BARIŞ'IN AĞZINDAN...
"Ben sana aşığım Barış! Ama görüyorsun, babamın izni yok."
Gerçekten yüzük taktığını öğrenince son kez konuşmak istedim Leyla'yla. Gözlerimin içine bakmasını, neden yaptığını yüzüme karşı söylemesini istedim.
Önümdeki berjeri tek kolumla tepetaklak çevirdim. İnsan hakikatiyle sevdikten sonra babası vermese dahi başkasıyla evlenmeyi nasıl kabul ederdi?
"O İTLE EVLENMEYİ NASIL KABUL ETTİN LEYLA!"
"MECBUR KALDIM ANLIYOR MUSUN!"
"LAN NEYE MECBURDUN NEYE! YILLARDIR KÖPEK GİBİ YOLUNU GÖZLEDİM, EVLENECEĞİMİZ GÜNÜ İPLE ÇEKTİM LEYLA! ŞİMDİ KARŞIMA GEÇİP DE 'BEN BAŞKASIYLA EVLENİYORUM' DİYEMEZSİN BANA DUYDUN MU!"
Elini tutarak parmağındaki yüzüğü çıkartmak istedim.
"Ver şunu!" dedim ama avucunu öyle bir sıktı ki açmamın mümkünatı yoktu.
"Leyla aç avucunu!" dedim dişlerimi sıkarak.
"Açmayacağım! Unut beni Barış! Bizim aşkımız imkânsızdı ve bunu ikimizde biliyorduk."
Bünyeme yüklenen sinir cımbızla çekilip alındı benden. Boşa çabalıyordum. Leyla bu aşkı kalbinde çoktan bitirmiş, ikimizin sevdasına da yol vermişti.
Katılaşmış kalbim daha da katı hâle bürünmüştü.
Yüzüne iğrenerek baktım ve "İyi!" dedim.
"Madem her şey bitti... O zaman başkasından değil, benden duy! Babamın ortağının kızıyla nişan takacağım!"
Sanki beni ardımdan bıçaklayan o değilmişçesine yüzüme ağır bir tokat attı. Kaslarımı öyle sıkıyordum ki çenem ağrımıştı. Sorun benimde aynısını yapmam mıydı? Böyle aşkın içine...
"Senden nefret ediyorum Barış!"
Suçlunun güçlü haliydi karşımdaki kadın. Herkes de kusur arayan, kendine kör bakan türdendi.
Yüzümü yerden kaldırarak tam gözlerinin içine baktım.
"Sen yoluna, ben yoluma Leyla! Buraya son kez bize şans vererek gelmiştim ama anlaşılan o ki sen bizi çoktan bitirmişsin. Yüzüğün parmağında kalmaya devam edecekse, ben yokum artık! Başkasının sözlüsüne bakacak kadar namussuz değilim! Pişman olacaksın Leyla... Pişman olacaksın ama ben olmayacağım!"
Son sözüm bu olmuştu. Konaktan hızlıca çıkarak kapıdaki arabama bindim. Evde kimse yoktu, hepsi de dışarı çıkmıştı ve bu yüzden rahattım. Yoksa amcamın evini ayağa kaldıracağız ve amcam beni buradan sağ çıkaracak öyle mi?
Zaten ona da, yengeme de, Leyla'ya da... Herkese çok kızgındım. Uğruna her şeyi göze aldığım kadın başkasını seçince tüm yaşam hevesim topyekûn alındı bedenimden.
Bitti... Yıllardır verdiğim mücadelem, gösterdiğim dik duruşum çöp poşetine koyularak çöpün içini boyladı. Sende bundan sonra herkes gibisin artık Leyla...
***
Yerimde duramıyordum. Boynumu sıkan kravat ve nefes boruma kadar ilikli olan gömlek düğmelerimle açık hava bile dar geliyordu bana.
Asiye hanım da ortalıklarda yoktu. Ne kapıda karşıladı ne de gözükme tenezzülünde bulundu! Kendini naza çekiyorsa eğer saçmalıyordu çünkü günahım kadar sevmedim o kızı.
Acaba Leyla'ya inat kabul ettiğim teklif yanlış mıydı?
Kıpırdanmaya devam ederken "Cümleten hayırlı akşamlar. Kusurumuza bakmayın, biraz geç kaldık. Hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz evimize." sesiyle tam karşı tarafa döndüm. Rasim amcanın eşi mahcubiyetini duruşuyla belli ederken, arkasında çekinerek boy gösteren kadınla yutkundum.
Masum yüzlüydü Asiye. Ağzı var, dili yoktu adeta. Gülten hanımın ardından o da yanımıza gelerek büyüklerin ellerini öptü. Demekki ailesi yoktu ama aile terbiyesi almıştı.
Zarif elbisesi tüm bedenini muhteşem şekilde sarmıştı. Ayak bileklerine tam oturan topukluları ise küçük ayaklarına incelik katmıştı. Resmen parlıyordu ve herkesin gözü onun üzerindeydi, benim bile... İyiki günahın kadar sevmemiştin Barış!
Kendimi silkeledim ve bana döneceğini anladığım an ruhsuz Barış'ı geri getirdim. Boş ve manasızdı bakışlarım. Aksini düşünmesine lüzum yoktu...
Yanıma gelince elimdeki gülleri kucağına vererek yerime geri oturdum. Neden böyle şaştım bilmiyorum.
**
Yüzükler takıldı, tebrikler dilendi...
Parmağımda bana göz kırpan gümüş yüzüğümle dertleşiyorduk adeta. Kime niyet, kime kısmet Barış... Bir zamanlar hayalini Leyla ile kurduğun bu anı hiç tanımadığın bir kızla paylaşıyordun.
İturduğu yerde kıpırdadıkça iyice strese giriyordum. Tamam, altınlar ağırdı ama çıkarma teklifini tüm samimiyetimle yapmıştım. Zaten tıfıl bir şey, şimdi koca koca altınların arasında iyice kaybolmuştu.
Çaktırmadan kafamı kaldırıp yüzüne bakmamla onun bakışlarını ileriye kitlenmiş gördüm. Kime odaklanmıştı?
Baktığı yerde bir adam vardı. Karanlıkta tam seçemiyordum ama o da Asiye'ye bakıyordu ve bu ikisinin bu kadar uzun süre bakışması hiç normal değildi. Aralarında elektrik akımı gibi gidip gelen aşk kıvılcımlarıyla daha fazla dayanamadım.
"Nereye bakıyorsun sen öyle iki saattir?" dedim.
İrkilerek bana döndü.
"Kolye... Şey... Kolye çok ağır..." dedi. Bocalamıştı. Kesinlikle duygu akımı vardı bunlarda.
"Baktığın yere dikkat et! Beni sakın sinirlendirme!" dedim öfkemi bu akşamlık içine koyduğum kutudan çıkartmamaya gayret göstererek...
Ama yine de korktu. Hafif doğrulup sandalyesini kenara çekmek istediğinde buna asla izin vermedim.
"Yerine otur Asiye!" dedim.
İtiraz etmedi, sakince oturdu. Yok, böyle olmayacaktı. En iyisi konuşmaktı.
"Biz seninle az konuşalım mı?"
Ne kadar dikkat etmeye çalışsam da öfkem ses tonuma kesinlikle yansıyordu. Asiye'de bunun farkında olduğundan geriliyordu.
"Konuşalım." dedi. Gürültülü ortamda derdimi anlatamazdım.
"Burda olmaz! Az gel benimle!"
Elinden tutarak kaldırdım yerinden. Şu anlık en müsait ortam ön bahçeydi ve peşimden sürüklediğim kadınla oraya geçtik. Elini bıraktım, karşısına dikildim.
İşaret parmağımı yüzüne doğrultarak "Tek soru, tek cevap!" dedim. İlk günden doğruları söylediğim kadın karşımda ezilip büzülüyordu.
"Kalbinde birisi var mı?"
Yutkundu. Aklında vereceği kararı tartıp biçtiği gözlerine vuran ışığın sönüşüyle belli ediyordu kendini. Ya yalan ya da gerçek... Umuyorum ki sonuçları ne olursa olsun doğruyu söylersin Asiye...
Cevap gelmeyince "Kime diyorum? Beklemeyi hiç sevmem!" dedim çenemi sıkarak. Artık sabredecek gücüm kalmamıştı.
Bir kaç saniye sonra "Var." dedi sakince. Nasıl oluyorda benim aksime böyle sakin olabiliyordu hayret ediyorum.
Sinirden yüzüğü dahi atmak aklımın ucuna gelmişken kendimi tuttum. "Doğruyu söylemen beni mutlu etti ama!" dedim ve kolunu kavradım.
"Sadakat gösterme konusunda hâlâ aynı düşüncedeyim Asiye! Çocuk kimdi? Yüzünü görmedim, adını söyle!"
Niye merak ettiğimi bende bilmiyordum ama bu yüzük parmağa girdiyse Asiye benimdi.
Buruşan yüzüyle sorumdan memnun olmadığını belli eden tavır sergiledi. Kolunu, elimin temasından kurtararak "Kim olduğunun önemi var mı? Tek soru, tek cevap dedin, bende tek cevap hakkımı verdim." dedi.
Çok zekiydi. Boşuna öğretmen olmadığı belliydi. Ama öğrenmek istiyordum, hemde delicesine!
"Aranızda devam eden ilişki var mıydı?"
"Hayır!" dedi kaşlarını çatarak.
"Böyle bir şey olsa neden seninle nişan takayım? Zaten... Onun başka sevdiği varmış."
İçine akan gözyaşlarının belirtisi sesinin titreyişine çanak tutmuştu. Demekki aşk karşılıklı değil, tek taraflıydı ama nişana neden gelmişti? Kesinlikle cevaplardan tatmin olmuyordum.
"Yanında ya da yamacında görürsem..." diyip sustum. Elini elime alarak güzel parmağında ay gibi parlayan yüzüğünü gösterdim ona.
"Bunun ne demek olduğunu biliyorsun dimi Asiye?" dedim.
"Söz verdik ve tutacağız. Şimdi anlaştıysak törene geri dönelim. Zaten az sonra kalkarız. Dediklerimi kulağına küpe yap!"
Bakışlarıma yansıyan sinirimi daha iyi anlasın diye iyice baktım gözlerinin içine. Tam o an telefonum çaldı. Yeleğimin iç cebinden çıkartıp önüme aldım.
Asiye'nin güzel incileri telefonumun ekranına kayınca bende istemsizce baktım.
Leyla yazıyordu. Bu hangi yüzle beni arıyordu?
Asiye'nin varlığını unutarak arkamı döndüm. Tam açacakken "O telefonu açarsan küpeyi senin kulağına takar, cümle aleme ibret olarak törende gezdiririm!" dedi.
Durdum. Tanıştığımızdan bu yana bana gösterdiği tek cesaret taşıyan cümleydi ağzından çıkanlar.
Kolay kolayına konuşmuyordu ama konuşunca da on ikiden vuruyordu.
Aramayı meşgule atarak telefonu kökten kapattım ve Asiye'ye döndüm.
"Ne dedin anlamadım?" dedim.
"Bence gayet iyi anladın yoksa o telefon meşgule atılmazdı."
Aramızda mesafe kalmayacak kadar yaklaştım. Hem meydan oku hem de kork! Olacak iş değil Karadenizli!
Telefonu iç cebime, ellerimi de pantolonun cebine koyarak başımı hafifçe aşağı eğdim. Bunları yaparken gözlerimi tek saniye ayırmadım gözlerinden.
"O adamı bulacağım." dedim, etrafa buram buram korku yayan sesimle.
"Ve küpeyi bizzat gözlerine takacağım ki bir daha nişanlıma bakacak cesareti kendinde bulamasın."
Konuşmayı devam ettirmenin, gergin ortamın iyice gerilmesine olanak sağlamanın ikimize de faydası yoktu.
Törene geri döndük ve hiçbir şey olmamış gibi tekrar yerlerimize geçtik.
Aklımda dönen onlarca sorunun cevabını bulmak için çıldırıyordum. Madem tek taraflıydı, hangi cesaretle nişana kadar gelmişti?
Yoksa bu aileden biri miydi? Cihan mıydı lan yoksa? Ama o olamaz! Pekiyi neden olmasın? İyide kendi evindeydi. Niye gizliden bakmak yerine mülk sahibi olarak törende bizzat yoktu? Yok yok, Cihan kesinlikle elendi. Pekiyi kimdi? Ailenin tanıdığı olduğu apaçıktı yoksa elini kolunu sallayarak içeri girmesi imkansızdı.
Hadi o şerefsizi buldun diyelim Barış...
Leyla neden aramıştı seni? Hani bitti demiştik, herkes yoluna kararını vermiştik. Kafayı sıyırmama ramak kalmıştı.
"Dur!" sesiyle dizime temas eden parmaklar sallanan bacağımın farkına varmamı sağladı.
"Yeter dur! Anlayacaklar bir şeyler olduğunu, sallama artık şu bacağını!"
Asiye'nin benim aksime gayet sakin olması iyice sinirlendiriyordu beni. Sanki kızın vücuduna dinginlik enjekte edilmişti.
"O adamı bulacağım!" dedim dişlerimin arasından. Takmıştım kafaya abi! Bulmadan da rahat etmeyecektim. Kime aşıktı, kime vermişti gönlünü bulacaktım! Bulmadan da rahat etmeyecektim.
Cümlemin ardından Asiye derin nefes eşliğinde önüne geri döndü. Zaten kısa zaman sonra bizde ayaklanarak törenden ayrıldık.
Herkes kendi aracına yerleştiğinde hem şoförüm hem de en yakın arkadaşıma "Bugün içeri birisi girdi mi?" diye sordum.
"Anlamadım Barış?"
"Bu akşam içeri tanımadık birisi girdi mi? Şöyle... Takım elbiseli birisi."
"Tanımadık mı?"
"Lan evet evet! Tanıdık olanı niye sorayım oğlum!"
"Tamam abi, niye kızıyorsun? Bi ara Cihan geldi o kadar."
Cihan mı? Cihan olsa çekinmeden girerdi ortama.
"Karıştırmış olmayasın." dedim ihtimaller doğrultusunda.
"Yok Barış. Gördüğüm kişi Cihan'dı. Üstünde takım elbisede vardı. Gerçi girdi ama fazla durmadı, ayrıldı."
İki seçenek vardı önümde. Ya o adam Cihan'dı ya da Kerem'in görmediği anda içeri girmiş başka birisi. Ama Cihan artık net olarak şıklar arasında vardı.
Düşündüm, kafamda yoğurdum, iyice kurcaladım. Kamera kayıtlarına erişim sağlayamazdım. Bizim ev olsa tereyağından kıl çeker gibi olurdu ama Rasim amcanın evi olunca işler renk değiştiriyordu.
Eve vardık. Kutlama yoğunluğu orada da devam ediyordu. Ben ise hâlâ aklımda o belirsiz isimle derin düşüncelere dalmıştım. Öyle ki Leyla'nın araması bile umurumda değildi.
"Dimi Barış!"
Yanımda oturan halam dürtünce kendime geldim. Yüzüne baktım.
"Kız pek güzel, edeplide. Yani bizi beklettin ama beklediğimize değdi oğlum."
He değdi hala! Bizim oralardan kız alacağız diye diye beni Karadeniz'e kadar sürüklediniz.
"Nereli bu güzel kız?"
Nasıl? Halam bilmiyor muydu?
"Karadenizli." dedi annem.
Halam "NE!" diye bağırdı. Heh, çok güzel! Bizimkilere eğlence çıktı.
"NE DEMEK KARADENİZLİ! BİZİM KIZLAR ÇUVALA MI GİRDİ DE GİDİP ELİN KARADENİZLİ'SİNİ SOKTUNUZ İÇİMİZE?"
Bende aynı dertten yanıyordum ama babam evet dedi ya, üstüne laf söylemek mümkün mü!
"Bağırma Kerime!"
"Siz kafayı yemişsiniz Hatun! Koskoca Kayalar'ın en gözde oğlu başka topraklardan kızla mı evlenecektir!"
"Halis Ağa böyle istedi! Yoksa bende bayılmıyorum o çakır gözlüye!"
Asiye'nin gözleri çakır mıydı? Bunu önceden hiç fark etmemiştim.
"Ben ağabeyimle konuşacağım!" diyen halam ayaklanınca "Kimse karışmasın!" dedim ağırlığımı ortaya koyarak.
"Kimse bu işe karışmasın! Bu evlilik olacak ve Asiye buraya hanım olarak giriş yapacak! Lafımın üstüne laf duyarsam, karım olacak kadın hakkında ileri geri konuştuğunuzu işitirsem büyük falan dinlemem kırarım kalbinizi, haberiniz olsun!"
Suskunluk içlerini kemiren kurta dönüştü. Herkesin diyecek sözü varken, öfkemin ortaya girişiyle mecbur kalınan sükuta onlarda razı değildi biliyorum ama sert konuşmazsam konu sakız gibi uzayıp gidecekti.
Oturduğum minderden ayaklanarak anneme baktım. Biliyorum, Asiye'ye ilk günden ısınmamış, babamla bu konu hakkında da çok kavga etmişti.
'Soyu, sopu olmayan, anasız, babasız kızı mı reva gördün benim aslan oğluma!' diyip durdu babama. Aday gösterilen onca köklü aile kızlarından sonra Asiye bence de mantık dışı seçim olmuştu. Babamın aklında bir plan vardı ama hiçbirimiz bunu çözememiştik, şimdilik...
"Hadi herkese hayırlı geceler."
"Kızda bari güzel olsa!"
Ağzının içinden mırıldanan Kerime halama döndüm.
"Niye hala?" dedim bıkkınlıkla.
"Az önce kızı yere göğe sığdıramıyordun. Öyle güzel, şöyle güzel diyordun. Şimdi ne değişti? Bizden olmadığı için mi bu ayrımcılığın? Emin ol bana içimizden olsaydı gözü doymazlardan birisini sokardınız şu kapıdan içeri! Şimdi son sözüm şudur ki, Asiye'ye diyilen her sözü kendime diyilmiş varsayarım!"