11- Kırık Sesler

857 Words
Sorular bitmek bilmiyordu. Bir kadın daha öne eğildi, gözlerinde merakla karışık bir acı vardı. “Peki kızım… hiç arkadaşın olmadı mı? Hiç kimseyle oyun oynamadın mı çocukken?” Boğazım yeniden düğümlendi. Yutkundum ama o düğüm çözülmedi. “Hayır… annem istemezdi. ‘Köyün kızları seni bozmasın’ derdi.” Sesim ince bir çizgi gibi çıktı. “Ben hep tek başımaydım.” Kadınların yüzü yeniden karardı. Bir başka kadın, biraz daha sert bir tonla konuştu: “Okul? En azından okula gitmişsindir değil mi?” Başımı iki yana salladım. “Eve hoca geldi… ama o da iki yıl… sonra hiç gelmedi.” Bir anda herkesin nefesi kesilmiş gibi oldu. Sanki o odanın duvarları bile bana acıyordu. Sultan anne hafifçe başını yana eğdi, gözleri hâlâ üzerimdeydi. “Yani…” dedi. “Çocukluğun… gençliğin… hepsi evde geçti?” “Evet,” dedim. “Hep evdeydim.” Ve o an… içimde bir şey kırıldı. Belki yıllardır tuttuğum, bastırdığım, “normal” sandığım bir şey. Gözlerim doldu. Çok doldu. Bir kadın hemen yanağıma dokundu. “Ah yavrum… ah güzel kızım…” Ve o anda tutamadım. Ağlamaya başladım. Sessizce. İçime doğru. Sanki yıllardır bekleyen bir fırtına sonunda çatlamıştı. Kadınlar etrafıma toplandı, kimi sırtımı okşadı, kimi elimi tuttu. İlk defa… biri bana dokunurken acıtmamıştı. Ama o sırada… Kapının arkasından çok hafif bir tıkırtı duydum. Gözlerim yaşlı olduğu için seçemedim ama o tıkırtı… yabancı bir nefes gibi geldi. Kadınlardan biri başını kapıya çevirdi. “N’oldu? Bir ses geldi,” dedi. Ben de istemsizce kapıya baktım. Ve kapının kenarında… gölge gibi bir hareket gördüm. Sadece bir anlığına. Ama o bir an… yetti. Gözlerimin yaşlı bulanıklığının arasından, kapı aralığından uzaklaşan uzun bir silüet seçtim. Kumral saç uçları… Ela-yeşil göz parıltısı… Uzun, geniş omuzlu bir gölge. Taylan. Kapıyı dinliyordu. Kadınlar fark etmemişti ama ben görmüştüm. Bir şey söylemedim. Söyleyemedim. Ama kalbim ilk defa… tuhaf bir şekilde hızlandı. Sanki hayatım boyunca kapalı kaldığım o küçücük bodrum bahçesinden biri kafasını uzatmış ve ilk kez gerçekten “duymuştu” beni. Gözyaşlarımı kolumla silerken odanın sessizliği bir anda değişti. Sultan annenin gözleri hafifçe daraldı. Yılların verdiği sezgiyle, başını hiç kıpırdatmadan kapıya doğru baktı. Ben fark etmemiş gibi yaptım ama onun yüzündeki o sert çizginin belirginleştiğini gördüm. Sonra tam bir “büyükanne otoritesi” tonuyla konuştu: “Taylan!” Odadaki kadınlar bile irkildi. Kapı hafifçe aralandı ve Taylan, yakalanmış biri gibi dondu. Omuzları kalktı, gözleri kaçtı. Normalde asla utanmaz birine benzeyen o adam… şimdi küçük bir çocuk gibi bakıyordu. Sultan anne kaşlarını kaldırdı. “Madem gizlice dinliyorsun… gel de yanımızda dinle!” Taylan bir an hiçbir şey söylemedi. Sonra yavaşça içeri girdi. Kadınların hepsi “aaa” der gibi birbirine baktı. Ben ise başımı önüme eğdim. Yüzüm hâlâ sıcaktı. Sultan anne Taylan’a yanımda bir yer gösterdi. “Otur.” Taylan sessizce oturdu. Ne konuştu, ne baktı. Ama varlığı bile havayı değiştirdi. Kadınlardan biri boğazını temizledi. “Eee… Alya kızım, anlatıyordun. Hadi devam et.” Bir diğeri araya girdi: “Peki yavrum… büyüyünce olmak istediğin bir meslek var mıydı?” Gözlerim yerdeyken düşündüm. Bu soruyu kendime bile yıllardır sormamıştım. “Vardı…” dedim. Kadınlar biraz daha yaklaştı. “Ne olmak isterdin?” Derin bir nefes aldım. “Ben… öğretmen olmak isterdim.” Sesim titredi. “Küçüklere okumayı yazmayı öğretmek… onların okula gidebilmesine yardım etmek… çünkü ben hiç gidemedim.” Kadınlar birbirine baktı; kimi hüzünlendi, kimi öfkelendi. Sultan anne başını salladı. “Güzel meslek. Hem de çok yakışır sana.” Bir başka kadın sordu: “Peki… yeteneğin olduğunu düşündüğün bir şey var mı? Resim, yazı, örgü, yemek… bir şey?” “Tartı… tartımı hep ben hazırlardım,” dedim. “Evde iş ne varsa yapardım zaten. Ama…” Duraksadım. “Resim çizmeyi severdim. Kâğıt bulabildiğim zaman.” Taylan, o ana kadar hiç tepki vermemişti ama bu cümlemde başını hafifçe kaldırdı. Bir kadın daha sordu: “Hiç… dışarı çıkmadım demiştin ya… bir yere gitmek istesen, nereye giderdin?” Gözlerim doldu yine. Ama bu sefer ağlamadım. “Denizi görmek isterdim,” dedim. “Hayatımda hiç görmedim.” Odaya kocaman bir sessizlik çöktü. Taylan’ın nefesinin bile değiştiğini hissettim. Sultan anne ellerini dizlerine vurdu. “Tamam kızım.” dedi. “Bugünlük bu kadar soru yeter. Çocuk yoruldu.” Sonra Taylan’a döndü. “Sen kal. Biraz konuşacağız.” Kadınlar yavaş yavaş ayağa kalkıp odadan çıkmaya başlayınca, benim kalbim hızlandı. Çünkü odada birazdan sadece üç kişi kalacaktı: Ben. Taylan. Sultan anne. Ve bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Kadınlar odadan çıkınca Sultan anne, ağır adımlarla oğlunun yanındaki mindere oturdu. Ben ise hafifçe gülümsemeye çalıştım. “Daha anlatabilirdim… sorun değildi aslında.” dedim kısık bir sesle. Sultan anne başını yana eğip bana baktı. “Anlata bilirdin… ama onlar senin annen değil.” dedi. “Ben senin annenim artık.” Yutkundum. Bu sözün ağırlığı göğsüme oturdu. Ondan izin beklemeden konuşmaya başladım. “Evde sadece halalarım olduğunda dışarı çıkabiliyordum.” dedim. “Bizim atlarımız vardı… sürerdim. Hem de iyiydim, gerçekten iyiydim.” Gözlerim yavaşça duvara kaydı. O anı zihnimde tekrar yaşadım. “Bir gün yine at sürüyordum… babam aniden eve geldi. ‘İn!’ diye bağırdı.” Nefesim titredi. “İndim tabii. Ona karşı gelirsem kötü şeyler olurdu. Sonra silahını çekti… ve—” Yutkundum. “Atımı gözümün önünde vurdu. O günden sonra… atların beş metre yanından bile geçmedim.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD