3.bölüm

2750 Words
Kardeşinin gülen yüzünü izlerken hiç sıkılmıyordu Ömür. Sevdiği, âşık olduğu notaları dinlerken bile böyle zevk almıyordu. Ama öyle anlıktı ki bu mutluluğu... Gönül'ü her geçen güz biraz daha çekilirken karanlığa, Ömür de beraberinde sürüklüyordu kendini. Onsuz yaşayacağı bir mutluluk istemiyordu. Mucize diye adlandırdığı durumu bekliyordu yalnızca. Yalnız olmaktan en çok da bu zamanlarda nefret ediyordu. Gücünü hissedebileceği kimse yoktu yanında. Omuzlarındaki yükü sırtlanacak hiç kimsesi yoktu...  Güven duygusundan yoksun olduğundan dertlerini anlatacağı, gülüp eğleneceği bir arkadaşı da yoktu. Olanlar da yüzeyseldi. Umut Hoca’sı vardı yalnızca hiç tereddüt etmeden yanında olan. Çok şey borçluydu Ömür ona. Öğretmen öğrenci ilişkisinden çok farklı olsa da aralarındaki, iyi temeller üzerine kurulmuş olduğunu biliyordu Ömür. Dost, arkadaş, ağabey diyebileceği sağlam bir omuzdu Umut. Daha geçen gün yaptığı ufak tolerans bile Ömür'ün gözünde çok kıymetliydi. Çıkarı olmadığını bildiğinden böyle hissediyordu belki de. “Abla niye yemiyorsun? Çorban soğudu.” Kardeşinin sesiyle, uzun zamandır çorbasını karıştırdığını fark etti. Kaşığı çorbayla doldurup ağzına götürdüğünde gerçekten de soğumuş olduğunu gördü. “Bir şey olmaz canım ben böyle de içerim.” Dedi gülümseyerek. Birazdan doktor gelecekti ve mucize için ilk adımı atacaklardı. Ellerinin titrediğini bile fark edemiyordu beklerken. İçinde boy gösteren heyecan ve paniğe engel olamıyordu. Düzelmenin bir anda olmayacağını biliyordu. Bunu beklemiyordu da zaten ama bu günden itibaren iyileşecek olması sabırsızlandırıyordu Ömür'ü. Nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde tamdı inancı Gönül'ün iyileşeceğine. Ve bunun sebebinin Özgür olduğunu da gayet iyi biliyordu. Ne farkı var diğer doktorlardan diye sorduğunda kendine; inancı diyordu hiç düşünmeden. Önceki doktorların kendisi bile inanmazken iyileşeceğine, Ömür nasıl inanırdı ki? Ve hiç inkâr edemeyeceği bir şekilde tatlı dili vardı adamın. Sözleriyle kimi nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyordu. Kapının çalmasıyla Gönül'ün, “Özgür ağabeyim geldi!” Diyerek koşturması bir oldu. Onun bu çocuksu neşesi Ömür'ü bir kez daha güldürdü. Oturduğu yerden kalkarak kapının önüne geldi, doktoru karşılamak için. Gelen adama baktığında, üzerinde görmeye alıştığı takım elbise yoktu. Üzerinde kareli kırmızı bir gömlek ile siyah bir pantolon vardı. Diz üstünde biten kaşe montuyla çok farklı biri gibi görünmüştü gözüne. “Beni içeri almayacak mısınız?” Ömür, utançtan yerin dibine girmek isteyerek kenara çekildi. Hafif bir pembeliğin yayıldığı yanakları yanıyordu. “Hoş geldiniz.” Dedikten sonra Gönül’le adamı yalnız bırakarak banyoya koştu. Soğuk suyu yüzüne çarptığında biraz olsun kendine gelebilmişti. Az önceki hali neydi öyle? Nasıl uzun uzun bakabilmişti adama? Hem de içeri alması gerekirken! Giydiklerinden sana ne diyerek payladı kendini. Orada daha fazla kalamayacağını bildiğinden kapıyı açarak odaya girdi. Kırmızının açığa çıkardığı yeşil gözlerin kendisine çevrildiğini hissetse de bakmadı ona. Kardeşine yaklaşarak elinde tuttuğu filmlere göz attı. Daha önce izlediği filmlerdi çoğu ve bu filmler engellilerin bakış açısıyla sunulan filmlerdi. Acıları, hayata bakışları, korkuları dile getiriliyordu bu şekilde. Engelli birinin tüm olumsuzluklara rağmen iyileşmekten vazgeçmemesi anlatılıyordu. Doktorun ne yapmaya çalıştığını anladı Ömür. İlk önce en basitten başlamak gerekiyordu. Kendisi gibi olanların, hatta daha kötü durumda olanların yaşadıklarını, çektiği zorluklara rağmen başardıklarını göstererek bir yol çizmeye çalışıyordu. Amaç veriyordu ona. Savaş diyordu… Gözlerinin dolduğunu fark ederek başını hızla çevirdi. Gönül'e fark ettirmeden hemen sildi akan birkaç damla yaşı. Özgür'e çevirdiğinde başını, bir süre kilitli kaldı yeşillerde. Hissettikleri kelimelere dökülemeyecek kadar belirsizdi. Umutla harmanlanmış acı akıyordu gözlerinden. İnancı her geçen an daha fazla sağlamlaştırırken kalbindeki yerini, tereddüde yer bırakmıyordu. “Önce bunu izleyelim olur mu Özgür ağabey?” Gönül'ün hangi filmi seçtiğine bakmak için ayırdığında bakışlarını gözlerinden, içine yayılan hissin ne olduğunu anlayamadı. Tekrar bakmak istedi nedenini bilmeden. Gözlerini birkaç saniye yumup doludizgin atan kalbinin sakinleşmesini bekledi. “En sevdiğim filmlerdendir bu film. Türkçe versiyonunu aldım ama orijinal dilinde de izleyebiliyoruz.” “Türkçe olsun hiç takip edemiyorum yazıları.” “Çaktırma ama bende hiç takip edemiyorum.” Deyince Özgür, Gönül'ün asılan yüzü aydınlanmıştı. Filmi açıp izlemeye başladıklarında ilk başlarda sıkılsa da ilerleyen sahnelerde kendini çoktan filme kaptırmıştı. Yaşlı bir adamın kör bir kızı koruyup kollaması, her zor anında yanında olması duygulandırmıştı Ömür'ü. Film de olsa konu olarak gerçekti. Birçok hayat vardı bu şekilde olan. Kendi de öyle değil miydi? Kardeşini ne olursa olsun koruyacak, hep yanında olacaktı. Film bittiğinde, gözlerini Gönül'e dikti. Nasıl bir tepki verecekti? Savaşmayı kabul edecek miydi? Vazgeçmeden, yorulsa da bıkmadan yürüyecek miydi bu dikenlerle dolu yolda? Özgür'ün filmi kapatmasıyla sessizliğe büründüler. Kimseden ses çıkmıyordu. Ömür, söyleyecek bir şey bulamıyordu. Özgür'e baktı bir an sonra. Alevden yapılmış umut iplerini teslim etti adama. Yansa da bırakmayacağını umarak… “Gönül... “ Dedi önce Özgür. Konuşmaya nerden başlayacağına karar veremiyormuş gibi bir süre sustu öyle. Ve ardından devam etti. “Senin için kolay olacak diyemem. Zor olacak yeri gelecek dayanamayacaksın. Gerek uyurken, uyanıkken hep korktuğun hayaletlerle savaşacaksın. İçindeki sen, çok zor anlar yaşatacak sana ama biz hep yanında olacağız. Birlikte yeneceğiz düşmanlarını. Sevgiden yapılmış kılıcını kuşanacaksın sen. Sevginin ışığı kör edecek onları. Hiçbir şey kolay olmuyor şu hayatta. İstediğimiz şeyleri elde etmek için çalışmalı, gayret göstermeliyiz. Meslek sahibi olmak için çalışıyoruz, çaba harcıyoruz ve sonunda istediğimizi elde ediyoruz. Böyle düşün. Sende iyileşmek için çaba harcamalısın. Ve en önemlisi iyileşmeyi istemelisin. Şimdi söyle bana yapacak mısın? Savaşacak mısın kendinle?” Ömür, durumu olabilecek en açık şekilde dile getiren adama bir kez daha hayran olmaktan alamadı kendini. Sevginin zırhıyla çıkarıyordu savaş alanına kardeşini. Yanındayız diyerek güç veriyor, normal bir şeymiş gibi göstererek korkmasını engelliyordu. “Ben iyileşmeyi istiyorum. Çok istiyorum hem de. Ablama korkmadan sarılmak istiyorum. Ben savaşmak istiyorum Özgür ağabey.” Ömür, Gönül'ün kurduğu cümleyi duyunca bendi kırılmış gibi oturduğu yerden kalkarak kardeşinin yanına geldi. Kollarına aldı savunmasız bedeni. Gözyaşlarıyla ıslattı saçlarını, kokusunu içine çekerken. “Şimdi başlayalım o zaman. “ Dediğinde Özgür; Gönül titrek bir şekilde sordu. “Ş…şimdi mi?” “Evet. Korkma Gönül yalnızca konuşacağız. Sorduğum sorulara doğru bir şekilde cevap vermeni istiyorum sadece.” “Ta-tamam.” Ömür, kollarında titreyen kardeşini sakinleştirmek istercesine sırtını okşadı. Kulağına dudaklarını yaklaştırarak, korkma diye fısıldadı. Yanında olduğunu hissettirmek için canını acıtmamaya dikkat ederek sıkıyordu kollarını. Bir yandan da saçlarını okşuyordu. “Nasıl hissediyorsun, yani kriz anında?” “Kötü, çok kötü hissediyorum. Bırakılmış, terk edilmiş bir yanım var içimde. Kızgın oluyorum neye kızgın olduğumu bilmeden. İçimde bir şeyleri yok etme isteği uyanıyor. Başka hiçbir şey düşünemiyorum.” Gönül'ün kendini sıktığını fark ediyordu Ömür ama elinden bir şey gelmiyordu. Sıkmalıydı kendini. Başarabilmek için dayanmalıydı bu acıya. Peki ya kendisi nasıl dayanacaktı kardeşinin acı çekmesine? Durduramadığı yaşlar eşliğinde bir kez daha fısıldadı Gönül'ün kulağına. “Hadi nefesim, anlat…” Gönül'ün de ağladığını görünce, bir anda olsa vazgeçmek istedi Ömür. Başlamadığı bu savaştan çekilmek istedi. Kardeşini bu şekilde görmeye dayanamıyordu. Ölüyordu. Gözlerini Gönül'den ayırarak Özgür'e çevirdi. Yardım diledi bakışlarıyla. Kardeşinden bu acıyı söküp alsın istedi. Ama daha beterini yaptı Özgür. Acısına acı ekleyerek, yaktı küçüğünü. “Ablana daha fazla zarar vermek istemiyorsan anlat Gönül.” Yeter! Diye bağırmak istedi Ömür. Yeter artık yapma demek istedi. Gönül'ün hıçkırıkları tüm odayı doldururken sakin kalması öyle zordu ki... Az önce hayranlıkla baktığı adam mıydı bunları söyleyen? Kardeşinin canını bile isteye yakarken hissettiği tek şey nefretti şu an. “Kriz geçirirken hissettiklerine odaklan sadece. Duyguları anlayabilirsin çünkü kendine geldiğinde de onları hissettin. Gizleme Gönül. Söyle... Söyle ki yardım edebileyim sana.” Gönül'ün içli içli ağlayışı bir süre sonra durdu. İç çekişleri kaldı yalnızca. Başını kaldırmadan konuşmaya başladı. “Ben... Bu son krizde yakıcı bir nefret hissettim. Nasıl böyle düşündüm bilmiyorum ama ablam sanki başka biriydi. Onu öldürmek istedim.” Sona doğru sesi kısılmıştı Gönül'ün. Yine de devam etti. “Ona zarar verdim mi bilmiyorum. Kendime geldiğimde bahçedeydim. Salıncakta oturuyordum ve ellerim titriyordu.” Ömür, kardeşinin bunları içinde sakladığına inanamıyordu. Hissettiklerini hatırlayabildiğini bile bilmiyordu. Kardeşini rahatlatmak için konuşmaya başladı. “Hiçbir şey yapmadın güzelim. Bana zarar vermedin.” “Gerçekten mi?”  Gönül'ün birden doğrulup sorduğu soru, Ömür'ü bir kez daha kanattı. “Gerçekten.” Küçüğünün rahatlayan yüzünü görünce, kendini tutmakta zorlandı. Hıçkıra hıçkıra ağlama isteğini zorlukla bastırıyordu. “Kendine güvenmelisin Gönül. Kaçmamalısın. Bak bu ilk engeli yendin. Diğerlerini de yeneceksin yeter ki kendine güven. Bu gün daha fazla zorlamayacağım seni. Gidip uyu tamam mı? Ama öncesinde sana getirdiğim ilaçtan bir tane iç.” “Tamam.” Ömür, kardeşinin elinden tutarak odasına götürdü önce ardından mutfağa giderek bir bardak su alıp geri döndü. Gönül'ü yatağına yatırdıktan sonra ilacı içirdi ve odadan çıktı. Özgür'ün karşısındaki tekli koltuğa oturdu. “Çok korktu. Bu hep böyle mi olacak?” “Daha kötüsü olacak.” Dediğinde Özgür, başını elleri arasına aldı genç kız. Nasıl dayanacaktı kardeşinin bu halini görmeye? “Yapma… Sen dayanmazsan o nasıl dayansın? Güç vermelisin ona, gücü olmalısın. Sana baktıkça daha çok istemeli iyileşmeyi. Sende umudu görsün ki, yarına inansın.” “Ondan daha çok korkarken nasıl güç olurum ona? Nasıl sığınabilir benim gölgeme?” diye sorarken sessizce gözyaşı döküyordu Ömür. “Kor alevde olsa yüreğin, dayanmalısın. Ömür, sana zor olacak demiştim vazgeçmeyeceksin değil mi?” Vazgeçebilir miydi bu saatten sonra? Umuda sarmışken ruhunu, söküp atabilir miydi? Hayır... Işığı görmüştü bir kez ve güneşe kavuşmadan durmayacaktı, duramazdı. “Vazgeçmeyeceğim.” Diye güven verdi doktora. Az önceki nefret duygusundan eser kalmadığını fark etmek şaşırtmamıştı Ömür'ü. Hissettirdiği güven duygusu yerli yerinde duruyorken hep böyle hissedeceğini biliyordu. “Ailenize ne olduğunu sorsam kabalık etmiş olur muyum?” Ömür, hiç kapanmayan yarasının dile getirilmiş olmasıyla titredi. Nasıl anlatılırdı ki böyle bir durum? Anlatılır mıydı ya da… “Öldüler... Yangında.” Dedi en basit yolu seçerek. Adamın bakışlarında herhangi bir acıma belirtisi görmek için yeşillerinde gezindi bir süre fakat gördüğü tek şey kendi bakışlarına eş bir hayranlıktı. “Çok zor şeyler yaşadığınızı tahmin edebiliyorum. Ve yaşadığınız tüm sıkıntılara rağmen dimdik durabiliyorsunuz. Çoğu kişi bunu başaramazdı.” Ömür, adamın sözlerini dinlerken hiç hissetmediği bir duygu yokladı yüreğini. Adlandıramadığı, tarif edemediği bir duygu. Sıcacık bir şey... “Ben gideyim artık.” Özgür'ün kalktığını görünce kendisi de hızla kalktı. Kapıya doğru yürüdüler beraber. Kapıyı açıp geçmesi için yol verdiğinde adam sordu. “Bu gün çalışmayacak mısın?” Az öce siz'li olan konuşmaları tekrar sen'li olduğunda, değişimin sebebinin ne olduğunu merak etti Ömür ama sormadı. “Hayır. Zaten çıkaracaklar onlar çıkarmadan ben kovulayım dedim.”  Kurduğu cümleye gülerken, adamın gülmediğini fark edince sustu. “Peki ne yapmayı düşünüyorsun?” “Yarın okuldan sonra iş arayacağım.” Dedi, sıkıntıyla. “Peki. İyi geceler.” “İyi geceler.” Ömür, kendine adamın gidişini izleme izni vermeden kapattı kapıyı. Tüm yorgunluğuna rağmen hemen gitmedi odasına. Bir süre düşünmeli, kafasını toplamalıydı. Düşünmeye başladığı ilk an yeşiller belirdi gözünde. Gönül'ün Zümrüdün rengini taşıdığı gözleri, güzeldi. Ne yaptığını fark ettiği an kendine hafifçe vurdu. Özgür'ü değil yaptıklarını düşünmeliydi. Bu akşam olan her şeyi sırasıyla aklında tarttı. Özgür'ün kibar hallerine yakışmayacak bir şekilde kardeşinin üzerine gelişini düşündü sonra. Nasıl da zor tutmuştu kendini. Nerden bilebilirdi ki psikolojik baskı yoluyla konuşturabileceğini. Kendine kalsa asla böyle bir şeyi yapmazdı. Yapmayı akıl bile etmezdi. En zayıf yerinden vurmuştu kardeşini. Bu yüzden kızsa da işe yaradığı için seviniyordu. Sabah uyanır uyanmaz her zaman yaptığı gibi Gönül'ün kahvaltısını hazırlayarak çıktı evden. Okulu bu aralar fazlasıyla ihmal ettiğini biliyordu bu da içinin sıkıntıyla dolmasına sebep oluyordu. Ama yine de elinden gelen bir şey yoktu. Okula girdiğinde, ilk önce uzun zamandır ihmal ettiği piyanosunun yanına geldi. Özlemle dokundu tuşlara. Çıkardığı her bir ses yüreğindeki bir yarayı sarıyordu sanki. Bu sesle öylesine bütündü ki... Yalnızca okulda bu sesi duyabiliyordu ve bu yüzden seneye bitecek olan okulu gözünde büyümüyordu. Elbette çalışmaya başladığı zaman kendisine alacaktı ama kendinden önce kardeşinin istekleri öncelikliydi. Güzel bir ev, kardeşi için iyi bir özel okul, güzel mobilyalar, bilgisayar, televizyon... Tüm bunları karşıladıktan sonra kavuşabilecekti beyaz meşesine. Okulda bulunan piyanoların hepsi siyah çınardı sadece bir tanesi beyaz meşeydi. Yalnızca özel olarak seçilen bir piyanist çalabilirdi. Bir de yılsonunda bir öğrenci çalma hakkı elde edebilirdi. Okul bitip, tüm ihtiyaçlarını karşılayabildiğinde kendisine tıpkı beyaz meşe gibi bir piyano alacaktı. “Yakalandın.” Arkasından gelen ses, olduğu yerde sıçramasına neden oldu. Gelenin Umut Hoca’sı olduğunu fark ettiğinde rahatladı. Buraya girdiğini fark ederlerse başının derde gireceğini biliyordu ama engel olamamıştı kendine. “Çok özledim... Çalmadım zaten sadece dokundum.” “Çalmak ister misin?” Hocasının sorduğu soru gözlerinin parlamasına sebep oldu. Öyle çok isterdi ki… “Nasıl?” Diye sordu heyecandan çatallaşmış sesiyle. “Ben yanındayım ve seni çalıştırıyorum. Kim ne diyebilir?” “Ama bu piyano çok özel… Kullanamam.” Hocasının yanı başına geldiğini görünce, bakışlarını piyanodan çekerek Umut'a çevirdi. Aralarındaki boy farkından dolayı başını kaldırmak zorunda kalmıştı Ömür. “İnan bana sen çok daha özelsin.” Ömür, hocasının bu iltifatı karşısında hem şaşırmış hem de utanmıştı. Ne söyleyeceğini bilemediğinden bakışlarını kaçırmıştı ondan. Elleri tekrar piyanonun tuşlarını bulduğunda dayanamayarak tuşlara dokundu birer birer. Kulaklarını dolduran ezgiye bıraktı kendini. Umut hocasının piyanonun başına oturmasıyla kendisi de yanına oturdu. Beraber dokundular müziğin ruhuna. Beraber çalıp, beraber kayboldular dinginlikte... Hissettirdikleri öylesine farklıydı ki… Sanki büyülü bir andaymış gibi, her şey silikleşiyordu. Bir tek duyduğu ses kalıyordu.  Teşekkür ederim dedi çok sonra. Korkusuzca dokunabildiğinde notalara… Derse girdiğinde, biraz geç kalmış olduğunu bilerek oturdu sırasına. Kaçırmış olduğu derslerin haddi hesabı yoktu. Bu gün erken gelmiş olmasına rağmen piyano odasında zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti. Şöyle bir dönüp kendine baktığında, doymuş hissediyordu kendini. Hissettiği boşluk sanki sihirli bir el tarafından doldurulmuştu. Piyanonun eşsiz notası mıydı buna sebep yoksa bütün gece rüyalarına giren yeşiller miydi bilmiyordu Ömür. Okuldan çıktığında nereye gideceğine karar veremiyormuş gibi sağa sola bakındı. Otobüse bindi ve bir süre sonra işlek bir cadde üzerinde durdu. Dükkânların üzerindeki ilanlara bakıyordu sırayla ama istenilen eleman profiline uymuyordu. Kimi tecrübeli eleman istiyordu kimi de tam gün çalışan. Umutsuzlukla çöktü omuzları bir süre sonra. Bir yer olmalıydı. Kendisini işe alacak bir yer mutlaka olmalıydı. Akşamüstü olmasına rağmen hala kendisini işe alacak bir yer bulamamıştı. Nasıl yaşardı çalışmadan? Cebinde 5 liradan az olan parayla nasıl geçirirdi günleri? Kira parasını bile denkleştirememişti üstelik. Bir süre daha gezinmeye devam etse de karanlığın iyice çökmesiyle evine döndü. Bütün bir gün kardeşinden uzak kaldığından durumunu çok merak ediyordu. Dün verdiği ilacın kardeşine iyi gelmiş olmasını umarak kapıyı çaldı. Kapıda Özgür'ü görünce bakışlarını hiç değiştirmedi. Şaşırmaması gerektiğini artık biliyordu. “Aç mısın? Harika yemekler hazırladım Gönül'e.” Özgür'ün sorduğu soru, acıktığını fark etmesine sebep oldu. Hafifçe başını sallayarak onayladı adamı. “Çok güzel kokuyor değil mi?” Diye soran kardeşine döndü Ömür. “Evet bir tanem çok güzel kokuyor.” “Siz de bana yardım edersiniz umarım Ömür Hanım. Hadi mutfağa.” Diyerek elinden tutup mutfağa doğru götüren adama şaşkın bir şekilde bakıyordu Ömür. Rahatlığı biraz fazlaydı sanki. Biraz değil çok fazlaydı ama bundan tuhaf bir şekilde rahatsız olmuyordu Ömür. Elini tutan elden kurtarırken kendini, kaşlarının çatıldığının farkında değildi. “Geç geleceğini tahmin ettiğim için Gönül'ü yalnız bırakmak istemedim. Zaten gelecektim biraz öne aldım sadece.” “Senin işin yok mu?” Diye sordu Ömür. Nasıl olurda her an vaktini burada geçirebiliyordu? “İstifa etmediğime göre bir işim var.” “Her hastanın evine de böyle gidiyor musun?” diye sordu bu defa içinden gelen bir merakla. “Her hastamın değil. Gönül gibi olanların yanına gidiyorum. Bu şekilde olan iki hastam daha var biri klinikte kaldığı için zor olmuyor.”  Anladım dercesine başını salladı Ömür. Ve hemen ardından aklına gelen şeyi sordu. “Onların durumu nasıl? İyileşmeleri yani. Başarabilecekler mi?” “Defne'yle bir seneden fazla görüşüyorum. Eskiye göre oldukça az olmasına rağmen atakları devam ediyor. Bunu tetikleyen bir şeyler var. Sorun ortadan kalkmadıkça tam bir iyileşme sağlanamaz. Yine de durumunun oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim.” Ömür, bu kadarına bile razı olabileceğini düşündü. Krizleri o kadar sık oluyordu ki... Evde yalnız olması da ayrı bir korku sebebiydi bu yüzden. “Konuşarak işten kaytaramazsın. Hadi sende salatayı yap.” Ömür, Özgür'ün kendisine uzattığı havuçları gülerek aldı ve rendelemeye başladı. İçinde bulunduğu bu durum öylesine yabancıydı ki ona… “Salata hazır.” Dedi bir süre sonra fakat Özgür'ü mutfakta göremedi. Nasıl olur da gittiğini göremeyecek kadar daldığını düşünürken, ocağa doğru yaklaştı. Özgür'ün pişirdiği yemeğin tadına bakmak için kapağı kaldırdığında buhar elini yaktı. Elini suya tuttuğunda hissettiği acı yüzünden yüzünü buruşturdu. Neyse ki Özgür o sırada mutfakta değildi. “Yakalandın.” Bu gün bu kelimeyi daha kaç kere duyacaktı acaba? İçinden kendine kızarken, bir şey olmamış gibi davranmaya karar verdi. “Yemeğin tuzuna bakacaktım.” Dedi sanki daha yeni susmaya karar vermemiş gibi. “Elin nasıl çok yandı mı?” “Yok hemen çektim zaten.” “Peki. İş bulabildin mi?” Diye soran Özgür'e cevap vereceği sırada telefonu çaldı. Çantasından telefonu çıkarttığında arayanın Umut hocası olduğunu görünce hiç bekletmeden açtı telefonu. “Biraz umut için aramıştım seni. Tüm kalbimle Umut'unu bulmanı diliyorum. Ve seni, senin gibiler için umut olmaya çağırıyorum. Umutlu Bir Ömür adlı etkinliğe katılmanı istiyorum senden.” Ömür, hocasından ilk defa böyle şeyler duyduğu için şaşırmıştı. İlk başta adını söylüyor sanmıştı fakat hemen ardından etkinliğin adı olduğunu anlamıştı. Ne güzel diye düşündü. İnsanlara umut olmak... Yaşamak için hayata tutundurmak. “Ben... Ben umudumu buldum.” Dedi Özgür'e dönerek. Ve ardından devam etti. “Yeşil umut benim ki.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD