12- Karanlık

999 Words
Odaya döner dönmez ayaklarımın altındaki halının ne kadar yumuşak olduğunu fark ettim ama bunu düşünecek hâlim yoktu. İçim hâlâ sıkışıktı. Bir sürü kadının arasında oturmak, hayatımı tane tane anlatmak… yıllarca konuşmadığım şeyleri bir anda söylemek… beni içten içe yormuştu. Gözüme hemen odanın köşesinde duran tuval çarptı. Bu… sabahtan beri yoktu. Beyaz, tertemiz bir tuval. Yanında boyalar. Fırçalar. Bir an duraksadım. Herhalde Taylan’ın ailesi getirdi. Kimin getirdiğini bilmek umrumda değildi aslında. İlk defa kötü bir amaç taşımayan bir eşya geliyordu önüme. İlk defa “yapmak istediğim” bir şey elimdeydi. Tuvalin karşısındaki tabureye oturdum. Boyaların kapağını açtığım anda, içimde tuhaf bir rahatlık yayıldı. Sanki kendime açılan tek pencere buydu. Fırçayı elime aldım, düşünmeden çizdim. O gece ki gibi… Karanlık bir orman gövdesi, uzak bir yerden gelen loş bir ışık, belli belirsiz bir at silueti… Sanki içimden dışarı akıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Tam fırçayı tekrar boyaya batıracakken arkamdan biri derin bir nefes aldı. İrkilip başımı çevirdim. Kapının eşiğinde Taylan duruyordu. Sessiz, gölgesi uzun, yüzünde anlamadığım bir ifade vardı. Ela-yeşil gözleri tuvale kaydı, sonra bana. “Resim… mi çiziyorsun?” Sesi bu kez ne soğuktu… ne emir verir gibi. Daha çok şaşkın. Yetmezmiş gibi hafif bir merak vardı içinde. Başımı eğdim. “Evet.” Yaklaştı. Adımları ağırdı, sanki dikkatli olmak istiyordu. Tuvalin önünde durduğunda nefesimi tuttum. Kaç gündür ilk defa bu kadar yakındı. Ama yine de bana dokunmadı. “Bu… yaptığın şey,” dedi, parmağıyla tuvalin kenarını işaret ederek, “kim öğretti sana?” “Kimse.” dedim. “Evde boş kağıt bulduğumda karalardım sadece.” Taylan birkaç saniye sessiz kaldı. Tuvale dikkatle baktı. Sanki anlamaya çalışıyordu. Sanki benim içimi okumaya çalışıyordu. “Güzel.” dedi sonunda. Tek kelime. Ama tuhaf şekilde gerçekti. Yalandan değil, mecburiyetten değil. İlk defa ondan duyduğum samimi bir söz. Fakat içimde bir şey hemen savunmaya geçti. “Beğenmek zorunda değilsin.” dedim. Kaşını kaldırdı. Yavaşça bana döndü. “Zorunda değilim zaten.” Bir süre daha baktı bana. Sonra odanın içinde gezdirdi gözlerini. Sanki zihninde bir şey tartıyordu. Ya bana bir şey söylemek istiyordu ya da sözlerini seçiyordu. “Bugün…” diye başladı. “Kadınlara anlattıklarını duydum.” Elimden fırça düşecek gibi oldu. Devam etti: “Söylediklerin… kolay şeyler değil.” Sözlerinde yumuşak bir ton vardı. Korkutucu değil. Üstten bakan değil. Hatta ilk defa… anlayan. Ama yine de bir savunma duvarı ördüm. “Ben kimseye acındırmıyorum.” dedim. Taylan, bu çıkışımı hiç beklemiyormuş gibi göz kırptı. Sonra çok hafif, belli belirsiz bir gülüş geçti dudaklarından. “Acındırmıyorsun.” dedi. “Hatta… fazla güçlü duruyorsun.” Sanki bunu fark etmesine şaşırmıştım. Sanki ilk defa biri beni olduğum hâl ile görüyordu. Tam konuşacak gibi oldu ki, kapı aniden tıkladı. Taylan irkildi, bakışı kapıya kaydı. Dışarıdan bir kadın sesi geldi: “Taylan Bey, Meliha Hanım sizi aşağı çağırıyor.” Taylan kaşlarını çatıp kapıya doğru döndü. “Geliyorum.” Kapı kapanınca tekrar bana baktı. “Resmine devam et.” dedi. Sesinde bir tuhaflık vardı… tam anlayamadığım bir şey. Sonra çıkıp gitti. Ben ise elindeki fırçayı tutmaya devam ettim. Ama elim titriyordu. Çünkü ilk defa… Taylan’ın bana baktığı gözlerde nefret değil, soğukluk değil, tuhaf bir merak ve garip bir… koruma hissi vardı. Buz gibi bir adamın içinde… ufacık bir sıcaklık kıpırdamış gibiydi. Ve bu beni, tehdit eder gibi… daha da çok korkutuyordu. Resme devam etmeye başlamıştım. Tuvalin karşısında, bitirmek üzere olduğum o at çizimi… sanki nefes alıyordu. Çizdikçe içimdeki sıkıntı da hafifliyordu. Tam o sırada kulağıma tanıdık bir melodi doldu. Telefon titreşti. Ekrana baktığım anda kanım çekildi. Annem. Beni mi düşünmüştü? Yoksa yine bir hesap mı soracaktı? Telefonu sessize aldım. Yatağın üzerine fırlattım. “Düşünme Alya, düşünme…” diye mırıldanarak resme döndüm. Atın yelesine son gölgeleri ekliyordum ki kapı açıldı. Sultan anne içeri girdi. “Alya… annen seni istiyor.” Bir an nefesim kesildi. Demek burayı da aramıştı. Aptal kadın… Hangi yüzle? Belli etmemeye çalışarak ayağa kalktım. Sultan annenin yanına gittim. O ise bana telefonumu uzattı. Aldım. Derin bir nefes. “Alo.” Sesim titriyordu istemsizce. Annemin sesi geldi. “Alo kızım! Ne yapıyorsun?” İlk defa bana ‘kızım’ dediği bir tonla. O an içimde bir yer acıdı. Ama güvenemedim. Çünkü o kelime hep bir zehir taşıdı ağzında. “İyiyim de…” Ona “anne” demek istemiyordum. Cümlenin devamı dilimde düğümlendi. Birden sesi sertleşti. “Yanında biri yok değil mi?” Gözlerim kısaldı. Tahmin ettiğim gibi… bir ihtimali bile yoktu beni gerçekten merak ettiğine. “Yok.” Yalan söyledim. Sultan anne yanımdaydı. Telefonun diğer ucundan nefesi duyuldu, sonra beklediğim o cümle geldi. “Allah senin cezanı vermeye! Ben seni niye doğurdum ki?! Sen—” Daha devam edecekti. Ama ben telefonu hoparlöre verdim. Sözlerini Sultan annenin de duymasını istedim. Sultan annenin yüzünü gördüm: Kaşları çatıldı, nefesi ağırlaştı… Yılların otoritesi, bir anda volkan gibi kabardı. Annem telefonun ucunda söylenmeye devam ederken, Sultan anne nihayet konuştu. “Hanımım!" Sesi odayı doldurdu. Ben bile irkildim. Telefondaki ses sustu. Belki ilk kez biri ona böyle sesleniyordu. Sultan anne ağır ve soğuk bir tonla devam etti: “Sen… kendi kızına böyle mi konuşursun?” Telefondan ilk kez annemin sesi tedirgin çıktı. “Kim… kim konuşuyor?” “Ben Sultan Karasoy. Alya’nın kayınvalidesi.” Her kelime bir tokat gibiydi. “Senin kızın şu an benim evimde, benim himayemde. Ve sen… ona hakaret ediyorsun.” Annem bir şey mırıldandı ama sesi artık güçsüzdü. Sultan anne devam etti. “Senin yetiştiremediğin, koruyamadığın, sevemediğin bu kızı… ben korurum. Bundan sonra ona kötü tek kelime edersen, karşısında beni bulursun.” Boğazım düğümlendi. Telefonu elimde sıkıyordum. Sultan annenin son cümlesi yavaş ama ölüm kadar netti: “Bir daha Alya’yı aramadan önce iki kere düşün. Yoksa arayacak bir yerin kalmaz.” Telefonda ses kesildi. Annem kapattı. Odasında ilk defa gerçek bir sessizlik oldu. Sultan anne bana döndü, sesini yumuşattı. “İyi misin kızım?” O an boğazımdaki düğüm sonunda çözüldü. Gözlerim istemsiz doldu. “İyi… iyiyim,” dedim ama iyi değildim. Sultan anne bana doğru bir adım attı. “Korkma. Burada sana kimse kötü davranamaz.” Gözyaşlarım yanaklarımdan sessizce süzüldü. Resim… At… Sessizlik… Ve yıllardır ilk kez bir yetişkin benim yanımda durmuştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD