ASİYE'NİN AĞZINDAN...
Kapıdan dışarı adımımı atmamla ayaklarım birden yerden kesildi.
"Barış!" dedim şaşkınlıkla. Sırtındaydım ve arkasıyla bakışıyordum.
"Barış ne yapıyorsun sen? Yere bırakır mısın beni?"
"Laf dinlemezsen dinlettiririm inatçı keçi!"
Hiçbir çırpınışım fayda vermiyordu. Beyefendi hem boşuyordu hem de rahat bırakmıyordu.
"Barış bey bırakır mısınız beni?"
Ne de olsa artık kocam değildi. Ha o, ha dışarıdan herhangi birisi...
"Beyini yemişim lan senin!" dedi.
İnsan mıydı bu adam yoksa vahşi bir hayvan mı? Ne vardan anlıyordu ne de yoktan. Ne durdan anlıyordu ne de durdurak bilmeyen öfkesini dizginleyebiliyordu.
Eve geri sokmadı. Doğrudan, direk arabaya götürdü ve şoför koltuğunun yanına oturttu.
"Sakın çıkmaya kalkma yoksa yemin olsun seni bizim konağa götürür, anamın yanına sokar, 'Bu kız benim gerçek karım oldu dün gece.' derim. İşte o zaman bak bakalım kurtuluşun olur mu?"
Ya sabır, ya sabır! Benden boşanan kendisi, zorla tutan yine kendisi. Ne yapmaya çalışıyorsun Barış? Aklından neler geçiyor bilmiyorum ama beni çok fazla yıpratıyorsun.
Hareket etmediğimi, debelenmediğimi görünce "Aferin, söz dinle." dedi, kapıyı kapattı. Bavulumu bagaja atarak şoför koltuğuna oturdu.
Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Van'a ilk kez gelmiştim, nerden bileyim sokaklarını, geçip gittiğimiz yerleri...
"Konuşmayacak mısın?" dedi.
Sustum.
"Nereye gittiğimizi merak etmiyor musun?"
"Herhalde daha hızlı olsun, yüzümü daha az göresin diye Rasim amcanın evine kendin bırakıyorsun!" dedim.
"Asiye! O şerefsizin inine bırakmam seni!"
Sokak köşesine atacaktı herhalde. Ne istiyordu benden? Hem boşanacak hem de çatısının altında mı yaşatacaktı? Yok artık!
"Senin şerefsiz dediğin adamın çatısı altında büyüdüm ben. Bugüne kadar bana ne yan gözle baktı ne de umut verdi!"
"Verseydi ne olacaktı hanımefendi? Onunla mı evlenecektiniz?"
Neden olmasın? İnsan, aşık olduğu kişiyle evlenmek istemez mi? Yeşil ışık yaksaydı, bana olumlu işaretler verseydi şu an belkide onunla evliydim. Ah hayat... Nerden aldın, nereye koydun beni...
Sustum. Susmak en güzel cevaptı. Kalbim hâlâ kırgın, bedenim hâlâ yorgunken konuşacak takati bulamıyordum kendimde.
Küçük bir hevesin kurbanı olmuştum. Belki yenisini, belki de eskisini... Kolay gözden çıkarıldığıma göre yerimin dolduğu kesindi. Ya da benim yerim var mıydı ki Barış'ta? Acaba girebildim mi taştan kalbinin içine?
Araba ilerledikçe camdan dışarı bakan yüzümü saklamaya çalışıyordum. Ağlıyordum ve ağlamamı görmesini istemiyordum. Ruh bedenden çıkmıyordu ama nefes alan ölüden farkım yoktu.
Öyle çok yoruldum ki... Sakinliğin, hoşgörünün, saygının olduğu bir evde büyümüş birey olarak kendimi ansızın karanlık geçmişin izlerini taşıyan ailenin içinde buldum.
Hele o kaçırılmam... Onun ağır izini mümkün değilki atamıyordum üstümden. Sanki her an bir yerlerden çıkacak, yine alıp götürecekti beni.
Dayanamıyorum kelimesine dayanmıştım ve geçen günler benden parça parça alıp götürüyordu. Bitiyordum, ben gözlerinin önünde bitiyordum ama görmüyorlardı. Herkes kendi derdinin dermanını ararken beni merhem niyetine yaralarına sürmekten çekinmiyordu.
Suskunluğu tercih etmiş dilim, konuşsa neler söyleyecekti ama cesareti mi vardı? Belki arkamda ailem olsaydı bende kendimi savunacak, sırtımı yaslayacak dağ bilirdim ardımda ama yoktu... Ne anam vardı ne de babam... Rasim amca bana destek olmuştu fakat hangi varlık ana-babanın yokluğunu doldurabilir ki? Kaç yaşına gelirsem geleyim, yapbozumun parçaları hep eksik olacak ve ben bu eksikliği ölene kadar yaşayacağım...
"Ağlama Asiye..."
Yanımdan gelen cümlenin sahibi bir kaç teselliyle beni susturabileceğini mi sanıyordu? Önce yık, sonra o yıkıntının arasından beni kurtarmaya çalış.
"Ağlamıyorum." dedim boğuk sesimle. İnkâr ettiğim durumum komikti çünkü hıçkıra hıçkıra söyledim cümlemi.
Burnundan soluduğu nefesi kulaklarıma ulaştığında zor da olsa susturdum kendimi.
"Özür dilerim Asiye ama zorundaydım. O şerefsiz sana zarar veriyordu. Benim yüzümden daha fazla yara almana gönlüm razı gelmedi."
"Peki bana sordun mu?" dedim yüzüne bakmadan. Belki samimiydi cümlelerinde ama bana da sorması, fikrimi alması gerekmez miydi?
"Bir gün beni anlayacaksın." dedi.
Anlamak? Anlamak neydi? Ben bunun manasını bile unutmuştum çünkü kelime tümüyle bana yapışmış, bütünleşmişti. Neden anlayan taraf ben oluyordum? Niye hiç terazinin anlaşılan tarafına geçemiyordum?
"Sen de bir gün beni anlayacaksın ama o gün çok geç olacak!"
"Ne demekmiş o?" dedi sesini tok tutarak.
Az önce sakin hâline meydan okuyordu ses tonu.
Yine sustum fakat bu sefer o da susmadı, hesap sordu.
"Asiye sana diyorum! Niye geç olacakmış?"
"Cevap vermek zorunda değilim. Ne de olsa benim hiçbir şeyim değilsin!"
"Aynen değilim! Değilim Asiye, senin hiçbir şeyin değilim tamam mı! Şimdi çeneni kapat, gideceğimiz yere kadar da sakın ağzını açma! Yoksa kalbini çok pis kıracağım!"
Ha bu kırmamış halin miydi? Çok afedersiniz Barış bey! Sizin üzerinizden hiç gitmeyen sinirinizi daha da coşturduğum için çok özür dilerim!
Kollarımı önümde bağlayarak tekrar cama çevirdim başımı. Neyseki gideceğimiz yer fazla uzak değildi. Yaklaşık yarım saat sonra küçük ve güzel bir evin önünde durdu araba.
"Geldik." dedi Barış.
Şaşkınlıkla araçtan aşağı indim. Zenginliğin, gösterişin içinden çıkmış birisi olarak böyle mütevazı bir ev doğrusu şaşırttı beni.
"Ne o, beğenmedin mi?" dedi.
Gözlerimi çevirdim.
"Trip atma da yürü!"
O önde, ben gerisinde evin önüne geldik. Barış zile bastı. Çok geçmeden yaşlı bir kadın açtı kapıyı. Barış elini öperek karşısında saygı duruşuna geçti.
Şaşırmıştım. Onu daha önce hiç böylesine saygılı görmemiştim.
"Barış..." dedi yaşlı teyze beni farkedince.
"Kız, bu mu?"
Hemen yere eğdim başımı.
"Evet ana!"
Ana mı? Nasıl? İyide Barış'ın annesi zaten vardı.
"Süt annem, Asiye." dedi Barış.
İnsanlar benim aklımı okumayı nasıl başarıyordu? Gerçekten ilginçti.
Demek Barış'ın süt annesi varmış... Vay be! Benim bir tane bile yokken adamın iki tane oluyor. Hayat işte...
Bir kaç adım ileri gidip yaşlı teyzenin elini öptüm, alnıma koydum.
"Maşallah!" dedi Barış'a bakıp.
"Memleketin konuştuğu kadar varmış güzelliği. Gelin, içeri geçin, kapıda kalmayın oğlum."
"Asiye, sen git!" dedi Barış kafa hareketiyle.
"Ben izninle gideyim ana. Asiye sana emanet."
"Peki peki. Hadi kızım, geç içeri."
Çekine çekine içeri girdim. Barış'ta bavulumu eve bırakıp hızlıca gitti. Ben neden buradaydım? Boşanmış olmamıza rağmen neden onun kurallarına uymak zorundaydım?
"Çekinme kızım. Burayı evin bil."
Benim evim mi vardı ki evim gibi sahipleneyim? O duyguyu hiç tatmamış insan olarak nasıl olduğunu bilmiyordum.
Ellerim önümde bağlı teyzeyi takip ettim.
Ayakkabılarımı çıkarıp evden içeri adımımı attığım an yüzüme vuran huzurla günlerdir kaybolan mutluluğumu buldum.
"Hele gelesin kızım. Ne diye el gibi durursun orda?"
Ellerim önümde ilerledim, teyzenin tarif ettiği yere oturdum.
"Anlat bakayım bana! Ne oldu, niye Barış seni buraya getirdi?"
Hiçbir şey anlatmamış mıydı? Ama neden?
"Şey... Biz bugün Barış'la boşandık." dedim.
Teyze "NE!" diye bağırdı. Şaşırmakta çok haklısın teyze. Ben de duyunca aynı tepkiyi vermek istemiştim ama kişiliğime uymadığından ötürü sessiz kaldım.
"Ne boşanması kızım? Siz evleneli daha 2 hafta olmadı! Neden boşandınız?"
"Barış... Barış böyle istedi."
"Onun diline ne olsun! Kesin aklını Leyla çeldi onun! Yoksa böyle güzelliği bırakmak akıl işi değildir!"
Güzellik işe yaramıyormuş demekki.
"Ah Barış ah! Ay parçası varken o şeytanı nasıl tercih etti?"
Yapma teyze... Zaten bu düşünceyi içimde bastırmaya çalışıyorum, sen de yarama tuz basma...
"Neyse... Sen bunları sakın düşünme tamam mı? Eğer Barış seni gözden çıkartsaydı buraya, benim yanıma getirmezdi. Bekleyelim bakalım, onun vardır bir planı."
Planı varsa bana neden söylemiyordu? Niye beni hiç önemsemiyor, dertlerini paylaşmıyordu?
"Sen açsındır, sofrayı hazırlayayım hemen."
Ayağa kalktım. Yaşlı bir teyzenin bana sofra hazırlamasını bekleyecek kadar yüzsüz değildim. Gülten teyze bana her şeyi usulünce öğretmişti. Küçükler dururken büyükler iş yapmaz.
"Olur mu öyle şey teyzeciğim? Siz oturun, ben hazırlarım."
Durdu, yüzüme baktı. Elini kalbimin üzerine koyarak "Burası da tıpkı yüzün gibi, pek güzel." dedi.
Hafiften gülümsedim. Teyzenin tarif ettiği mutfağa geçerek sofrayı kurmaya çalıştım. Yabancısı olduğum yerde çalışmak zordu ama sonunda hazırlamıştım. Mutfaktaki küçük, samimi masaya kurdum sofrayı ve teyzeyi çağırdım. Öyle açtım ki utanacak durumda değildim.
Teyze yemeğe başlayınca ben de ardından başladım.
Muazzam lezzete sahip yemeği yedikçe yiyesim geliyordu. Kahvaltı yapmamış, doğrudan yollara koyulduğum için midem bulduğunu yemek istiyordu. Gerçi yiyeceğim kadar kazık yemiştim ama...
"Barış aç demişti, doğru demiş. İyiki yapmışım yemekleri siz gelmeden."
Hem ilgisiz gözüküyor hem de ince detaya kadar düşünüyordu. Gerçekten çözülmesi zor bir bulmacaydı.
Utandım. Aç gözlü gibi mi yemiştim acaba? Yanaklarımın al al olduğunu anlayabiliyordum.
"Kızım, beni yanlış anladın. Sakın utanma benden!"
Art niyetli olmadığını biliyordum fakat yapım gereği çok çabuk rezil olabiliyordum.
Yemeği yedik, bulaşıkları topladım ve teyzenin bana gösterdiği odaya koydum bavulumu. Dinlenmek istememe rağmen teyze beni bırakmadı, salona çağırdı.
***
"Bebek var mı?" dedi.
Sorularından kaçamıyordum. Hatun hanım bile böylesine irdelememişti özel hayatımızı. Alnım boncuk boncuk terlemiş, oturduğum yerde stresten sırtım ıslanmıştı.
"Yok." dedim başımı mümkün olsa yere gömecek derecede aşağı eğerek.
"Ee bendeki de soru dimi? Daha evleneli 2 hafta olmuş. Belki vardır."
Teyze ne bebeği? Tövbe ya!
"Barış çok baba olmak istiyor. Sen hastaneyken yanıma geldi, benden dua istedi. Yıkılmıştı. Barış'ı ilk kez öyle gördüm kızım. Sana bir şey olacak diye ödü kopmuştu."
Şaşırdım. Endişelendiğini biliyordum ama bu kadarını tahmin etmemiştim.
"Barış iyidir kızım. O gün, duamı almak için yanıma geldiğinde biraz oturduk, dertleştik onunla. Baba olmak istediğini söyledi. Senden bebeği olsun istiyormuş."
Duyduklarıma inanamıyordum. Bebek olmadı diye boşanmamız kolay olur diyen adam benden bebek mi istemişti? Belki de isimleri karıştırdı. Belki de Leyla demişti.
"Senden bahsetti, senden..." dedi eliyle dizime vurarak.
Acaba düşüncelerim alnıma mı yazılıyordu? Artık şüphe ediyordum.
"Ama..." dedi uzağa dalarak.
"Bu boşanma işine ben inanmadım. Madem boşanacak, ne diye bebek istesin değil?"
Bebek istiyor muydu bilmiyorum ama beni istemediği kesindi. İsteseydi eğer tek seferde boşamazdı.
Ah... Yine çöreklendi içimde acım... Belki de böylesi daha iyiydi. Ona bağlanmadan bitmesi daha hayırlıydı. Eğer aşık olsaydım, ona bağlansaydım da öyle ayrılsaydık altından kalkamazdım.
"Bebek..." dediği sıra zil çaldı. Neyseki çaldı. Teyze biraz daha zorlasa ayrıntı bile isteyecekti.
"Kapı çalıyor!" dedim umutla.
"Komşu gelecekti, odur. Sana zahmet aç yavrum." dedi.
Gökte ararken yerde bulduğum kaçış kapımı görür görmez ayağa kalkıp yoğun sis bulutlarının arasından sıyrıldım, kapıyı açtım.
"Buyrun..." dediğim an karşımda gördüğüm Cihan'la şok geçirdim. Bunun burada ne işi vardı?
"Cihan..." dedim şaşkınlıkla.
"Selam Asiye." dedi.
"Kim gelmiş kızım!"
"Kimse değil! Hava alıp geliyorum teyze!" dedim içeri doğru. Ardından kapıyı aralayarak dışarı çıktım.
Kolundan tuttum, ilerideki ağacın altına götürdüm.
"Senin burda ne işin var?" dedim.
"Sana da merhaba ve ben de iyiyim Asiye!" dedi.
Dalga geçmenin sırası mıydı? Kalkmış İstanbul'dan Van'a gelmiş, üstelik daha bu sabah benim bile konumunu yeni öğrendiğim evi bulmuştu.
"Cihan şakanın sırası değil. Nerden buldun beni?"
"Asiye ben seni hiç kaybetmedim ki! Hep ardındaydım. İstemesem de bırakamadım seni."
Ne saçmalıyordu bu? Şimdi Barış çıksa bir yerlerden, bizi böyle görse ortalığı kasıp kavururdu öfkesiyle.
"Sonra konuşuruz, şimdi lütfen gider misin?" dedim.
Kolundan tutup götürmeye çalışırken "Asiye ben her şeyi biliyorum!" dedi, durdum.
Rüzgarda savrulan saçlarım şaşkınlığımı gizlemeye yetmiyordu.
"O herifle neden evlendiğini biliyorum. Anlaşmalı evlilik olduğunu, her şeyi biliyorum. Barış'ın başkasına aşık olduğunu biliyorum."
Acı bir yutkunma oldu boğazımda. Her şeyi öğrenmiş gerçekten, hem de her şeyi...
"Bu seni alâkadar etmez!" dedim kendimi toparlayarak. Fakat bir araya gelemeyecek kadar dağılmıştım.
Kolumdan tuttu, bana yaklaştı. İlk kez kalbim atmıyordu, hem de bana yakınken... Aksine rahatsız olmuştum.
"Asiye... Belki geç kaldım biliyorum ama... Ben... Ben sana aşığım..."
Çocukluğum, gençliğim bu cümleyi duymak uğruna harcanmıştı. Cihan'ı her gördüğüm de içimde çağlayan aşk ateşiyle birlikte onun da bana sevdalanacağı günü bekleyip durmuştum. Beklemek zoruma gitmemişti de, başkasıyla adı geçince yıkılmıştım.
Onca yıl aynı çatı altında beni görmeyen gözleri evlenince mi fark etmişti? Çok geç... Boşanmış olmama rağmen çok geç...
"Sen ne dediğinin farkında mısın? Ben evliyim evli! Çıkar mısın dışarı? Barış seni burada görürse çok fena olur."
"Ne Barış'ı Asiye? Hani nerde?" dedi etrafına bakınarak.
"Madem kocan, seni niye bu eve bıraktı? Sarayların içinde büyüyen adam seni niye bu eski, yıkık, dökük eve bıraktı?"
Verecek cevabım yoktu. Ben de bilmiyordum tam nedenini.
"Eşimle aramda olan durumlar seni alâkadar etmez. Şimdi gider misin?"
"Sana aşığım diyorum Asiye, bir şey demeyecek misin?"
"Ne diyebilirim Cihan?"
Elimi havaya kaldırdım, yüzüğümü gösterdim.
"Evliyim ben!" dedim.
"Yapma! Senin de bana aşık olduğunu biliyorum!"
Koca bir bıçağı kalbime sokup çıkarıyordu. Aşkımı bilmesine mi yanayım yoksa bildiği hâlde Barış'la evlenmeme göz yummasına mı? Ah Asiye! Vah Asiye! Herkesin gözünde değersiz olan Asiye...
"Eğer istersen şimdi, şu an alır götürürüm seni. Madem anlaşmalı evlilik, biraz erken bitsin, bir şey olmaz."
"Git!" dedim buz gibi sesimle. Geç kalmıştın Cihan. Hem de çok geç...
"Asiye gidelim diyorum. Aşık olduğun adam sana kaçalım diyor."
"Cihan git!" Tekrar ettim.
"Cihan git diyorum sana git!"
Hafif dokunuşlarla uzaklaştıra uzaklaştıra kapının önüne kadar götürdüm ve bedenini dışarı atmamla hızlıca kapattım.
Kalbim hızla çarpıyordu. Aşık olduğum adam bana ilanı aşk etmişti ve ben hiçbir şey diyememiştim. Nasıl bir sınavdı bu? Nasıl bir vicdan yükü, gönül ağrısıydı? Boşanmış olmamıza rağmen neden istemiyordum? Niye Cihan'ın itirafına karşı soğuk kalmayı tercih etmiştim?
Kafayı yicem ben!
Zil tekrar çalınca öfkeyle geri açtım.
"Sen hâlâ-..." burada mısın diyecektim ki karşımda Barış'ı görünce sustum.
"Ne oldu?" dedi tek kaşını havaya kaldırıp.
"H- hiçbir şey."
Yüzü gözü yerindeyse Cihan'ı görmemiş olmalıydı. Aksi hâlde çoktan kavga etmişti.
"İçeri sokmayacak mısın beni?" dedi.
"Ha!"
Çekildim, önünü açtım. İçeri girip doğrudan teyzenin yanına gitti. Ben ise bahçede kaldım, temiz havayı bol bol içime çektim. Nasıl bir gün yaşıyordum ben?
Sabahın körü kocamın beni boşamasıyla güne uyanmış, öğlene doğru alenen kaçırılmış, akşama yakın da sevdiğim adam tarafından ilanı aşk itirafı almıştım. Ne yaşıyordum ben ya?
"Of!" dedim ellerimle saçlarımı geriye iterek.
"Neye of Karadenizli?"
Barış yaklaşık 10 dakika sonra evden çıkmıştı.
"Hiç..." dedim.
Yanıma geldi, karşıma oturdu. "Var sende bir şeyler." dedi.
"Yok Barış."
Gözlerimi kaçırdım.
"Gözlerini kaçırıyorsun, kesin bir şey var ama şimdilik üstüne gelmiyorum."
"Gelmeye hakkın yok zaten!" dedim.
"O ne demek?"
"Bizim aramızda hiçbir bağ kalmadı. Bana karışamazsın."
Kollarını masanın üzerine koyup eğildi.
"Bu konuyu konuşmak yasak duydun mu?"
"Ne demek yasak? Ayrıca ne zamana kadar burada mahkûm hayatı yaşayacağım?"
Benden çevirdi gözlerini.
"Yarın gidip anamlarla konuşacağız. Biraz zor olacak ama kararıma saygı duyacaklar. Sende 2 hafta daha burada kalacaksın. Sonra..." dedi ama sustu.
"Sonra ne?" dedim.
"Herhalde özgürlüğümü bana geri vereceksin."
"Onu da o zaman konuşuruz."
"Ya ben niye 2 hafta burada kalacağım? Hiçbir şey anlamıyorum Barış."
"Kurcalama! Ne diyorsam onu yap!"
Son cümlesiydi bu. O sustu, ben de sustum. Ama içimi kemiren bebek muhabettini delice merak ediyordum.
Yok, dayanamıyorum sorucam.
"Bir şey sorabilir miyim?" dedim.
Sigarasını dudaklarına yerleştirirken "Sor." dedi.
Demesi kolay! Sıkıyorsa sen gel sor.
"Kızım sorsana!" dedi kızgınlıkla.
"Boşver, zaten önemsizdi."
"Sen mi söylersin yoksa ben mi öğreneyim, zorla!" dedi dudaklarımı göstererek. Utandım. Ay adam beni utandırdı.
"Ne biçim konuşuyorsun benimle?" dedim.
"Biz boşandık farkındasın dimi?"
"Asiye şu boşanma lafını ağzından bir daha duymicam! Şimdi bana sorunu sor!"
Kaçış yoktu.
"Şey... Sen... Teyzeye bir şey demişsin."
Parmaklarımla oynamaya başladım.
"Ney Asiye?" dedi. Üstündeki rahatlık beni sinir ediyordu. Sanki sabah benden boşanan o değildi! Aklımı yitiricem artık!
"Çocuk... Bebek..." dedim. Öğretmen olarak sergilediğim performans göz yaşartıcıydı. Tam bir rezillikti!
Sigarasından bir duman daha çekti. Göz kırparak "Ne bebeği?" dedi.
"Sen... Benden bir bebeğin mi olsun istedin?"
Sigarası öylece kaldı ağzında. Yüzünde ilk kez gördüğüm kızarıklıkla ben daha çok utandım. Bunu cidden sordum mu? Hem de beni gözden çıkaran adama! İyice saçmalamıştım.
Gözlerimi kapatarak "Ben sormadım, sen de duymadın tamam mı?" dedim.
"Bunu sana... Anam mı söyledi?"
"Süt annen." dedim.
Daha konuşmadı. O konuşmayınca gözlerimi açtım, göz göze geldik.
"Yaşlı kadın, yanlış anlamıştır." dedi yutkunarak. Alnında terler birikmişti.
Kafamı hızla salladım doğrularcasına. Sokun beni yerin dibine!
"Evliliğimiz anlaşma üzerineyken bebekte neyin nesi dimi?"
Doğru. Ben kimdim ki benden çocuk yapacaktın?
"Evet." dedim.
"Ben kimim ki zaten?" diye mırıldandım.
"Ağzının içinden konuşma! Ne dedin? Yoksa bebek planların başkasıyla mıydı?"
"İçeri geçiyorum."
Senin yanında oturup, dertleşende kabahat! Burada adam yerine koyuyorum, sabah yaptığın saygısızlığa karşı iki çift laf ediyorum ama suç bende!
"Otur şuraya Asiye!"
"Bana emir veremezsin!"
"Emir vermiyorum ama sen de her sıkıştığında kaçıyorsun."
"Sen de öfkelendiğin zaman sürekli beni yakıp yıkıyorsun."
Sandalyesinden kalkınca biraz dik konuma gelen başımı tekrar yere eğdim.
"Bizim anlaşmamız mümkün değil! Ayağına kadar gelende kabahat!"
Kısık sesimle "Madem istemiyorsun, gelme o zaman." dedim.
Lafları beni incitiyordu.
"İstemediğim hiçbir şeyi bana kimse yaptıramaz!" dedi.
Çok istekli gözüküyorsunuz! Hatta o kadar istekli ki gelir gelmez kavga etmek için bahane arıyorsun. Hani tartışma çıksın, ben de kaçacak yer arayayım!
"Ayrıca korkma, seninle bebek planlarım yok benim! Ha ama senin başkasıyla var gibi gözüküyor buradan!"
"Saygımı bozmak istemiyorum, lütfen gider misin?" dedim.
Büyük adımlarıyla yanıma gelip kolumdan kavradığında yüksek kalp atışım yeniden gün yüzüne çıktı. Oysa Cihan'da tık yoktu...
"Uslu dur, sakın yanlış hareket yapma Asiye!" dedi.
Aramızdaki tehlikeli yakınlık bizim durulmak bilinmeyen suları iyice coşturuyordu.
"Şimdi seni öpsem..." dedi.
Konu yine dönüp dolaşıp öpüşmeye nasıl geliyordu? Adam kafayı dudaklarımla bozmuştu.
"Beni kim durdurabilir?"
"Boşandık..." dedim nefes nefese. Kaçmak için konuşmam lazımdı yoksa çıkılmaz yola sapıyorduk...
Gözlerini sıkıca yumdu. Dişlerinin arasından "Eğer bir daha şu kelimeyi kullanırsan yemin ediyorum sabaha kadar öperim seni!" dedi.
O görmedi belki ama çakır gözlerimi kocaman açtım. Kudurmuş muydu bu adam?
Suskunluğumu fark edince "Güzel..." dedi.
"En azından söz dinliyorsun."
Ve o bomba ses düştü aramıza...
"Asiye... Konuşabilir miyiz Asiye?"
Cihan! Kahretmesin! Bu hâlâ gitmemiş miydi?