” sandı. Mira da öyle olmasına izin verdi.
Akşam ayrılırken Deniz durdu. “Bugün iyi misin?” diye sordu.
Mira bir an düşündü.
“Bugün buradayım,” dedi.
Deniz başını salladı. “Bu yeter.”
Ve Mira, bu cümlenin arkasına saklanarak bir günü daha gerçeği söylemeden geride bıraktı.