BÖLÜM 34- SİS PERDESİNİN ARDINDA

1047 Words
Sis, vadinin üzerine çöktükçe hava ağırlaşıyor, nefes almak bile zorlaşıyordu. Cem önde, Kerem hemen yanında ilerliyor, Elif ise birkaç adım geriden geliyordu. Her adımda toprak nemli bir inilti çıkarıyor, gökyüzüyle yer birbirine karışıyordu. Elif, etrafına baktığında hiçbir yönü seçemedi. Sanki dünyanın bütün sınırları silinmişti. Yalnızca Cem’in sırtını, puslu bir siluet gibi görebiliyordu. “Görüş mesafesi sıfırlandı, komutanım,” dedi Kerem, fısıldarcasına. Cem başını kaldırmadan cevap verdi: “Devriyeyi sıklaştır. İkili gruplar hâlinde ilerleyeceğiz. Kimse gözden kaybolmasın.” Askerler usulca dizildiler. Ama o anda, sisin içinden bir ses geldi — hem yakından hem de çok uzaktan: > “Cem…” Elif’in tüyleri diken diken oldu. Cem, bir an duraksadı. Sesi tanıyordu. Elif’in gözleri büyüdü. O ses, Elif’in sesiyle neredeyse birebir aynıydı. Ama Elif susuyordu. Kerem şaşkınlıkla etrafına baktı. “Komutanım… o… siz duydunuz mu?” Cem’in kaşları çatıldı. “Evet. Ama Elif burada.” Elif, bir adım geri çekildi. “Bu… benim sesim gibiydi…” Rüzgâr yön değiştirdi. Sis dağıldığında, ileride bir siluet belirdi. İnce, uzun boylu, elleri yavaşça iki yana açık… Ve yüzü tamamen görünmezdi. Cem silahını kaldırdı. “Dur! Kim olduğunu söyle!” Ama cevap gelmedi. Yalnızca o uğursuz fısıltı tekrar duyuldu: > “Onu kurtarmak istiyorsan… geçmişine bak.” Birden yer sarsıldı. Toprak altlarından titredi, sisin içinden patlama benzeri bir gürültü yükseldi. Askerlerden biri dengesini kaybedip yere düştü. Elif çığlık atacak gibi oldu ama Cem kolundan yakaladı. “Geri çekilin!” diye bağırdı. “Bu bir tuzak!” Sis bir anda dağılmaya başladı. Ve herkes, gözleriyle gördükleri şeye inanamadı. Önlerinde… kamp alanının yanmış kalıntıları vardı. Alevlerin yerinde yalnızca siyahlaşmış toprak, devrilmiş çadır direkleri ve yanmış harita parçaları kalmıştı. Elif’in nefesi kesildi. “Bu… bizim kampımız…” Cem başını iki yana salladı. “Hayır… bu bizim kampımız değil. Bu, kampın geleceği.” Kerem, gözlerini kısarak yere çömeldi. “Bu nasıl mümkün olabilir?” Elif, titreyen sesiyle fısıldadı: “Belki de bu sis… sadece bir doğa olayı değil.” Cem sessiz kaldı. Ama o da biliyordu. Burası yalnızca düşmanın değil, geçmişin ve geleceğin birbirine karıştığı bir yerdi. Ve her adım, onları hem gerçeğe hem de deliliğe biraz daha yaklaştırıyordu. Cem gözlerini ufka dikti. “Devam edeceğiz,” dedi kararlılıkla. “Bu savaş sadece cephaneyle değil… hafızayla da veriliyor.” Elif, onun ardında yürürken, içinden geçen tek şey şuydu: > “Bazen savaşın en sessiz cephesi, insanın kalbinde başlar.” Ve sisin içinde, artık hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Cem, önündeki haritaya eğilmişti. Yüzündeki gergin ifade, Elif’in içini sıkıştırıyordu. Gözleri, Cem’in parmaklarının harita üzerindeki çizgilere titreyerek dokunuşunu izlerken, kalbinde tarifsiz bir huzursuzluk vardı. “Bize tuzak kurduklarını düşünüyorsun, değil mi?” dedi sessizce. Cem başını kaldırıp gözlerinin içine baktı. “Henüz emin değilim ama… bazı şeyler fazla düzenli. Bu kadar planlı hareket etmeleri tesadüf olamaz.” Elif, boğazındaki düğümü yutkunarak bastırdı. “Peki ya yanlışsan?” Cem’in dudak kenarı hafifçe gerildi. “Yanılıyorsam ne âlâ… ama ya haklıysam, o zaman buradan kimsenin kolayca çıkamayacağını bilmelisin.” Rüzgâr, vadinin içinden geçerken çadır bezini salladı. Elif, parmaklarını montunun cebine soktu, içindeki ürpertiyi gizlemeye çalıştı. Cem’in omzundaki toz, yüzündeki yorgunluk, sesindeki kararlılık… her biri savaşın ağırlığını taşıyordu. “Cem,” dedi titrek bir sesle, “ya gerçekten buradan dönemeyiz?” Cem, gözlerini bir anlığına kapatıp derin bir nefes aldı. “O zaman hikâyemiz burada biter. Ama en azından doğru olanı yaptığımızı bilerek…” Elif’in gözleri doldu. Bir şey söylemek istedi ama dili dönmedi. Tam o anda telsizden boğuk bir ses yankılandı. “Komutan, doğu hattında hareketlilik var. Sinyal karışıyor.” Cem hemen telsizi eline aldı. “Tüm birimler dikkatli olsun. Sessiz ilerleyin. Konum tespiti yapılmadan ateş açmayın.” Elif onun bu haline baktı — korku ve hayranlık iç içe geçmişti. Sis, adeta bir duvar gibi önlerini kapatmıştı. Her adım, bilinmeyene atılan bir adımdı. Ve Elif, ilk kez savaşın yalnızca silahlarla değil, insanın içinde de verildiğini anladı. Sis ağırlaşıyor, vadinin içini beyaz bir örtü gibi kaplıyordu. Her adım, boğuk bir sessizliğin içinde yankılanıyordu. Elif’in kalbi, göğsünün içinde hızla çarparken nefesleri düzensizleşti. Gözleri bir anlığına sisin arasında bir hareket seçti — sanki bir siluet, yavaşça onlara doğru yaklaşıyordu. “Cem…” dedi kısık bir sesle, elini adamın koluna koyarak. Cem hemen durdu, elini silahına götürdü. “Ne gördün?” Elif’in sesi titredi. “Bilmiyorum… biri vardı. Ya da… bir şey.” Cem’in gözleri sisin içine daldı. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey görünmedi. Derken, uzak bir yankı duyuldu. Önce zayıf, sonra giderek belirginleşen bir sesti bu — sanki birinin adını fısıldıyordu. “...Elif…” Elif’in kanı dondu. “Bunu… duydun mu?” dedi nefes nefese. Cem, şaşkınlıkla çevresine baktı ama sesi duymamış gibiydi. “Ne diyorsun Elif? Kim?” “Biri… adımı söyledi.” Cem kaşlarını çattı, telsizden kısa bir cızırtı geldi. Ardından o ses bir kez daha duyuldu — bu kez daha yakından, daha netti. “Elif… buradayım…” Elif istemsizce bir adım öne çıktı. Ses, tanıdık geliyordu. Kulağının derinliklerine işleyen bir tınısı vardı. Kalbi, geçmişten gelen bir yankı gibi titredi. “Hayır… bu imkânsız…” diye fısıldadı. Cem onun elinden tutarak geri çekti. “Elif, dur! Bu bir tuzak olabilir.” Ama Elif, sanki büyülenmiş gibiydi. Gözlerini sisin derinliklerinden ayıramıyordu. O anda sisin içinden bir gölge beliriverdi. Uzun boylu, siluet hâlinde bir adamdı bu. Cem hemen silahını kaldırdı. “Dur! Kim olduğunu söyle!” diye bağırdı. Ama adam hiç konuşmadı. Sadece bir adım daha attı ve Elif’in gözlerine baktı. O bakış, Elif’in içini paramparça etti. Çünkü o gözleri tanıyordu. Yıllar önce, bir saldırı sırasında kaybettiği sandığı birinin gözleriydi bunlar. “Elif…” dedi adam, bu kez net bir sesle. Elif’in nefesi kesildi. Dudaklarından yalnızca bir kelime döküldü: “Emir…” Elif’in dizlerinin bağı çözüldü, geriye sendeledi. Dünya bir anlığına sessizleşti; rüzgârın uğultusu bile sustu sanki. Cem hemen kolundan tuttu, onu yere düşmeden yakaladı. “Elif! Kendine gel!” diye fısıldadı, ama Elif’in gözleri hâlâ sisin içindeydi. Emir’in silueti ağır ağır geriye çekilirken, sisin derinliklerine karışmaya başladı. Elif’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu, sesi boğuk bir fısıltıya dönüştü. “O… o olamaz… ben… onu gömmüştüm.” Cem’in yüzü sertleşti, bakışları hem endişeli hem de öfkeliydi. “Burada kimse yok Elif. Gördüğün her neyse, seni korkutmak istiyorlar.” Elif başını iki yana salladı. “Hayır… o bendendi, ben tanırım o sesi.” Ama Cem’in elindeki sıkı tutuş, onun bu gerçekle yüzleşmesine izin vermedi. Çünkü o anda sisin ardından yankılanan bir silah sesi, her şeyi paramparça etti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD