ASİYE'NİN AĞZINDAN...
Cihan hangi yüzle beni arama cesaretini gösteriyordu? Ben aşıktım ama o değildi.
Ve ben de bu aşkımı evlendiğim gün kalbime gömdüm. Ne benden ona yar ne de ondan bana diyar olurdu. Gözümün ucuyla Barış'a baktım, hâlâ uyuyordu. En iyisi telefonumu kökten kapatmaktı. Onun bana yaptığının aynısını ben ona yapamazdım. Cihan'ın aramasını açarsam, ondan ne farkım kalırdı? Meşgule attım, telefonu komple kapattım.
Gecenin karanlığı aramızdaki kilometrelerce mesafeyi daha da uzağa taşımıştı. Belki aynı yataktaydık ama ayrı dünyaların insanıydık. Bu kesinlikle maddiyattan ötürü değildi.
Barış öfkesinin, içindeki kor ateşin kurbanıyken ben onun tam zıttı yönünde sakinliği simgeliyordum.
Gülten teyze bana böyle olmayı öğretmişti. Panik atak, olaylar gelişirken bizlere içinden çıkılmaz bir hal yaşatırmış. Öfkemizi dizginlemek, onun sahibinin biz olduğunu göstermek sonrasında pişman olmayacağımız hareketler sergilemekten bizi men edermiş. Kendimi bildim bileli hep bu yolda gitmişimdir. Bir şeyleri kırıp dökmenin çözüm olmadığını, tam aksine kişiler arasında büyük yıkımlara sebebiyet verdiğine şahitlik ettiğim zamanlar olmuştu.
Şimdi yine sakindim. Barış'ın tam aksine sükutumu ve ağırbaşlılığımı koruyordum. O ateşti ben ise ateşini söndürmeye çalışan su damlaları...
Barış uyurken benim de uykuma kaldığım yerden devam etmem daha mantıklıydı. Karanlıktan ötürü saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama akşam 8'i geçtiği kesindi. Çünkü havanın tam olarak kararması 8'den sonra yaşanıyordu.
Ellerimle yatağın ortasına koyduğum pikeyi arıyordum ama bir türlü ulaşamıyordum. Burada olduğuna eminim, kendi ellerimle koymuştum çünkü.
"Nereye kayboldun ya?" dedim sesli düşünerek.
Şimdi ayağa kalkıp ışığı açsam Barış uyanabilirdi ve bu isteyeceğim seçeneklerin arasında en son sıradaydı. Uyanır, bir de üstüne sinirlenirse rezil olurdum. Beni ne zaman terslese hep böyle hissediyordum.
Karnımdan çıkan sesler sabahtan beri aç olan midemin gürültüsüydü. Of evet, çok açtım.
ve böyle uyumam mümkün değildi. Yataktan usulca kalkıp parmak uçlarımda ilerliyordum.
Taa ki "Nereye gidiyorsun?" sesini duyana kadar.
Ne zaman uyanmıştı, acaba uyuyor numarası yapıp beni mi izliyordu? Belki de gördüğüm bir kabus değil gerçeğin ta kendisiydi. Burnumun dibine kadar girmiş olan Barış rüyalarımı değil hayatımı temsil ediyordu belki de.
Yutkundum...
Arkamı dönüp Barış'a bakma cesaretinde bulunamıyordum.
"Sana nereye gidiyorsun dedim?" diye cümlesini tekrar etti. Kaçmak hiçbir zaman çözüm yolu olmamıştı. Sakinliğimi koruyarak ilk önce ışığı açtım ardından Barış'a döndüm.
"Şey... Ben... Yemek yemeye inecektim aşağıya..." dedim ellerim önümde bağlı, başım yerde durarak.
"Ha yani başka bir yere gitmiyorsun?"
Başka nereye gidebilirdim ki? Gerçekten Barış'ın bazen ne demek istediğini anlamıyordum. Sırlarla dolu yanını çözmek dünyayı fethetmekten daha zordu.
"Başka nereye gidebilirim ki?" dedim.
"Bilmem! Belki de seni az önce arayan kişinin yanına gidiyorsundur!"
Başım hayretle kalktı yerden. Uyumuyormuş, tahmin ettiğim üzere başından beri uyanıkmış.
Alt dudağımı ısırdım. Cihan arıyordu desem ortalığı ayağa kaldırırdı biliyorum. Başkası arıyordu desem yalan söylemiş olurdum. Kaldığım ikilemin arasında sıkışmış hissettim kendimi. Sağa gitsem duvar sola gitsem beton! Kaçış yollarım bütünüyle kapalıydı.
"Şey... K-Kimse aramadı." dedim.
Yataktan öfkeyle kalkıp hızlıca yanıma geldi.
Kolumu kavrayarak "Bana yalan söyleme!" dedi.
"Yalan değil."
"Yalan söylüyorsun! 'Bu beni şimdi niye arıyor?' dedin Asiye, duydum!"
Başımı aşağı eğip susmayı tercih ettim. İki aile arasında yeni yeni oluşan bağı çürütmek istemiyordum.
"Asiye! Kim aradı! Sevdiğin çocuk mu aradı yoksa ha! Onunla mı buluşacaktın!"
Kolumu daha sıkı kavradığında yüzüm acıyla buruştu. Gücünü bedenimde kullanması hoşuma gitmiyordu.
"Canımı yakıyorsun." dedim kolumu çekmeye çalışarak, umurunda olmadı.
"Aç telefonunu!" dedi hemen yan tarafında bulunan telefonumu alıp bana vererek.
"Asiye telefonunu aç! Ben açarsam daha fena olur, aç!"
Açmayacaktım. Özelim onu ilgilendirmiyordu.
"Asiye aç şunu!" Çenesini sıkıyor, parmaklarını daha kavrayıcı pozisyonda tutuyordu.
"Açmayacaksın öyle mi!"
"Hayır." dedim tüm cesaretimi toplayarak.
"Benim özelim Barış. Ben, seni arayanları sormuyors-..."
"Sus!" dedi kolumu bırakıp masanın üstündeki sürahiyi yere atarak.
"SUS ANLIYOR MUSUN SUS! BENİM KARIMSAN, BENDEN SAKLADIĞIN ÖZELİN OLAMAZ!"
Elbisemi sıktım, korkuyla geriye çekildim.
"BENİM ÖZELİM YOKSA SANA KARŞI, SENİNDE OLAMAZ! NE İSTİYORSUN ASİYE! KARIM OLDUĞUNU ANLAMAN İÇİN İLLAKİ..."
Gözlerimi sıkı sıkıya yumup gerilemeye devam ettim.
Sustu...
Cümlenin ağırlığı altında ezilmekten korktuğu için susmayı tercih etti.
"NE KAÇIYORSUN BENDEN!" diye bağırdı bu seferde.
"ASİYE BENDEN NİYE KAÇIYORSUN, NİYE KORKUYORSUN!"
Sustum...
Yaşlar gözümden süzülürken sadece sustum. Belki susmam işe yarar, neden ondan korktuğumu anlar diye sustum ama o bağırmaya, etrafı dağıtmaya devam etti.
Eline ne geliyorsa yerle buluşturuyor, avazı çıktığı kadar bağırıp beni azarlıyordu. Son hamlesi telefonuma olmuştu. Karşıdaki duvara vurup paramparça etti.
"Ne yaptın sen?" dedim sonunda kilit vurduğum ağzımı açarak.
Annemin, babamın fotoğraflarını sakladığım telefonumdu o benim.
Kırk parçaya bölünen telefonumu yerden alıp sanki mümkünmüş gibi birleştirmeye çalıştım.
"İletişimin kesildi diye üzüldün!" dedi. Sesi diğerlerinin aksine boğuk ve hayal kırıklığıyla çıkıyordu.
"Sen... Sen... Bugün gelse, sana aşık olduğunu söylese... Hiç düşünmeden gidersin dimi?"
Usulca ayağa kalkıp telefonumu avuçlarım arasında tuttum.
"Bunlar..." dedim sakinliğimi koruyarak.
"Annemle babamdan bana kalan fotoğrafları taşıyan tek aracıydı."
Şimdi ise hepsi gitmiş, tıpkı o kazada olduğu gibi beni yeniden terk etmişlerdi.
"Ne?" dedi Barış.
Dizlerimin üstüne çökerek hıçkıra hıçkıra ağladım. Özlemimi giderdiğim fotoğraflar, öfkesine yenik düşen bir adam yüzünden yok olmuştu.
Bağırdıkça ağladım, ağladıkça bağırdım. Keşke o duvara beni fırlatsaydı da onlara dokunmasaydı.
"Asiye..."
Parmaklarını saçlarımda hissettiğim an geriye çekildim. Dokunmasını, bana temas etmesini istemiyordum. Kırıp döktüğü geçmişim değil, benim yaşama gayemdi. Onlar için ayakta duruyor, mücadele veriyordum. Kimsesiz çocuklara umut olmak içindi tüm çabam. Kendi annemle babamın mirasına sahip çıkamamışken, başkalarınınkine nasıl dokunacaktım?
"Ben... Ben bilmiyordum Asiye. İstersen ver, tamirciye götüreyim."
Elini telefona uzattığında geri çektim. Yardımını istemiyordum.
"Yalnız kalabilir miyim?" dedim.
"Asiye..."
"Yalnız kalmak istiyorum." diye tekrar ettim. Ağlamaktan ötürü boğuklaşan sesim vicdanına dokundu mu bilmiyorum ama yatağın üstündeki ceketini alarak hızla çıktı odadan.
Rasim amca bu yaşıma kadar bana büyüklük etti fakat baba yerini tutamıyordu. Şimdi babam olsaydı yanına gider, başımı omzuna koyar, içimden geldiği gibi ağlardım ama yoktu! Benim ne anam vardı ne de babam! İkiside bırakmıştı kızlarını.
Şimdi ben Rasim amcayı arayıp 'Beni buradan kurtar!' nasıl diyebilirdim?
'22 yaşına kadar baktım, büyüttüm. Daha ne istiyorsun benden?' demez miydi adam? Dese de yeriydi zaten.
Oturduğum yerde ağladım, döktüm tüm içimi. İçimdeki yarayı tamir etmeye çalıştıkça yeniden kanadığını görmek umudumu yerle yeksan ediyordu. Tam iyileştim, bu sefer her şey yoluna girdi diyorum, hop! Sildin baştan en başa geriye sarıyoruz.
Yaklaşık 1 saat sonra yemeğim kapıma çıktı. Neyseki kimse aşağıya inmem için diretmiyordu. Ya da Barış birazcık da olsa vicdan yapıp onların gelişini engellemişti. Tıpkı duygularım gibi dağılmış olan odayı topladım. Barış yıkıyor, ben düzeltiyordum...
Saat gece 12'ye gelirken ağırlaşan göz kapaklarımla telefonu yan tarafıma koyup yatağın üstüne çıktım. Olmadı yarın gider, bi telefoncuya gösterirdim. Umuyorum ki kurtarabilirim...
Elimi yanağımın altına yerleştirdiğimde kapım sessizce açıldı. İki metre uzaktan kokusunu aldığım parfüm Barış'ın varlığını belli etti.
"Telefonu şimdi atıcam sana." dedi kısık sesiyle.
Şimdi uyuma numarası yapma sırası bendeydi.
"Görüntülü arayamam! Lan oğlum karım var burada, arayamam! Kapat, kapat şimdi atacağım telefonu."
Ben diyim aramayı sonlandırdı, siz anlayın adamın yüzüne kapattı.
Telefonu kameraya çekip adama attıktan sonra aynı kamera bana yönelince kaşlarım istemsizce çatıldı. Beni mi çekiyordu?
Hızla arkamı döndüm.
"Uyanıksın biliyorum. Sadece sende uyanık olduğunu anladığımı anla diye yaptım, sakın yanlış anlama!"
Boynuma değen soğuk nefesiyle ürperdim.
"Uyuyorum!" dedim.
Aferin Asiye! Adama uyuyorum diyorsun, uyuduğunu anlatmak için. Bravo sana! Barış'a ne gerek var? Sen kendin de, kendini rezil edebiliyorsun zaten!
"Uyuyorsan benimle kim konuşuyor Asiye!"
Sınırlarımda hissettiğim varlığıyla korkup yatağın diğer ucuna kaçtım.
"Telefonunu yaptıracağım. Arkadaşla konuştum, görmem lazım dedi. Haber bekliyorum. Eğer iznin olursa yaptırayım."
Cevap vermedim. Ne de olsa aklındakini hayata dökecek, ben ne dersem diyeyim bildiğini okuyacaktı. Boşa konuşmamın, nefes tüketmemin ne anlamı vardı ki?
"Suskunluğunu tamam olarak algılıyorum. Yarın sabah götüreceğim, akşama yapılmış olur. Kız kardeşim gidip alır, sana getirir. Ben memlekete gidiyorum Asiye."
Yalnızlığıma üst kademe yerleştiriyordu gidişi. Hiç yoktan kocam diyebileceğim, az da olsa muhabbet ettiğim adamdı. O da giderse koskoca villada ne yapardım ben?
Yattığım yerden kalkıp oturdum.
"Ne zaman döneceksin?" dedim.
Hâlâ kızgındım. Ama mecburdum da...
"Ne desem yalan olur."
Dizinin teki yatağın üstündeydi ve gözlerini kırpmadan bana bakıyordu.
"Tahmini?" dedim.
"Belki 1 ay, belki daha fazla. Burada güvendesin, yani kimse sana el uzatamaz ama düşmanı bulmamız lazım. Memlekette diğer büyüklerle bir araya gelerek bu konuyu konuşacağız. Ne zaman sonuçlanır hiç bilmiyorum."
"Gitmesen olmaz mı?" dedim.
Baktı... Derinden baktı hemde. Sorumun ağırlığı altında ezilircesine...
"Olmaz." dedi uzaklaşarak.
"Ömrümüz boyunca tehditlerle yaşam süremeyiz. İstersen..." dedi ama sustu.
Devamını bekliyordum fakat söylemedi. Burnunu kaşıdı, gözlerini benden kaçırdı.
"Kerem burada kalacak. Tek ona güveniyorum. Onsuz sakın bir yere çıkma Asiye! Özel ihtiyaçlarını evli olan kız kardeşime söylersin ama onun haricinde sakın, sakın çıkma!"
Tembihleri biter biter odadan kaçtı.
O gün sabaha doğru bahçede hissettiğim hareketlenme ile cama koştum. Çok uzun bir zaman diliminden bahsediyordu ve tuhaf şekilde varlığına alışmıştım.
Uyumadım, uyuyamadım. Barış'ın gidişini kaçırırım diye uyumaya korktum. Yanıma gelip vedalaşmasını çok bekledim ama gelmedi...
Perdeyi araladığım yerden izledim Barış'ı. Çok gergin gözüküyordu. Gelişme olmuş olması lazımdı yoksa böyle apar topar gideceğini hiç sanmıyordum.
Kerem abi valizleri yerleştirirken Barış kafasını kaldırıp benim camıma baktı. Aramızdaki metreler boyu olan mesafeden dahi gözlerinin ışıltısını görebilmiştim.
O bana baktı 'Sen de gel!' dercesine, ben ona baktım 'Gitme!' dercesine. İkimizin de gururu aramıza yıllar sokuyordu. Kaybolmuş yıllarımız vardı ve en büyük kaybımız, kalplerimizin dolu oluşuydu.
Araba hazır olunca kafasını "Görüşürüz." dercesine salladı. Ben de görür müydü bilmeden tebessüm bıraktım dudaklarımda.
Gitti...
***
Barış'ın gidişinin ardından 17 gün geçmişti. Artık alışmış, buradaki hayatıma uyum sağlamaya başlamıştım. Kardeşleri sağolsun, çok yardımcı oluyorlardı bana. Arada mutfağa giriyor bir şeyler deniyordum. Hatun hanım elinden geldiği kadarınca bana yöresel yemeklerini öğretiyordu. Etin çoğunluk kurduğu yemekleri vardı ama mutfakları gerçekten de zengindi. Öyle ya da böyle yarım sene geçireceğim insanların kültürlerine ayak uydurmam lazımdı.
Sabahın erken saatinde odama gelip alışverişe çıkmak için ısrar eden Barış'ın en büyük kız kardeşi Elvan'a hayır demem fayda etmiyordu.
Kaçıncı olduğunu bilmediğim "Olmaz!" cevabını tekrar verdim ama anlamıyordu.
"Ya Asiye ne olacak sanki?"
"Abin gitmeden sıkı sıkı tembihledi Elvan abla. Zaten ben de zorunlu olmadığı sürece çıkmıyorum. Çıksam da Kerem abiyle beraber."
"Çok korkaksın! Alt tarafı alışveriş merkezine gideceğiz. Hem oralar kalabalık olur, dikkat çekmeyiz."
"O zaman Kerem abi götürsün." dedim ama "Olmaz!" dedi.
"Benim şoförüm var. Sana önceden de söyledim, Kerem bana aşıktı diye. Aynı arabada..."
Sustu.
Bunu ilk duyduğumda şaşırmıştım fakat Kerem abinin yakaladığım bir kaç bakışıyla inanmıştım. İçi eriyordu Elvan ablaya her bakışında. Titriyordu, yüzü düşüyordu, kalbi soğuyordu...
"Kerem abi olmazsa ben de olmam."
"Of Asiye! Hadi ya! Hem herkes uyuyor, kimsenin ruhu duymaz. Öğretmenliğe başlayacaksın, sana da bir kaç parça kıyafet bakarız. Çocukların karşısına özensiz mi çıkmak istiyorsun?"
En zayıf noktamdan vurdu beni. Yeni kıyafetim yok denecek kadar azdı. Hatun hanım elinden geldiğince yollamıştı ama onlar okula gitmek için uygun değildi. Aslında Elvan ablanın dediği kulağıma mantıklı geldi.
Muhtemelen alışveriş yerleri yeni yeni açılmaya başlamıştır. Onca kalabalığın içinde kötü bir şey yapmaya kimse cesaret edemezdi bence.
"Tamam." dedim nihayetinde.
Elvan abla hızla kalktı. Araba, şoför... Hepsi hazır da bekliyordu.
Beni de hazırlanmam için odada yalnız bırakarak aşağı indi.
İçimde kabaran huzursuzlukla hazırlanıp aşağı indim. Korumalar beni görmeden araca binmem yeterliydi. Elvan ablaya kapılar zaten kendiliğinden açılıyordu.
Şehrin bir ucundan öteki ucuna giderken kalbim beni sıkıştırıyordu. Acaba geri mi dönseydik?
"Elvan abla... Ya ben geri döneyim en iyisi. Barış öğrenirse çok kızar."
"Öğrenmez öğrenmez merak etme. Hem geldik sayılır. Biraz bakar, sonra geri döneriz zaten."
Arkama yaslanıp suyu akışına bıraktım.
Aracın önünde durduğu muazzam büyüklükte alışveriş merkeziyle ağzım açık kaldı. Böylesine ilk kez girecektim.
"Hadi kız!" dedi Elvan abla.
Aşağı indim, takip ettim. İçi dışından daha büyük olan bu büyük yapıtın her mağazasında kayboluyordum.
"Bunu da dene!" dedi elime elbise vererek.
Geldiğimizden beri denediğim 6. elbise olacaktı.
"Yetmez mi diğerleri?" dedim.
"Yetmez Asiye. Hadi bunu da dene, bu son."
Denemek güzeldi de açıklaması zor olacaktı sanırım. Barış öğrenince kesin çok kızacaktı.
Elbiseyi kabinde giyerek dışarı çıktım, etrafa bakındım ama Elvan ablayı göremedim. Belki diğer reyonlardadır diye gezinmeye başladım. Yok! Hiçbir yerde yoktu. Ne tuhafki az önceki çalışanlar bile kaybolmuştu.
Üstümdeki elbisede beni rahatsız ediyordu. Açık değildi ama bana göre açıktı.
Sağa döndüm. Koltuğun üstünde oturmuş, bacak bacak üstüne atmış bir adamla adımlarım durdu. Bana bakıyordu pis pis. Boydan boya bedenimi süzüp eliyle bıyıklarını taradı.
Herhalde karısını ya da annesini bekliyordur diye düşündüm. Aksine kaymak istemiyordu zihnim.
Öteki tarafa yöneleceğim an "Birisini mi arıyorsunuz?" sesiyle nefes almayı unuttum.
Bana dememiştir herhalde diyerek yürümeye devam ettim. Önümü kesti, kolunu uzattı.
"Nereye güzellik?" dedi göz kırparak.
"Çıkar mısınız?"
Korkudan titriyordum. Barış'ı dinlemeliydim! Dışarı çıkma diyorsa vardır bi bildiği.
"Elvan'ı mı arıyorsun?" dediğinde başımı yerden kaldırdım, simsiyah gözlerine baktım.
Yüzünde boydan boya ince bir yara izi vardı. Bakışlarımı çevirdim, yaptığım yanlıştı.
Diğer tarafa adımladım ama mümkün değil, fırsat vermiyordu.
"Çekilir misiniz?"
"Çekilirim güzelim. Ama Elvan'ı arıyorsan... Tam arkanda..." dedi.
Umutla döndüm ardıma. Elvan sahiden de oradaydı.
"Nerdesin sen abla?" diyip yine adım atmıştım ki tekrar kesti önümü.
"Nçnçnç! Gitmek yok, gitmek yok!"
"Elvan abla..." dedim zor çıkardığım sesimle.
"Üzgünüm Asiye..." diyince omuzlarım iki yana düştü.
Nasıl? Neye üzgündü?
"Çıkın! Barış öğrenirse çok kötü olur!"
Kötü kahkahası korkumun boyutunu büyütüyordu.
"Barış şu an Van'da. Buraya gelip senin kaçırıldığını öğrenene kadar çoktan benim karım olmuş olursun."
Hangi rüzgar atmıştı beni bu fırtınanın içine? Yaptığım hataya mı yansaydım yoksa kendi öz kardeşinin Barış'ı sırtından vurmasına mı?