26. DUVAR!

1868 Words
ASİYE'NİN AĞZINDAN... Arabanın önünde durduğu evin İstanbul'daki evle hiçbir alakası yoktu. Oradaki şehrin modernliğini, buradaki ise memleketin ruhunu taşıyordu. "Beğendin mi?" dedi Barış. Göze hitap eden başyapıt güzeldi fakat içindeki insanları bilemiyordum. "Hı hı!" dedim geçiştirici cevabımla. Araçtan indiğimizde tekrar baktım 1.5 ayımı geçireceğim eve. Kahverengi tonlarının hakimiyet kurduğu ev, tıpkı dizilerdeki konakları çağrıştırıyordu. Acaba berdel ya da kan töresi var mıydı Barışlar'da? Hi! Korkunç olurdu bence. Düşünsenize, Barış'ın kız kardeşlerinden birisi sevdiği adama kaçıyor ve onun karşılığı olarak karşı taraftan Barış kendine ikinci eş alıyor. Düşününce bile tüylerim havaya kalktı. "Ne düşünüyorsun?" dedi Barış. Ne düşündüğümü bir bilsen... Derin nefes aldım "Hiç!" dedim. Baktığım yöne bakarak "İlk kez görüyorsun dimi böyle ev?" dedi. Doğrusunu söylemek gerekirse canlı olarak ilk kez görüyordum ama dizilerde çok kez şahitlik etmiştim görünüşlerine. "Yakından evet." dedim. "Uzaktan hayır mı?" dedi kaşlarını tekrar çatıp bana bakarak. Seni gülerken göremeyecek miyim ben Barış? "Dizilerden görmüştüm." dedim. "Ha!" dedi tekrar eve dönüş yaparak. "Öyle desene. Ben de başka bir şey anladım." "Ney?" dedim. Cevap vermedi. Üstelik vermediği gibi beni beklemeden önden önden girdi evin içine. Ayaklar büyük, beden iri! Küçücük Asiye yetişmek için daha ne yapsın? Koşması mı gerekiyor illa ki? Ben de peşinden içeri girdim. İçi dışından daha etkileyiciydi. Soğuk savaşın ortasında silahsız kalmış gibi hissettirdi bana. Rüzgar uğulduyor, ağaçlardaki yaprakları birbirine sürtüyordu. Sanki eve değilde dönem dizisine gelmiştim. "İncelemen bittiyse evimize geçelim, çok yorgunum." dedi. İlk kez gördüğüm yere merakla bakınmam normal değil miydi? Niye tersleyip duruyordu beni? "Peki!" dedim başımı yere eğerek. "Takip et beni!" Yine o önümde, ben de ardındaydım. Tam karşımızda duran konağın içine geçmek yerine yanından dolandık. Arka tarafına gizlenmiş olan küçük eve doğru adımlıyorduk. Daire diye bahsettiği ev, bu muydu? Ben normal apartman dairesi bekliyordum. "Uyuşuk yürüme Asiye! O kadar yol geldik, saatlerdir araba sürüyorum." Ben mi dedim arabayla gelelim diye? Atlasaydık uçağa, anında burda olurduk. Bakım ürünlerimden bahsederken parayı elinin kiri olarak görüyorsun da uçak biletini almaya mı çekiniyorsun? Dua et ayağımdaki yaralar iyileşmiş, sargılarımı açmıştım. Ona dua et Barış! Kendi yerimize geçince Barış'a bir rahatlama geldi. Üstündeki ceketi köşeye, kravatı yere fırlattı. Ne bekliyordu? O dağıtacak, ben de toplayacak mıydım? "Neyseki kimseye yakalanmadan kaçtık." dedi koltuğun üstüne atlayarak. İki insandan fazla yüz görsek ne değişirdi diye düşünecektim ama aklıma hastane odasında yaşanan izdihamlar gelince susturdum beynimi. Yolladıkça yenisi türüyordu bunların. "Yemek yapta yiyelim." dedi. Yüzümü ekşittim. Hiç yemek yaptım mı, bi sorsana. "Sakın bana yemek yapmayı bilmiyorum deme!" Alt dudağımı ısırıp Barış hariç her yere baktım. Bilmemek suç muydu? Kendim zengin değildim ama yaşadığım ev varlıklıydı. Mutfakta aşçılar varken ben neden yapayım ki? "Of Asiye! Ee şimdi ne yicez biz?" "Dışarıdan sipariş verebiliriz." dedim. "Sevmiyorum dışarıdan yemeyi." Yaklaşık 15 saniye daha oturdu koltukta. Sonrasında ise kollarıyla destek alıp ayaklandı ve "İş başa düştü, takip et beni!" dedi. Nereye gidiyorduk? O ilk gördüğümüz eve mi acaba? Orda illaki yemek vardır. Hatun hanım kesin önceden yaptırmıştır. Ama durun! Barış oraya gitmiyordu. Kapıya dönen koridoru es geçerek tam sağına yöneldi. Çok yönlü girişin aksine tek hücreye açılan yere giriş yaptığımız an küçük ve sıcacık bir mutfak karşıladı bizi. Nasıl? Yemekleri Barış mı yapacaktı? Asla inanmam! Kollarını yukarı sıyırdı. Ciddi olamazdı dimi! "Bundan kimseye bahsetmek yok tamam mı?" dedi şaşkın bakışlarımı fark edince. "T-Tamam." dedim. "Güzel! O zaman sen soğanları doğra." Ben şaşmış, kalmıştım. Koskoca Barış Kaya mutfağa girmiş, karısına yemek mi yapacaktı? Biri beni çimdiklesin çünkü rüya görüyor olmalıydım. Tavayı ocağın üzerine koyduktan sonra hareketsizliğimi farketmiş olmalı ki bana dönüp şok içinde "Sakın soğan doğramayı da bilmiyorum deme!" dedi. O kadar da değildi. "B- biliyorum!" dedim. Yerlerini gösterdi, bende iki üç tane aldım. Kabuklarını soyarken ara ara Barış'a bakıyordum. Buzluktan çıkarttığı etleri büyük bir özenle doğramaya çalışıyordu. İnce ve küçüktü parçaları. Donmuş olduğu için parçalaması zor olsa gerekti. Tahtanın üzerine aldığım soğanları bıçak yardımıyla zarif hareketlerle doğramaya başladım. Hem doğruyor hem de ağlıyordum. Çok fena yakıyordu. "Of bu ne ya! Beni bile ağlatacak!" dedi Barış. "Camları mı açsak?" dememle "Olmaz!" dedi. "Şimdi biri geldiğimizi falan anlar, buraya damlar. Baş başa kalalım." Kadınlık gururumu okşamıştı baş başa kalalım demesi. Her geçen gün beni şaşırtıyor, farklı yönlerini açık ediyordu. Bi bakmışsın bi gün İstanbul'da beyefendi, bi bakmışsın bi gün köyünde Ağa, bi bakmışsın bi gün evinde aşçı... Çok yönlü kişiliğine hayran kalmamak insanlığa uymayan davranıştı. Doğradığım soğanları tavaya aldı ve bol yağda ölene kadar kavurdu. Tavayı sallayışı, içindekileri harmanlayışı... Utanmasam oturup sadece onu izleyecektim. "Of ne güzel koktu dimi?" dedi. "Beni bile acıktırdı kokusu." dedim. "O zaman parmaklarınızı yemeye hazır olun!" Pilavı, et kavurmasını ve salatayı... Hepsini yaklaşık 1 saatin içinde hazır etmişti. Ben de ayıp olmasın diye sofrayı kurmak benden olsun düşüncesiyle yere döşek attım, küçük tepsiye de yemekleri yerleştirdim. Masada yiyilen yemeklerden on kat daha lezzetli ve samimiydi. Barış ekmeği tavaya batırıyor ve iştahla yiyordu. Ben ise daha nazik hareketlerle midemi doyurmaya çalışıyordum. O mağara adamıydı, ben ise narin barbie kız... "Zaman olaydı daha farklı yemekler yapardık. O da başka zamana kısmet." dedi benim on lokma büyüklüğüme denk gelen bir lokmasını ağzına atarak. İştahının kabarık olduğunu görmüştüm ama sanki burada, benim yanımda daha rahat yiyordu. "Oo!" dedi bana bakarak. "Et öyle bıçakla mı kesilir?" Önümdeki dilim ekmeği aldı, etin suyuna batırdı ve ağzıma getirdi. "Aç!" dedi. "Barış ne yapıyorsun? Kocaman ekmek, ne bilmişim onu çiğnemeyi?" "Yav sana aç dedim! Hem dışı küçük, içi büyüktür onun." "Valla çiğneyemem." "Aç dedim Asiye! Niye itiraz ediyorsun?" Kaşlarını tekrar çatınca korkuyla açtım ağzımı. Bir dilim ekmek dişlerimin arasında zorlukla yerini alırken elimle ağzımı kapatmıştım çünkü sığmamıştı. "Su!" dedim çiğneyemediğimi anlayınca. "Ha!" "Su Barış!" "Su mu istiyorsun?" Kafamı salladım. Dediklerim anlaşılmıyordu. Yan tarafındaki sürahiden bardağı doldurdu, bana uzattı. Ne bilmişim kocaman ekmeği çiğnemeyi ben? Biraz sağdan, biraz soldan, biraz da sudan verdiğim destekle yaklaşık 2-3 dakikada yuttum ağzımdakini. "Ayh!" dedim rahatlayarak. "O neydi öyle ya?" "Yemekti, yemek! Hiç yemediğin için bilmemen normal tabii!" Arada bana bulaşıyor, çoğunlukla yemeğini yiyordu. Ayranındaki son yudumunu da alıp arkasına yaslandı. Karnını ilk kez böyle şişkin görüyordum. Hani nerde o fit adam? "Oh!" dedi. "Uzun zaman olmuştu böyle yemek yemeyeli." Belli oluyor zaten. Bıraksak masayı bile yutardın. "Nasıl, güzel miydi yemeklerim?" Valla ne yalan diyim, mükemmeldi. Benden iyiydi elinin lezzeti. "Ellerine sağlık." dedim peçeteye ağzımı silerek "En kısa zamanda öğren sende. Hep ben yapamam ki canım!" Canım diyince içim kıpraştı. Canın mıydım sahiden yoksa ağız alışkanlığı mıydı? "Mutfağı toplarsın herhalde!" dedi. Niye bana takılıyordu anlamıyorum. Onun aksine sessiz kalmaya, karşılık vermemeye çalıştıkça üstüme oynuyor gibiydi. *** Buradaki evi gördüğüm andan beri aklımda dönüp duran düşünce belliydi. Ya berdelleri varsa ve Barış bir gün üstüme kuma getirirse? Yarım senelik süre, ikinci kadına yeterliydi. Ben kocamı kimseyle paylaşmak istemiyordum. Her ne kadar tam karı koca değilsekte boşanmadan başka kadın gelme olasılığı dahi ruhumu sıkıyordu. "Neye sinirlenemedin yine?" dedi Barış. "Efendim?" dedim. Anlamamıştım. "Diyorum ki kaşlarını çattın, yine neye sinirlenemedin?" Bence bu sefer sinirlenmiştim. Bizim törelere ayak uyduramazsın diyen sen değil miydin? Ne belli berdel olmayacağı? "Sizde berdel var mı?" Doğrudan, lafı hiç dolandırmadan sordum. İçimde kalıp beni yiyeceğine dışarı vurayım Barış'ı sömürsün. Durdu, düşündü ve hayretle baktı suratıma. Beklemiyordu. Açıkçası söylemek gerekirse ben de bu soruyu sormamı beklemiyordum. "Berdel mi?" dedi kaşlarını çatarak. En sonunda elime bant alıp yukarı yapıştıracaktım şunları. Bu ne böyle sürekli aşağıdalar? "Evet, berdel." dedim. "Sen... Berdelin ne olduğunu nerden biliyorsun?" Görmüştüm, okumuştum ve duymuştum. Ayrıca ne farkeder ki? Sanki içlerinden gizli bir bilgiye erişim sağlamışım. "Bilemez miyim?" dedim. "Bilmem. Karadeniz'de var mı böyle şeyler?" Hiç duymamıştım. "Yok." dedim. Cebinden çıkarttığı sigarayı yaktı ve yattığı yerde içmeye başladı. Ee hani sorumun cevabı nerde? Biraz daha bekledim belki düşünüyordur diye ama yok! Keyif hâlinde sigarasını püfür püfür içiyordu. Ayaklandım, sofrayı yavaş yavaş mutfağa taşıdım. Suç sende Asiye! İlk günden aranıza koyduğu mesafeye gözlerinle şahitlik etmişken ne bekliyordun ki? İki öptü diye aşık mı olmuştu sana? Erkekti ve helalindeki kadına temas etti o kadar. Hepsi aynıydı. Nefsi duyguları yönünde biz kadınların heveslerini kırmakta çekinmeden hareket sergiliyorlardı. Sürahiyi de mutfağa bırakıp salona geri döndüm. Hâlâ aynı yerde oturmuş, derin düşüncelere yolculuk ediyordu. Burnumdan soluyarak arkamı dönmüştüm ki kafamı duvara çarptım. Doğru okudunuz, kafamı duvara çarptım. Koskoca duvarı görmedim. Şu yaklaşık 4 metre uzunluğuna denk gelen beton yapıtını! "Ah!" dedim elimi alnıma koyarak. Rezil oldum! Barış gördü mü hâlimi acaba? Arkamı dönüp de bakamıyordum da. "Bu duvarı kim koymuş buraya?" dememle hiç tecrübe edinmediğim kahkaha sesi ilişti kulaklıklarıma. Gülmüş müydü? Çarptığım duvardan daha sert kişiliğe sahip olan kocam az önce gülmüş müydü sahiden? Santim santim yönümü ona çevirdim. Elim hâlâ kafamdaydı. Onun eli ise ağzını kapatıyordu. Gözlerinin içinde ilk defa saf bir mutluluk görmüştüm. Hâlâ gülmeye devam ediyordu bana bakarken. Kafam acıyordu ya. Şimdi gülmenin sırası mıydı? "Pardon!" dedi. Ciddi duruşumu farkedince gülüşünü soldurup boğazını temizledi. "Acıdı mı?" "Müsadenle, dinleneceğim." dedim. Sorulara cevap vermemeyi ondan öğrenmiştim. Bazı insanlara ayna görevi olmak gerekiyordu. Ne yaptığını, karşısındakine nasıl hissettirdiğini anlaması için aynı yoldan geçmesi, aynı engellere takılması şarttı. Ben de şimdi bu metodu uyguluyordum Barış'a. Altı üstü berdel var mı diye sormuştum ama beyefendi kâle bile almadı. Merdivenlere yönelmiş, ilk basamağa adımımı atmıştım ki koluma değen parmaklar yönümü değiştirdi. "Hi!" nidası döküldü dudaklarımdan. Saçlarım hızlı dönüşümün etkisiyle yüzüme dağılmış, kalbim anlık gelişen heyecandan küt küt atıyordu. "Sana soru sordum!" dedi. Az önce kahkaha atan adamdan eser yoktu. Sanki iki tane yüzü vardı. İstediği her an değişiklik yapıp şeklini değiştirebiliyordu. Profesyonel derecede ciddiydi. Yutkundum. Sadece "Çok yorgunum." dedim kısık sesimle. Delicesine olan yakınlığı başımı döndürüyordu. Kolumu kavrayan dokunuşlardan kaçmak istiyordum fakat tutuşu çok güçlüydü. "Cevap versene!" "Neye?" dedim artık %1'e kadar düşen sesimle. Enerjimi emiyordu bu adam. "Kafan-acıdı mı dedim!" Kafam mı? "Kolum daha çok acıyor." dedim. Elektrik çarpmış gibi çekildi benden ve "Pardon!" dedi. Canımı yaktığını anlaması için uyarı mı alması gerekiyordu? Gerçekten yorulmuştum. Gözümün önünde vurulan adam, kaçırılma olayım, sürekli görünmezmişim gibi davranmaları... Daha bir ay olmadan pestilimi çıkartmışlardı. Öğretmen oluşuma bile tam sevinme yaşamadan hiç tanımadığım insanların içine girmiş, bir kaç kez görüştüğüm adamla evlilik yapmıştım. Sözde güzel dinleneyim diye getirmişti ama bana daha çok rahat azarlayabilmek içinmiş gibi geldi. Başımı yere eğip merdivenlere geri döndüm. Ağlamak yok Asiye! Bu evliliği isteyen sendin! Şimdi ağlamak, sızlanmak yok! Merdivenin yarısına geldiğimde "Bizde berdel yok." cümlesiyle duraksadım. "Yani seven sevdiğiyle evlenir, kaçarsa da büyükler bir araya gelip orta yol bulmaya çalışır. Nerden geldi aklına bilmiyorum ama korkma, üstüne kuma gelmez! Eskilerde kaldı o Asiye. Eşim sensin, sen kalacaksın. Başka kadının değil gelmesi lafı bile olamaz! Zaten... Sen varken başkasına gerek mi var?" Barış bir şeylerden kaçıyor gibiydi. Bi gün çok yakınsa öteki gün buzullar kadar uzaktı bana. Ben artık onun hakkında hiçbir fikre sahip değildim. Net olmayacaksa, git gelli yaşam sürecekse varsın benden uzakta olsun! Sessizlik içinde yukarı çıkıp önüme gelen ilk odaya girdim. Cebimde bulunan telefonun titremesiyle çıkarttım ve elime aldım. Bilinmeyen bir numaradan mesaj gelmişti. "Nasılsın Asiye? Van bugün çok güzel, meğer sebebi senin ayak basışınmış. Keşke gelirken haber verseydin, karşılama yapardım. Eminimki senin kadar güzelini görmemiştir canım memleketim! Gerçi biraz hırpaladım ama olsun, yine de çok güzelsin. Hadi ama asma suratını, gerçekten pişmanım. Bir dahaki sefere söz veriyorum yüzünün her köşesini öpeceğim. Neyse... Biraz uzun oldu ama okuyacaksın mecbur. Yaralı yüzden Barış'a selamlar... Artı olarak benden de yaralı yüz diye bahsetmezsen sevinirim." Telefonu korkuyla yere fırlattım. Bu- bu numaramı nerden bulmuştu? Üstelik yaralı yüz ifadesini nasıl biliyordu? Aman Allah'ım! Düşman sadece Elvan değildi! Başkası daha vardı, hem de çok yakından biri, evin içinde, her şeyi duyan, her şeyi bilen biri...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD