2.Bölüm

618 Words
Geçmişin tozlu sayfaları diye bir deyim kullanır insanlar. Geçmişte yaşadıkları, artık bitti dedikleri ve hayatlarından tamamen sildikleri o anlar için kullanırlar. Ah, ne kadar kolaymış gerçekten o tozlu sayfalara saniyesinde ulaşmak.  Benim için bir bakışma yetmişti üç saniye süren… Rafa kaldırdığım o not defteri, bir kere daha elimde yerini almıştı sanki.  Defalarca yakmak istemiştim o defteri. Gün be gün olanları yazıyordum. Ne kadar salakça! Bilsem o kadar acı çekeceğimi, yazar mıydım hiç? Elimde çakmak, önümde kaldırım taşı… Öylece bekletiyordum ayazın altında kendimi. Yakmak istiyordum ama kıyamıyordum yaşadıklarıma.  Engin… Ah. Ne büyük bir aşktı ya? Daha küçüklükten belliydi sanki bizim ilerde böyle olacağımız. Çünkü, o zamandan bir şeyler vardı daha. Her şey ise lisede başlamıştı. Salakça bir çıkma teklifi ile, salakça bir ilişki yaşarız sanmıştık ikimiz de. Yani aslında bakarsanız, amacımız arkadaşlarımızın gönlünü iyi etmekti.  Maksat bizim iki el ele tutuştuğumuzu görsünler, hoşlarına gitsin falan. İkimiz de bu kadar büyüyeceğini düşünmemiştik.  Zira ben kimya bölümünden sonra kozmetik teknolojisi de okumak için Muğla’ya gittiğimde o da yanımdaydı. Sadece benim için pılını pırtını toplamış ve iki seneliğine Muğla’ya taşınmıştı benimle birlikte.  “Gerçekten benim için mi sadece?” Başını salladı bilgisayarını çantasına koyarken. Tamam, kolileri falan tamamen toplamıştık ama hâlâ vaz geçebilirdi. Sonuçta iki yıl, başka şehir ve tüm hayatı buradaydı. Tüm planları İstanbul’a göreydi bir kere.  “Baharım,” dedi yanıma gelirken. “Benim masa başı bir işim yok, sürekli gitmem gereken bir yer de. Sadece iki yıldan bahsediyoruz. Hem belki de Muğla’da başlayacak her şey.” Ellerini belime koyarak beni kendine çekerken yüzüme yaklaştı iyice. “Beni istesen bile başından atamazsın. Anladın mı?” Ben de ellerimi onun kollarına koyarken başımı salladım. Uzanıp dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum. “Ama adımın Bahar olmadığını artık öğrenmen gerekiyor.” Güldü ve bu sefer uzaklaştı benden. “Benim baharım yıllardır sonbahar olduğu için, sana baha demem de bir sıkıntı yok.” Gülümserken eve baktım çıkmadan. Şimdi yola çıkacaktık. Bu ev bir sürü anıya ev sahipliği yapıyordu. Gerçekten de bir sürü anıya.  Duvarların tanık olmadığı herhangi bir şey yoktu. Ciddi anlamda yani. Her zaman tutkulu bir çift olmuştuk ve bunu birbirimizden saklamıyorduk.  Evden çıktığımızda annemleri de gördüm. Anneme sarıldığımda söylendi. “Ne yaptın ettin, gittin şehir dışında okumaya.” Kıkırdarken ayrıldım annemden. “Sadece iki yıl. Ziyarete de geliriz ayrıca.” Başını sallarken saçımı okşadı. “Hadi Allah zihin açıklığı versin.”  Babama da sarılırken vedalaştık onunla. Herkesi özleyecektim ama temelli başka bir ülkeye gitmiyorduk ya. Muğla’ya gidiyorduk sadece iki seneliğine. Geri döndüğümüzde ben ikinci üniversitemi bitirmiş olacaktım, büyük ihtimalle Engin başarmış olacaktı ve ben de başaracaktım. İnanıyordum ben, her şeyin güzel olduğu o günlere ulaşacaktık.  Yapamamıştık. İki senemizde bir sorun yoktu. İyi kötü ben mezun olana kadar atlatmıştık yılları. Her şey dönmemizle, dönmemize yakın olan o günde başlamıştı.  Engin orada da başaramamıştı. Ve aynı şekilde aylarca da başaramamıştı. Adam akıllı bir işe girmek zorunda kalmıştı. Mutlu değildi, ben kendim için bir adım atamıyordum. Tek bir mutluluk kaynağımız vardı o zamanlar.  Ama yoktu işte. Olmamıştı. Biz başaramamıştık beraberken hiçbir şeyi.  Kendimi Romeo ve Juliet efsanesinde, aşkına kavuşamayacağını düşünerek intihar eden Romeo’nun acısına dayanamayan ve zehrin kendinde de hayat bulup onun hayatını sona erdirmesi için sevgilisinin dudaklarından öpen Juliet gibi hissetmiştim.  Her zaman hayat bulduğum dudakları, bu sefer son vermişti hayatıma. Kalbim kan pompalıyordu ve bana nefes sağlıyordu. Ama atmıyordu içerde. O dudaklarında can bulamamıştım bir kez daha. Ve biz aşkımızı o yolculukta harcayarak, duygularımızı herkese görünmez kırılmaya yemin etmiştik kendi içimizde… Ne o benim için ağlamıştı, ne de ben onun için. Ne o benim adımı ağzına almıştı, ne de ben… Ta ki bu düğün gününe kadar. Engin’in ismini 1 yıl 2 ay sonra ilk kez ağzıma almıştım.  Ve hâlâ daha canımı ilk gün olduğu gibi yakıyordu. Sadece duygularım görünmezdi ilk gün olduğu gibi. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD