ASİYE'NİN AĞZINDAN...
"Eğ! Kafanı eğ Asiye!"
Barış başımı boynumdan kavradığı an aşağı eğdi. Kurşun sesleri hâlâ devam ediyor ve çığlıklarımla birlikte karışık hâl alıyordu.
"Sakın kaldırma başını duydun mu!"
Ben, kendi sesimden başka ses bile duymazken, seni nasıl duyayım?
"Alo! Kapana sıkıştık! Ne sesine benziyor gevşek! O it yine çıktı karşıma! En yakın yerdeki adamları gönderin hemen! Lan Asiye yanımda, ağzımı bozdurtma bana!"
Kurşunların ardı arkası kesilmeden devam etmesiyle ağlamam şiddetlendi. Ömrüm boyunca ilk kez yaşadığım bu olay vücudumu kitleme noktasına getirmişti. Sanki her an birisi bedenime denk gelecekti.
"BİTSİN ARTIK!" diye bağırdım ellerimle kulaklarımı daha çok kapatarak.
Korkuyla yarışan panik atak halim el ele vermiş benimle dalga geçiyordu sanki.
Arada Barış'ın da ettiği küfürler kulağıma vuruyordu ama şu an odak noktam yalnızca kurşun seslerinin susmasıydı.
Neden bu yolda kimse yoktu? Ve niye saçma sapan, ıssız yollardan ilerliyorduk biz?
Ağlamaktan sümüklerimle gözyaşlarım birbirine karışmış durumdaydı. Başımı kaldırıp etrafa bakmaya cesaretim dahi yoktu. Barış ise benim aksime çok sakindi.
Tek derdi beni sakinleştirmeye çalışmaktı ama farkında değildi sanırım çünkü kurşunlarla dans ediyorduk!
"Sus bağırma tamam! Kulaklarımı tırmaladın, sus! Araba kurşun geçirmez merak etme!"
Sağol ya! İçim o kadar rahat ettiki, anlatamam!
"NE ZAMAN BİTECEK!" diye bağırdım.
"Of be! Amma güçlü sesin varmış kızım! Bizimkiler az sonra gelirler. Bak... Onların amacı seni korkutmak şu an, yani öldürmek değil. Muhtemelen evleneceğimizin haberini almış olmalılar."
Gördüğüm teselli şahane ötesiydi! Hele aldığım tebrik, daha da güzeldi! Sözlerine aldırış etmeden ağlamaya devam ettim.
"Annemi istiyorum!" dediğim an ağlamam kendiliğinden kesildi. Ben... Bu yaşıma gelmiş, bir kere bile ağzımdan anne isteğini dile vurmamış kızdım. İçten içe hep düşlerdim ama dilime asla dökülmezdi.
Zaten benimle aynı orantıda silah sesleri de kesildi.
Kafamı hafif kaldırıp Barış'a baktım. Tetikte duruyordu. Aşağı inecekte, ben olduğum için arabada kalmış gibiydi.
Ona baktığımı mı anladı bilmiyorum ama o da kafasını bana çevirip gözlerime baktı.
"Bizimkiler geldi, artık korkma!" dedi.
Yaşlarımla özdeşmiş saçlarımı küçük parmaklarımla geriye iterek kafamı tamamen kaldırmıştım ki tam önümüzdeki adamın beyninden içeri giren kurşunla çığlığı bastım.
Barış anında beni kendine çekerek "İşte bunu görmemen gerekiyordu." dedi.
O... O da neydi? Az önce gözlerimin önünde bir adam ö-öld... Kanım çekildi bedenimden ve artık benim kontrolümden çıkmıştı.
"Bir şey yok tamam! Sen yanlış gördün! Yanlış gördün Asiye! Adamın kafasına şey girdi... Şey... Ok girdi ya! Bizim adamlardan birisi ok fırlattı, hafif kafası kanadı. Şimdi zaten hastaneye götürüyorlar."
Bende salağım, yedim bunu! Kocaman adamın kafasına atılan okla yere düşmesi harika bahaneydi. Küçücük demir parçasının akıttığı kanlara bakılacak olursa baya sağlam yapılmıştı!
Arabanın kapısı açıldı. "Barış!" diyildi. Telaşlı ses, düşman olmadığını Barış'ın rahat duruşundan belli etmişti.
"İyi misin abi?"
Hem telaşlı hem de korku doluydu tınısı.
"Ben iyiyim de..." dedi. Devamında gözleriyle kollarının arasında olan beni gösterdiğini tahmin edebiliyordum. Kafamı kaldıracak cesaretim yoktu.
"Ha! C*s*di kaldırdık yenge, rahat olabilirsin!"
Açıklama şahaneydi! Bunlardaki rahatlıktan istiyordum!
"Senin dilinin yayına...Kerem tamam mı! Kaybol lan!"
"Ne dedim abi?"
"Kaybol!"
***
Ormanın içindeki Barışlar'a ait olunduğu söylenen küçük eve gittik. Ellerim olayın şokuyla hâlâ titriyordu.
Omuzlarıma örtülen battaniye dahi titrememi durdurmuş değildi.
"Yenge çay iç, sen seversin çayı."
Önüme koyulan bardağa donuk gözlerle baktım. Zamansız yapılan espri ya da yersiz belirtilen ufak detaylar insanların şok anlarında pekte eğlenceli olmuyordu.
"Lan oğlum, kaybol şuradan!" dedi Barış. Sesi kısık ve dişlerinin arasından uyarıcı içerikte çıkmıştı.
"Ne abi, yenge Karadenizli değil mi? Çay sever diye çay getirdim."
"Kerem kaybol!"
Söylenerek ortamı terk eden Kerem'den sonra Barış'la baş başa kalmıştık.
Yaşanan olay aklıma geldikçe tüylerim ürperiyordu.
"Asiye tamam artık, bak geçti."
Geçmiş olsaydı böyle olur muydum? Üzgünüm Barış Kaya! Anladığım kadarıyla sen bu durumlara alışıksın ama ben ziyadesiyle hiç değilim!
"Kimseye bir şey olmadı, ikimizde buradayız!" diyince yüzüne baktım.
"A-adam ö-öldü!" dedim titreyen çenem eşliğinde.
Eliyle alnını sıvazlayarak yere baktı. Tekrar kaldırarak "Bunu görmeni ben de istemezdim ama oldu bir kere." dedi.
Bu kadar kolay mıydı? Açıklaması bu kadar kolay mıydı? Ya bir can *ldürüldü orda ve ben bunu kendi gözlerimle gördüm.
"O-Oldu derken? Haklı mı görüyorsun kendini?"
Kollarını dizlerinin üstüne yerleştirerek ciddiyete bürüdü bakışlarını.
"Kimse ama kimse!" dedi kaşlarını çatarak.
"Nişanlımın yanında, aleni şekilde beni nişanlımla tehdit edemez! Ayrıca vuran adam polise teslim oldu ve emin ol, polislerinde haberi var."
Soğuk sesi aramızdaki mesafeyi iyice açıyordu. Demek bu yüzden uzak okul fikrine karşı çıkmıştı. Düşmanlarımız çok bu yüzden demişti.
Benden öncede varlarmış ve benden sonra da var olmaya devam edecek gibi gözüküyorlar.
Battaniyeyi daha sıkı kavrayarak iç çekişlerimi düzene sokmaya gayret gösteriyordum.
"İçeri geçelim mi? Bahçe biraz soğuk, sen de üşüyorsun."
"Beni evime götür." diyebildim sadece. Tek güvendiğim yer, Rasim amcanın yanıydı.
"Ortalık biraz yatışsın, sonra gidicez tamam mı?"
Ağlayarak "Gitmek istiyorum." dedim.
Sükutu kendine mesken edinmiş bakışlarını yüzümde gezdirdi bir süre. Anlaşılan o ki dediklerimi icraate dökecek zaman değildi.
"Sakinleştirici ister misin?" diyebildi sadece.
"Hayır, sadece evime gitmek istiyorum!" dedim ağlamaya devam ederek.
"Gidicez dedim ben de dimi! Niye laftan anlamıyorsun sen? Sadece bir kaç saat dayan diyorum. Sonra zaten kendim götürüceğim seni."
Battaniye ellerimden kayıp düşerken sessiz yaşlarım yerini uzun ve gürültülü bağırışlarla hüküm süren ağlamaya bıraktı.
"A-Asiye! Sakin ol artık tamam! Bak burada kimse yok, ben varım. Kimse de gelemez."
Kapalı gözlerimi açtığımda önümde diz çökmüş vaziyette durmuş, bana dert anlatmaya çalışan Barış gördüm. Sustum...
"Kapıda onlarca koruma var ve hepsi seni koruyor tamam mı?" dedi üstüne.
Yerdeki battaniyeyi tekrar omuzlarıma örterek "Bir kaç dakikalığına dışarı çıksam sorun olur mu?" dedi.
Kafamı 'hayır' anlamında salladım.
***
BARIŞ'IN AĞZINDAN...
Yok yere korkan kadını sakinleştirmek epey zor olmuştu. Haklıydı abi! Gözlerinin önünde adam vurulmuştu ve tesirinde kalmıştı.
Düşmanın sessizliğinden bi b.klar karıştırdığını seziyordum ama kadını hedef alacak kadar aşağılık olabileceklerini tahmin etmiyordum. İyice sıkıştığımı hissediyordum. Zamanın geriye sarılan her anında sürpriz yumurta misali önüme engel sokan o iti ne babam ne de ben bulamamıştık. Şüphelendiklerimiz vardı ama emin olmadan atılan adım, bizi çıkmaz sokaklara sokabilirdi.
Aklım Asiye'de, adımlarım önde ilerledim. Kapıya çıkınca son kez baktım ona. Hâlâ korkudan titriyordu.
Usulca araladım ve Kerem'i çağırdım.
"Kimin adamı Kerem!" dedim.
"Bilmiyorum abi. Araştırma yapıyoruz ama tek iz yok."
Dişlerimi kırma derecesinde sıkıyordum. Parmak boğumlarım ise bembeyaz olmuştu.
"Bu sefer çizmeyi aştı! Karım olacak kadına uzanan elleri kırmazsam şerefsizim! Açık illaki vardır, ne yapın ne edin bulun artık!"
"İnşallah Barış." dedi Kerem. Onunda pek umudu yoktu ama çabalıyordu işte..
"Abi..." dedi Kerem.
"Yenge nasıl oldu? Çok korkmuş gözüküyordu."
"İyi değil. Harika ayarladığınız zamanlamayla kızın gözlerinin önünde adamı vurdunuz!"
"Benim suçum ne Barış? Herkese kurşun, sana papatya mı deseydim şerefsize?"
"Uyarabilirdin! Gördü kız, iki saattir içeride ağlıyor. Alnına ok girdi, çıkaracaklar dedim ama yemedi!"
Kerem'in kahkahası kulaklarıma ulaştığında gerginliğim kat kat arttı. Saçma olduğunu ben de biliyorum ama saf bir şeye benzediğinden yer diye düşünmüştüm.
"Buna 5 yaşındaki çocuk bile inanmaz Barış."
"Gülme! Gülme oğlum! Ne bileyim ben, kaçtı işte ağzımdan. Neyse... İçeri geçiyorum Kerem. Korumalar gözlerini dört açsın. Bir kaç saate götüreceğim seni dedim Asiye'ye ama anlaşılan o ki geceyi burda geçireceğiz."
"Öyle gözüküyor Barış."
Kerem gülüşünü yarıda keserek derin nefes eşliğinde ileriye doğru baktı. Gecemiz uzun olacaktı sanırım. Burada güvendeydik fakat Asiye'yi Rasim amcalara yollayamazdım. İtlerin sonraki hamlesini tahmin etmek mümkün değildi. Yanımda olması, gözetimim altında olması çok daha mantıklı ve sağlıklıydı.
İçeri geçtiğimde Asiye'ye baktım hemen. Sanki titremesi biraz durmuş ve durgunlaşmıştı.
Kapıyı kapatınca bana ufak göz temasında bulunarak önündeki boşluğa dalmaya devam etti.
İlerledim, sandalyeme geri oturdum. İçeri geçmemiz için nasıl ikna edeceğimi bilmiyordum fakat hava daha fazla soğumadan inadını kırmam gerekiyordu.
"Eve girelim mi?" dedim.
"İstemiyorum." dedi.
"İnat yapmanın ikimize de faydası yok. Hava çok soğuk Asiye. Hadi içeri geçelim."
"Zaten az sonra evime gidicem." dedi. Of! Of Asiye!
"Uzaktan bizi izliyor olabilirler. Eve girelim, görmesinler." dedim.
Büyük gözleri korkunca daha da büyük hâle ulaşmıştı. Telaşlı bakışlarla her tarafına baktı. Sağına, soluna, uzaklara, karşıdaki dağlara... Gözünün görebildiği her yeri kontrol altına almak istedi.
"Kim bunlar?" dedi. Kim olduklarını bilsem... Ah bir bilsem...
"Bilmiyorum ama bulacağım." dedim.
"K-Korumalar çoklar dimi?"
"Çoklar." dedim.
"Hatta için rahat edecekse eğer 10-15 tane daha adam koyabilirim."
Çakır harelerini dört yana döndürdü. Burnunu yukarı çekip "Olur mu ki öyle?" dedi.
Saflığı yüzünün aldığı şekilden kendini midyenin içinde saklanmış inci gibi belli ediyordu. Dikkatli bakan görüyor, düz bakan ise derin sulara geri bırakıyordu...
"Sen istersen eğer tek telefonla hallederim. Yani için rahat edecekse."
"O-Olur." dedi.
Yanından ayrılmadan Kerem'i arayarak koruma sayılarını çoğaltmasını istedim.
Telefonu kapattıktan sonra "Az sonra gelirler." diye açıklama yaptım ki içi rahat etsin.
"Hı hı!" dedi.
Sanki üstüne yapışmış korku daha az belirtilerde seyrediyordu. Önündeki çayı alarak bir yudum içti.
"Soğumuş..." dedi buruk tebessümle.
"Tazelettireyim mi?"
"Yok."
Gözlerini tam gözlerimin içine sabitledi. "Şey..." dedi. Takılmadan söylese mutlu olurdum yoksa çakırlarının büyüsüne kapılacaktım.
"Ben çok acıktım."
Aferin sana Barış! Sana harbiden aferin! Kız söylemese gün boyu aç acına bırakacak, üstüne yatıracaktın birde!
"Tamamen unutmuşum. Şimdi bizim ablaya derim hemen bir şeyler hazırlar. Özel istediğin var mı?"
"Yok." dedi.
El kol hareketlerimle ötede bize bakan ablaya yemek hazırlamasını söyledim. Neyseki tüm çalışanlarım dilimden anlıyordu.
"Barış..."
Sesinin tonundan anladığım çırpınış arabada yarım kalan konunun devamı olduğunu bas bas bağırıyordu. Belki ikna etme şansım olurdu ama yaşanan olaydan sonra sıfıra inmiştim.
"Buyur." dedim.
"Ben... Şey... Ben bu şartlar altında seninle evlenemem."
Hakkın var diyemedim. Deseydim yüz bulur, anında atardı yüzüğü.
"Sonra konuşalım mı? Yaşadıklarının etkisi altında kaldın."
"Sonrası falan yok. Be-..."
"Sonra dedim Asiye! Israra devam edersen seni yolun ortasına sallar, açık hedef haline getiririm!"
Sustu. Üstündeki örtüyü daha sıkı kavrayan bileklerinde, sadece kendisine ait olduğunu düşündüğüm ince, altın bilezik vardı.
"Kapıya kadar gelmişler midir ki? Benim peşimdeler dimi?"
Konuyu unutsun, kafası dağılsın diye "Evet, senin peşindeler Asiye." dedim.
Örtü bu sefer yalnızca omuzlarını değil, komple vücudunu örttü. Ayağa kalkarak "İçeri geçelim! Madem benim peşimdeler, neden ısrarla burada tutuyorsun? Çabuk içeri geçelim!" dedi.
Dalga geçtiğimi bir bilse... Ama istemsizce hoşuma da gidiyordu. Öylesine temiz kalpliydi ki... Biraz daha eğlence fena olmazdı.
"Koş koş! Mızraklar gelmeden koş!" dedim.