Mina Elvan
Ben burda dağın başında bu adamla yanlız kalmam, kalamam.
Bir de ‘Tanışır, kaynaşırız,’Diyor, götünü siktiğim.
Hem olmaz ki! Bizim buraların âdeti vardır. Evlendiğin gün birlikte olursun kanlı çarşafı da kaynanana veya büyük babaanneye gösterilir.
O yüzden bu gece tanışıp kaynaşmayız, Aram ağa. Bir kahkaha attım. Aram bana baktı neden güldüğümü anlamaya çalışıyordu.
“Çi qewimi?” (Ne oldu?) Diye sordu bana adım atarak.
“Ney? Ben anlamıyorum. Türkçe kardaş,” Dalga geçiyordum. Aslında anladım ama anlamadan geldim.
“Ne oldu?” Oflayarak bir daha söyledi. Bir adam daha attı. Ben ise geri adım atmadım. Bu adama ben karşı koymayı yavaştan öğrenmeliydim.
“Güldüm, ne olması gerek? Gülmek de mi suç?” Kollarımı göğsüme bağladım. Ona bir adım attım.
“Ne diye güldün?” Son adımını da attı. Artık yüzlerimiz arasında az bir mesafe vardı. Başını da eğince o arada kalmadı.
“Sanane, ne yapacaksın benim güldüğümü?” Gözlerimi kıstım.
“Ma tu dizanî ez ê çi bikim, ey jina min?” Delidir yakalan! Ne dediğini anlamadım. Tamam biraz kürtçe biliyorum, başka yok.
“Af buyur?” Nazik bir dille söyledim.
“Ne yapacam biliyor musun, karıcığım? Bak sana özel de çeviri yaptım, başkası olsa yapmaz. Yapmasın da,” Yakınlaşsa dudaklarımız bir birine değecektı.
Uzaklaşmak da istemiyorum. Korktuğumu sanar diye.
Bir saniye o bana Karıcığım mi dedi? Ellerimi boğazına dayadım. “Bana bak sana çok bile katlandım, şimdi beni eve bırak! Bir de senle kalacağım he, ölürüm lan senle kalacağıma!” Boğazını tutuyordum ama adam sanki sıkmıyormuşum gibi hareket ediyordu.
Ellerimi alıp aşağı indirdi. “Mecbur yapacağız,” Diyerek elini cebine soktu. Ne yapacak ki, bana?
Diğer eliyle gözümü kapattı. Ben geri çalmaya çalışsam da ağzıma bir şey koydu. Hafiften başım döndü.
Beni bayıltacatı. Ama iş işten geçmişti. En son beni kucağına alıyordu. Sonrası yok. Hayal meyal vardı. Bir yere yürüyorduk.
Gözlerimi açtığımda bir odadaydım. Bir yatağın üzerin de uzanmış, uyuyordum. Odanın duvarları ahşaptan yapılmış büyük bir odaydı.
Karşımda dolap var solum da da cam vardı. Sağ tarafım da bir kapı vardı. Büyük ihtimalle banyo du.
Dolabın yanında kapı vardı. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Büyük ihtimalle dışarısıdır.
Kapıyı açtım. Evet, doğru tahmin, kızım. Dışarı bir adım attım. Bir kaç adım daha attım, sağa doğru.
Merdivenlere gelince indim. Yavaş yavaş indim, basamakları.
Ateş sesleri geliyordu. Şömineyi yakmış olabilir. Adam ilk başta güzellikle söylese ben içeri girerdim, ne var ki bayıltacak?
Yani sanki ben gelmeyeceğim? Gelmiyeceğim İç sesim ne var? Allah Allah ya ben burda kendimi sakinleştiyorum, sen niye araya giriyorun?
Merdivenleri indim. Son basamağı attığım gibi solum da kapı gördüm. Ama oda kapısı değil siyah, ince nakışları vardı. Dışarı kapısıydı.
Anında oraya doğru yürüdüm. Ses çıkarmamaya özen gösteriyordum. Kapıyı sanki ağır çekim gibi açtım. Daha yavaş da olabilir.
Gün ışığı yavaşça içeriye vuruyordu. Benim geçebileceğim bir şekilde açtım, kapıyı. Dışarı bir adım atmıştım ki kolumu biri tuttu.
Hayır ya, olamaz, yakalandım!
Kolum dan tutup geri çekti. Ya, ben bu adamı istemiyorum, anlatamıyorum galiba derdimi?
Kapıyı kapatıp kollarımı yukarı bağladı, tek eliyle...
Diğer elini de yanağıma koydu. “Benden kaçmayı mı düşünüyorsun?”Adam çok iyi rol yapıyordu. Sesi, hem kızğın hem de üzüntü çıkıyordu. Ama öyle bir üzüntü değil, üzüntü sadece laf. Üzüntü yerine alaycı bir ton vardı.
“Bırak, çabuk,” Yukardaki elimi almaya çalıştım. Ama nafile... Adam Nuh diyor peygamber demiyor.
Ellerim morarmaya başlarsa bu adamı öldürüm. “Diyorum ki, kahvaltı yap, açım, yemek yap,” Ellerimi sonunda bıraktı.
Bir de yemek mi yapacam ben buna? Sıçayım da bokumu yesin! İç sesime katılıyorum.
“Bok ye!” Arkasından bağırdım. Bana kısa bir bakış atıp yoluna devam etti. Solan sandığım odaya girince kapıya yaklaştım.
Kapıyı açmaya çalıştım ama açılmadı. “Anahtar yukarda, kafanı kaldır, görürsün,” Ya ben bu adamın azını seveyim ya! Küfür yok, küfür yok!
Dediği gibi yukarı baktım. La, sen oraya ne ara astın! Adamın gözleri, elleri bendeydi. Ne ara astın, ve adam!
Kolumdan tutup solana girdiği kapının yanındaki kapıya soktu beni. Biran olunca çıkğık atmıştım. Ama dağdaydız, kim duyacak ki beni?
Etrafa bakınca mutfakta olduğumuzu fark ettim. “Hadi açım ben,” Ellerimi iki yana açtım.
“Ne yapayım? Bok var, ye,” Gülerek masaya ilerledi. Masaya otururken soğuk soğuk gülüyordu. Onun gerçek gülüşünü hiç görmedim.
“Açım,” Gülüşü soğdu.
“Bebek misin? Kendin yap, yemeğini!” Mutfaktan çıkacaktım ki hine beni durdurdu.
“Yap şu yemeği! Yapmadığın an altım da kalırsın!” Bir adım atıyordum ki durdum.
“Alamsın,” Kendimden emin bir şekilde yürüdüm. Kendimden emindim çünkü çarşaf meselesi vardı. Yeni gelinlerin bakirelik testi gibi düşüne bilirsiniz.
Odaya çıktım. Uykum vardı. Daha doğrusu benim hep uykum vardı. On beş (15) saat uyusam bile uykum oluyordu.
Uykum da sanki dayak yemiş gibi uyanıyordum.
Odanın kapısı açıldı ama ben çoktan uykuya dalmıştım...