2.bölüm

3472 Words
Geçen onca zaman sonra ilk defa sevginin gücüne inanmak istiyordu Ömür. Sıkı sıkıya tutunuyordu telden bozma umuda... Sonu hüsran dese de aklı, vazgeçmiyordu. Dönüşü yok diyordu kendi kendine. Dönüşü yok! Kardeşinin içten kahkahası kulaklarını doldurunca, durup içine çekti o sesi. Elinden gelse hapsederdi kulaklarına, bir ömür dinlerdi. Elinden gelse eksik etmezdi kardeşinin yüzünden tebessümü... Zaman geçtikçe kişiliği gibi gülümsemesi de terk etmişti kardeşini. Yakalandığı bu hastalık kim olduğunu, ne olduğunu unutturacak raddeye getirirken küçüğünü, geride onarılmaz yaralar açarak ilerliyordu. Gönül'ün ruhu parçalara bölünürken, Ömür'ün yapabildiği tek şey yanında olmaktı. Teselli bile edemiyordu şu son zamanlarda... Geçecek diyemiyordu.  Kişilik bozukluğu denen bu hastalık kardeşinin tüm benliğini altüst etmişti. Birbirinden farklı hayallere kapılıp, kendini unutuyordu. Olmadığı kişilerin karakterine büründükçe canından can gidiyordu Ömür’ün. Şimdi, hastalık denmeyecek kadar aciz bırakan bu illeti yenmenin yolunu söylerken doktor, nasıl olurdu da kayıtsız kalabilirdi? “Ömür hanım?” Arkasından gelen sesle başını o yöne çevirdi Ömür. Doktorun yanına geldiğini fark edince, oturduğu yerde kayarak adama da yer açtı. “Gönül uyudu. Onu biraz fazla yordum sanırım.” Doktorun mahcup bir şekilde çıkan sesi gülümsetti Ömür'ü. Uzun zaman sonra kendisine umudu fısıldayan bu adam ilk defa güveni hissettiriyordu kendisine. Nedenini anlayamadığı bir şekilde güveniyordu. Belki de söyledikleri bu etkiyi bırakmıştı üzerinde, bilmiyordu. “Sizinle olmaktan mutlu oldu. Bu kadar erken uyuduğuna göre kendini kötü hissetmemiş.” “Uyuyamadığı zamanlarda mı kendini belli ediyor hastalık?” diye soran adamı, “Diğer zamanlarda da oluyor ama uyuyamadığı zamanlarda, beyni yorulduğunda en çok gösteriyor kendini hastalık.” “Neler gördüğünü iddia ediyor peki böyle zamanlarda?” “O kadar farklı karakterleri gördüğünü söylüyor ki… Zaman kızını kaybetmiş acılı bir anne, kimi zaman da yaralı bir hayvan görüyor. Yardım etmek istiyor, gidip sarıyor olmayan bir hayvanın yaralarını. İyileştirdim diyor kendine, mutlu oluyor… Söylesenize doktor neyin kefaretini ödüyor kardeşim? 18 yaşında hayatın canlı renklerine kendisini kaptırması gerekirken, hastalığın pençesinde can çekişiyor. Günden güne eriyor...” Ağlamanın eşiğinde kurmuştu bu sözleri, Ömür. Söylediği her bir söz boğazına dizilmişti sanki. “Vücut ve ruh bir bütün gibi görünse de birbirlerinden çok farklılar. Vücut ilaçlarla iyileşebilir ama ruha ilaç yaramaz. Ruhtaki boşluk yalnızca sevgiyle giderilir. Sevgi, kan bağının sonucu değil sebebidir. İnsan sevildiğini hissettiği zaman amaç bulur kendine. Yaşama tutunur dört elle. Siz ona sevginizi verin Ömür Hanım…”  Doktorun söylediklerini tartarken kafasında, haklılığına şaşıyordu bir kez daha. Saptamaları bilime uymasa da oldukça kuvvetli bir tezdi. Umuduna biraz daha tutunup kalktı ayağa, geç olduğunu yeni fark ediyormuş gibi ayağa kalkan doktorun ardından. Adamı uğurlarken bahçe kapısından, girmek istemedi içeri. Gecenin ayazına rağmen oturdu bahçeye koydukları sedirin üstüne. Gözlerini yıldızlara çevirip bir süre öylece seyretti. Amaçsızca baktı. Milyonlarca olmasına rağmen, her birinin nasıl olur da seçilebildiğini anlayamadı. İnsanlarda böyle miydi? Milyarlarca insanın arasında kaybolmamak mümkün müydü? Telefonunun mesaj sesini duyunca elini cebine atarak telefonunu çıkardı. “Geçen defa yaptığın gibi dersimde uyuklama!”  Uyarı gibi görünen bu mesajın aslında başka bir anlamı olduğunu bilecek kadar tanımıştı hocasını Ömür. Yazdığı bu mesajın aslında demek istediği, düşünme uyu idi. Düşünmeden durabilir miydi insan? Boşluğa bırakabilir miydi kendini hesapsızca? “Ciddiyim Ömür!” Gelen ikinci mesajı dikkate alarak ayağa kalkıp eve girdi. Yatağa uzandığında her gece yaptığı gibi bu gece de dikti gözlerini tavana. Düşünmemeye çalıştı. Aklına gelen düşünceleri bir kenara bırakarak yalnızca bakmaya zorladı kendini. Yalnızca baksaydı ya hayata... Hissetmeden, anlamadan, sevmeden... Bırakabilseydi keşke aklını boşluğa... Hissizleşebilmeyi ne çok isterdi... Gözlerini uykuya teslim edip yumdu gözlerini.   Gözlerini açtığında kardeşini yatağında göremedi. Salona ve hemen bitişiğinde ki lavaboya da baktı fakat orada da yoktu. Telaşla dış kapıyı açmıştı ki, Gönül'ü doktorla beraber sedirin üstünde oturmuş bir şekilde buldu. Telaşı yerini rahatlamaya bırakırken, doktorun neden bu kadar erken bir saatte geldiğini düşünmeye başladı. Bir şey mi olmuştu?  Gönül'ü korkutmamaya çalışarak yanlarına oturdu. Yüzüne, az öncekinin aksine neşeli bir gülümseme yerleştirdi. “Nefesim sen bu kadar erken uyanmazdın bir şey mi oldu?'' Diye sordu Ömür.  “Canım uyumak istemedi. Bende doktorumu çağırdım. Dün söylediklerini düşündüm, haklı olduğunu ve iyileşmek istediğimi söyledim.” Ömür kardeşinin değişimine ayak uyduramıyordu. Bu kadar kısa bir sürede doktoru böyle benimsemesi garipti. Yinede mutluydu. Kendini soyutlamasındansa bu şekilde davranmasını tercih ederdi elbette. Az da olsa hayata karıştığını görmek, korkmadığını bilmek biraz daha büyütüyordu içindeki umudu.  “Kahvaltıyı hazırlayayım.” Diyerek kalktı ayağa Ömür. Bir adım atmıştı ki, doktorun sesiyle durdu. “Kahvaltıyı dışarıda yapalım olur mu?”  Gönül'ün istekli halini görünce hevesini kırmamak için bir şey söylemedi ama yalnız olduklarında böyle emrivaki yapmaması gerektiğini uygun bir dille anlatacaktı Ömür.  Kahvaltı için sahil kenarında bir yere geldiler. Burada tanındığı garsonların selamlarından anlaşılıyordu. Cam kenarı olan bir yere oturduktan sonra siparişleri verdiler. Gönül'ün mutluluğuna eş bir şekilde mutluydu Ömür. Kardeşinin gülen yüzü yetiyordu tüm sıkıntılarını alıp götürmeye… “Beğendin mi burayı?” “Çok… Yemekten sonra orada biraz yürüyelim mi? Deniz çok güzel görünüyor.” Kardeşinin gözlerini kırpıştırarak sorduğu soruya cevap verecekti ki, muhatabının kendisi değil doktor olduğunu anladı. İçi acıdı birden. Üzülmedi ama tuhaf hissetti kendini. Nedenini anlayamadığı bir şekilde kızdı doktora. Kardeşine yakın olması mıydı bunun sebebi anlayamadı. Çalan telefon sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Ekranda gördüğü isim her zaman olduğu gibi gülümsemesine sebep oldu. “Hocam?” Diyerek açtı telefonu. Karşı taraftan duyduğu sözler bir mucizeyi daha yaşatırken kendisine oturamadı daha fazla. Işık saçan gözlerle baktı kardeşine ve hemen yanındaki doktora. “Benim hemen okula gitmem lazım. Gönül'ü eve bırakırsınız değil mi?” Diye sordu Ömür. “Tabii ki ama önemli bir şey yok değil mi?” Diye soran doktora, yok dercesine kafasını iki yana salladı Ömür. Kardeşinin saçlarına ufak bir öpücük kondurarak ayrıldı oradan.  Otobüs bulup okula gelene kadar bayağı zaman kaybetmiş olsa da yetişmişti. İnanamıyordu. Kaldığı dersin kurtarmasının olmadığına emindi oysaki. Keşke daha önce haberim olsaydı diyemeyecek kadar şaşırmıştı aslında. Sınavın yapılacağı odanın önüne geldiğinde beklediğinin aksine boş bir sınıf karşıladı kendisini. Sınıftan çıkacağı sırada dersinin hocasıyla göz göze geldi.  “Bir yere mi gidiyorsun?” “Kimse yoktu bende yanlış geldim sandım.” Diyerek durumunu anlattı kısaca hocasına.  “Yanlışlık yok sınav bu sınıfta olacak ama yalnızca sen gireceksin.” Duyduğu bu cümleyi algılamakta zorlandı Ömür. Yalnızca sen gireceksin de ne demekti? “Anlayamadım efendim neden sadece ben giriyorum?” “Biri rica etti bende kıramadım. Çalışkan bir öğrenci olduğunu bilmesem kabul etmezdim ya, neyse. Hadi gir de yapalım şu sınavı.” “Sizden böyle bir şeyi kim istedi?” diye sordu, duyduklarını hazmetmeye çalıştığı sırada. “Umut Bey.” Ömür, Umut'un adını duymadan anlamıştı onun işi olduğunu. Elbette içi minnetle dolmuştu fakat giremezdi bu sınava. Arkadaşları kendisinden çok daha fazla girmek isterken bu sınava, sadece kendisini düşünemezdi.  “Hocam kusura bakmayın ama ben bu sınava girmeyeceğim. Finallerde kurtarırım.” Diyerek ayrıldı oradan. Umut Hoca’nın yanına gidip neden böyle bir şey yaptığını sormak istese de tuttu kendini. Önce biraz sakinleşmesi ve aklını toplaması lazımdı. Umut Hoca’nın arkadaşlığını seviyordu fakat böylesi bir yardımı kabul edecek kadar yakın değillerdi ona göre. Hem bu duyulursa kendisi için hiç iyi olmazdı. Böyle bir riski göze alamazdı Ömür.  Enstrüman dersinin başlamasına yakın girdi sınıfa. Bu defa önlerde oturmak yerine arkalarda bir yere geçti. Eşyalarını masanın üzerine gelişigüzel bırakırken, yanına oturmak için gelen arkadaşına yer açtı.  “Çıkışta bir şeyler yapalım mı?” Diye soran arkadaşını, işleri olduğunu söyleyerek kibarca reddetti. Aklı zaten kardeşindeydi hem bir yerlere harcayacak parası da yoktu. Elinde olanla kirayı denkleştirme çabasındayken yediklerinden bile kısıyordu. Çoğu zaman yemediği de oluyordu. Dersten sonra Umut Hoca’nın odasına gitti. Kapıyı yavaşça çaldıktan sonra girdi içeri. “Hocam?” Dedi sesinin tonunu ayarlamaya çalışarak. “Müsait misiniz?” “Bende seni bekliyordum Ömür, girmemişsin sınava. Bir şey mi oldu?” “Evet oldu.” Dedi önce ve ardından devam etti. “Diğer arkadaşlarımın giremediği bir sınava giremezdim. Bu haksızlığa razı olamazdım. Bunu neden yaptığınızı anlıyorum bir yere kadar ama lütfen öğrenci ayrımı yapmayın. Sınav olacaksa eğer tüm sınıfa yapılmalı.” “Haklısın. Hata yaptığımı kabul ediyorum ama yaşadığın bunca sıkıntı varken kendini derslerine vermen oldukça zor. Bende bu şekilde yardımcı olmak istemiştim sana.” “Dediğim gibi sizi anlayabiliyorum ama lütfen yapmayın. Bu beni mutlu etmekten çok üzer. Bırakın kendi çabamla bir yerlere geleyim.” “Peki. Özür dilerim.” Adamın ses tonundan gerçekten mahcup olduğu anlaşılıyordu. Biraz sert çıkıştığının farkında olarak sesini biraz yumuşattı. “Kızmadım size aksine beni düşündüğünüzü belli ederek önemsendiğimi hissettirdiniz ama bu tolerans kabul edemeyeceğim bir şey.” “Anlıyorum. Kabul etmeyeceğini tahmin etmeliydim. Farklılığını her zaman belli ediyorsun Ömür. Korkuyorum senin adına. Dünyanın alaca rengine bürünmeden kendin olmayı başarıyorsun. Ve ben sana imrenmekten başka bir şey yapamıyorum.” Ömür, utanma sırasının kendisinde olduğunun farkında olarak bakışlarını kaçırdı genç adamdan. “Gitmem gerekiyor.” Dedi gözlerini karşısındaki adama değdirmeden. “Peki. Yarın görüşürüz o zaman.” “Görüşürüz.” Diyerek onayladı adamı. Okuldan çıktığında, doğruca eve gitti. Gönül'ü elinde birkaç kitapla, koltukta oturur bir şekilde buldu. Yanına yaklaşıp koluna dokundu usulca. Geldiğini belli etmesine rağmen kardeşinin kendisine bakmayışı, içinde harlanan ateşi körükledi. Herhangi bir belirti göremese de krizin yaklaştığına dair, hissetti gelecek olan patlamayı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atarken, bu defa nasıl bir hayale kapıldığını merak ediyordu.  “Beni hiç sevmedin. Bu halde olmamdan, hasta olmamdan çok mutlu oldun değil mi? Şimdi, yaptıklarının cezasını çekeceksin.” Ömür, gelmiş olan fırtınanın kasırgaya dönüşeceğini tahmin etmemişti… Gönül'ün yüzüne baktığında gördüğü şey, tamamıyla intikam için yanan bir çift gözdü. Alev alevdi sanki. Koşmaya başlayarak evden dışarı çıkmaya çalıştı fakat küçük bir masaya çarpınca yere devrilmiş ve Gönül'ün ağına düşmüştü. Yerden kalkmaya bile fırsat bulamadan üzerinde hissetmişti onu. Saçlarında hissettiği acıyla gözlerinden yaş gelirken sıktı kendini. Elinden kurtulmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Böyle durumlarda kardeşine inanılmaz bir güç geliyordu. Kurtulamayacağını anlayınca vazgeçti kendini koruma çabasından. Serbest bıraktığında vücudunu, karın bölgesinde hissettiği tekmeyle nefesi kesildi. Ardından yüzünde hissettiği sıcak tokatla kendini tamamıyla kaybetmişti. Kafasının tutulup zemine çarpıldığını bile hissedemeyecek kadar karanlığa bürünmüştü aklı. Gözlerini açtığında kendini aynı şekilde yerde buldu. Ayağa kalkmaya çalışmak bile inanılmaz acılara sebep oluyordu. Bir şeyi olmadığına dair telkinler veriyordu kendine. Önemli değildi… Geçerdi elbet tüm bunlar. Kardeşini bulması gerektiğinin farkında olarak ayağa kalkmaya zorladı kendini. Yerden doğrulduğunda, ilk odasına doğru ilerledi orada bulamayınca içinde baş gösteren panikle banyoya koştu. Geçen defa gördüğü manzarayla karşılaşacak olmanın korkusu titretti Ömür'ü. Gönül'ü orada göremeyince rahatladı ve hemen ardından bir endişe bulutu tekrar çöreklendi yüreğine. Mutfağa koşup bahçeye baktığında, kardeşini salıncakta sallanırken gördü. Tuttuğu nefesini serbest bırakırken, rahatlamanın verdiği etkiyle sinir boşalması yaşadı. Gözyaşlarını akıtabildiği kadar akıttı. Ağlayışının sebebi, dayak yemesi değildi. Nefesi yarım kalmışken, çektiği acıların hiçbir önemi yoktu gözünde. Banyoya girip kanayan alnını ve dudağını pamukla temizledi. Gözlerini de kuruladıktan sonra yüzüne gerçekçi olmaya zorladığı bir gülümseme yerleştirerek bahçeye çıktı. Kardeşinin yanına temkinli bir şekilde yaklaşarak, bakışlarından nasıl bir ruh halinde olduğunu anlamaya çalıştı. Gönül'ün yanına çöküp, ellerini tuttu yavaşça. Nasıl bir tepki vereceğini bilemediğinden fazla yaklaşmamaya gayret ediyordu. “Özür dilerim…” Ömür, dolan gözlerini kırpıştırarak yaşların akmasını engellemeye çalıştı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya alışmıştı fakat her seferinde kalbine bir hançer saplanıyor gibi hissediyordu. Kardeşinin neden şiddet eğilimi olduğunu anlayabiliyordu ama bu kadar bilinçaltına yerleşmiş olmasını kabullenemiyordu. Suçlusu kimdi?  “Üşümüşsün bak ellerin buz gibi.” Diyerek küçüğünün elini kendi elleri arasında ısıtmaya çalıştı. Nefesini üfleyerek sıcak hava verirken bir yandan da gülümseyerek kardeşinin gözlerine bakıyordu. “Burayı seviyorum…” “Havalar biraz daha ısınsın o zaman oturursun burada bir tanem, şimdi değil. Hasta olmanı istemiyorum.” Kardeşinin elini bırakmadan salıncaktan kaldırıp eve götürdü. Dolaptan dünden kalma yemekleri çıkarırken, karnında hissettiği keskin acı geçmemişti. İkide bir derin nefesler alarak acısını azaltmaya çalışıyordu. Gözlerinden akan yaşları sildi hızla. Yüzünde belirgin derecede bir iz yoktu neyse ki. Saç dipleri hala sızlıyordu. Acısını yüzüne yansıtmamaya çalışarak hazırladığı tepsiyi aldı ve Gönül'ün yanına geldi.  “Hadi yemek yiyelim.” Dedi neşeli çıkmasına özen gösterdiği sesiyle. “Özgür ağabeyim de gelsin.” “İşleri vardır nefesim. Sonra gelir. Hem daha bu gün gördün onu.” Dedi, kardeşini ikna etmeye çalışarak. “Olsun ben yine de özledim. Bana geleceğini söylemişti.” Kardeşinin yüzünün asılmasıyla ne yapacağını bilemedi Ömür. Bu kadar kısa bir zamanda nasıl olur da böylesine bir etki bırakmayı başarmıştı kardeşinin üzerinde anlayamıyordu. Sıcakkanlı biri olduğunu kabul ediyordu Ömür ama bu yeterli değildi gözünde.  “İşleri çıkmıştır nefesim. Sürekli bizimle ilgilenmesini isteyemeyiz ondan değil mi?'' dedi, kardeşine. Gönül'ün başını salladığını görünce, onu ikna etmiş olmanın mutluluğuyla ısıttığı yemekten büyükçe bir lokma aldı. Gönül'ü elinden geldiğince neşelendirmeye çalışarak geçirdi zamanını. Akşam olunca ise hazırlanmaya başladı. Her ne kadar işe gitmeyi hiç istemese de gitmek zorundaydı. Kardeşinin yanında kalması için tekrar komşunun kapısını çaldı fakat bu defa her zamanki gülen yüzüyle kapıyı açan Meliha Teyze’si değildi. Oğlu olacak serseri açmıştı kapıyı ve Ömür o kapıyı hiç çalmamış olmayı diledi.  “Ooo kimler gelmiş böyle… Mahallemizin assolisti kapımızı çalmayı bilir miydi?” Adamın gevrek gevrek sırıtışından ve alaycı bakışlarından midesi bulandı. Nasıl olurda melek gibi bir kadının böyle bir oğlu olabilirdi? Yaşlı kadına duyduğu acıma, adamın yüzüne baktığı her an artıyorken daha fazla orada kalmaya tahammül edemedi ve hiçbir şey söylemeden gerisin geri yürümeye başladı. Evin bahçesinden çıkıp da hemen bitişikteki kendi evine girecekti ki, bileğinden sertçe tutuldu. Yüzünü hissettiği acıyla buruştururken, öldürücü bakışlarını adama dikti. “Ne yaptığını sanıyorsun sen be! Bırak kolumu!” diye bağırdı olanca gücüyle. “Hazır evime kadar gelmişken bir şeyler ikram edeyim diyorum. Komşuluk vazifemi yerine getirmeliyim değil mi?” Adamın yüzüne iğrenircesine baktı Ömür. Akşam akşam hiçbir işi yokmuş gibi birde bununla uğraşacaktı. Bağırsa mahallelilerin kendilerine yeni bir dedikodu çıkaracaklarını bildiğinden sesini de çıkaramıyordu. Adamın elinden kurtulmaya çalıştıkça bileğindeki el daha güçlü bir şekilde tutuyordu kendisini.  “Bırak beni bak çok kötü olur! Tüm mahalleyi başına toplarım.” Tehdidinin işe yaramadığı, adamın tiz bir kahkaha atmasıyla anlamıştı. Kendini geri çekmeye çalıştıkça canı daha fazla acıyordu. Bu adamla kıyaslanamayacak kadar küçük olması da kurtulmasını zorlaştırıyordu. Bir an sonra adamın elini yanağında ve hemen ardından dudaklarında hissettiğinde tüm gücüyle kendini adamdan uzaklaştırmaya çalıştı. Yapabileceği tek şeyi yaparak kendisini tutan pisliğin yüzüne tükürdü. Adamın o anki boşluğuyla elinden de kurtuldu. Eve doğru koşacağı sırada tekrar durduruldu. Bu defa belinde hissetti o ellerin varlığını fakat hemen ardından tekrar serbest kaldı. Duyduğu birkaç yumruk sesiyle gözleri kocaman açıldı. Özgür'ün, adamın yüzüne ardı ardına geçirdiği yumrukları sayamıyordu bile. Gözünde çok farklı bir yere oturttuğu Doktorun böyle bir durum içerisinde olması inanılmaz geliyordu. Tanıdığı doktordan ne kadar da farklıydı şu an. Düşünmenin sırası olmadığını fark ederek hızla Özgür'ün koluna yapıştı. Onu durdurmayı başardığında ne zaman tuttuğunu fark etmediği nefesini bıraktı. “Özür dile. Özür dile hemen!” Diye bağıran Özgür'ü tanımakta zorluk çekiyordu. Her zaman kibar, saygılı ve güler yüzlü olan adam olduğuna inanmakta zorlanıyordu. Yabancıya bakar gibi bakıyordu ona. Tanıdığı Özgür de kendisine yabancıydı fakat bunu düşünebilecek durumda değildi.  “Ö…özür dilerim.” Adamın acı dolu çıkan sesi içini soğutmaya yetmişti doğrusu. Özgür gelmese neler olabileceğini tahmin bile edemiyordu. Korkusunu soğukkanlılığıyla bastırmayı başarmıştı belki ama işler ileri gitseydi kesinlikle bu kadar sakin kalamazdı.  “İyi misin?” diye soran adamı başıyla onayladı. İyiydi, gerçekten iyiydi.  Adamın yanından uzaklaşıp evinin güvenli sınırları içerisine girdiklerinde, ne yapması gerektiğini yeni hatırlıyormuş gibi bir telaşa kapıldı Ömür. İşe gitmesi gerekiyordu. Hem de acilen! Doktorun kendisine yaklaştığını, elini omzunda hissettiğinde fark etti. Beklemediği bu yakınlık karşısında afallarken, gözlerini genç adama dikti. “Sorun ne?” Adamın bu ilgili halleri kafasını karıştırsa da şu an düşünecek durumda değildi. Çaresizliğinin yüzüne yansımış olduğundan bihaber bir şekilde kurtardı kendini adamın kıskacından.  “İşe gitmem gerekiyor ve ben biraz daha oyalanırsam kovulacağım.” “Bırakayım seni iş yerine.” Diye bir öneri sunduğunda Özgür, Ömür ışıldayan gözlerini genç adamın bakışlarına kilitledi. Minnetle baktı adama. Fakat aklına gelen düşünce tüm enerjisini çekip almış gibi gözlerindeki tüm ışık yok oldu. “Ama gidemem ki... Gönül'ü yalnız bırakamam.” “Ben kalırım yanında. Tabi istersen…” Bu gece kaçıncı olduğunu bilmediği minnet duygusunu hissederken, adamın eline kapanmamak için zor tutuyordu kendini. Hayatlarına birden bire nasıl böyle girmişti bilmiyordu Ömür. Ama iyi ki girmiş demekten alıkoyamıyordu kendini.  Özgür'ün arabasına bindiğinde hissettiği rahatsızlık gözle görülür bir biçimde belli olsa da adamın bunu dile getirmeyişi rahatlatmıştı Ömür'ü. Alışkın değildi böyle lüks arabalara binmeye. Erkeklerle bir yere gitmeye de alışkın değildi. “O adam kimdi? Ne istiyordu senden?” Ömür, doktorun kimden bahsettiğini anlayarak konuşmaya başladı. “Meliha Teyze’nin, yani komşumuzun oğlu. Yaşlı kadına çok çektirdi. Bana musallat olduğu yoktur normalde ama bu defa kafası yerinde değildi sanırım.” Diyerek yalan söyledi Ömür. Birkaç defayı aşan bu tacizlerle başa çıkabilirdi. Kendisini acındıracak değildi. “İstersen şikâyetçi olabilirsin biliyorsun değil mi?” “Şikâyet etmek istemiyorum. Annesi çok iyi bir kadın. Bu yaştan sonra oğlunun peşinde karakollarda sürünmesin.” Doktorun başını salladığını görünce, söylediklerinden şüpheye düşmediği belliydi genç adamın. Koltukta dik bir şekilde değil de arkasına yaslanarak oturduğunda, bedeninin gevşediğini hissetti.  “Ne işinde çalışıyorsun?”  Doktorun bu ilgili ve meraklı hallerini anlayamasa da yadırgamaya hakkı olmadığını biliyordu. Adamın iyi niyeti su götürmez bir gerçekti. “Garsonluk. Part-time bir iş. Gündüzleri okulda olduğumdan akşamları çalışıyorum.” “Ne okuyorsun peki?” Doktorun sorusuna, “Konservatuar okuyorum.” diyerek cevap verecekti ki, genç adamın çalan telefonu konuşmasını engelledi. İstemeden de olsa kulak misafiri oluyordu. Az sonra telefonu kapatmış ve kendisine dönmüştü genç adam. “İşte verdiğin adrese geldik.” Arabadan inmeden önce, adama evin anahtarlarını uzattı ve hemen ardından teşekkürlerini sıraladı. Adamın bakışları çalıştığı yerden kendisine çevrilirken, hiç de hoşnut bir ifade görmedi yüzünde. Neden böyle bir ifade beklediğini de bilmiyordu gerçi. Aralarındaki siz'in kalktığını bile fark etmeyecek kadar normaldi sanki her şey. “Ben artık içeri gireyim.”Diyerek arabadan indi. Karşı kaldırıma geçerken, arkasına dönüp bakmamak için zor tutuyordu kendini. Lokantanın arkasında bulunan kapıdan girdi içeri. Mutfağa girmeden önce patronuna görünmek istedi ve merdivenler yukarı çıkıp kasanın olduğu bölüme geldi.  “Kürşat amca yine geç kaldım ben.” Diyerek mahcubiyetini dile getirdi Ömür. Bu adamın iyi niyetini suiistimal ettiğini düşünmeden alamıyordu kendisini. Çalışma saatlerinin altında çalıştığı yetmezmiş gibi sürekli de geç kalıyordu. Kovsa hakkıydı. “Buraya lak lak etmeye gelmedin ya. Hadi iş başına.” Patronunun sözünü dinleyerek mutfağa geri döndü. Biriken bulaşıkları güzelce yıkayıp duruladıktan sonra servis katına çıktı. Kemal'e yardım etmek için çıkmıştı yukarı fakat gördüğü kadarıyla dükkân sinek avlıyordu. Yalnızca iki masa doluydu ve geriye kalan her yer boştu. Soğuklar arttıkça gelen müşteri sayısı da o kadar azalıyordu. E tabi kim bu havada dışarı çıkmak isterdi ki?  “Bu gidişle işten çıkarılmamız çok sürmez.” Diyen Kemal'in haklılığı karşısında bir şey diyemiyordu Ömür. Gerçekten böyle giderse patronu hiç istemese de ikisinden birini çıkarmak zorunda kalacaktı. Kemal'in mi yoksa kendisinin mi işten atılması daha kötüydü karar veremiyordu.  “Bebeğin yakında doğacak değil mi?”  Bu bir sorudan çok tespitti. Kendi kendisiyle girdiği bu mücadele de vicdanını susturmayı başaramamıştı. Çıkarılması gereken kendisiydi. Hem Kemal kendisinden daha kıdemliydi. Ve çok güzel yemekler yapıyordu. Ömür ne kadar uğraşırsa uğraşsın onunki kadar lezzetli olmuyordu yemekleri. Bebeğinin olacak olması dünyanın en güzel hissini yaşatırken beraberinde sorunları da getirdiğini biliyordu. Bir mesleği yoktu Kemal'in bu işi yapmaya mecburdu. Başka bir işte tutunamayacağına adı gibi emindi. Yaşayacakları para sıkıntısını şimdiden düşünmeye başladığını, aldığı borçlardan biliyordu. Arkadaşına bunu yapamazdı. Sende zor durumdasın diyen iç sesini dinleyemezdi. Elbet başka bir iş bulabilirdi. Gerekirse bir süre devamsızlık da yapabilirdi okuldan. Bu düşünce hiç hoşuna gitmese de mecburdu. Piyanonun o sihirli tonunu bir süre duyamayacak olmak hüzünlendirse de yaşamanın daha önce geldiğini biliyordu. Yaşamak için çalışmak zorundaydı. İşten çıktığında saat gece yarısını çoktan geçmişti. Eve geldiğinde, Özgür'ün gitmediğini, kapıda park edilen arabadan anlamıştı. Keşke buraya park etmeseydi diye düşündü. Komşulara yeni bir dedikodu malzemesi çıkmıştı.  Anahtarı olmadığı için kapıyı sessiz bir şekilde çaldı. Özgür'ün kapıyı açmasıyla ilk defa farklı hissetti kendini Ömür. Tanımlayamadığı bir his oturdu yüreğine. Şimdiye kadar kendisine Gönül'den başka kapıyı açan olmadığı içindi belki de bu hissettiği. Afalladığını belli etmemeye çalışarak gülümsedi. Günün yorgunluğu kendini iyice belli etmişti ve Ömür adım atacak gücü bile zor buluyordu kendinde. Gönül'e bakıp uyuduğundan emin olduktan sonra Özgür'ün yanına geri döndü. Onunla konuşması gerekiyordu. “Biraz konuşabilir miyiz?” Diye sordu önce.  “Tabi, konuşalım.” “Bu sabah Gönül tekrar o krizlerden birini yaşadı. Yaşadığı her kriz bir öncekinden daha uzun sürüyor ve daha güçlü oluyor. Ona zarar verdiğimi düşünüyor ve saldırgan davranıyor…” “Sana zarar verdi mi?” Diye soran doktora yalan söylemeyerek başıyla onayladı. Kollarındaki tırnak izlerini gösterdi. Saç diplerindeki kızarıklığı ve karnına yediği tekmeyi ise söylemekle yetindi. “Hastalık ilerliyor. Düşündüğümden daha çabuk hem de. İlaç tedavisine yarın gereken testleri yaptıktan sonra başlayalım. Terapi için her gün gelmeye devam edeceğim. Böyle bir krizin tekrar olacağını hissedersen hemen uzaklaş oradan. Mümkünse evi terk et. Yalnız kalması iyi olacaktır.” “Yalnız kalmasını istemiyorum. Kendine zarar verebilir.” Diyerek korkusunu dile getirdi Ömür. “Doğru, bunu yapabilir bu yüzden evin her yanını beraber çektiğiniz fotoğraflarla doldurmalısın. Varlığını ona hatırlatacak şeyleri göz önünde bulundur ki bilinçaltı gün yüzüne çıksın. Bir süre böyle devam etmek zorundayız ne yazık ki…” Ömür, dolan gözlerini genç adamdan kaçırarak yere sabitledi. Ne çok isterdi yanında kendisine destek olan bir ailesi olmasını… Omzunda ağlayabileceği, kollarına sığınabileceği biri olmasına öyle çok ihtiyaç duyuyordu ki… “Nereden çıktınız siz? Neden geldiniz?” Diye sordu önce. Aslında sormak istediği, “Daha önce nerelerdeydiniz?” İdi. Mucizeyi kendisine sunan adamı anlamaya, çözmeye çalışıyordu.  ''Sana mucizeyi yaşatmaya geldim…”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD