BARIŞ'IN AĞZINDAN...
17 gündür Van'daydım. Tam tamına 17 gündür o itten iz arıyordum ama yok! İleri gelen aile büyükleriyle toplandık, fikir yürüttük, iş birliği yaptık fakat olmadı, olduramadık.
Ulaşabildiğimiz tek bilgi, o da aynı topraklardandı. Bana kalsa daha fazla zamanımı ayırır, çemberi daraltırdım ama babam, karımın yanına dönmemi uygun gördü.
Düşmanın açık kolladığı aşikârdı. Zaten günden güne Kerem'den bilgi alıyordum. Asiye sözümün dışına çıkmadan uslu uslu oturuyordu evde. Neyseki asi değildi yoksa işimiz çok daha zor olurdu.
Bugün aramadım Kerem'i. İstanbul'a ayak basmış, villaya varmama az kalmıştı. Kendi gözlerimle göreceğim diye gerek duymadım.
Eve yaklaştıkça kalp atışlarım hızlanıyordu. 17 gündür ne yüzünü gördüm ne de sesini duydum. Arada annemle konuşurken kaçamak gösteriyordu o kadar.
Bazen gülerken, bazen hüzünlü... Belki zamanını alırdı alışma süreci, belki de hiç alışamazdı bilemiyorum. Fakat durumu şimdilik iyi idare ettiği kesindi.
Kapılar açıldı, villaya giriş yaptık. Babam da benimle birlikteydi.
Anam geleceğimizi bilmiyordu. Hatta Kerem haricinde hiç kimse bilmiyordu. Sürpriz yapmak istemiştik.
Öğlen 12'ydi. Hafta sonuydu ve hafta sonları annem, kızlar tatilde diye 1'den aşağı kurmazdı kahvaltı sofrasını.
Muhtemelen şu an mutfakta telaş içinde koşturuyordu. Acaba direk oraya mı gitseydim? Belki Asiye'de anamın yanındadır.
"Hoşgeldiniz, hoşgeldiniz beyim..."
Korumalar babamı hoş beş ederken ben direk mutfağa yöneldim. Kafese sığmayan kalbimin sesiyle ilerliyordum. Asiye'yi görme heyecanıyla... 17 gün yetmişti bana...
Mutfaktan içeri girdim, umutla bakındım etrafa.
"Hii! Barış!"
Annem beni farketti ama ben Asiye'yi fark edemedim. Odasında mıydı?
Yanıma geldi, bağrına bastı.
"Oğlum!" dedi yüzümden öperek.
"Niye haber vermediniz oğlum?"
Hâlâ Asiye'yi arıyordum.
"Ana..." dedim. Benden uzaklaştı, gözlerime baktı.
"He oğlum, he Barış'ım? İstediğin mi vardır? Söyle, hemen yapsın anan sana."
"Yok! İstediğim yok..."
Annem omuzlarını dikleştirdi, çalışanlara göz ucuyla baktı. Babamın gücünden gelen bir özgüven vardı kadında. Cesareti ise soyundandı.
"Karını mı arıyorsun?" dedi utanmadan.
Yerin dibine sok! Beni al, direk yerin dibine sok ana! Başka türlüsü senin içini soğutmayacak belli! Çalışanların yanında beni düşürdüğü durum rezillikti!
"Ana!" dedim dişlerimi sıkarak.
"Odasında Barış. Gitte gözük kıza. Günlerdir pencere kenarlarında seni bekliyor."
Asiye ve beni beklemek? Annem kesinlikle yalan söylüyordu ama düşüncesi bile gururumu okşamıştı.
Daha fazla konuşup da dile düşmeye hacet yoktu. Mutfaktan ayrılır ayrılmaz koşar adımlarla yukarı çıktım.
Asiye'nin kapısına geldiğimde durdum.
İç cebimdeki aynadan bıyıklarımı, saçlarımı düzelttim. Küçük parfümümden de iki üç fıs yapıp duruşumu düzelttim.
"Kendine gel Barış!" dedim. Oldu olacak ters takla at kızın önünde!
Aldığım derin nefesle kaşlarımı çatarak kapıyı açtım. Şimdi buraya dört nala çıktığımı öğrenmesinin anlamı yoktu.
İçeri girdim, yatak boştu. Kapıyı kapatıp görünmeyen noktalara göz gezdirdim ama Asiye yoktu. Kulağımı tuvalet kapısına dayadım, ses çıkmadı. İzin isteyerek içeri girdim fakat yoktu! Asiye odasında yoktu! Hiçbir delikte yoktu! Pekiyi neredeydi?
Hemen kötüyü düşünme! Belki kızların yanındadır. Koskocaman ev Barış! İlla bir yer bulmuştur kendine.
İlk önce kızların odasına, ardından evin her tarafına baktım, yoktu! Çıldırmak üzereyim! Nereye gitmiş bu kız?
"Heh! Geldiniz mi Barış?" dedi önüme düşen Kerem.
"Asiye nerde?" dedim direk. Artık şüphelerim çoğunluk kazanıyordu.
"Odasındadır, da sen niye telaş ettin böyle?"
"Çünkü yok!" dedim elimle alnımı sıvazlayarak.
"Sakin ol lan! Çıkar şimdi bir yerden."
"Her yere baktım Kerem! Yok, karım yok!"
"Nasıl yok? Daha bu sabah Elvan'la birlikte gördüm onları."
Vakit kaybı yaşamadan Elvan'ı aradım. Umarım sözümü çiğneyip dışarı çıkmadın Asiye, umarım!
Açtı...
"Elvan, tek bir şey soracağım. Asiye yanında mı?"
"Sana da merhaba abicim! Bende seni özledim!"
"Goygoyun sırası değil! Asiye yanında mı Elvan?"
"Yok abi. Ben çıkmadan önce evdeydi. Hem siz geldiniz mi?"
Yerle bir oldu tüm doğrular. Evde yoksa, Elvan'ın yanında da yoksa geriye tek bir seçenek kalıyordu.
Karım kaçırılmıştı! Ama nasıl! Bunca adamın arasından nasıl kaçırılmıştı?
"Kerem!" dedim telefonu suratına kapatarak.
"Derhal güvenlik kayıtlarına bakın! Asiye evden çıktı mı?"
"Tamam."
Kerem önden giderken yan tarafa çömeldim. Aklıma gelmek istemeyen gerçek kalbimi sıkıştırıyordu. 17 gün... 17 gün sahip çıkamadım kıza.
Kerem'in gözü üstündeydi, sık sık kontrol ettiriyordu. Pekiyi bu sıkı denetimden nasıl kaçabildi? Aklımı yitireceğim! Düşmanı uzakta ararken dibime kadar girmiş ama benim aptal kafam, ruhum bile duymamış!
Pekiyi ya Rasim amcanın yanına gittiyse? Evet evet, bu da bir ihtimaldi dimi? İyide haber vermeden neden gitsin? Belki de kaçmıştı.
"Abi kameralar bozulmuş..."
Beynimde durmaksızın ilerleyen düşünceleri dağıtan Kerem'in cümlesiyle ayağa kalktım.
"Ne demek bozulmuş lan!" dedim.
"Oğlum sen ne diyorsun?"
"Bozulmuş işte abi. Yenge de yok, kayıtlarda yok!"
Yakasına yapıştım.
"Benimle dalga mı geçiyorsun?" dedim. Oyun büyüktü ama düştüğüm çukur daha büyüktü. Korkum, içinde yalnız kalmak değildi, aynı kuyunun içinde Asiye'yi kaybetmekti...
"Asiye'yi sana emanet ettim!"
Daha da çektim yakasını.
"Asiye'yi sana emanet ettim Kerem!"
"Lan daha sabah gördüm kızı, Elvan'la takılıyordu. Dışarı çıkalım falan diyordu Elvan!"
"Yanında yokmuş!" dedim iyice çekerek.
Yüzümüz birbirine öyle yakındı ki restleşmelerimiz bakışlarımız arasında oluyordu.
"Sevdiği var diyordun, ona kaçmış olmasın!"
Hiç düşünmediğim ihtimali duyar duymaz yıkıldım. Bu, bu olabilir miydi? Gittiğim gün sevdiğinin aradığını tahmin ediyordum. Ya gittiyse? Ya hainlik yaptıysa?
Ellerimi çektim yakasından. Kerem'in belindeki silahı aldım, kendi belime koydum.
"Dur! Emin değiliz oğlum dur!"
"Başka ne olacak Kerem! Kaçmış işte! Onca adamın içinden gelip de karımı nasıl alacak o it!"
"Evden birisi kaçırmış..."
Yüzüne ağır bir yumruk indirdim.
"Ne demek istiyorsun lan sen!" dedim.
Kaşını tuttu, acıyla inledi.
"Sen çok iyi anladın!" dedi.
Kast ettiği kişi kız kardeşimdi. Yıllar önce sevgili olduğu, uğruna her şeyi göze aldığı kız kardeşim...
Baştan karşı çıkmış, evliliklerine engel koymuştum ama aşklarından emin olunca geri çekilmiştim. Daha doğrusu Kerem'in aşkından emin olunca...
Elvan'ın samimiyetine bir saniye inanmamıştım. Onun aklı fikri Görkem'li ailesinin ortanca oğlundaydı. Babam karşı çıkınca kıyameti koparmış, sonra da Kerem'le takılmaya başlamıştı. Doğrudan olmasa da uyardım Kerem'i ama aşkı gözünü kör etmiş, hiçbir şey görmüyordu. Yaklaşık 5 ay birlikte oldular. Elvan'da vazgeçmeyince dedim unuttu herhalde o iti.
Tam aileler tanışacağı zaman Elvan başka bir adam getirince tüm dengeler değişti. Kerem yıkıldı, yaktı, dağıttı.
Alelacele yapılan evlilikten tek memnun olan babamdı. Beni de en yakın dostuma mahcup etmiş, başımı yere eğmişti.
Eğer Kerem adam çıkmasaydı bu olayı her yere yayar, gururumuzu beş paralık ederdi. Yapmadı... Bağrına taş bastı, sevdasını kalbine gömdü...
"Yaranı kullanma!" dedim.
"Yaram senin kız kardeşin!"
Konunun üzerine hiç konuşmamıştık. Kerem susmayı, içine atmayı tercih etmişti. Şimdi miydi zamanı? Benim yaramı kendi yaranla yarıştırmanın sırası mı Kerem?
"Zamanı değil!" dedim.
"Hiçbir zaman, zamanı olmadı! Aynısını ben yaşarken sustun, ağzını bıçak açmadın. İlahi adalet!"
Zamanı değil! Zamanı değil Kerem! Yıllardır susan çeneni şimdi açmanın hiç zamanı değil!
"Ağzına s..." dedim bir yumruk daha atarak.
Diğer kavgalarımızda birimiz vururken ötekimiz beklerdik. Sakinleşsin, hırsını gidersin diye durur, karşılık vermezdik.
Şimdiyse Kerem vuruşlarıma tüm gücüyle karşılık veriyordu.
"Zaten dağılmış yüzün, bir de ben mi dağıtayım istiyorsun!" dedi üste geçtiğinde.
"Dağıtsana lan! Gününü zor beklemişsin, hadi dağıt!"
Yumruğunu kaldırdı, tam indirecekken havada tuttu.
"Ulan!" dedi.
"Dua et ki seviyorum seni! Yoksa patlatırdım beynini!"
"Patlat Kerem! Patlat beynimi çünkü ben artık yoruldum!"
Üstümden kalkıp elini uzattı bana.
Tutmadım.
Kendi düştüğüm yerden yine kendim ayaklandım.
Darbe yemiş kaşımın ağrısıyla oraya dokundum. Dikişler patlamış, bu sefer diğerinden daha fazla yakıyordu canımı.
"Korumaları sorguya çektin mi?" dedim acı içinde kıvranırken.
"Sordum, gören olmamış."
"O ZAMAN NERDE LAN BU KIZ!"
Yanan ciğerimin dumanları sis bulutu oluşturmuştu bahçenin içerisinde. Kaçmış olmasını düşünmek istemiyordum. Kaçırılmasını da istemiyordum. Pekiyi ben ne istiyordum? Ne dolu yetiyordu içimi almaya ne de boş dolduruyordu eksik kalan parçalarımı...
Günden günden savaşımı kaybettiren düşmanla ölüyordum. Parçalarım toprağın altına girerken dünyaya olan bağlılığım azalıyordu. Tam Asiye beni tekrar hayata bağlayacak diye düşünürken onu da çekip aldılar. Ya da o çekti gitti benden...
Aramızda hiçbir durum yaşanmamış olsa da benim karımdı, benim soyadımı taşıyordu. Eğer kaçtıysa, sevdiği adama vardıysa onu kendi ellerimle...
Yumruğumu sıktım. Ayakta kalmak hiç bu kadar zor olmamıştı benim için. Karım yoktu ve başına ne geldiğini dahi bilmiyordum.
Kerem ayrı acı çekiyordu, ben ayrı acı çekiyordum. Ah mı etmişti acaba? 'Ailenden çıksın!' mı demişti?
"Ya öyle dedim ama yenge hiç öyle birisine benzemiyor Barış. Muhtemelen kaçırıldı."
Yere sabitlenen bakışlarımı Kerem'e çıkarttım.
"Onca adamın içinden nasıl?" dedim elimle sakalımı sıvazlayarak.
"Aklım almıyor Kerem! Birini atlatsalar, illaki ötekine yakalanırlardı. Yoksa..." dedim, elimi sakalımdan çektim.
"İçeride hain mi var Kerem?"
"Bilemiyorum Barış."
Sessizlik aramızda büyüdü, koca bir kar topuna dönüştü.
Her ne kadar seçenekler arasında yerini alsada, Asiye'nin alçaklık yapacağını düşünmek istemiyordum.
Melodisi kulağıma ulaşan ses telefonumdan geliyordu. Ceketimin iç cebinden çıkarıp kim arıyor diye bakındım.
Numaraydı. İlk baş kaşlarımı çattım, ardından kim diye düşündüm.
"Kim?" dedi Kerem durgunluğumu fark edince.
"Numara."
"Açsana lan! Belki Asiye'yle alakalıdır."
Doğru. Kesinlikle olabilirdi. Fazlasıyla yaşadığım vakit kaybını kenara bırakarak telefonu açıp hoparlöre aldım.
"Kimsin?" dedim.
"Nasılsın Barış?"
Karşı taraftan gelen erkek sesiydi ve tanımıyordum.
"Kimsin?" dedim yine.
"Ben de iyiyim ama karın sanırım iyi değil."
Biliyordum! Asiye'nin bana ihanet etmeyeceğini biliyordum!
"Karım nerde lan!" dedim.
"Yanımda. Asiye..." dedi dalga geçercesine.
Karımın ismi dudaklarından dökülünce öfkem en zirve noktasına varış yaptı.
"KİMSİN LAN SEN! KARIM NERDE!"
"Asiye... Kocan sana bağırıyor, neden ses vermiyorsun? Aa! Tüh! Asiye'nin ağzı bağlıymış, konuşamıyormuş. Ama çok ağlıyor bu kız!"
"Senin ben ecdadını... Gelmişini... Geçmişini... Soyunu... Sopunu..."
Küfürler ardı arkasınca çıkıyordu ağzımdan. Benim evimden, benim karımı nasıl kaçırmıştı? Hemde bu kadar insan arasından! Nasıl lan nasıl! Aklım almıyordu.
"Asiye... Kocan çok sinirli. İster misin biraz konuşmak?"
"Bana konum yolla, tek geleceğim konum yolla!"
Bant sesi geldi arkadan. Ardından "Barış..." ismi duyuldu.
İsmim dudaklarından dökülünce ruhum sarsıldı sanki. Birisi kalbimi söktü, yerine taktı, tekrar söktü, tekrar taktı, tekrar söktü ama bu sefer takmadı, yaktı... Alev alev yanan ateşin içinde gözünü kırpmadan yaktı.
"Asiye! Asiye nerdesiniz Asiye?" dedim korkuyla.
"Barış... Sümbüllerimi aldın mı?"
Sümbül mü? Ne saçmalıyor bu kız?
"Bana yerini söyle!"
"Sümbül!" dedi yeniden. Korkunun sesine yansıyan haline içim dağlandı. Benimle evlendi, evleneceğine pişman oldu kız.
"Yeter bu kadar, ağlatacaksınız beni. Yüzüne kapatacağım ama sorun olmaz dimi Barış? Elbise de pek yakışmış Asiye'cim!"
"Lan!" dediğimde telefon çoktan kapanmıştı. Konuşmanın başından sonuna kadar sessizce kayıt alan Kerem "Hemen polise gidiyorum." dedi.
"Acil git! Yer tespiti yaparlar, bir şeyler yaparlar. Ben de şimdi yola çıkıyorum. Sümbül dedi. Sümbül adında sokak ya da cadde var mı, veyahut bina adı... Hiç farketmez. Derhal harekete geçiyoruz. Onun o karıma uzanan ellerini kırmazsam şerefsizim!"
***
Bakmadığım iğne deliği kalmamıştı. Tüm sümbül sokaklarına, mahallelere... Hepsine teker teker baktım, ev ev gezdim ama bulamadım. Beceriksizin tekiydim. Karıma bile sahip çıkamayan aptaldım ben.
"Biraz uyu istersen Barış. Kötü gözüküyorsun."
Sigaramı kül tablasında söndürdüm. Geceden bu yana içtiğim 3. paketti.
"12 saat Kerem! Koskoca 12 saat geçti üstünden ve hâlâ iz yok! Kafayı yicem, aklımı yitiricem! Sümbül dedi, hepsine baktım."
"Yer değişikliği yapmış olabilirler."
Kerem'e çevirdim gözlerimi.
"Yani ihtimallerin içinde bu da var. Sonuçta yenge Sümbül diye bastırırak belirtirken o itin yanındaydı. Eğer çaktıysa yerini değiştirmiştir."
Karımı bulmadan uyumak haramdı bana. Koşullar ne olursa olsun, kaç saat uykusuz kalırsam kalayım... Asiye'yi bulmam lazımdı.
Ayağa kalktım, silahı yeniden belime koydum.
"Nereye?" dedi Kerem.
"Kimse gelmesin, tek gideceğim."
"Ben geleyim."
"Tek gideceğim!"
Kerem konuşuyor, ben ise duymadan ilerliyordum. Sümbül sokağın en kuytu villasından şüphelenmiştim. Kapıyı geç açtılar ama asla içeri almadılar. Oysa diğerleri usulünce yaşam tarzlarını gösterip kendilerini kanıtlamışlardı.
Yola çıktım, yanıma kimseyi almadım. Tek kişinin hatası karımın canına mâl olabilirdi.
Sümbül sokağına giden ıssız yollarda yalnızdım. Asiye yoktu yanımda. Sessiz, sakin karım bana eşlik etmiyordu. Kısacık zaman diliminde böylesine bağlanmam normal miydi?
Tüm bu düşüncelerle nefesim daraldı. Camı açtım ve kolumu dışarı çıkararak gaza iyice yüklendim. Önümdeki keskin viraj hızımı düşürürken zamanla yarıştığımı hissediyordum.
Her bir parmağını, teker teker kıracaktım. Karıma dokunan her uzvunu kökünden koparacaktım.
Düşmanında şereflisi diye boşuna demezler. Adam ol, doğrudan karşıma çık. Neden araya kadın sokuyorsun? Hangi kitapta yazar lan bu p*çlik? Hangi adamlığa sığar başkasının namusuna el uzatmak?
Seni bulacağım! Elbet bulacağım ve ibreti alem Van'ın sokaklarında sallandıracağım!
Köşeyi dönmüş yoluma devam ediyordum. Yaklaşık 1 km ileride yerde yatan cisim çekti dikkatimi. Hızımı iyice düşürdüm.
Yaklaştıkça daha çok belli olan şeyin cisim değil, bir kadın bedeni olduğunu anlıyordum. Kalbim delicesine çarpıyordu.
Tahmini 5 metre kala arabayı durdurup aracımdan hızlıca indim. Silah elimdeydi, teyakkuzdaydım. Yola tuzak olarak koyulmuş olabilirdi bu kadın.
Yavaş yavaş yaklaştım. Etrafı kontrol ediyor, adımlarımı sağlam atmaya çalışıyordum. Issız ormanın içindeydim ve tektim.
Kadına doğru attığım her adımda içimde fırtınalar kopuyordu. Tahmin ettiğim kişi çıkacak diye ödüm kopuyordu.
Saçlar, vücut, duruş... Aman Allah'ım! Bunu kaldıramazdım.
Usulca yere eğildim ve arkadan sırtına dokundum fakat çevirmeye cesaretim yoktu. Heybetiyle insanları korkutan Barış, küçük bir bedeni çevirmekten acizdi.
"Sakın sen çıkma Asiye!" dedim. Ve yıllar sonra, tam tamına 20 yıl sonra gözümden bir yaş düştü önüme. Ateş oldu, yaktı pişirdi ciğerlerimi.
Panik içinde titreyen parmaklarımla dokundum önümde cansız yatan kadına.
Yapman lazım Barış! Eğer yaşıyorsa, bir saniye bile değerliydi.
Tüm olmayan cesaretimle sanki 300 kiloluk taşı yerinden oynatıyormuşum gibi kadının yüzünü kendime çevirdim.
Kaçtım... Yüzleşmek istemediğim gerçek önümde yatıyordu. Asiye'ydi... Yüzü, gözü kan içinde, o güzel gözleri dünyaya kapanmış vaziyette yatıyordu.
Elimi dehşet içerisinde geri çekip geriye doğru yıkıldım.
Allah'ım! Allah'ım hayır! Yapamazsın bunu bana! Daha yeni bulmuşken gidemezsin benden.
Duygularımı dile dökmeye cümlelerim yetmiyordu. Annemi yoğun bakımdan almıştım, babamı ölümden çekip kurtarmıştım ama bu, bu başkaydı.
Ölümden beter, yıkılmaktan daha dehşetti. Tırnaklarım sökülüp alınıyor, ruhum bedenimi terk etmek istercesine beni zorluyordu.
Ne istediler ondan? Sorunları benimleyken, masum bir kızdan ne istediler? Canımı mı yakmak istiyorsun, gel benimle uğraş, bana işkence et! Neden sevdiklerime, değer verdiklerime uzatıyorsun o pis ellerini?
Nasıl kıydınız lan karıma? Hiç mi vicdanınız yok sizin? Hiç mi insanlık görmemişsiniz?
Gözüm, elimdeki silaha kaydı. Suçsuz bir masumun ölümüne sebebiyet veren bana yaşamak haramdı! Tereddüt etmeden dayadım kafama. Madem dertleri benim, o zaman çözüm ortadan kalkmaktı.
Gözyaşları içerisinde çenem titriyordu.
Anamdan, babamdan, herkesten... Herkesten özür diliyorum. Halimi görseler kıyameti koparırlardı ama bu vicdan yüküyle yaşayamazdım. 3 günlük karımı koruyamadım, ölümüne sebebiyet verdim diyemezdim.
Gözlerimi kapattım, kuşların seslerini dinledim.
İşaret parmağımı tetiğe bastırırken beni hayata tekrar döndüren "Aa!" sesiyle yeniden doğdum.
Umudum önümdeydi, yaşıyordu.
Silahı kenara koyarak kafasını kucağıma aldım ve sevinç çığlıklarıyla "Yaşıyorsun..." dedim.
Şişten zorla açtığı çakırlarını dikti yüzüme. Hafif öksürdü. Yüzü buruşuyordu acıdan.
Gökyüzüne kaldırdım kafamı. "YAŞIYORSUN... ASİYE YAŞIYORSUN... ALLAH'IM ŞÜKÜRLER OLSUN YAŞIYOR!" diye haykırdım.
Acı yerini buruk bir sevince bıraktı. Durumu iyi değildi ama nokta kadar da olsa umudum vardı.
"Bekle..." dedim kafasını yavaşça yere geri koyarak. En yakın hastaneye gitmemiz lazımdı.
"Ölmeyeceksin Asiye! Ölmene izin vermeyeceğim!"
Tam yüzünden öptüm, yaralı yüzünden. Ayağa kalkmak için doğrulttuğum belim, üstümden geçen kurşunla yere yattı.
Tuzak!