BARIŞ'IN AĞZINDAN...
"ETRAFI SARIN! HER KÖŞEYE ADAM GEÇSİN!"
Can dostum, canımdan öte bildiğim adam... Benimle gelmesine engel olduğum hâlde takip etmiş, tek bırakmamış.
Bedenimi Asiye'nin üstüne siper ettim. Gerekirse delik deşik olayım ama ona rüzgar bile değmesin... Varsın geçsin bu dünyadan ruhum, yeterki Asiye daha fazla incinmesin...
Çok zordu nefes alışverişi. Yaşamla ölüm arası gidip geldiğini anlıyordum.
Ölme Asiye... Ölme...
Ölürsen dağılır bütün doğrularım, yerle bir olur güçlü yanım.
Ah Asiye! Karadeniz kadınlarını hep inatçı, mücadeleci olarak anlatırlardı. Sen neden mücadele etmiyorsun? Niye çabuk vazgeçiyorsun yaşamaktan? Neden yalnız bırakıyorsun beni bu acımasızlığın arasında?
4-5 tane adam temkinli davranarak yanıma kadar çekildi ve kalkan niyetine sardı etrafımızı.
"ARABAYI GETİRİN HEMEN!" diye bağırdım.
Bırakın saniyeleri, saliselerle yarışıyordum. Kanatlarım arasında can vermeye ramak kalan kadını ölüm pahasına da olsa hayatta tutacaktım.
"ARABAYI GETİRİN!" diye bağırdı başımızdaki adam.
"ÇABUK OLUN HAYDE!"
Mermiler her delikten girip çıkıyordu. Belki bende yaralanmış, mermi yemiştim ama şu an farkında değildim. Tek düşüncem karımdı.
"Yaşayacaksın Asiye..." dedim kollarımın arasında inleyerek, cansız yatan kadına...
"Kurban olayım bırakma beni Asiye. Sen gidersen ben de giderim, yaşayamam..."
Duyuyorsun beni biliyorum.
Acının vücuduna sızan yanını çekip almak istiyordum. Bütün ağrıları bana yüklensin, dimdik ayağa kalksın...
Ama olmuyordu! Yapamıyordum! Yerde yatması gereken benken onu görmek canımı yakıyordu.
Araba yanımıza yanaşınca kontrollü bir şekilde Asiye'yi araca aldım. Kerem şoför koltuğunda oturuyordu.
"HASTANEYE SÜR HEMEN!" diye bağırdım.
Araç yol katediyor, gözümü tek saniye Asiye'den ayırmıyordum.
Alnı sırılsıklam olmuştu terden. Ben sildikçe yenisini üretiyor, bedeni ereksiyon gösteriyordu.
"Beni bırakma..." dedim fısıltıyla.
"Asiye beni bırakma. Sensiz nefes alamıyorum, bırakma beni."
"Sakin ol kardeşim. Yetişeceğiz merak etme!"
"Ya beni bırakırsa?" dedim korkuyla.
Kendi ağzımdan çıkan cümle kulaklarımı delip geçmişti. İtiraf edemiyordum...
Kerem dikiz aynasından bana bakarak yutkundu. En yakın can dostum beni ilk kez böyle görüyordu biliyorum.
"Kim bunlar Barış!" dedi.
"Bilmiyorum." dedim karımın kanı bulaşmış elimi yumruk yapıp sıkarak.
"Cesarete bak *** ! Siz kim oluyorsunuz lan! Kimin karısını kaçırıyorsunuz!"
"SUS! ZATEN KENDİMİ ZOR EYLİYORUM, GAZA GETİRME OĞLUM!"
Kerem sustu, ben dağıldım. Kollarımın arasında, ince bir çizginin üzerinde gidip gelen karım... Ve boğazımda çözemediğim kocaman bir düğüm...
Boğazında düğümlenen acına ortak olayım Asiye. Ağrıyan yarana derman olayım, kırık kalbine merhem olayım, eksik yanına bütün olayım...
Yeterki bırakma beni, terk etme bu aciz Barış'ı...
Araç hastaneye hızlı giriş yaptı. Kerem aşağı inerek acil çağrıda bulundu. Doktorlar koşturuyor, sedye tekerlekler üzerinde bize doğru geliyordu. Fazla kıpırdatmak istemiyordum, bu yüzden bekledim.
Kapıyı açıp Asiye'yi dikkatle yerleştirdiler sedyeye.
Gidiyordu. Belki benden, belki de bu dünyadan...
"Bırakma..." dedim dizlerim üstüne çökerken.
Kerem yanımda belirdi, omzumdan tuttu, kaldırmaya çalıştı ama ben de yoktu o güç, o cesaret.
İçeride duyacak olduğum cümlelerden korkuyordum.
"Kendini kaybetme!" dedi aynı hizaya çökerek.
Sol eliyle ensemi kavradı, kafamızı birbirine yasladı.
"Yıkılmanın zamanı değil Barış! Asiye'nin sana ihtiyacı var!"
Daha fazla tutamadım içimdeki acıyı. Bedenimi tümüyle sarsan gözyaşlarım dökülmeye başladı gözlerimden.
Her zorluğun altından kalkabildim de, işte bunda darmadağın oldum. Yıkmaya çalıştığım duvarlarım vardı. Buz tutan kalbim eriyordu onunla. Mavilerinin en güzel tonunda kaybolmuş duygularımı bulmaya çalışırken bitmiştim.
"SAHİP ÇIKAMADIM LAN ONA!" diye bağırdım.
"ZAMANI DEĞİL! ZAMANI DEĞİL BARIŞ! ŞİMDİ KALK, İÇERİ GİDİYORUZ!"
Yürümeye mecali olmayan ayaklarım beni sürüklüyordu yerlerde. Susmak değildi amacım, haykırmak, avazım çıktığı kadar bağırmak...
Yangınlarında boğdun beni! Yakar mıyım diye düşünmeden hareket ettin! Sözümü neden çiğnedin Asiye! Sana çıkma dememe rağmen neden çıktın dışarı!
"BARIŞ!"
İnsan kaç yaşına gelirse gelsin annesi en büyük sığınağıdır. Sesini duyunca geriye döndüm. Bana doğru koşuyordu. Haber uçmuş olsa gerekti.
"BARIŞ! OĞLUM..."
Kollarıyla sardı bedenimi. Sarıldı bana tüm içtenliğiyle.
"Ne oldu Barış? Asiye'ye ne olmuş? Hani nerde, gelinim nerde?"
Ölümün yamacında. Tek adımla bizden kopacak uçurumun kenarında.
"Hatun anne, Asiye'yi içeri aldılar. Durumu iyi değil, yalnız bırakmayalım." dedi Kerem.
Ayrıldı annem benden. Eliyle ağzını kapatarak ağıt yaka yaka girdi hastaneden içeri.
Döndüm, hastaneye baktım. Kim severdi bu soğuk duvarları? Ben yaşadıklarımdan ötürü nefret ediyordum. Şu kapının eşiğinden içeri adım atmak ölümden beterdi.
Ya istemediğim haber alırsam, ya Asiye beni...
Dünya dönmeye devam ederken orada öylece kaldım, cesaret edemedim. Babam geldi, kız kardeşlerim geldi, akrabalar hastaneye akın etti ama ben cesaret edemedim içeri girmeye...
Hava karardı, karanlık kasvetli içimi daha da beter hâle soktu. Haber gelecek diye gözlerimi kapıdan ayırmıyordum.
Kalbim ağzımda bekliyordum...
"Ne oldu? Barış... Asiye'ye ne oldu?"
Ardımdaydı Rasim amca. Emanetine sahip çıkamadım, onu koruyamadım. Bile bile attım ateş çemberinin tam ortasına. Leyla'ya kıyamazken, düşman ortaya çıkmadan evlenmezken Asiye'yi tek çırpıda harcamıştım. Suçsuz, günahsız birini kendi pisliğimin içine sürüklemiştim.
"Barış kime diyorum! Duyduklarımız doğru mu? Asiye nasıl?"
Önüme geçtiler. Rasim amca, Gülten teyze tam karşıma dikildi.
Nasıl cevap verilir bunlara? Sustum...
Sonra birisi daha geçti karşıma ama öfkesi gözlerinden belliydi.
Cihan...
Yapıştı yakama, silkeledi beni.
"Bİ KIZA SAHİP ÇIKAMADIN MI LAN!" diye bağırdı.
Çıkamadım evet. Çıkmak bir yana dursun ben Asiye'yi kendim çektim savaşın ortasına.
"KİME DİYORUM! KİME DİYORUM LAN!"
"CİHAN DUR! SAKİN OL!"
Kolumu dahi kaldırmadım karşılık maksadıyla. Şurada kafama sıksa gıkım çıkmazdı.
"BARIŞ!"
Kerem'in bağırışı kendime getirdi beni. Cihan'ı ittim ve doğrudan Kerem'e döndüm. Nefes nefeseydi.
"Asiye..." dedi.
"Asiye kendine geldi."
Aç gözlerini, kendimi bulayım. Çakırlarının derinliğinde boğulayım...
Herkes hastaneye koştu. Pekiyi benim yüzüm var mıydı onu görmeye? Hepsine sebebiyet vermişken...
Hâlâ duruyordum öyle, taa ki Kerem yanıma gelip beni zorla götürene kadar.
Haberin akside gelebilirdi. İşte o zaman tereddüt etmeden sıkardım kafama.
Herkes telaş içinde koşturuyordu. Kimi kaybettiği evladına, kimi eşine, kimi dostuna... Hepsinin acısı farklıydı...
"Yürü! Uyandı karın yürü!"
Asansöre bindik.
"Beni görmek ister mi?" dedim. Acı oldu hüznüm bağrımda. İster miydi ki? Ben olsam, kendimi istemezdim...
"Asiye senin karın! Yukarıda onca insan var, sakın güçsüz durma! Dost, düşman... Kimseye fırsat tanıma Barış!"
Söylemesi kolaydı. Sizinde karınız sizin yüzünüzden bu duruma düşseydi ne hissederdiniz acaba?
"Tamam." dedim sadece. Kerem'de benim iyiliğime diyordu.
Yaşlarımı gözlerimden silip burnumu yukarı çektim.
Asansör açılıp inince biraz yürüme mesafesinden sonra bir sürü insan kalabalığı karşıladı bizi.
Annem koştu hemen yanıma.
"Oğlum..." dedi elimi tutarak.
"Şükürler olsun! Şükürler olsun..."
Şükürler olsun sahiden...
İnsanlar sırayla yanıma gelip geçmiş olsun diliyordu fakat benim aklım yalnızca karımdaydı. Acaba ne zaman içeri girebilecektim?
Yaklaşık 12 saat geçti üstünden. Doktorlar sürekli kontrol ediyor, bizi de bilgilendiriyordu. Yoğun bakımdan normal odaya alınmıştı.
Filmler temiz çıkmıştı ama yediği darbeler yoğun güç düşüşü yaşatmış. İç kanama durdurulmuştu. Kırık olmaması büyük şanstı ya da tevafuk...
***
"Hastamız eşini görmek istiyor!" dedi içeriden çıkan hemşire.
"Görüşler açıldı, ziyaret edilebilir ama ilk önce eşini görmek istedi."
Çömeldiğim yerden umutla kalktım. Ben, beni görmek istemez diye düşünürken o ilk beni çağırdı...
"Benim..." dedim. "Eşi benim."
"Girebilirsiniz beyefendi."
Nefes çektim içime. Görmek istedi ama nasıl karşılayacağını bilmiyordum.
Yıkılmanın zamanı değil, dik dur ve içeri gir Barış! İnsanlar senin düşmeni beklerken, onlara fırsat verme!
Adım adım ilerleyip Asiye'nin odasına girdim, kapıyı kapattım. Küçük giriş yeri vardı. İlerledim, odaya kaçamak bakış attım.
Kafası camdan dışarı çevriliydi.
Öksürdüm farketsin diye.
Boynuna takılı olan boyunluktan dolayı yavaş yavaş, acı içinde çevirdi başını bana.
"Hoşgeldin." dedi zorla çıkmakta olan sesiyle.
"Gelsene..." diyene kadar yerimde çivi gibi sabit durduğumu farketmemiştim.
Yanına gittim, yatağın başucundaki koltuğa oturdum.
"Nasılsın?" dedim. Gözlerine, yüzüne bakamıyordum.
"İyiyim." dedi. Sesi bile durumunu anlatmaya yeterken iyiyim demesi yüreğimi deldi geçti.
"Yüzüme..." dedi öksürdü.
"Neden bakmıyorsun? Kızgınsın bana dimi?"
Neden kızgın olacaktım? Rollerin değişiklik göstermesi gerekirken hangi hakla kızacaktım sana?
"Ben..." dedi, yüzü acıyla buruştu.
Başkası gelip bu Asiye deseydi inanmazdım. Yüzü fena hırpalanmış fakat güzelliğine gölge düşürememişti.
"Yorma kendini!" dedim elini tutarak.
"Kimseye kızgın değilim. Zaten başına gelenlerin sorumlusu benim."
Başım yeniden eğildi.
"Düşman..." dediğinde yanan gözlerimi çevirdim gözlerine. Ağlamaktan burnum bile sızlıyordu. Kendimi bildim bileli ilk defa böylesine ağlamıştım.
Düşmanı gördüğünü biliyordum ama kendini toplamadan sorguya çekmek istemiyordum. Babam zaten iz sürüyordu. Sanırım bu sefer çok yaklaşmıştık.
"Sen iyileş, sonra konuşuruz bunları." dedim.
"Şimdi..." dedi gözlerini acısından sımsıkı yumarak.
"Düşman... Çok yakın..."
Çok yakın!
"Yakın derken?" dedim. Yerimde gerilmiştim.
"Ka-..."
Kapı açıldı, içeri girdiler. Konuşmamız yarım kalmıştı. Düşman çok yakın dedi, çok yakın... Yakınımdan mıydı bana bunları yapan? Ama nasıl?
"ASİYE!" diye bağırdı annem.
Kadının ayarı yoktu. Tamam, çok korkmuş, üzülmüştü fakat kız da daha yeni uyandı.
Elimi Asiye'den çekmek istediğim an sımsıkı tuttu. Yüzüne baktım. Tam çaprazımdaydı korku dolu bakışları.
"Kal!" dedi bana. "Otur!"
Kime bakıyordu? Kimden korktu bu kadar? Oda o kadar kalabalıktı ki kestiremiyordum. Kesin açık buldukları ilk an düştüler içeri.
Eğildim, kulağına doğru "Düşman bu odada da mı dedim?"
Çakır mavilerine baktım tekrardan. Her iki gözünüde "Evet!" anlamında yumdu. Nasıl! Düşman bu odada mıydı? Arkamı döndüm, hepsinin yüzünü zihnime kazıdım.
Gürültüyü fark eden hemşireler biraz zorda olsa çıkarttı tümünü.
Onlar çıktı, Asiye uyudu. En önemli yerinde uyunur mu Karadenizli?
Uyanmasını bekliyordum sormak için ama hemşire "Zorlamayın, çok yorgun. Şimdilik dinlenmesi sağlığı için önemli noktada kritik." demişti.
Yaklaşık 30 kişi dolmuştu içeriye. Kendi ailemi elersem, 25 kişi, Kerem'i de elersem 24 kişi. Amcamlar, yengemler, amcamın çocukları, babamın iş ortakları, Rasim amcalar... Nasıl bulacaktım doğru kişiyi?
Üstelik kafaya aldığı darbelerden ötürü ara ara küçük unutkanlıklar yaşanabileceğini söylemişti doktor.
***
Herkesi eve geri yollamıştım. Karımın yanında refakatçi olarak ben kalacaktım. Hâlâ uyanmamış, prenses misali uyuyordu.
Cam kenarına geçerek ay ışığının aydınlattığı sokaklara baktım.
"Düşman çok yakın..." cümlesi zihnimin köşelerine çarpa çarpa beynimi mahvediyordu. Resmen karda yürüyor, izini belli etmiyordu.
Polisin sorgusunda bile tek kelime etmemişti. Doktorda travma atlatıyor diyerek beklememiz gerektiğini söylemişti.
"Su..."
Duyduğum sesle perdeyi çekerek odaya geri döndüm.
"Su mu istedin güzelim?" dedim.
Bitkin haliyle konuşmakta zorluk çektiğinden gözlerini yumdu sadece.
Yan taraftaki suyu alıp yatağı dikkatlice kaldırdım ve kendi ellerimle içirdim suyu.
"Ağrın var mı? Hemşireleri çağırayım mı?"
Cevap vermeyince gitmek üzere adım attım fakat kolumu kavradı güçsüz parmakları.
"Gitme!" dedi.
"Gitmiyorum, hemşireleri çağıracağım."
"Korkuyorum, gitme!" dedi. Ağlıyordu. Gücü olmadığından sesi çıkmıyordu ama o yaşlar yine akıyordu aşağıya.
Koltuğa oturdum, elini iki avucumun arasına yerleştirdim.
"Gitmicem tamam." dedim.
Odaya baktı ama kesinlikle normal değildi bakışları.
"Sıkıntın mı var?" dedim.
"O..." dedi.
"O buraya gelemez dimi?"
Kimden bahsettiğini biliyordum.
"Asla, asla gelemez!"
Yok! Ben dayanamıyorum! İçim içimi yiyordu.
"Asiye..." dedim biraz daha yaklaşarak.
"Biliyorum yorgunsun, konuşmaya mecalin yok ama öğrenmem lazım. Kimdi? Seni kaçıran kişi kimdi?"
Buğulanan gözleri korkuyla büyüdü. Küçük dudakları titredi, sızıntılarla ağlaması şiddetlendi.
Aferin Barış! Şu diline biraz sahip çıksan ne olacak sanki?
"Tamam... Tamam özür dilerim. Sormadım tamam mı?"
Saçlarını okşayarak sakinleştirmeye çalıştım. Bebekler gibi uysallaşınca yanaklarını ıslatan yaşları baş parmaklarımla sildim.
Çok yakındık. Yüzümüz arasında santimler bile yoktu. Belki cesaret belki saçmalık...
Daha fazla yaklaşarak alnından öptüm. Aynı heyecanı nikah günü de yaşamıştım. Kalbim pır pır etmişti yine.
"Seni bu duruma soktuğum için özür dilerim." dedim.
Gözümden akan yaş yüzüne düştü. Beni ağlarken görmesini istemesem de anlamıştı biliyorum.
Geriye çektiğim bedenimle tökezledim, ne yapacağımı bilemedim.
"Şey..." dedim yüzümü, kolumla kurulayarak.
"Ben de su içeyim en iyisi."
"Yaralı!"
Durdum. Ağzından çıkan kelimeyle duraksadım.
"Yüzünde boydan boya ince bir çizik hâlinde yarası vardı."
"Çok yakın dedin düşman. Tanımıyor musun?"
Acıyla inledi yine.
"Düşmanın bir mi sanıyorsun?" dedi.
"Ama başta olanın yüzünde yara var. İlk onu bul. Diğerini kaldıracak gücün yok. Israr etme, şimdi söyleyemem." dedi.
S... böyle işi! Kim lan bu yakın düşman! Hemde kaldıramayacağım kadar beni sarsacak kişi!
Üstelemedim. Zaten o da kısa süre sonra uyudu. Ben ise sabaha kadar nöbet tuttum. Her yerimiz korunuyordu ama yine de teyakkuz halindeydim.
Sabaha karşı uyuya kalmışım. Gün açana dek düşünmeye, yakınımdaki herkesi sorgulamaya başladım. Seçenekler öyle çoktu ki çıldırmak üzereydim.
Kapının açılma sesiyle yerimden sıçradım.
Rasim amca, eşi Gülten ve Cihan... İzinsiz girmekte ne demek! Ya müsait olmasaydık?
"Korkma oğlum! Çok erken ama rahat edemedik, gelip görelim dedik." dedi Rasim amca.
"Sıkıntı yok." dedim.
Aslında vardı. Cihan'ın burada ne işi vardı mesela? Hadi sizi anladım da o ne alaka?
"Asiye-..." uyuyor diyecektim ki uyanık olduğunu görünce sustum.
Rasim amcayla Gülten abla yanına gidip anne baba şefkatiyle konuştular, ilgilendiler Asiye'yle. Sanırım gelişleri iyi olmuştu.
Asiye ailesinden birine kavuşmuş gibi sevinmişti. Yaklaşık yarım saat durdular, ağlayarak konuştular Asiye'yle.
Rahatsız etmedim ama rahatsız oluyordum! Yakın sayılmayacak mesafede olsa Cihan karıma dolu gözlerle bakıyordu. Üstelik kucağında koca bir gül demeti vardı!
Rasim amcayla Gülten abla geri çekilince o ilerledi. Asiye korkmasın diye sineye çekiyordum ama çok pis geriliyordum.
Buketi karıma uzattı. "En sevdiğin, güller..." dedi.
Yıkıldım... Karımın en sevdiği çiçekmiş gül. Ve ben bunu elin oğlundan öğreniyordum.
Karımın yüzünde oluşan gülümseme çok samimiydi. Gülleri aldı.
"Teşekkür ederim." dedi.
"Nasılsın Asiye?"
"Göründüğü gibiyim."
Burun kemerimi sıktım. Öfkem bedenime fazla geliyordu. Bir an önce çıkıp gitseler bari!
"Hâlâ çok güzel gözüküyorsun." diyince Asiye bana baktı. Kavga çıkaracağım diye ödü kopuyordu.
Senin için, senin için susuyorum yoksa kafasını dağıtırdım.
"Yani yaralar güzelliğine dokunamamış."
Bu kadarıda fazla! Gavat değilim lan ben!
"Karım güzel ama yalnızca bana güzel!" dedim başının ucuna geçip omzuna elimi koyarak.
"Yerini bil!"
"Ee biz kalkalım!" dedi Rasim amca.
"Bence de kalkın!" dedim.
Cihan ayağa kalktı. Tam karşı karşıya geçirdi bedenlerimizi. Bakışlarıyla meydan okuyup Asiye'ye döndü ve "Yine gelirim ben." dedi.
Nereye geliyorsun lan sen! Boynumu kütlettim.
Göz ucuyla Asiye'ye baktığımda Cihan'a parlayan gözlerini farkettim.
Aşık olduğu kişi... Cihan mıydı? Yapma Asiye! Yanarım, yakarım, yanarız! Yapma!