Mira gittikten sonra Deniz günleri saymadı. Çünkü bazı kayıplar sayıyla ölçülmezdi. İlk aylar atölyeyi açtı ama çoğu gün kapattığını hatırlamıyordu bile. Ellerini çalıştırıyor, aklını durdurmaya çalışıyordu. Ama sessizlik, Mira’dan sonra daha farklıydı. Eskiden paylaşılırdı. Şimdi boştu.
Mektup hep cebindeydi. Kâğıt zamanla yumuşamış, kenarları aşınmıştı. Deniz onu ezbere biliyordu ama yine de çıkarıp okurdu. Özellikle “Bu bir kaçış değil. Bir koruma.” cümlesinde takılı kalırdı.
Kimi, neden korudun?
Senden mi? Kendinden mi? Benden mi?
Cevap gelmedi.
İlk yıl boyunca Deniz evlenmeyi düşünmedi. Kimseye yaklaşmadı. Kasabada herkes bunu anladı ama kimse “unut” demedi. Çünkü Mira unutulacak biri gibi gitmemişti. Daha çok… eksilerek kalmıştı.
İkinci yıl sahile daha az gitmeye başladı. Bank hâlâ oradaydı ama Deniz oturmuyordu. Oturursa Mira’nın sesi kulağına geliyordu. “Geçer,” deyişi. Geçmediğini ikisi de biliyordu.
Nermin Hanım bir gün dayanamadı. “Bazı insanlar dönmez,” dedi.
Deniz başını salladı. “Biliyorum,” dedi.
Ama içinden ekledi: Ama neden gittiğini bilmeden…
Yıllar geçti.
Deniz’in saçlarına beyazlar düştü. Atölye büyüdü. İnsanlar onun işlerini şehirden gelip almaya başladı. Ama ev hâlâ aynıydı. Duvarlarda fotoğraf yoktu. Çünkü en güzel anlar hiç çekilmemişti.
Beşinci yılın bir sabahı Deniz pansiyonun önünden geçerken durdu. Kapı değişmişti. Nermin Hanım yoktu artık. Yeni gelenler Mira’yı tanımıyordu. Bu, Deniz’i ilk kez gerçekten yalnız hissettirdi.
O gün ilk defa ağladı. Sessiz değil. Omuzları sarsılarak.
“Anlamadım,” dedi boşluğa.
“Seni anlamadım.”