BÖLÜM 1: TEMİZ
İstanbul’un arka sokaklarına sinmiş o keskin rutubet kokusu, Araf’ın ciğerlerine dolarken yüzündeki ifadeyi değiştirmeye yetmiyordu. bu koku, onun imparatorluğunun mayasıydı. Gecenin karanlığı, Karaköy’ün terk edilmiş gümrük mallarının konulduğu yerlerden birinin çatısında, şehrin ışıklarına sırtını dönmüş bu adamın omuzlarına ağır bir pelerin gibi çökmüştü. Araf, adının hakkını verircesine ne cennete aitti ne de cehenneme. O arada kalmışların, arafta sıkışıp nefes almaya çalışan beş kişilik o küçük ama ölümcül ailenin lideriydi. Beş kişi. Sayıca az, tesirce yıkıcı. Her biri birer parça, Araf ise onları bir arada tutan, dağılmalarını önleyen o görünmez ve sert iradeydi.
Aşağıda, deponun loş ışıklı ana salonunda, masanın üzerindeki haritalar ve planlar, kirli bir geçmişin geleceğe uzanan kanlı parmak izleri gibi duruyordu. Araf, elindeki paketten bir sigara çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdi ama yakmadı. Bekliyordu. Beklemek, bu işin en zehirli kısmıydı; sessizlik insanın zihnindeki canavarları besler, şüphe tohumlarını çatlaklardan içeri sızdırırdı. Ancak Araf’ın şüpheye ayıracak vakti yoktu. sadece kesinliğe ihtiyacı vardı.
Berçim, demir kapının gıcırtısıyla içeri girdiğinde, içerideki hava aniden değişti. Soğuk, metalik bir gerginlik mekânın tozlu atmosferine karıştı. Genç kadın, üzerindeki deri ceketin yakalarını kaldırmış, omuzlarını dik tutmaya çalışarak yürüyordu ancak adımlarında -yalnızca çok dikkatli bir gözün fark edebileceği- mikroskobik bir tereddüt vardı. Bu tereddüt korkudan değil, üzerine giydiği o ağır yalan gömleğinin ağırlığındandı. Berçim, Emniyet’in en parlak, en gözü kara istihbaratçılarından biri olabilirdi. ama burada, Araf’ın krallığında, o sadece "yeni kan"dı. Bir hata, tek bir yanlış bakış, sesindeki o ince titreme; hepsi sonu demekti.
"Geciktin," dedi Araf. Sesi yükselmedi, bağırmadı. Sadece kelimeyi havaya bıraktı ve kelime, bir idam fermanı ağırlığında Berçim’in ayaklarının dibine düştü. Araf arkasını dönmedi, hala pencereden dışarıyı, o belli belirsiz sokak lambalarını izliyordu.
Berçim yutkundu, boğazındaki kuruluk sanki cam kırıklarıyla doluydu. "Takip edilmediğimden emin olmak zorundaydım," dedi. Sesi beklediğinden daha sağlam çıkmıştı. "Temiz gelmek, hızlı gelmekten iyidir."
Araf yavaşça döndü. Yüzünün yarısı gölgede, diğer yarısı sokaktan vuran sarı ışığın altında keskindi. Gözleri, insanın ruhunu tartan o rahatsız edici derinliğe sahipti. Bakışlarını Berçim’in üzerinde gezdirdi; bir avcı, avını değil, silahını kontrol ediyordu sanki. Masanın yanına doğru yürüdü, parmak uçlarını ahşap yüzeyde gezdirdi.
"Temiz..." diye tekrarladı Araf, kelimenin tadına bakıyormuş gibi. "Bu şehirde kimse temiz değildir, Berçim. Sadece bazılarımız kirini daha iyi saklar."