TESLİMİYET 🤍

3017 Words
Üç gün… sadece üç gün içinde bir kadının kaderi değişti. Sıla’nın elleri titrerken, beyaz bir elbise onu bu sefer esarete değil, özgürlüğe hazırlıyordu. POYRAZ Kahvaltı yaptıktan sonra Sıla'nın doktoru ile görüşüp durumunu sordum. Birkaç gün daha gözetim altında olması gerektiğini söylediğinde, düğünümüzün olacağını belirttim. Düğüne kadar iyileşmesi için ekstra takviye vereceğini söyledikten sonra odadan çıktı. Rıfat geldiğinde, Sıla'nın hastanedeki sağlık bilgileriyle kendi sağlık bilgilerimin bulunduğu dosyaları ve kimliklerimizi verdim. Araya soktuğum birkaç adam sayesinde hiçbir sıkıntı çıkmadan işlemler tamamlanmıştı. Sıla’nın durumundan dolayı üç gün sonrasına tarih aldım. Şirkete gitmek için hazırlandıktan sonra aşağıya indim. Fakat gitmeden önce onu bir kez daha görmek istedim. Kapıyı yavaşça araladım. Odanın içine dolan sabah güneşi, perdelerin arasından süzülerek Sıla’nın yüzüne vuruyordu. Gözleri kapalıydı ama nefes alışverişi düzenliydi. Saçları yastığın üzerine dağılmış, ince parmakları battaniyenin kenarına sıkıca tutunmuştu. Bir süre sadece onu izledim. Sessizlikte, kalp atışlarımın sesini bile duyabiliyordum. Sonra, sessizce adımlarla yatağın yanına gittim, eğilip kulağına fısıldadım: “Üç gün sonra… her şey değişecek Sıla. Ve sen artık tamamen bana ait olacaksın.” Bir an başını hafifçe çevirdi, sanki rüyasında sesimi duymuş gibiydi. Dudaklarındaki o belli belirsiz kıpırdanma kalbime garip bir sıcaklık yaydı. Gülümseyip doğruldum. “İyileşmen için her şey hazır, artık hiçbir şey seni benden alamayacak.” dedim kendi kendime. Son bir kez yüzüne baktım, ardından sessizce odadan çıktım. Koridora adım attığımda soğuk hava yüzüme vurdu, içimdeki sıcaklığı dengeledi. Artık sıradaki adım belliydi: Nikâh günü yaklaşıyordu ve kimse, hiçbir şey bunu engelleyemeyecekti. --- Şirkete vardığımda ilk olarak Yiğit'in odasına gittim. Tıpkı onun yaptığı gibi kapıyı çalmadan girmek yerine kapıya iki kez tıklatıp öyle içeri girdim. Yiğit başını dosyalara gömmüş, işine odaklanmıştı. Masaya yaklaşıp önündeki koltuğa oturdum; o ise hâlâ tepkisiz bir şekilde işe gömülmüştü. Elimi kapı çalar gibi masaya vurup, "Dünyadan, Yiğit'e." "Sözde sana medeniyet öğretmek için kapıyı çalarak içeri girdim ama senin dünyadan haberin yok, iş iş diye sonunda öleceksin." Yiğit yarım ağız gülerek kafasını kaldırdı: " Sabah sabah ne kafa ütüledin be oğlum." "Başın mı ağırıyor, masaj yapmamı ister misin hayatım?" dedim gevşek bir şekilde. Bugün keyfim oldukça yerindeydi; bu yüzden Yiğit'e takılmak ayrı bir hoşuma gidiyordu. "Siktir git Poyraz." Sinirlenmiş Yiğit'e bakıp kahkaha attım. "Seni alacak kıza acıyorum kardeşim, senin gibi odun biriyle hayatını çürütecek." "Bilmem farkında mısın ama elimizde önemli işler var ve sen şu an yavşaklık etme peşindesin. Beni bırak, sen artık evlen de ben kurtulayım senin tacizlerinden." "İşlerin nesi var, gayet tıkırında işliyor; hem sen varken ters gidecek bir şey yok. Evlenme konusu açıldığına göre buraya asıl gelme sebebimi söyleyebilirim. Yiğit'in ilgisi sonunda çekmiş olmalıydım; dikkatle gözlerimin içine bakıyordu. "Evleniyorum." Uzatmadan söyledim. Yiğit ilk başta ne dediğimi anlamasa da bir an sonra kaşlarını çatıp, " Evleniyor musun? " diye sordu. " Evet. Üç gün sonra düğünüm var, seni de davet etmek için geldim yanına, bana yakışır bir sağdıç ol." diye ekledim. Yiğit şüpheci bakışlarla yüzümü bir süre inceledikten sonra sakin bir şekilde, "Dedikodular yüzünden mi?" dedi. Bu sefer şaşıran taraf ben oldum; neye şaşırıyorsam Yiğit bu, sonuçta bilmediği bir şey olsa dişimi kırarım. Hızla kendimi toparlayıp, "Tabi, onların etkisi de var, ama zaten bir süredir evlenmeyi düşünüyordum. Bu yapılan yalan haberler sadece bu süreci hızlandırmış oldu." dedim. Hızlıca uydurduğum yalana ben bile inanmıştım. Ama Yiğit hâlâ aynı şüpheci bakışlarla bana bakıyordu. "O kızla mı?" diye sordu" Sıla’dan bahsettiğini biliyordum. "Evet, onunla evleneceğim, adı Sıla." dedim. Verdiğim cevaplardan tatmin olmasa da anladım diyerek kafasını salladı ve işlerine geri döndü. Bu çocuğun iş aşkı beni çileden çıkarıyor. İlgisiz bir şekilde, "Düğünü nerede yapacaksın?" diye sordu. " Benim evde. Nerede olacak?" diye kestirip attım. "Tamam, üç gün sonra orada olurum." dedi. tam odadan çıkacakken Yiğit tekrar söze girip " dikkat et bir sorun çıkmasın" dedi. ne demek istediğini tam olarak anlamasam da "merak etme herşey kontrolüm altında" dedim Yiğit'in odasından çıkıp karşı taraftaki kendi odama geçtim. --- Akşam olup işlerimi bitirdiğimde hastaneye dönüp direkt Sıla'nın yanına gittim. Odaya girdiğimde ışık açıktı; Sıla yatağında oturuyordu. Gözleri uykusuzluktan kızarmış, elleri battaniyenin kenarında gergin bir şekilde kenetlenmişti. Bir an durdum. Nefes aldım. Bu konuşmayı ne kadar ertelemeye çalışırsam çalışayım artık zamanı gelmişti. Yavaş adımlarla yanına yürüyüp sessizce koltuğa oturdum. Bu sırada Sıla da meraklı gözlerle beni takip ediyordu. Göz göze geldiğimizde ne o konuştu ne de ben. Daha sonra umursamaz bir şekilde dikkatini başka yöne verip, hafif titrek sesiyle “Ne oldu, niye geldin?” dedi, sanki “bırak artık beni” der gibiydi. Bir süre sadece baktım. Sonra sesimi olabildiğince sakinleştirip konuştum. “Sana anlatmam gereken şeyler var.” Başını kaldırdı, gözleri temkinliydi. “Benim kim olduğumu, aslında neyle yaşadığımı bilmiyorsun,” dedim. Bir an sustum. Gözlerimi kaçırmadan devam ettim. “Ben hasta bir adamım, Sıla. Adına ne dersen de. lanet, ceza, fark etmez. Ama bu… en çok da bu hastalık yüzünden seni yanımda tutmak istiyorum. Farkında değilsin ama sen bana iyi geliyorsun, beni iyileştiriyorsun. Senin yanında olmam, belki de beni hayatta tutan tek şey.” Sıla kaşlarını çattı, belli ki ne diyeceğini bilemiyordu ya da ne demek istediğimi anlamıyordu. “Anlamıyorum, ne hastalığı bu? Hem ben sana nasıl iyi gelebilirim ki? Doktor muyum ben?” meraklı olan sesi sonlara doğru yükseldi. Bunu itiraf etmek her ne kadar zor olsa da, beni anlaması için açıklamam gerekiyor. Cesaretimi toplayıp konuşmaya başladım, "erektil disfonksiyonum vardı çocukken yaşadığım bir travmadan dolayı sertleşemiyorum, bu yüzden ilişkiye de giremiyorum. Eğer hatırlarsan, karşılaştığımız ilk gün de “istesem de sana bir şey yapamam” demiştim. Sebebi buydu. Sıla gözlerini kısıp büyük bir dikkatle beni dinliyordu, umarım beni anlamıştır, çünkü tekrar anlatamam, bunu yapamam. Gözlerini yumup derin bir nefes aldı. “Sana inanmıyorum, güvenmiyorum da. Ayrıca ilk gün engel olmasam ya da yaralı olmasaydın gayet yapacağını yapacaktın. Şimdi gelip burada bana masal anlatma.” Tahmin ettiğim gibi inanmamıştı bana, ama ister inansın ister inanmasın, sonuç değişmeyecekti. Öyle ya da böyle o benim karım olacaktı. “Zaten seni yanımda tutmaya da o zaman karar verdim, çünkü ilk kez o duyguları sana dokununca hissettim. Sanki yıllardır çöldeymişim de sonunda suya kavuşmuşum gibi. O an anladım, sen benim kaderime yazılan kişisin. İster kabul et ister etme, sen bana aitsin.” Sıla alaycı bir şekilde güldü ve başını yana çevirdi. Kısa bir süre düşündükten sonra tekrar gözlerime bakıp, “Doğruyu söylesen de umrumda değil. Seninle ilgilenmiyorum, senin o uydurduğun kader saçmalıklarına da inanmıyorum. Tek istediğim bir an önce buradan çekip gitmek ve seni hayatımdan çıkarmak,” dedi. Söyledikleri damarımı deşmişti, ama yine de sakinliğimi koruyup, hafif alaycı ama aynı zamanda tehdit dolu bir sesle, “Benimle ilgilenmek zorundasın, Sıla. Hatırlatayım, yakında evleneceğiz ve ben senin kocan olacağım,” dedim. Evlilik konusunu açar açmaz kaşlarını çattı, öfkeyle “Öyle bir şey olmayacak!” diye bağırdı. Ayağa kalkıp küçük adımlarla ona doğru ilerledim ve aynı zamanda konuştum. “Olacak. Çünkü üç gün sonra evleniyoruz,” dedim. Her bir kelime o kadar net, o kadar kesin çıkmıştı ki ağzımdan, odadaki hava bir anda değişti. Sıla önce anlamamış gibi bana baktı, sonra dudakları aralandı. “Ne dedin sen?” diye fısıldadı. “Evleniyoruz,” dedim bir kez daha. “Üç gün sonra nikahımız kıyılacak.” Bu sırada ben tam Sıla'nın önünde duruyordum aramızda bir adımlık mesafe vardı. Konuşmamı bitirdikten sonra Sıla öfkeyle yataktan kalktı, yüzü solgun, sesi titrek. “Böyle bir şeye asla izin vermem! Sen… sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ben evlenmek istemiyorum!” Derin bir nefes aldım, elimle saçımı geriye itip sessizce bir adım daha attım ve aramızdaki mesafeyi kapattım. Üstüne doğru eğilip tam gözlerinin içine baktım. “Biliyorum, istemiyorsun,” dedim. “Ve inan bana, başka bir yol bırakmadın.” Bir adım geriye atmaya çalıştı ama arkasındaki yatak engel oldu. Kaçmasın diye bir elimi ince beline attım, onu iyice bedenime doğru çektim. Başta karşı çıksa da gücüme karşı koymayacağını sonunda anlamış olmalı ki pes edip ellerini iki yanına bıraktı. Şimdi nefeslerimiz birbirine karışıyordu, tamamen esaretim altındaydı. Daha fazla uzatmak istemediğim için unuttuğu gerçekleri bir bir yüzüne vurdum. “Senin kimden kaçtığını biliyorum, Sıla. O Tekin denilen herif ve adamları seni arıyor. Eğer bu evlilik olmazsa seni bulurlar. Sadece seni değil… belki sevdiğin insanları da bulurlar.” Sıla’nın gözleri büyüdü, nefesi hızlandı “Sen… sen bunu nereden biliyorsun?” diye konuştu zar zor. Omuzlarımı hafifçe kaldırdım. “Benim için gizli bilgi yok, Sıla. Senin geçmişini, neden buraya sığındığını, o aileni o aşağılık herifin ne yaptığını, hepsini biliyorum.” Sessizlik çöktü. Sonra alçak ama net bir sesle konuştum: “Benimle evlenirsen kimse sana dokunamaz. Ama kaçarsan… o zaman seni koruyamam.” Yaklaştım, yüzüm onun nefesine kadar indi. “Üç gün sonra evleniyoruz. İstersen seni korurum, istemezsen seni öldürürler. Karar senin, Sıla.” Son cümlem odamızın içinde yankılanırken, gözlerimden bir an bile kaçamadı. Onu korkuttuğumu biliyordum. Ama başka çarem yoktu. Çünkü onu kaybedersem, kendimi de kaybedecektim. SILA Odaya girdiğinde adımlarının sesi kalbimde yankılandı. Birkaç saniye boyunca nefes almayı bile unuttum. Işık açıktı, odam sessizdi ama onun varlığı her şeyi doldurmuştu. Yatağın üstünde oturuyordum, ellerim battaniyenin kenarına kenetlenmiş, tırnaklarım avuçlarıma batıyordu. Yüzümdeki ifadeyi kontrol etmeye çalıştım ama sanırım başaramadım hem korkuyordum, hem merak ediyordum. O, her zamanki soğukkanlılığıyla içeri girip sessizce koltuğa oturdu. Bir süre göz göze kaldık. Konuşmadı. Ben de konuşmadım. Sanki aramızda söylenmeyen yüzlerce cümle havada asılı kalmış gibiydi. Bu durumdan artık sıkılmıştım bıkkın bir şekilde "ne var, niye geldin?" dedim Sonunda sesi duyuldu, alçak ama netti “Sana anlatmam gereken şeyler var.” Gözlerimi ona diktim, kalbim hızlandı. Ne anlatacaktı? Neden bu kadar ciddi bakıyordu? “Ben hasta bir adamım, Sıla. Adına ne dersen de, lanet, ceza, fark etmez… Ama bu hastalık yüzünden seni yanımda tutmak istiyorum. Sen bana iyi geliyorsun, beni iyilestiriyorsun.” Bir an anlamadım. Hastalık mı? Ne hastalığı? Ona güvenmiyordum, bu yüzden söylediklerine de inanmıyordum, öfkeme hakim olamayıp içimden geçenleri açık bir şekilde söyledim. doktor değildim sonuçta nasıl iyileştirebilirdim ki onu. sözlerinin uzerine bir süre ikilemde kaldı sanki anlatmak istediği birşey var da anlatamıyor muş gibi. Sonunda derin bir nefese alip anlatmaya başladı... Kelimeler beynimin içinde dönüp durdu Sonra o… o kelimeyi söyledi. Erektil disfonksiyon. Bir anda vücudum buz kesildi. O an anladım ki bu, sadece bir itiraf değildi. Kendisini açıklamak değil, bir şekilde beni kendine bağlamanın yeni biçimiydi. İçimde karışık bir his kabardı, hem acıma hem öfke. daha sonra ilk karşılaştığımız günden bahsetti daha dün yaşamışım gibi her detayı hatırlıyordum o an aklıma gelenlerle uyansam da hızla kebdimi toparlayıp, “Sana inanmıyorum,” dedim, “güvenmiyorum da. Eğer o gün engel olmasaydım, yapacağını yapardın. Şimdi gelip burada masal anlatma bana.” Baktı, hiç kıpırdamadı. Oysa gözleri… gözleri öyle karanlık bakıyordu ki sanki beni içine çekmek ister gibiydi. “O zaman karar verdim seni yanımda tutmaya,” dedi. “O duyguyu ilk kez sana dokununca hissettim. Sen benim kaderimsin.” Kelimeleri ağırdı, sanki her biri içime saplanıyordu. Kader… O kelimeyi öyle bir söyledi ki, ürperdim. Bu bir sevda değil, sahiplenmeydi. Yutkundum. “Umurumda değil, seninle ilgilenmiyorum” dedim. “Senin saçma kader masalına da inanmıyorum. Ben senden nefret ediyorum. Tek istediğim buradan gitmek.” Ama o sadece gülümsedi. O kadar sakin, o kadar emin bir gülümsemeydi ki, içimdeki öfkeyi körükledi. ayağa kalkıp bana doğru yürümeye başladı “Benimle ilgilenmek zorundasın Sıla hatırlatırım yakında evleneceğiz,” dedi. Sesinde tehdit gibi bir kesinlik vardı. O an kalbim bir anlığına durdu. “Ne? Ne diyorsun sen?” “Üç gün sonra evleniyoruz.” Ayağa kalktım, bağırdım. “Asla! Böyle bir şey olmayacak!” Ama o adım adım yaklaşmaya devam etti. Her adımıyla aramızdaki hava ağırlaştı. “Olacak,” dedi. Gözleri gözlerimin tam içine kenetlendi. “Çünkü başka bir yol yok.” Geriye doğru kaçmaya çalıştım ama yatak arkamdaydı, daha fazla geri gidemiyordum. Bir adım daha attı. Elini belime doladığında nefesim kesildi. Sanki bütün kanım çekilmişti. Tepki veremedim. Sadece baktım. Yakındı, nefesi yüzüme değiyordu. O an, korkunun ne kadar sessiz bir şey olduğunu anladım. “Senin kimden kaçtığını biliyorum,” dedi. “Tekin’den… ve adamlarından.” Kalbim gürültüyle çarpmaya başladı. O ismi duymak bile midemi bulandırdı. “Nereden biliyorsun?” diye fısıldadım. “Benim için gizli bilgi yok,” dedi. “Geçmişini, neden burada olduğunu, hepsini biliyorum.” İçimde bir şey kırıldı. Her şeyim açığa çıkmıştı. Kaçacak yerim yoktu. Korku yerini çaresizliğe bıraktı. “Benimle evlenirsen kimse sana dokunamaz. Ama kaçarsan… o zaman seni koruyamam.” Sesi alçaldı, daha da yaklaştı. “Üç gün sonra evleniyoruz. İstersen seni korurum, istemezsen seni öldürürler. Karar senin, Sıla.” Sözleri odada yankılandı. Baktım ona. Ne hissettiğimi bile bilmiyordum. Korku, öfke, çaresizlik… belki hepsi aynı anda. Ama en kötüsü, içimdeki küçük bir parçanın o karanlık, mantığa sığmayan kısmın ona inanmaya başlamasıydı. Belki de gerçekten beni koruyabilecek tek kişi oydu. Belki de bu, özgürlük değil… esaretin en zarif biçimiydi. Ve ben… ilk defa gerçekten tutsak olduğumu hissettim. Poyraz, bir süre daha gözlerime baktı. Sanki bakışlarıyla düşüncelerimi okumaya çalışıyordu. Sonra derin bir nefes alıp geri çekildi. Elini belimden yavaşça çektiğinde, tenimde bıraktığı sıcaklık bir anda yerini soğuk bir boşluğa bıraktı. > “Artık dinlen,” dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı. “Yarın kendini daha iyi hissetmen gerekecek. Üç gün sonra büyük bir günümüz var.” Yüzümdeki ifadeyi okumaya çalışır gibi birkaç saniye durdu, sonra sessizce arkasını dönüp kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmadan önce kısa bir an durdu, omzunun üzerinden bana baktı. > “Uyumaya çalış, Sıla. Fazla düşünme.” Kapı kapanınca odada sadece kalbimin sesi kaldı. Boğazımdaki düğüm gittikçe sıkılaştı. Yatağın kenarına oturup, ellerimi birbirine kenetledim. Ne yapacaktım? Kaçsam… Tekin beni bulurdu. Kalsam… Poyraz’ın elinde bir esir olurdum. Gözlerimi tavana diktim. Kafamda sürekli aynı iki cümle dönüyordu: “Evlenirsen seni korurum. Kaçarsan seni öldürürler.” Hangisi daha kötüydü bilmiyordum. Ama bir şeyden emindim artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Battaniyenin altına girip gözlerimi kapadım. Belki de ilk kez, korkarak değil… Teslim olmanın nasıl bir şey olduğunu hissederek uykuya daldım. POYRAZ Kapı arkamdan kapandığında derin bir nefes verdim. Sanki odanın içindeki hava bir anda ağırlaşmıştı. Elimi saçlarımdan geçirip koridorda bir süre yürüdüm, ama adımlarımın nereye gittiğini bile fark etmiyordum. Her şey Sıla’nın yüzünde donmuş o ifadeye takılı kalmıştı korku, öfke ve çaresizlik… hepsi bir aradaydı. Kendi odama girip kapıyı kapattım. Sessizlik, bir anda kulaklarımı çınlattı. Ceketimi çıkarıp koltuğa attım, ardından pencereye yürüdüm. Şehrin ışıkları uzakta titriyordu. “Beni anlamıyor…” dedim kendi kendime. Ama nasıl anlasın ki? Ben bile kendimi anlayamıyordum. Bir yandan onu korumaya çalışıyorum, bir yandan kendi karanlığımla onu boğuyorum. Yine de… O olmasa, nefes almayı bile unutacağımı biliyorum. Elimi pencere pervazına koyup başımı eğdim. “Üç gün sonra her şey değişecek,” dedim fısıltıyla. “İster kabul etsin ister etmesin, artık benim olacak.” Sonra gözlerimi kapadım, sessizliğin içinde bir anlığına onun nefesini duyar gibi oldum. Ama bu kez huzur değil, yanık bir suçluluk sardı içimi. Yine de geri dönüş yoktu. Bu yolun sonunda ya o benimle kalacak… ya da ben kendimi tamamen kaybedecektim. 3 gün sonra.. Üç gün su gibi akıp geçti. Sıla sessizdi… Ben ise o sessizliğin altında kaynayan fırtınayı hissediyordum. Onun gözleri bana her baktığında, içimde garip bir ağırlık beliriyordu ama bunu bastırmayı öğrendim. Öğrenmek zorundaydım. Sabah erkenden uyandım, her şey hazırdı artık. Evde hummalı bir hazırlık vardı, çalışanlar oraya buraya koşuşturuyor, çiçekçiler, organizatörler, fotoğrafçılar gelip gidiyordu. Evin bahçesi düğün için hazırlanıyordu sade ama şık bir tören olacaktı. Her şey kusursuz görünmeliydi. Gözlerim, pencereden dışarıya beyaz süslemelerle dolu bahçeye kaydı. “Güzel,” dedim sessizce. “Artık sadece onun gelmesi kaldı.” Sıla’nın odasına gitmeden önce aynaya baktım. Takım elbisem kusursuzdu, kravatım düz, saçım muntazam. Ama gözlerimin derininde bir yorgunluk vardı günlerdir uyumuyordum. Yine de bugün… her şey bitecek. Ya da başlayacak. Kapının önüne geldiğimde kısa bir süre durdum. Elim kapı kolunda, içimde karmaşık bir his dolaştı. Onu görmeye her gidişimde olduğu gibi kalbim bir an durdu sanki. Sonra derin bir nefes alıp, kapıyı yavaşça araladım. Sıla, aynanın karşısında duruyordu. Beyaz gelinlik üzerinde, saçları hafifçe dağılmıştı. Pencereden içeri süzülen ışık omuzlarına vuruyordu. Bir anlık o görüntü… her şeyi unutturacak kadar güzeldi. Ama dudaklarından dökülen ilk cümle, bütün büyüyü bozdu: “Hazır değilim.” Sadece gülümsedim, sessizce kapıyı kapatıp içeri girdim. “Kimse hiçbir şeye tam olarak hazır olamaz, Sıla.” Ona doğru bir adım attım. “Ama bugün… artık geri dönüş yok.” Bu cümle hem bir söz, hem de bir uyarıydı. Ve ikimiz de farkındaydık bu düğün, sadece bir başlangıç olmayacaktı. SILA Üç gün… Sadece üç gün geçti ama bana üç yıl gibi geldi. Her sabah uyandığımda, pencerenin önünde duran beyaz elbiseye baktım. Her baktığımda içimde bir şeyler koptu. Kaçmak istedim, bağıra bağıra haykırmak, o kapılardan çıkıp gitmek istedim ama… Poyraz’ın söyledikleri hâlâ kulaklarımdaydı. “Eğer kaçarsan, seni bulurlar Sıla.” O yüzden sustum. Sadece içimden, sessizce ağladım. Sabah erkenden bir kuaför, bir makyöz, bir de üç tane görevli kadın geldi. Hepsi yüzüme sahte bir nezaketle gülüyor, “Poyraz Bey böyle olmasını istedi” deyip duruyorlardı. Poyraz beyimizin isteği ile onlarca gelinlik denedim hepsi bir birinden guzel ve büyüleyiciydi, içime en çok sinen gelinliği seçtim. öyle yada böyle sonuçta ilk kez evleniyorum. zarif, ihtişamlı ve masalsı bir his veriyor. Dantelleri ve tül detaylarıyla büyüleyici duruyor du. (gelinlik insta. hesabımda) Saçlarım toplandı, hafif bir makyaj yapıldı. Her şey kusursuz görünüyordu. ankam veremediğim bir şekilde korkmuyordum aksine içimde büyük bir heyecan vardı, Son dokunuşlar yapılırken bile, odaya gelen herkes aynı cümleyi tekrarladı “Her şey sizin istediğiniz gibi olacak.” Poyraz böyle istemişti hiçbir şey içinde kalmasin herşey hayallerinin ötesinde olsun demişti. gelinliğin eteklerini ellerimle düzeltip aynaya baktım. Yüzümdeki ifade… heyecan ve içimde kalbimin derinliklerinden yüzüme yansımış anlamsız bir mutluluk. Ne kadar direnmeye çalışırsam çalışayım, artık geri dönüş yoktu. Herşey Poyraz tarafında özenle planlanmıştı, beni köşeye sıkıştırmıştı.O gece ki konuşmadan sonra uzunca düşünüp karar vermiştim elimdeki en iyi seçenek Poyrazdı, ve ben bunu kendi avantajıma çevirecektim. Sonra kapı çaldı. Bir görevli başını uzattı. “Poyraz Bey birazdan sizi almaya gelecek, hanımefendi.” yardımcılar gittikten sonra aynanın karşısına geçip son halime baktım "Üç gün sonra evleniyoruz,” demişti o gece bana. Bugün o gün bir süre sonra kapı hafifçe açıldı, aynadan gelen kişiye baktım, Poyraz giydiği takım elbisenin içerisinde muazzam bir şekilde yakışıklı ve çekiciydi yavaşça arkamı dönüp onu baştan aşağıya süzdükten sonra göz göze geldik. İçimden bir şey koptu o anda. Kalbim hızla atıyordu. Ellerimi birbirine kenetledim, nefesimi tuttum. sonra hızla o kelimeler döküldü dudağımdan "ben hazır değilim" gülümseyip bana yaklaştı Kimse hiçbir şeye tam olarak hazır olamaz, Sıla.” “Ama bugün… artık geri dönüş yok.” Haklıydı bunun geri dönüşü yoktu ve ben bu adımı esir olmak için değil özgür olmak için atıyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD