ASİYE'NİN AĞZINDAN...
Salak Asiye! Sabaha kadar kesintisiz uyumuşsun, salak!
Gözlerimi araladığımda gün çoktan aymış, akrep 12'ye vuruyordu. Yuh, 12 mi! 12'ye kadar uyuyacak yorgunluğu bedenimde nasıl biriktirmişim?
Yattığım koltuktan hızlıca ayağa kalktım. Salona yerleştirilen koskoca aynayı bugün farketmem dışında hiçbir sorun yoktu.
Üstüm, saçım, duruşum... Elime süpürge verseler cadı niyetine gökyüzünde uçuş sergilerdim, o derece!
"Uyandın mı?"
Ay hayır! Bu halimle beni görme Barış!
"Şey..." dedim irkilerek. Pat diye yanıma damlayınca korkmam normaldi.
Başımdaki tokayı hızlıca çözüp saçlarımı toplamaya çalıştım ama bir türlü beceremiyordum. Stresime dayanamayan toka, kopup yere düştüğünde alt dudağımı ısırdım ve ellerimi önümde bağladım.
"Babam bizi bekliyor. Vakit kaybetmeden çıkmamız lazım."
"T-Tamam." dedim. Daha bir şey demedi. Bahçeye çıktı. Çıktığı an kendime bir sürü küfür ettim. Adam saçma sapan hareketlerimi sorgulama girişiminde dahi bulunmuyordu.
Tokayı yerden alıp iki ucunu düğüm etmeye çalıştım ama olmuyordu. Olsa şaşardım!
Mecbur salık kalacaktı saçım.
Koştur koştur yukarıdaki lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım ve bahçeye çıktım. Barış sandalyede oturmuş, derin düşünceler eşliğinde sigaranın dumanını içine çekiyordu.
Beni gördü, anlık baktı ama siyah hareleri geri dönüş yaptı.
"Niye bağlamadın saçlarını?" dedi.
"Tokam koptu."
"İyi!"
Gözlerini geri kapatarak ayaklarını masanın üstüne uzattı. Dün yaşadığı stresin zerresi yoktu üzerinde.
"Şey..." dedim başım yerde.
"Ney?" dedi.
"Ben... Eve geri dönünce peşime düşerler mi?"
"Eve dönmeyeceksin! Hemen bugün, yıldırım nikahıyla evleneceğiz."
Rüzgarda uçuşan saçlarımla birlikte tam dizi havasına bürünmüştüm.
Sar zamanı geriye, hiç olmamış bu günlere... Rasim amcanın evinde yaşadığım öğretmen olacağım sevinçli saatlere...
Odamın kapısı açılsa, Gülten teyze naif sesiyle bana seslense. Ben de sanki annemmiş gibi naz yapsam ona, biraz yatakta kıpırdansam ama gıdıklamaya başlayınca kahkahalarla kalksam...
Ya da her gün yine Cihan'ı beklesem, her gün arkasından binbir türlü öfke kussam da, geldiği an içim yumuşasa ona karşı.
Nerden nereye evrilmişti hayatım...
Savruluyordum...
Rüzgar gülü olmuştum. Rüzgar nereden eserse o tarafa dönüyordum ve bu gidişatı durdurmak elimde değildi.
"Evlenmem!" dedim başımı kaldırarak.
"Artı seçenek yok." dedi sakince.
Sigarasını küllükte söndürdü. Paketiyle telefonunu cebine koyarak apar topar ayaklandı.
"Ne duruyorsun? Babam kapıda, bizi bekliyor."
Zaman dondu, dünya durdu, yaprak dahi kıpırdamadı.
Hayallerini kurduğum evliliğim oldu bittiye gelecekti, hemde iki günlük tanıdığım adamla. Kaçış yolu, kurtuluş kapısı arıyordu gözlerim umutsuzca. Umutsuzdu ama imkânsız değildi biliyorum.
"Asiye hadi!"
İstemeye istemeye peşinden gidip kapının önündeki büyük aracın içine bindim.
Barış'la babası hararetli tartışmalar eşliğinde konuşuyorlardı. Ben ise buz tutmuş ellerimi avuç içlerimde ısıtmaya çalışıyordum.
"Tamam baba! İstediğin oldu işte evleneceğim! Daha ne istiyorsun!"
"Memlekete geri dönelim. Orda tanıdık çok, daha sağlam koruma çevresi oluştururuz."
"Farketmez!"
Memleket mi? İstanbul'da büyümüş, burada öğretmen olmuş ve atanmıştım. Daha ilk okul günüme gidemeden şehrimi mi terk edecektim? Şimdilik ses çıkartmadım yoksa ikisinin de arasında kalırdım.
"Rasim'e her şeyi anlattım. Başta karşı çıktı, kızı geri verin dedi ama olayı komple dinleyince mecbur razı geldi."
Son umudum da alındı parmaklarımın arasından. Ve ben yine, yeniden kimsesiz kaldım. Kendimi tutmam, arabaya bindiğimden beri sıktığım bedenimi kontrol altına almam mümkün değildi.
Ellerimle yüzümü kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ağladıkça coşuyor, coştukça sinir krizi geçiriyordum. Bunlar bile bile beni ateşin içine sokmuşlar. Düşmanlarının varlığını bile bile çekinmeden, geri adım atmadan çemberin orta yerine koymuşlar. Etrafımda yanan alevlerden kaçmaya çalışsam elbisemin ucundan tutanlar oluyordu.
Ah Asiye... Nerden nereye Asiye...
"Kızım ağlama, korkacak bir şey yok. Memlekete dönünce daha el uzatamazlar bize."
Sanki onun için ağlıyordum. Fikirlerimi hiçe sayan, bugün evlenmek isteyip istemediğimi sorma tenezzülünde bile bulunmayan bencil insanların arasında benliğimi yitiriyordum. Senelerim çöp oluyordu adeta. Sabaha kadar çalıştığım, uykusuz kaldığım gecelerim boşa çıkıyordu. Bunlar beni öğretmenlik yapmaya da yollamazdı.
"Hepsi senin dayatmaların yüzünden Halis Ağa! Günahsız kızı pisliğimizin içine sen çektin! Şimdi de sakın sakinleştirmeye çalışma tamam mı!"
"Kes sesini Barış! Kızı niye telaşa veriyorsun? Evliliği kabul ettiğini söyleyen sendin!"
Son cümlenin ardından arabada yalnızca benim sessiz hıçkırıklarım yankılandı. Birisi de omzuma dokunup bana destek çıkmadı...
"Yeter! Yeter ağlama! Öfke beynimden çıkmak üzere, ağlayıp da beni dellendirme!" dedi Barış.
Bağırmam arttı. Bu seviyeden sonra içimi komple boşaltmadan beni daha da kimse susturamazdı.
"Sus kızım tamam! Güvendesin, korkmana lüzum yok!"
"Sanki korktuğundan mı ağlıyor? Kız 'Nereye düştüm ben?' diye yakınıyor Halis Ağa!"
Öyleydi ya... Nereye, kime, kimlere düştüm ben? Yavaş yaşama, sakin aile durumlarına alışıktım.
Rasim amcanın evinde yemekler, banyo günleri, alışveriş günleri, gezme günleri... Her şey ama her şey kurulu düzen üzerine ilerliyordu. Şimdi ise hepsi karmaşık hâl almıştı.
"Bak Asiye..." dediğinde Barış'ın ellerini dizlerimde hissettim. Yüzümün her yerine dağılan saçlarım, gözyaşlarımla birleşerek saçma sapan hâle sokmuştu beni.
Ellerimi yavaşça yüzümden aşağı indirdim. Burnumu yukarı çekerek kızardığını düşündüğüm gözlerimle Barış'a baktım.
"Zaten evlenecektik. Bunu ikimizde kabul etmiştik dimi?" dedi.
Evet, öyleydi ama pat diye olunca dengem şaştı.
"Ha 2 ay sonra, ha bugün, ne fark ediyor ki? Tamamen seni koruma amaçlı erkene çektik. Korkma, istemediğin hiçbir şey olmayacak tamam mı?"
Kafamı tamam anlamında sallayarak ağlamamı komple durdurdum. İç çekmelerim ise şimdilik devam etme durumundaydı.
"Nüfus cüzdanını Rasim getirecek. Güzel bir kahvaltının ardından günü almaya gideriz."
***
"Bizim şu ihale işi ne oldu baba?"
Konuştuklarından tek kelime dahi anlamıyordum. Rasim amcanın da ağzından sık sık aynı cümleleri işitiyordum ama onları da anlamazdım.
"Hallettim sayılır. Rasim'le de sözleşmeyi yeniledik." dediğinde göz ucuyla baktım Halis beye.
Çakır gözlerim, kahverengiyle çakıştı. Sanırım o da evliliği kabul etme nedenimi biliyordu.
Çekindim, çatalı masaya koyarak ellerimi dizlerimin üstüne koydum.
"Pekiyi bu itleri nasıl bulucaz? Ben böyle aleni olarak ne zamana kadar tehdit alacağım baba?"
"Çemberi daralttım. İzlerin peşinden gidiyoruz ama o saçma mektubu yırtmasaydın, rüzgarda uçup gitmeseydi polisler parmak izinden kolayca bulacaklardı benim akıllı oğlum!"
Ne mektubu? Dün mektup mu gelmişti? Yoksa... Yoksa o mektup yüzünden mi Barış iyice delirmiş, silahına davranmıştı?
Barış'a baktığımda o bana çoktan bakıyordu.
"Öfkemi kontrol edemedim." dedi bana bakmaya devam ederken. Sanki ben yazmış, ben göndermişim!
"Bundan sonra daha temkinli adım atmamız lazım. Nikah gizli kıyılacak. Yani kızın bizimle gelmesini Rasim ancak böyle kabul etti. Nikah olursa gelir dedi. Düğününüzüde o şerefsizi bulduktan sonra yapacağız. Ama..." dedi elindeki tesbihin tanelerini sıkarak.
"Bir şartı daha var, bunun içinde söz verdim. Düğün olmadan aynı odalarda kalmanıza asla müsaade etmiyor."
Bugün duyduğum en güzel haberdi. Üstüme yüklenen ağır yükün çeyreğini bir anda çekip aldılar omuzlarımdan. Sepetim hâlâ ağırdı ama yavaş yavaş eksileceğini umut ediyordum.
"Sıkıntı yok baba."
"Düğünden sonra çocuk müjdesini en kısa zamanda bekliyorum." dedi Halis Ağa.