4.bölüm

2789 Words
Daha kaç kere sınanacaktı bilmiyordu Ömür. Kardeşinin çığlık çığlığa haykırışları kulağına dolarken, yapabildiği tek şey olduğu yerde kıpırtısız durmaktı. Küçük bir çocuk gibi dizlerini karnına doğru çekmiş, elleriyle de sarmıştı. Kulaklarını tırmalayan bu ses içini oyuyor, nefes aldırmıyordu. Bilerek kapatmıyordu kulaklarını. O sesi duymalıydı. Nefesini, küçüğünü parçalara ayıran o ses içinde yangın olmalıydı. Olmalıydı ki paylaşabilsindi kardeşinin acısını. Yoldaş olabilsin... Gözlerinden süzülen yaşların sessiz birer yol izlemesi gibi oluruna bırakmıştı her şeyi. Gönül'ü engelleyemeyeceğini bildiğinden yaklaşmıyordu yanına. Bir süre sonra çığlıklar yerini sessizliğe bıraktığında, başını yerden kaldırma cesareti gösterebilmişti Ömür. Bir an sonra ayağa kalktı. Gönül'e yaklaşıp yaklaşmama konusunda emin olmasa da orada öylece duramayacağını biliyordu. Gönül'e yaklaştıkça, omuzlarının titrediğini görebiliyordu. Onu öyle gördükçe kollarına alıp sarmamak için zor tutuyordu kendini. Kardeşinin sessiz bir şekilde içli içli ağladığını görünce dudakları arasından bir hıçkırık koptu. Bu hıçkırık tüm zincirlerini kopartmıştı. Küçüğünü kolları arasına alıp, sımsıkı sardı. Bir süre sonra geri çekilip kardeşinin yüzünün her bir köşesini öptü. Tadını aldığı tuzlu tat kimin gözyaşlarıydı emin değildi. Öperken bir yandan da sırtını okşuyor, teselli edecek cümleler kurmaya çalışıyordu. Olmuyordu… Dönmüyordu dili. Hem hangi kelime sarabilirdi ki yüreğindeki yarayı? Merhem olur muydu birkaç söz yığını? “Geçti ablacım. Geçti nefesim.”  Bir süre sonra kurabilmişti bu cümleyi. Bu defa geçmişti. Bu defa başarmıştı bu savaştan çıkmayı. Peki ya sonra? Garantisi var mıydı yarının? Yoktu… Ömür'ü korkutan da bu bilinmezlikti. Gücü her geçen gün tükenirken, umuduna tutunuyordu. O ipin kopması an meselesiydi ve Ömür'ün kopmamasını dilemekten başka yapacak başka bir şeyi yoktu. Gönül'ün yavaşça inip kalkan göğsü uyuduğunu belli ederken, oturdukları yerin rahat olmadığının farkındaydı Ömür. Kardeşini yavaş bir şekilde kaldırıp yatağına yatırdı. Üzerini örttükten sonra sessiz bir şekilde odadan çıktı. Ayakları onu taşıyamasa da artık, kendini son bir gayretle dışarı attı. Küçük sedire oturdu gürültülü bir şekilde. Düşüncelerin kendisini esir almasına izin verdi bir kez daha. Güzel başlayan bir akşamın böyle sonuçlanması yeni bir şey değildi belki ama yine de her defasında aynı yıkımı yaşıyordu Ömür. Sanki kalbinin ortasına bir hançerle delik açılmışta üzerine tuz basılmış gibi hissediyordu. Kaç kez keşke hasta olan ben olsaydım, bu acıları çekmeseydi dediğini hatırlamıyordu Ömür. Kaç gece sabaha kadar Allah'a yakardığını, kardeşini bu dertten kurtarmasını istediğini hiç bilmiyordu… Keşkeler ne çok dönmüştü dilinde. Yararının olmadığını bilse de söylemekten hiç vazgeçememişti. Elinde sihirli bir değnek olsaydı hiç düşünmeden onun yerine geçerdi. İçinde biriktirdiklerini gözyaşlarıyla akıtırken, gecenin soğuğunu hissetmiyordu. İçi kor alevlerle yanarken üşümezdi de. “Gölgenin karanlığına sığınıp, yarından mı kaçıyorsun?” Duyduğu bu ses irkilmesine sebep olsa da belli etmedi. Söylediklerini anlamlandırmaya çalışsa da yapamadı. Düşündü ve buldu sonra. Gölgenin, umutsuzluk çukuru olduğunu, yarının umut olduğunu söylüyordu… “Yarından kaçmıyorum.” diye cevap verdi bir süre sonra. “Yarına hasretken nasıl kaçabilirim?” “Yarın güneşli de olur yağmurlu da, kar da yağar fırtına da kopar. Hangisinin olacağını bilmek için beklemekten başka çare yok. İlk sağanakta kaçmamalısın. Fırtına vazgeçirmemeli seni. Başka yarınlar dururken önünde, çabuk yenilmemelisin…” Ne kadar doğru söylüyor diye düşündü Ömür. İlk zorlukta vazgeçemezdi. Yarınlar hiç bitmeyecekti ki... Yarın hep yarın olacaktı. Umut olacaktı. “Ben sadece… Sadece onu öyle görmeye dayanamıyorum.” Dedi kısık çıkan sesiyle. Sesinde umutsuzluk olmasa da çaresizliğin kokusu yayılıyordu. Yanında hissettiği ağırlığın ne olduğunu anlaması için bakmasına gerek yoktu. “Ona güç olmak için güçlü olmalısın…” Söylemesi ne kadar da kolay diye düşündü Ömür. Yüreği kör bir bıçakla oyulurken, sesini çıkarmadan öylece durarak güçlü olmayı nasıl başaracaktı? “Her şeyi içime atıyorum. İstediğim gibi ağlayamıyorum bile. O üzülecek diye çıkaramıyorum sesimi. Cam kırıklarıyla dolu her bir yanım… Çıkartamadığım gibi, yok da sayamıyorum. Varlığı her geçen gün ruhuma kazınırken acıların, sessiz çığlıklarımda boğuluyorum...” “Hadi gel benimle.” Elinden tutulup götürülmeye çalışıldığını, bahçeden çıkmadan kavrayabilmişti. Elini hızla Özgür'ün elinden kurtarırken, soru dolu bakışlarını ona yöneltti. “Nereye? Gönül evde yalnız her an uyanabilir.” “Erken döneceğiz söz veriyorum. Seni bir yere götürmek istiyorum sadece.'' Ömür, tereddütte kalsa da başını peki dercesine salladı. Arabaya bindiklerinde, Ömür biraz rahatsız olsa da belli etmemeye çalıştı. Alışkın değildi ve alışabileceğini de sanmıyordu. Sessizlik içinde geçen yarım saatin ardından dar bir patikaya girmeleriyle geldiklerini anlamıştı. Gece olduğundan yolları seçemiyordu. Karanlıkta olsa karartıları seçebilmeye başladığında, geldikleri yerin bir uçurum kenarı olduğunu fark etti. Arabanın durmasıyla, gözlerini Özgür'e kilitledi. Fakat Özgür cevap vermeden arabadan inince kendisi de peşinden inmek zorunda kalmıştı. Uçurumun biraz gerisinde öylece duruyorlardı ve bu Ömür'ü biraz geriyordu. Adamın koluna dokunup kendisine bakmasını sağladıktan sonra konuştu. “Neresi burası? Neden getirdin beni buraya?” “Ruhundaki yarayı iyileştirmen için. Burası senin özgürlüğün Ömür. Burada çıkar kırıklarını. Burada aç ruhunu tüm çıplaklığıyla. Acılarını buraya göm. Fırlat uçurumdan yalnızlığını… Ve sonra sar umudunla. Anlat işte Ömür, dök sancılarını. Çığlık çığlığa akıt ruhundaki irini.” Ömür, kalbinin her geçen an daha fazla sıkışmaya başladığını hissediyor ve buna engel olamıyordu. Gözlerinin yanması, boğazının düğüm düğüm olması engel değildi ruhunu açmasına. Uçuruma çevirdi bakışlarını. Yüreğinin en derininden bir haykırış koptu. Bu haykırış tüm acısını, tüm çaresizliğini yansıtıyordu. Yangın gibi yakıp kavururken içini, söküp atmak da bir o kadar yanmaktı. Cayır cayır yanıyordu ruhu. Haykırışı her geçen an daha da büyürken, çığlıklarının ardında bıraktığı boşluğun dinginliğini hissetti. Yere çöktü sonra. Hıçkırıkları dur durak bilmiyor, sesi olabildiğince gür çıkıyordu. O gürlüğün ses tonu olmadığını anlayacak kadar kendindeydi. Acısının çokluğundandı sesini kaybetmeyişi… Bir süre sonra bitkin düştü. Ağzını açmaya bile hali kalmadığında, ruhundaki tüm umutsuzluk kirlerini attığını biliyordu Ömür. Yeniden doğmuş gibi değil de, yeniden başlamış gibi hissediyordu. Kalan son gücüyle ayağa kalktı. Geldiklerinden beri kendisine hiç karışmayan adama doğru attı adımlarını. Acısını en saf haliyle görmüş olan adama yaklaştı. Yaklaştı ve bir adım sonra yanındaydı. Gözlerini, zümrüde benzettiği yeşillere dikti. Gecenin karası bile gizleyememişti rengini. Siyaha karışmadan, tek olmuştu. Gecede kaybolmamıştı... Yakışır mıydı o yeşillere kendi siyahına bakmak? O siyaha bulanmak? “Bitti mi?” Diye soran adama, bitti diye cevap verdi. Cevabına rağmen gitmek için tek bir adım atmamışlardı. Ömür, bakışlarını bir an olsun ayırmadan yeşillere bularken gözlerini, hissettiğinin hayranlık olmadığını anladı. Çok daha farklı bir duyguyu misafir ederken yüreği, ne olduğunu çözemedi. İçinde hissettiği dinginlik, huzur daha önce hissetmediği bir şeydi. Huzurun kelime anlamını bile bilmezken hissetmesi tuhaftı. Birbirlerine öylece bakarken ne kadar zaman geçti bilmiyordu Ömür. Adamın eli yüzüne dokunduğunda geri çekilmedi. Yüzünde dolanan parmaklar, gözlerini kapatmasına sebep oldu. “Gölgeni geride bıraktın. Yarın senin elinde…” “Yarın bizim elimizde…” Diye tamamladı Ömür. ** Ömür, kendisine verilen broşürlere bakarken gülümsemesine engel olamadı. Umutlu Bir Ömür adlı etkinliğin ilanını bu küçük kâğıtlar yapıyordu. Menekşe rengi ağırlıklı olan broşür, uçan bir kuş deseniyle oldukça güzel görünüyordu. İçeriğine baktı, gözlerini desenlerden alabildiğinde. Fidan zamanı! Gelecek için sevgi tohumlarınızı hazırlayın. Yüreklere ekeceğiniz fidanlar, yarına umut olacak... Engelliler için düzenlenmiş olan Umutlu Bir Ömür adlı etkinliğimize tüm halkımız davetlidir. Sevgi en güzel yatırım. Gelin ve sevginizi geleceğe yatırın… Unutmayın yarınlar bizim elimizde. Yarınlar için bir fidan dikin. Sevginizle sulayın onları... Merhametiniz toprakları, ilginiz güneşleri olsun. Onlara yarın olun... Ömür, dün gece Özgür'den duyduklarının hemen hemen aynısını elinde tuttuğu kâğıtta okuyunca şaşırdı. Sanki unutturmamak için tekrar çıkmıştı bu söz karşısına. Unutması mümkünmüş gibi... Bu etkinliğe gidecekti. Onları görmek her ne kadar acıtsa da yüreğini, vicdanı ağır basmayacaktı. Sevgisini sunacaktı onlara ayrım yapmadan. Bir gün bile olsa o hissi tattıracaktı küçücük yüreklere. Umut Hoca’sının bu kadar ince düşünceli olmasına şaşırmamıştı. Şefkat dolu yüreğini her zaman hissetmişti Ömür. Ve bu yaptığıyla daha fazla yükselmişti gözünde. “Umutlu Bir Ömür’e geliyorsun değil mi?” Duyduğu sesle başını broşürden kaldırdı. Işıl ışıl olan gözlerini dikti hocasına. Eskiden olsa kendime faydam yokken başkalarına nasıl olur diye düşünüp gitmezdi. Dün içinde biriken tüm kirleri akıttıktan sonra daha farklı bakabiliyordu hayata. Umudun ne olduğunu yeni anlıyordu belki de... Yeni kavrıyordu gelecekten korkmamak gerektiğini. “Geliyorum hocam.” Dedi bakışlarında hiçbir değişiklik olmadan. Kahverenginin en koyu tonunu taşıyan gözleri parıldarken, Umut'un bunu fark etmemesi elbette imkânsızdı. “Sende bir şeyler var.”  Bu bir soru değil, tespitti. Farklılığı öylesine açıktı ki... Ömür gülümseyerek onayladı hocasını. Evet bir şey vardı, hem yüreğine hem geleceğine dokunmuş bir şey… Ruhundaki tüm kiri pası temizlemiş, geleceğe umutla bakmasına sebep olmuş bir şey… “Evet.” Dedi hafif tebessüm ederek. Utanarak bakışlarını kaçırdı. Utangaçlığı, içindekileri böylesine belli ettiğindendi. Açık bir kitap gibi okunmak rahatsız ediciydi ama okuyan herhangi biri değildi. Bu yüzden rahatsız olmuyordu ama bu durum utanmasına engel değildi. Dün geceden sonra anlamlandıramadığı hislerle boğuşmuştu. Tarif edemediği bir duygu serpilmişti yüreğine, nasıl olduğunu bilmeden. Minnet duygusunu en üst seviyede yaşarken, hissettiklerinin o seviyeden de üstün olduğunu anlayabiliyordu. Bilmediğinden açıklayamıyordu kendisine olanı. “Anlatacak mısın?”  Umut Hoca’nın sesi, kendi sesinin düzlüğünün aksine titrek çıkmıştı. “Ben bile bilmiyorken size nasıl anlatayım… Ne olduğunu bilmiyorum ama farklı hissediyorum. Güneş bugün benim için doğmuş diyemesem de benim için de doğmuş diyebiliyorum artık. Kendime acımayı bıraktım, yarını bekliyorum.” Ömür, hocasının şaşkınlığının farkında olsa da başka bir şey söylemedi. Kendine olanları anlatamayacak kadar bilgisizdi. Hocasının yanından ayrılıp dersliğe girdi. Sınıfın kapısında içeriye bir göz attıktan sonra adımlarını uzun zamandır konuşmadığı arkadaşlarının olduğu tarafa doğru attı. Kendisine çevrilen bakışlardan rahatsız olsa da umursamamaya gayret etti. Üzerindeki çekingenliği artık atması gerekiyordu. Birinci sınıftan itibaren aynı sınıfta olsalar da fazla muhabbeti olmamıştı kimseyle. İlk zamanlar garip karşılansa da durumu zaman içinde yok sayılmaya başlanmıştı. Sebep olduğu bu kanıyı değiştirecek, umut dolu bir Ömür sunacaktı herkese. Nereye oturacağına karar veremiyormuş gibi bir süre bakındıktan sonra, Yasemin'in yanının boş olduğunu görerek oraya doğru ilerledi. Kendisine çevrilen bakışların farkında, gerilmemeye çalışarak oturdu sıraya. “Rahatsız etmiyorumdur umarım.” Dedi varla yok arası çıkan sesiyle. Bir şeyleri aşması gerekiyordu artık. Umudunu eski düzeninin üzerine kurup da yıkılmasını bekleyemezdi. Yarını istiyorsa, bugününü onarmalıydı. Bugün, yarına gidecek köprüyken, korkulardan kuramazdı yaşamını. “Hayır, tabi ki. İyi ki yanıma oturdun. Sıkılıyordum bende.” “Bu dersten sıkılıyor olamazsın.” Dedi Ömür, gülümsemesini bastırmaya çalışarak. Elbette sıkılacağını biliyordu. Sıkılmaması tuhaf olurdu. “Sadece kitap okumakla ders işlenir mi? Bizde okuruz sonuçta derse gelmeye ne gerek var o zaman! Söyleyince de haksız oluyoruz.” Yasemin'in sitem dolu sesi bir kez daha güldürürken Ömür'ü içinde barınan tüm endişelerin, korkuların buhar olup uçtuğunu hissedebiliyordu. Hayattan, yaşamdan keyif almak nasıl bir şeymiş yeni öğreniyordu. Endişeler, korkular olmadan yaşamak istiyor, nefesiyle birlikte yepyeni bir yarın diliyordu tüm kalbiyle. “Sevgilim.” Diyen sese çevirdiğinde bakışlarını, daha önce birçok kez gördüğü fakat ismini bilmediği bir çocuktu yanlarına gelen. Yasemin'in az önce asılan yüzü aydınlanırken, değişimine şaşkınlıkla baktı Ömür. “Çıkışta bir şeyler yapalım mı diye sormak için geldim.” Diyen çocuktan bakışlarını ayırıp önüne sabitledi. Yasemin'i sırf gelişiyle bile mutlu edebildiğine göre diğer insanlardan farklı olmalıydı Yasemin için. “Olur. Ders başlayacak şimdi hadi git sen.” Adamın uzaklaşmasıyla Yasemin'in iç çekmesi bir oldu. Ömür, şahit olduğu bu manzaraya nasıl bir anlam yükleyeceğini bilmeden öylece bakıyordu. “Niye öyle bakıyorsun?” Dediğinde Yasemin, utanarak bakışlarını kaçırdı Ömür. Sevgilinin anlamını bilecek yaşta olmasına rağmen nasıl bir şey olduğunu bilmediğini söylemek istemedi. Ömür'ün hissettiği tek aşk müzikti... Parmak uçlarıyla dokunurdu sevdiğine ve duyduğu seste kaybederdi kendini. Bir ömür bulunmamaya razı olurdu. Gerçek aşk da böyle bir şey miydi? “Sadece... Aşkın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyordum.” Dedi dürüstçe. Nasıl hissettiğini bilmek istiyordu. Âşık olunca insan nasıl hissederdi kendini? Kanından olmayan birini nasıl ölesiye sevebilirdi? Kalbini, hayatını, ruhunu nasıl olur da bir yabancıyla paylaşabilirdi? “Aşkı tanımlamak zor. Öylesine güzel bir duyguyu kelimelere dökmek neredeyse imkânsız. Aşkı anlatamam belki ama hissettirdiklerini anlatabilirim. Âşık olunca insan, hayata çok farklı bakar. Her şey mutluluğa sebep… Aslında fazlasıyla klasik olsa da karnında kelebekler uçuşuyor diyebilirim. Bambaşka hissediyorsun onun yanında. O yanındayken hiçbir şeyden korkmuyor, yarına umutla bakabiliyorsun.” ** “Sana okuman için kitap getirdim.” Diyen adama bakarken, yüzüne yayılan gülümsemeyi fark ettirmemeye çalıştı. Terapiye başlayacaklardı birazdan ve kardeşinin tekrar acılar içinde kıvranacağını düşünmek silmeye yetmişti yüzündeki gülümsemeyi. Çıktığı bulutlardan düşmese de asılı kalmıştı. Mutluluğu tam olmayacaktı belki hiçbir zaman ama mutsuz da olmayacaktı artık. Bunun için elinden geleni yapacaktı. Yaşayacakları her şey gelecek içindi. Yarın için, yarına beraber yürümek için dayanmak zorundaydı. “Başlayalım mı artık?” Ömür, yapması gerekeni yaparak kardeşinin yanına oturdu. Ellerini avuçları arasına alarak dudaklarına götürdü ve bir öpücük bıraktı ardından avuçları arasına alarak sıktı. Tüm gücü avucundaki elmiş gibi ona dayanıyordu. “En çok neden korkuyorsun?” “Ateşten.” Diye cevapladı Ömür bir anda. Özgür'ün bakışlarından susması gerektiğini anlayarak yerine sindi. “Kuşlardan korkar mısın?” “Hayır, onlar çok güzeller.” “En çok hangi kuşu seviyorsun?” “Bilmem ki hepsi çok güzeller ama en güzelleri papağanlar. Konuşabiliyorlar.” “Evet, çok güzeller. Peki, sana zarar verdiklerini düşünsen sevmeye devam eder misin?”  Özgür’ün cümlesiyle Gönül’ün bakışları kararmış ve, “Hayır, bana zarar veremez, izin vermem!” demiş bir an sonra ise, bakışlarındaki karanlık dağılmış eski haline dönmüştü. “Severim, bana zarar verseler de severim.” Demişti, hiç tereddüt etmeden. İçindeki iyilikle konuşmuştu kardeşi, biliyordu Ömür. Bu görüntüye daha fazla dayanamayacağını anlayınca ıslak gözlerini yere indirdi Ömür. Ama sonra, kendi can acısını hiçe sayarak Gönül'e ellerini uzattı. Ama görmüyordu ki küçüğü... Bambaşka bir hayal dünyası kurmuşken kendine, gerçeği fark ettiremiyordu. Gönül, “Lanetliyim ben…” dedikten sonra Ömür’ün kolları arasından çıkmak istemiş fakat Ömür bırakmamıştı. Kolları arasından çıkmak için çırpınan kardeşine daha çok sarıldı ve tekrar konuştu. “Sana bir şey olmayacak… İyileşeceksin…” Bağırarak söylediği sözler Gönül’ü sakinleştirmişti. Kollarında çırpınmaktan vazgeçmiş öylece duruyordu. Saçlarını öperek kendine bastırdı bedenini. İyi olduğunu fısıldadı sürekli. Kardeşi hep iyi olacaktı. Özgür'ün ayağa kalkıp mutfağa gittiğini görünce peşinden gitmek istese de gitmedi Ömür. Kardeşini birkaç dakika da olsa bırakmak istemiyordu. Özgür'de hemen geri dönmüştü zaten elinde bir bardak suyla. “Gönül bunları iç tamam mı?” Ömür, Özgür'ün elinde duran ilaçları görünce yüzünü buruşturdu. Kardeşinin iyi olması için mecburdu içirmeye. Özgür'ün elindeki ilaçları alıp teker teker içirdi Gönül'e. İlaçlardan sonra kardeşinin içini burkan sessizliğine dayanamadı Gönül. “Seninle yarın gezmeye gidelim mi nefesim?” “Olur.” “Nereye gideceğimizi sormayacak mısın?” diye sordu, Ömür. “Söylesen de bilmem ki...” Ömür, ıslanan gözlerini kaçırdı kardeşinden. Acısını asla ona göstermeyecekti. Cehennem ateşinde yansa da belli etmeyecekti hiçbir yarasını. Üzmeyecekti bir an bile olsa. “Şarkı söyler misiniz Ömür Hanım? Sesinizin çok güzel olduğunu duydum. Gönül'ün de dinlemek istediğine eminim.” Ömür, utansa da başını salladı. Kardeşine şarkı söylemeyi hep çok sevmişti ama az önce olanlardan sonra şarkı söylemek istemiyordu. Şarkının sırası olmadığının farkında değil miydi? Hem neden bir şey söylemiyordu bu adam? Önce neden böyle yaptığını anlaması gerekiyordu bu yüzden istemeyerek de olsa ayağa kalktı mutfağı işaret ederek oraya gelmesini istedi doktordan. Başka zaman olsa böyle bir şey yapabileceğini sanmıyordu ama dünden sonra bazı şeyler değişmişti. Bu kadarına hakkı vardı gözünde. “Anlayamıyorum… Neden böyle yaptınız ve neden sanki hiç olmamış gibi davranıyorsunuz?” diye sordu, peşinden gelen Özgür’e. “Sen sürekli işime karışacak mısın?” Ömür, normal bir şekilde sorduğu soruya böyle bir cevap almayı beklemiyordu. “Eğer işiniz kardeşimse karışırım.” “Anlatsam anlayacak mısın peki?” Aldığı her cevap karşısında biraz daha sinirleniyordu. Anlayacak mısın da ne demekti? Resmen aptal yerine koyuyordu bu adam kendisini. Güzel, açıklayıcı bir şekilde anlatsa anlardı elbette. Kardeşine ne yaptığını bilmek istemesinden doğal ne olabilirdi. “Anlatan siz olunca biraz zor olacak ama anlayacağımdan eminim.” Verdiği cevap karşısında Özgür'ün yüzünün aldığı şekle kahkahalarla gülebilirdi ama tuttu kendini. Aşağılama dediğin böyle olurdu. Adam böyle yapmasa asla böyle bir terbiyesizlik yapmazdı ama o kaşınmıştı. “Gönül’ün ruhu ikiye bölünmüş durumda. Bundan sonra elimizden geldiği kadarıyla onun yanında olduğumuzu, onu önemsediğimizi hissettireceğiz. Bize güvenmesi için, en önemlisi de iyileşmek istemesi için bu şart... Yarından korkarak yaşayamayacağını anladığını sanıyordum.” Ömür ağzı açık bir şekilde dinledi doktoru. Anlamakta zorlanmıştı gerçekten. Nasıl böylesine karmaşık olabiliyordu? Allah'ın belası bir hastalık nasıl bu denli çetrefilli olabiliyordu? “Korkmuyorum.” Diye fısıldadı. Özgür'ün kendisine inanmayan bakışlarını görünce devam etme ihtiyacı hissetti. “Yarın tek başına ne sizin elinizde ne de benim. Yarın ikimizin elinde. Sizin bilginiz ve benim sevgim yarına taşıyacak bizi.” Diye bitirdi cümlesini. Özgür'ün yanından geçip gittiğini fark ettiğinde kendisi de peşine takıldı. Beynini allak bullak eden düşünceleri bir kenara bırakarak kardeşine odaklandı. Bıraktığı gibi oturuyordu küçüğü. Yanına oturdu az önceki gibi. Ve Özgür'ün isteğini hatırlayarak bir şarkı söylemeye başladı. ** Sabah uyandığında yataktan doğruldu. Gönül'e baktığında daha uyanmadığını görünce her zaman yaptığı gibi kalkmadı hemen. Başını ellerine yaslayarak tavana dikti gözlerini. Yorgundu Ömür. Bedeni yorgun, aklı yorgun, ruhu yorgundu... Dökülüyordu her yeri parça parça. Umuduna sarınmış gibi sardı battaniyeyi vücuduna. Aşkı düşündü sonra. Kalbini ele geçiren bu hissi bulamıyordu. Bulmak da istemiyordu doğrusu. Nedenleri vardı. Sevmek istemiyordu kimseyi, kardeşinden başka. Varlığını ona adayabilir miydi sorgusuz sualsiz? Yorulurdu insan sevmekten biliyordu Ömür. Kaç gece annesinin ağlayışlarına şahit olmuştu hatırlamıyordu. Mutluluk getirmeyen bir duyguya nasıl kapılarını açardı? Nasıl izin verirdi? Hayranlık olarak kalacaktı aklında. Böyle düşünmeye zorladı kendini, yüreğinde filizlendiğini bilmeden. Kardeşi iyileşmeden kendini düşünemezdi. Hiçbir şey düşünemezdi. Okulunu, hayallerini... Öncelik hep Gönül'de olacaktı. “Umudu bekletme. Yazan: Sevgiyi bekleyen yürekler.” Telefonuna gelen mesaj keyfinin yerine gelmesine sebep olmuştu. Bugün Umut'lu ömür günüydü. Sevgi ekilecekti yüreklere. Sevgiye hiçbir şeyin engel olamayacağını gösterme günüydü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD