Salonun içine girdiğimde, ortam soğuktu. Sanki odanın her köşesinde sessiz bir yargı gizlenmişti.
Taylan’ın annesiydi galiba, masanın başında oturuyordu. Dimdik bir duruş, çizgileri keskin bir yüz… Gözleri beni baştan aşağı süzerken hiç gizlemiyordu merakını, ölçüşünü ve belki de hoşnutsuzluğunu.
“Kızım… Alya, değil mi?” dedi.
Sesi kibardı ama içinde buz vardı.
“Evet.” dedim, başımı hafifçe eğerek.
Elini masaya koydu.
“Bizim ailede disiplin önemlidir. Evime giren herkes önce bu düzeni öğrenir.”
Evime…
Daha “bizim” bile demiyordu.
Halam yanında gülümsemeye çalıştı. “Alya çok uyumludur, merak etmeyin.”
Taylan’ın annesi başını ona çevirip kısa bir “Hı.” dedi.
Ama gözleri hâlâ bendeydi.
Arkamdaki hizmetçiler fısıldaşmaya devam ediyordu.
“İncecik kız… Bu evin işine yetişemez ki.”
“Annesi çok şımartmış belli.”
“Taylan Bey buna nasıl dayanacak acaba…”
Dişlerimi sıktım.
Halamın yüzüne baktım, duymamış gibi yapıyordu.
Ama ben duyuyordum.
Her harfi içime batırıyorlardı.
Taylan’ın annesi tekrar konuştu:
“Gelini bu akşam odasına yerleştiririz. Yeni hayatına alışması uzun sürmesin.”
Odam.
Yeni hayatım.
Alışmak.
Kelime kelime içimi sıkıyordu.
Bir süre daha salonda oturduk. Sohbet değil, sorguydu. Bana sorular sormadılar bile; daha çok beni izlediler.
Sanki ben bir insan değil, eve giren yeni bir eşya gibiydim.
Yaklaşık yarım saat geçtikten sonra hâlâ Taylan ortada yoktu.
Tıpkı bir gölge gibi. Hep var ama hiç görünmüyor.
Ayşe halam bana yanaşıp fısıldadı:
“Taylan işten gelmek üzereymiş. Birazdan gelir.”
Sanki tam o anda, kapıdan kalın bir metal sürgü açılma sesi geldi.
Evin ön kapısı gürültüyle kapandı.
Holdeki adımlar sertti.
Konuşmalar kısa, net ve buyurgandı.
İki adamın derin, tok sesleri duyuldu.
Bir kadın hizmetçi aralarında küçük adımlarla koşuşturuyordu.
Derken…
O içeri girdi.
Ama masalsı, romantik, yumuşak bir adam gibi değil—
Tam tersine
Salonun havası onunla birlikte ağırlaştı.
Boyu gerçekten uzundu, 1.90 civarı.
Küllü kumral saçları dağınık ama özenliydi.
Gözleri… uzaktan bile ayırt edilecek kadar belirgindi:
Ela ama ışık vurdukça yeşile çalan bir ton.
Ve yüzünde hiçbir duygu yoktu. Ne sinir, ne mutluluk, ne merak…
Sanki duvar gibiydi.
Yanında iki adam vardı—muhtemelen aileyi koruyan güvenliklerden.
Önlerinden de koşturan hizmetçi, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Taylan’ın ayak sesleri salona yaklaştıkça, içerideki herkes toparlandı.
Hizmetçiler başlarını eğdi.
Taylan’ın annesi dikleşti.
Halam nefesini tuttu.
Ben ise…
Sabit durmaya çalıştım.
Ama kalbim hızlanmıştı, korkudan değil—
Kontrol edemediğim bir gerginlikten.
Taylan salonun eşiğinde durdu.
Gözleri önce annesine kaydı.
Sonra da bana.
Ama yüzünde en ufak bir tepki belirtisi yoktu.
Sadece… baktı.
Kısa, ölçen, hiçbir duygu göstermeyen bir bakış.
Sanki “Bu mu?” der gibi.
Sanki beni baştan sona tarttı ve kararını seslendirmeden verdi.
Ben nefesimi tuttum.
Onunsa nefesi bile değişmedi.
Taylan hiçbir şey söylemedi.
Tek bir kelime bile…
Sadece:
“Annem.” diyerek selam verdi.
Sesi sakin ama otoriterdi.
Sonra bana döndü—ama bu bir tanışma dönüşü değildi.
Daha çok “mevcut durumu kontrol etme” gibiydi.
Hiçbir şey demeden salona adım attı.
Yürürken yanındaki iki adam sessizce geri çekildi.
Hizmetçilerin biri arkada fısıldadı:
“Yeni gelin bunu görünce ne yapacak bakalım…”
Kulaklarıma kadar kızarmıştım.
Taylan’ın yüzünde en ufak bir tebessüm yoktu.
O an anladım:
Bu evde sadece hizmetçiler değil, Taylan’ın kendisi bile insanı sinir eden bir sessizliğe sahipti.
Ama hâlâ beni görmüyor gibiydi.
Adımı bilse bile yüzümü tanımıyormuş gibi…
Sanki ben onun için hâlâ sadece bir “zorunluluk”tım.
Taylan içeri girdikten sonra evdeki bütün hava değişmişti.
Hizmetçiler daha derli toplu duruyor, annesi daha bir otoriterleşiyor, hatta salonun ışıkları bile sanki daha soğuk yanıyordu.
Ama Taylan hâlâ tek kelime etmemişti.
Bana bakmıştı, evet.
Kısa.
Soğuk.
Duygusuz.
Ama o bakış bile sanki saatlerce sürmüş gibi içimi sıkmıştı.
Taylan annesinin yanından geçip masanın diğer tarafına doğru yürüdü.
Hizmetçiler hemen toparlandı, biri montunu aldı, biri ayakkabılarına yöneldi.
Ben hâlâ oturduğum yerde taş gibi kalmıştım.
Ayşe halam dirseğiyle hafifçe dürtüp gülümsemeye çalıştı.
Ama dudaklarının kenarı bile titriyordu.
Taylan annesine kısa bir şey fısıldadı.
Ne dediğini duyamadım, ama annesi başını ağır ağır salladı.
Sonra Taylan hiçbirimize bakmadan salondan çıktı.
İki adamı da peşinden…
Kapı tekrar çarptı.
Ve ev yeniden sessizliğe gömüldü.
***
Taylan çıkar çıkmaz evdeki kadın hizmetçiler soluklarını bırakıp fısıldaşmaya başladılar.
“Aman Allah’ım, bugün de ters gününde yine.”
“Gelin kız ne yapacak böyle adamla?”
“Daha yüzüne bile bakmadı kaç saattir…”
“Keşke Taylan Bey’in eşi daha… şey olsaydı. Daha hanım hanımcık.”
Sanki ben duyamıyormuşum gibi.
Sanki ben orada yokmuşum gibi.
Ayşe halam hemen gerildi.
“Susun artık!” diye fısıldadı sertçe. “Kızın yanında konuşmayın!”
Ama çok geçti.
Hepsini duymuştum.
Boğazım düğümlendi.
***
Evin Gösterişi ve Alya’nın Daralması
Taylan’ın ailesinin evi gerçekten görkemliydi.
Dört kat.
Bahçede tavuk kümesi, arkada büyük bir ahır ve at çiftliği.
Yan tarafında kocaman garaj.
Koridorlar geniş, merdivenler yüksek tavanlı, her yerde pahalı eşyalar vardı.
Ama hiçbiri sıcak değildi.
Hiçbiri “ev” gibi değildi.
Her şey gösterişli ama soğuktu.
Aylağım daralıyordu.
Kendi odam bile yoktu daha.
***
Taylan’ın annesi bana doğru yürüdü.
Bakışları hala buz gibiydi.
“Hizmetçiler, Alya’nın kalacağı odayı hazırlasın.” dedi.
“A… şey…” dedim, ama devamını getiremedim.
Soracağım neydi ki?
Hangi oda?
Nasıl bir oda?
Bu evin neresinde?
Kadın tek kelime daha etmedi.
Sanki ben konuşmamışım gibi yürüyüp gitti.
Üç hizmetçi bana el işareti yaptı.
Ben de peşlerinden gittim.
Ev o kadar büyüktü ki, koridorlar bitmek bilmiyordu.
Sonunda üçüncü kata çıktık.
Uzun bir koridorun sonunda bir kapı açtılar.
Odam…
Bundan sonra yaşayacağım yer.
İçerisi genişti ama görüntüsü soğuktu.
Beyaz-gümüş renkli bir oda.
Yeni yapılmış olduğu belliydi ama bana göre değildi.
Odamın penceresi at çiftliğine bakıyordu.
Uzakta bir çalışan bir atın tüylerini tarıyordu.
Hizmetçiler içeri birkaç valiz getirdi.
Sonra sessizce çıktılar.
Beni ilk defa yalnız bıraktılar.
Akşam olduğunda ev iyice sessizleşti.
Yemek hazırlandığını duydum ama kimse bana haber vermedi.
Aç mı kalayım ne yapayım, belli değildi.
Saat geçtikçe içimdeki sıkıntı büyüdü.
Koridorlardan ses gelmiyordu.
Taylan’ın bir daha eve girip girmediğini bile bilmiyordum.
Sanki ev bana bile isteye yabancılık yapıyordu.
Yatağın kenarına oturup ellerimi dizlerimde birleştirdim.
En azından Taylan’ın sesi yok…
En azından odama gelmedi…
En azından yüzünü tekrar görmeyeceğim bugün…
Saat 23.00 oldu.
Ev hâlâ sessizdi.
Taylan’dan tek bir iz bile yoktu.
Ne ayak sesi
ne kapı sesi
ne de bir gölge…
Hiç gelmedi.
Aynı evdeyiz belki… ama sanki başka gezegendeymiş gibi.
Bu gece odama gelmeyeceği kesin gibiydi.
Ve belki…
Bu, bugün başıma gelen en iyi şeydi.