İlk gecesinde yanında yine Cansu vardı. Yere koltuk minderlerine oturmuş önlerinde malzemeler karşılarında bilgisayar hem film izleyip hem de boncuk diziyorlardı. Saat akşam on gidiydi. Kapı çaldı. Birbirlerine baktıklarında kaşları çatılmıştı.
“Kim lan bu saatte?”
“Cansu, Umut enişte gelmiş olmasın seni evde bulamayınca.”
“Yok be anam o köyde. Babasıyla çalışacaklardı. Gelmeyecekti ki.”
“Neyse dur ben bir bakayım. Kimmiş?”
Kalkıp kapıya vardığında delikten baktığında iki tane takım elbiseli adam dikiliyordu. Anlamamıştı ama nefesi kesilmişti. Korku gelip oturmuştu ortaya. Cansu arkasından geldi.
“Kim?”
“Bilmiyorum. Takım elbiseli iki adam.”
“Yok artık. Bu saatte hele hele de senin kapında.”
“Sorma yavrum ya FBI ajanıyım da bilgi almaya gelmişlerdir.”
İkisi de konuşuyordu ama diğer taraftan duyulduklarının farkında değillerdi. Kapıya yeniden vuran adam “Ceylan Hanım açın lütfen tesbih malzemelerini getirdik. Dağh- yani Serkan Bey yolladı bizi” dediğinde omuzları gevşeyen ikili yine de tedbir amaçlı ellerine küçük bıçaklardan almışlardı. Meyve bıçakları ne kadar koruyacaksa artık.
Kapıyı açtıklarında ellerinde büyük çantalarla dikilen adamlar kadınlara bakıyordu. Ağır olduğu belli olan dört çantayı kapının iç kısmına bıraktıklarında “İyi akşamlar” dedikten sonra gittiler. Kapıyı kapatan Ceylan çantalara uzaylı gibi bakarken telefonunun melodisi odaya yayıldı. Gidip baktığında Serkan’ın olduğunu görünce cevapladı.
“Serkan Bey.”
“Ceylan Hanım iyi akşamlar. Rahatsız diyorum bu saatte kusura bakmayın.”
“Estağfurullah.”
“Malzemelerin size ulaşmış olması gerekiyor. Geldiler değil mi?”
“Evet az önce geldiler.”
“Tamam çok güzel. Anlaştığımız gibi bir hafta sonra anlaştığımız bir buçuk aylık süreç başlayacak. Eksik bir şey olursa bana ulaşın lütfen.”
“Anladım. Bana güvendiğiniz ve seçtiğiniz için teşekkür ederim.”
“Rica ederim. O zaman şimdiden keyifli çalışmalar dilerim. İyi akşamlar.”
“Sağ olun iyi akşamlar.”
Telefonu kapadığında kalbi hızlı atıyordu çünkü çok iyi para gerektirecek bir işi vardı. Cansu ile hemen çantaları açtılar. Gördükleri ile dudakları aralandı.
“Oha. Bu taşlar gerçek doğal taşlardan. Şu malzemelerin kalitesine bak.”
“Senin kadar anlamıyorum ama gerçekten kaliteli duruyor.”
Biraz ortaya döktüler. Ceylan “Önce doğal taş olanlardan başlarız. Ortak çalışırız ortak alırız ücreti.” Dediğinde ona göz deviren arkadaşı elini sallayıp “Yav he he de ben süs püs işinden alamıyorum. İyisi mi ben sayıp sayıp dizeyim sen süsünü ayarla.” değip geçiştirdi.
O gece saat dörde kadar Cansu saydı dizdi kenara koydu. Ceylan başladı yapmaya. Önce elindeki hazır siparişi tamamladı. Biri dizince devamını yapması da hızlı olmuştu. Tek başınayken bir günde yapacağı siparişi sabaha karşı dörtte bitirmişti. Gözlerinden uyku akarken Cansu evine geçti. Ceylan’ı da çağırdı ama o evinde uyumayı seçti.
Gözlerini kapadığında biraz olsun huzur bulmak istiyordu ama anneydi. Evladı canını ne kadar yakmış olursa olsun düşünmeden edemiyordu. Çoğu geceler üzerini örter aç yatmasına asla izin vermezdi. Gözlerini kapadı ama olmadı. Yan dönüp yastığına sarıldığında iç çekti.
“Şimdi üstü açılmıştır. Örtseler bari. Hava sıcak diye cam açık yatarlar.”
Kendi kendine mırıldandı durdu. Bedeni uyku diye yalvarıp zihnini ele geçirdiğinde sabah ezanı okunuyordu.
Dağhan ise otel odasında rahat edemeyeceğini anlamıştı. Ona, geri dönene kadar da olsa bir ev lazımdı. Yine sahil kesiminden istiyordu çünkü denize resmen hayran kalmıştı. Kendine benzetiyordu. Hırçın, sert, dalgası bol. Kıyıyı döven dalgaların varlığı onun gücünün benzeri gibiydi.
Telefondan genç kadının resimlerini inceledi. Sadece tek bir sosyal medyadan değil diğer sosyal hesabından da takibe almıştı. Oğlunun küçüklük halleri, İstanbul’dayken ki kaldığı semtte var olan parktan kareler ve yanında arkadaşları varken ki küçük kaçamak kahve keyifleri.
Bir şey dikkatini çekmişti. Ceylan o zamanlar kiloluydu. Balık etli kıvamından fazlaydı hatta kilosu lakin şimdi gördüğü kadın olması gerekenden daha zayıf gibi gelmişti gözüne. Resimlerin birinin altındaki birkaç yorum kaşlarının çatılmasına neden oldu.
“Yemiş yemiş sıçamamış.”
“Bu tiple de resim paylaşmazlar mı midem bulanıyor.”
“Sonra kocam neden beni aldattı adlı çalıma.”
“Böyle kadınlarla evli adamlara acıyorum. Bas kıçına tekmeyi ne besliyorsun evde kurbanlık gibi.”
Ve böyle devam ediyordu. Dişlerini sıkan Dağhan “Siktiğimin beyinsizleri” derken telefonu sıktı. Yorum yapan profillere girdiğinde çoğunun erkek olduğunu fark etti. Serkan yanındaydı. Ona “Bizim çocuklara bunları yolla kimler nerede yaşıyorlar bulsun ve Haşmet’ler ziyaret etsin.” Dediğinde önüne konan şeyleri inceleyen adam “Yok artık” demekle yetindi.
Günler sakin geçiyordu. Ceylan kendine yeni bir faturalı hat aldı. Sonra da numarayı önce oğluna sonra da Serkan diye bildiği Dağhan’a iletti. Ev sahibi ile konuşup bir yıllık kirayı peşin vermiş sonrası içine artışa göre bakarız demişti. Çalışıp kazandığı paranın küçük bir kısmını yaşamak için harcayacak kalanı içinde banka da döviz hesabı açtıracaktı. Birikim yapması gerekiyordu.
Dağhan ise sahil kıyısında bahçe içinde büyük bir evi kiralamıştı. Sadece ona ait olması da ayrı bir olaydı. İstanbul’dan arıyorlardı elbette. İşlerinin olduğunu ne zaman geleceğinin belli olmadığını söylese de ara ara uçakla git gel yapması gerekecekti.
Ceylan’ı da takip ediyordu. Hoş genç kadın sadece alışveriş için dışarı çıkıyor onda da fazla kalmadan eve dönüyordu. Birkaç defa daha karşısına çıkmıştı ama kadın tanımamıştı. Her gün hakkında daha fazla şey öğreniyor dokunmadan hatta konuşmadan bile bağlanıyordu. Ceylan onun gözünde tam bir sss kadınıydı.
En yakın arkadaşı Cansu ise onu dışarı çıkarma konusunda zorluyor olacak ki o sürekli konuşup bir şeyler anlatırken Ceylan yılgın ama yine de dudaklarındaki ince tebessüm ile onu izliyor dinliyordu. Bir şeyi de çok iyi anlamıştı. Ceylan deniz aşığı bir kadındı. Ne zaman biraz dışarı çıksa elleri cebinde kulağında kulaklıkları sahil kıyısına iniyor, banklardan birine oturuyor ve öylece dalgalara bakıyordu.
Yine öyle bir gündü bugün. Dağhan hemen çaprazındaki kadını dikkatlice izlerken o yanındaki küçük termostan bardağına kahve döküp içmeye başladı. Dudaklarında yine gülümseme vardı. Genç adam alnına düşen damla ile yağmurun başlayacağını anladı. beş dakika kadar sonra beklediği gibi yağmur yağmaya başladı. Hemen yanındaki şemsiyeyi açtı ama Ceylan da kımıldama yoktu. Elinde şemsiye de görmemişti. Sadece oturdu bir kahve daha içti. Ardından sigarasını yakıp geri yaslandı ve başını geriye yasladı. Gözlerini kaparken üflediği duman yağmurun içine karıştı.
Ceylan ise izlendiğinden habersiz yağmur altında ıslanmaya başladı. Tenine düşen her damla sanki içindeki o yangına düşüyor rahatlatıyordu. Oldum olası severdi ıslanmayı yağmur altında ve özgür bir şekilde ilk defa hareket ediyordu. Artık annem ne der babamın kulağına gider mi düşüncesi yoktu. Dünya yansa bir ahır samanını yakmazdı.
Yağmur şiddetlenince gözlerini açıp kalkmak istediğinde yanında duran şemsiye ile kaşlarını kaldırdı. Etrafına bakınsa da kimse yoktu. Termostu toplayıp çantasına koyduğunda şemsiye ile bakıştı. Bir kez daha etrafına baktığında arkası dönük ve yürüyen adamın varlığıyla aldığı nefesin yavaşladığını hissetti.
Telefonu çantasında çalmaya başladığında dikkati dağıldı. Cevap verdiğinde Cansu “Sakın bana yağmur altında durduğunu söyleme!” diye bağırdığında yüzünü buruşturdu.
“Tamam yavrum söylemem.”
“Kızım sen bir eve gel bak ben sana ne yapıyorum. Halini bilmiyorsun sanki. Çabuk gel çabuk. Atla bir taksiye yürümeye uğraşma.”
“Tamam diyorum aşkım kızma geliyorum. İstediğin bir şey var mı?”
“Kızılcık sopası aşko. Şöyle kırılmayanından.”
Ceylan kahkaha attı.
“Yirim la seni katil civciv. Neyse hadi tutma beni geliyorum.”
“Yol üstünde aktar var. Sana mesaj attıklarımı al gelirken. Sana karışım yaparım. Malum şeklin kayacağı için.”
“Anladım yavrum tamam.”
Telefonu kapadığında çantasını omzuna aldı ama şemsiye ile de bakışmadan edemedi. Zaten ıslanmıştı. Daha fazlası demek acil serum iğne demekti. Şöyle bir baktığında koca sahilde sadece araçlar gelip geçiyordu bir Allah’ın kulu yoktu. Omuz silkti. Şemsiyeyi alıp açtığında kocaman olması kaşlarını kaldırmasına yetti.
“Plaj şemsiyesi mübarek.”
Sapından tutup yürürken bir yandan da kulaklığını taktı. Bu havada sahilde olup müzik dinlemezse olmazdı. Birkaç gündür taktığı şarkıyı açtı ve sahil yolu boyunca yürüdü. Yağmur daha da bastırmıştı ama şimdi en azından ıslanmıyordu.
Şarkı “Ne desem” diyordu. Gitarcı diye takma isimli biri söylüyordu. Oda eşlik etti.
“Ne bir düşüm gerçek oldu dünyada
Ne de bir kuş uçtu ıssız tarlamda
Ne bir haber geldi gittiğin yerden
Ne de gözüm aldım karşı dağlardan
Bir yanımda dağlar, bir yanım sevda
Anladım ki her şey yalan, yalan bu dünya
Bir yanı karanlık, bir yanı mavi
Bir yanımda sevmek varsa, bir yanı fani
Ne desem seni geriye getirmez
Ne desem acımı bitiremez
Ne desem boşa geleceğimiz yok
Ne desem bu aşkı silemez”
İç çekti. Sonra durup kendi kendine güldü.
“Vay arkadaş. Olmayan aşkımız için bunalıma giriyoruz iyi mi?”
Karşıdan karşıya geçip sokak arasına daldı. Aktardan gerekli olanları aldı. Yürümeye devam ettiğinde bir an da hapşırdı. Gözleri büyürken “Hay ben böyle işi. Sıçtık” deyip burnunu sildi. Eve girdiğinde Cansu mis gibi çorba kaynatmıştı.
Elinde kepçe mutfağın kapısının kenarına yaslandığında “Oooo balığımız da gelmiş. Nasılsın bakalım balık hanım. Yağmur iyi geldi mi? Aldın mı kıçına tüm soğuğu. Oldun mu hasta?” dedi. Alt dudağını ısıran kadın “Yani, azıcık. Birazcık. Küçücük.” Derken kıkırdadı. Aynı anda bir kez daha hapşırdı.
“İyi yaşa. Hemen duşa. Çabuk çabuk. Ver aldıklarını hemen çay yapayım. Koş hatun koş.”
Elindekileri bırakan kız suyu damlayan şemsiyeyi de peşinden götürdü. Banyo kapısının iç kısmına astığında sapındaki işleme dikkatini çekti. D.M.Y. dudak büzdü. Markası diye düşündü. Kaliteli bir şeye benziyordu. Normalde asla almazdı ama ıslanmıştı. Çamaşırlarını alıp duşa girdi. Ilık suyla yıkandıkça kemiklerinin kaslarının açıldığını hissetti. İşi bittiğinde kurulanıp giyindi ve çıktı. Saçlarında havlu vardı. Kanepeye oturduğunda yanındaki duvara saç kurutma makinesini taktı.
Saçlarını kuruturken aklına gelenle hızlı davrandı. Cansu “Çay hazır. Az demlensin içersin. Bir daha da seni yağmur altında görürsem valla oklava ile mahalleyi turlarız. Bu arada benim çıkmam lazım. Umut gelecek köye gidecek mişiz. Kaynanam hasta olmuş. Birkaç gün kalırım. Sonra yine buradayım ama” dediğinde ona başını salladı.
Öpüp sıkıca sarıldığı kadını ardında bırakıp kendi evine geçen Cansu eşyalarını toparladı ve o sırada gelen kocası ile köye çıktı. Saçını kurutup salan kadın mutfak tezgahındaki çayı içti. Ardından kabanını ve şemsiyeyi alıp evden çıktı. Bir arka sokaktaki kuaföre gördüğünde selam verdi. Boştu zaten pek kimse yoktu. Çalışan kadınla kısa bir sohbet sonrası kısa bir saç modeli gösterdi ve “Böyle kes lütfen ama benzesin. Absürt bir şey olmasın. Saçlarımı yeni yıkadım kuruttum yıkamaya gerek yok ıslatsan yeter” değip koltuğa oturdu.
Ceylan hep böyleydi. Önemli bir karar almışsa ya da büyük bir dönüm noktasındaysa gider saçlarını kısa kestirir ve yeniliği kısa saçları ile karşılardı. Saçına değen her makas darbesi içindeki ateşe körük oldu. Bir kez şefkatle okşanmamış telleri yere düşerken üzülmedi. Çünkü güçlendiğini hissediyordu.
İşi bitip kuaförden çıktığında saçları oldukça kısalmıştı. Eliyle karıştırdı. Başını sağa sola sallayıp başının hafiflediğini hissetti. Gülümsedi. Ardından yan taraftaki bakkaldan beş paket sigara soda biraz meyve ve abur cubur aldı. Tekti. Dağıtabilirdi.
Eve kadar yürüdü. İçeri girerken yine hapşırdı. Kapısını kilitledi. Saçlarını kuaförde kesim sonrası yıkattığı için rahattı. Aldıklarını dolaba koydu. Çorbadan içti. Biraz uzandı. Üşüdüğünü hissettiğinde üzerine yorganını aldı. Geceye doğru öksürerek ve nefesi daralarak uyandı. Sucuk gibi terlemişti. Boğazı acıyordu ve göğsü ağrıyordu. Baş ağrısı da cabasıydı.
Kalkıp su içti. İlacını alıp üzerini değiştirdi. Kanepeye oturduğunda her yeri ağrıyordu. Çantasının içinden çalan telefonu dikkatini çektiğinde yorgunca alıp Cansu zannettiği için bakmadan açtı ve “Sen sormadan söyleyeyim yavrum çok fena kapmışım şifayı soluğu götümden alıyorum ve galiba ateşim de var. Birazdan taksi çağırıp acile gideceğim ama halim yok.” dedi. Dağhan duyduklarından sonra soluğunu bıraktı.
Tahmin etmişti. Kendini Serkan olarak tanıttığı için içten içe kendine küfretse de konuştu.
“Ceylan Hanım kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettim yanlışlıkla oldu da siz iyi misiniz? Sesiniz kötü geliyor.”
Öksürmeye başlayan kadın ekrana baktığında yüzünü buruşturdu.
“Serkan Bey kusura bakmayın bende arkadaşım zannettim bakmadan açıp saçma saçma konuştum.”
“Yok estağfurullah sorun yok da siz iyi misiniz? Gerçekten iyi gelmiyor sesiniz.”
“Biraz şifayı kapmışım ama toparlarım bir iki güne sorun yok. Sorduğunuz için teşekkür ederim.”
“Ne demek siz de artık bizim firmamızın bir parçasısınız. Elbette düşüneceğiz. Ben diyorum ki eğer yanlış anlamazsanız eğer sizi hastaneye götüreyim. Anladığım kadarıyla yalnızsınız. Tek başınıza zor olur. En azından neyiniz olduğunu öğrenir ilaçlarınızı alır sizi evinize bırakırım.”
Ceylan bir an “Hayırdır koçum ne bu konuşmalar” diyecek olsa da kibarca “Teşekkür ederim ama gerek yok ben hallederim. Hatta şu an bir taksi çağırıp çıkıyorum evden. Teklifiniz için sağ olun.” Dedi ama sonradan kafasına dank eden şeyle “Siz beni nasıl hastaneye götüreceksiniz ki? Yani İstanbul da yaşamıyor musunuz?” diye sordu.
Dağhan “Birkaç günlüğüne Ordu’ya geldim. Sizin de burada olduğunu bize verdiğiniz adresten bildiğim için yardımcı olmak istemiştim. Rahatsız ettiysem özür dilerim.” Derken kadının kabul etmesini deli gibi istiyordu. Zaten saçlarını kestirdi diye canı sıkkındı. En azından biraz yakınında olmak iyi gelirdi.
“Anladım. Gerçekten gerek yok dediğim gibi ben hallederim. Düşünmeniz yeter.”
“Tamam siz nasıl isterseniz. Eğer sorun olursa bir telefon yakınınızdayım. Geçmiş olsun iyi geceler.”
“İyi geceler.”
Telefonu kapayan kadın garip hissetti. Hiç görmediği bir adamın sesi tuhaftı. Böyle bariton ağır güçlü söz geçiren. Bazı insanların sesi karakterini yansıtır derlerdi ya konuştuğu adam da bunu yansıtıyordu galiba.
Kalkıp taksiyi aradı. Kimlik cüzdan telefon alıp küçük sırt çantasına koydu ve evden çıktı. Taksi gelmişti. Ordu Devlet Hastanesinin aciline giriş yaptığında ateşi biraz daha yükselmişti. Sıraya girdi. Önce tansiyon ateş ölçümü sonra da ağır olmasına göre yönlendirilecekti. Başı deli gibi ağrıyordu. Son iki kişi kala kapıdan giren iri yapılı bir adam hemen önüne geçip durdu. Ayakta zor duran Ceylan “Beyefendi sıraya geçin lütfen önüme geçtiniz.” Dediğinde adam onu pek tiye almadı. Genç kadın sesini az daha yükseltti.
“Kardeşim sıraya geçsene niye araya kaynak yapıyorsun. Biz enayi miyiz de bekliyoruz.”
Geri dönen adam “Kes lan bekle işin ne” deyip omuzundan ittirdi. Arkadaki kişiye çarpan kadın gözlerinin anlık karardığını hissetse de kendini toplamaya çalıştı. Onu düşmesin diye tutan kişi adama “Bilader kavga çıkmasın geç arkaya. Kadının halini görmüyor musun bir de ittirip duruyorsun. İnsan ol iki dakika can sıkma geç yerine.” Dediğinde Ceylan sendeliyordu.
Kaba adamın “Ne diyorsun lan sen?” diye üzerine gelmesiyle araya giren güvenlik sorunu çözmeye çalıştı. Hastane polisi de geldiğinde “Hem önümüze geçti hem de kadını ittirip hakaret etti.” Diyen adam öfkeliydi. Normal şartlarda o adamı felç bırakır olduğu yere de gömerdi ama şu an ki önceliği Ceylan’dı.
Polis ve güvenlik rengi çok solgun olan ve ayakta zor duran Ceylan’a bakınca kaba adamı sıradan çekti. Bu arada içeri girmesi gereken genç kadındı. Bir adım atmıştı ki gözleri tamamen karardı ve düşecekken onu tutan kişi az önce sırtını çarptığı kişiydi. Yani Dağhan. Hemen kucağına aldığı kadınla “Yardım edin. Görmüyor musunuz halini” dedi ama devlet hastanesiydi ve kalabalıktı.
Baktı olacak gibi değil adamlarına işaret verip acilden çıkış yaptılar. Arabaya geçtiklerinde ateşler içinde yanan Ceylan titriyordu. Yakındaki özel bir hastanenin acilinden giriş yapıldığında hemen ilgilendiler ve dinlenmesi için sedyeye alıp serum taktılar. Başında bekleyen Dağhan dudaklarını birbirine bastırmış sinirle saçlarını karıştırıyordu. Serkan geldiğinde “O piçi takip edin sote bir yerde de kırın kemiklerini” dediğinde ciddiydi.
Sabaha karşı Ceylan bir ara gözlerini araladı ama tekti ve hastanede olduğunu az buçuk fark etmişti. İlaçların ve ateşin etkisi ile yeniden uykuya daldığında Dağhan yanına gelip oturdu.
Sabah olduğunda ateşi biraz daha normale inen kadının tansiyonunu da düşürdüklerinde kanındaki enfeksiyon için antibiyotik tedavisine başladılar. Birkaç gün yatış yapılsın diyen Dağhan’dı. Yatarak birilerinin ilgilenmesi ile tedavi olursa daha çabuk toparlar diye düşündü.
Kendine gelen Ceylan ise odaya alındığını fark ettiğinde duvardaki ÖZEL UMUT HASTANESİ yazısı ile gözlerini büyüttü. Koluna baktığında serum takılıydı. Çantası komodinin üzerindeydi. En son devlet hastanesinde sıradaydı. Buraya nasıl gelmişti hiçbir fikri yoktu. Kapı açılıp içeri hemşire girdiğinde oturur hale geldi ama bedeni resmen acıyor ağrıyordu.
“Günaydın Ceylan Hanım. Sonunda uyandınız. Birazdan doktor hanım gelecek. Kahvaltı için de dağıtım başladı. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”
Şaşkında bakan kadın “Tır çarpmış gibi hissediyorum da ben buraya nasıl geldim? Çünkü en son devlet hastanesinin acilindeydim.” Dedi. Delirdiğini düşünmeye başlamıştı.
“Bir Bey tarafından getirildiniz. Sabaha kadar da sizi bekledi. Hatta yatış olsun daha çabuk toparlanır diye kendisi diretti. Eşinizdi galiba.”
“Ben evli değilim ki.”
Kapı yeniden açıldığında içeri Dağhan girdi. Öyle bir girişi vardı ki hemşire de Ceylan da anlık dalıp gitse de kendine gelen yine hemşire oldu.
“Ceylan Hanım da sizi soruyordu.”
“Tamam ben yanındayım hemşire hanım teşekkür ederiz.”
Kadın çıktığında Ceylan kaşlarını çatıp “Siz kimsiniz? Beni neden buraya getirdiniz ve bu rahatlık da neyin nesi?” derken çok ciddiydi.
“Sakin olun Ceylan Hanım. Serkan ben. Sizle acilde karşılaştık ama siz beni fark etmediniz. Hemen arkanızda sıra bekliyordum. Sonra öküzün biri ile tartıştınız ve baygınlık geçirdiniz. Sizi orada tedavi etmek için bekleyeceklerdi ve bende buraya getirdim. Ateşiniz çok yüksekti ve tansiyonunuz da fırlamıştı. Allah korumuş beyin kanaması bile geçirebilirdiniz.”
Kaşlarını kaldıran kadın “Ben, yani teşekkür ederim.” Dese de çekingendi. Sesi başka yüzü başka dünyaydı adamın ve etkileniyordu. Yutkundu lakin boğazı acıdı ve ağzının içi zehir gibiydi.
Dağhan hemen komodinin üzerindeki küçük su şişelerinden birini aldı ve “İçin lütfen” değip yardımcı oldu. Parmak uçları birkaç saniyelik kadının tenine değdiğinde az daha durup iç çekecekti. Bu sayede geceden beri aldığı kokuyu yeniden almış ciğerleri bayram etmişti.
Yemek geldi. Doktor de kontrol için geldiğinde üç gün kalmasının iyi olacağını bu sürede hem kandaki enfeksiyonu temizleyecek hem de soğuk algınlığı için tedavi uygulayacaklardı. Genç kadın hemşire serumu değiştirirken “Acaba günlük ücreti ne kadar buranın” diyerek merak ettiği soruyu sordu. Dağhan hemen atladı.
“Bu sizin düşünmeniz gereken bir şey değil Ceylan Hanım. Firmamız üstlenecek.”
Bu defa ciddi bir şekilde “Hayır tabi ki de ne alaka?” değince “Sakin olun. İmzaladığınız sözleşme ile hem sağlık sigortanız yapıldı hem de çalışanlarımızın faydalandığı kolaylıklardan faydalanıyorsunuz. Size özel değil yani borçlu olacağınızı düşünüp kendinize sorun yaratmayın.” Diyen adam resmen ayak üstü yalan makinesine dönmüştü.
Akşam üzerine doğru arkadaşı aradığında ona iyi olduğunu ve sorun olmadığını söyledi. Bir de onu telaşlandırmak istememişti. Dağhan, elinde poşetle içeri girdiğinde Ceylan oğlu ile mesajlaşıyordu.
“Sana iyi davranıyorlar değil mi oğlum?”
“Evet anne.”
“Göktuğ, ben hiç öyle hissetmiyorum ama.”
“Ya tamam of. Çok da sevinmediler benim gelmeme. Babam her akşam iş dönüşü benle vakit geçirmek yerine içmeye ya da kahveye gidiyor. Amcamlar desen kendi hallerinde. Babaannem de suratı beş karış dinazor gibi. Oldu mu? İstediğin cevapları aldın mı? Aklımın başına gelmesine sevindin mi?”
“Oğlum. Ben gerçekleri kendin gör istedim. Yoksa inan bana değil seni göndermek onlara bokunu bile koklatmam. Hem sana müjdem var. Evden ayrıldım. Küçük ama bize yetecek bir ev buldum. Eşyamız her şeyimiz bize ait. Çok iyi bir de iş bağladım. Kazancım hava da karada bizi ihya eder cinsten. Gelmek istediğinde söylemen yeter. Alırım biletini atlarsın otobüse gelirsin. Bak okuldan da sorun yaşamanı istemiyorum.”
“Yani anne tüm bunları yapmak için illa evden atılman mı gerekiyordu ya da benim gitmem. Sen kendini kullandırmaya alışmışsın yine ellerinin altına alırlar seni eminim.”
“Oğlum. Yavrum. Kurban olduğum bak yapma. Evet haklısın çok geç kalınmış bir karardı ama sonuçta oldu. Bir de buradan baksan olaylara.”
“Bilmiyorum anne. Ama ben bu dönem gelmeyeceğim. Okulu buradan ayarlarız babamla.”
Sinirlenen kadın ses kaydı attı. Dağhan’ı fark etmemişti.
“Ne demek orada kalacağım Göktuğ saçmalama. En fazla bir hafta daha kalırsın ama ondan sonra dönüyorsun.”
“Dönmüyorum anne. Bana emir verip durma.”
“Bana bak. Huyuna suyuna gidiyorum diye beni sınama zaten hastayım hiç gözüm görmez atlar gelirim kulağından tuttuğum gibi geri getiririm.”
Kızgın emoji yollayan çocuk “Umurumda değil anne. Ben burada kalacağım. Sen kendini boşa yorma. Hem hastayım değip durma sen hep hastasın.” Deyip konuşma uygulamasından çıktı. Ceylan defalarca kez aradı mesaj attı ama ulaşılamıyordu. Sinirle yatağa elini vurup “Of” diye bağırdığında “Bir sorun mu var?” diyen adamla resmen çığlık attı çünkü korkmuştu. Eli kalbine gittiğinde “Aklımı aldınız” dediğinde ağzının içinden “Hadi inşallah” diyen Dağhan hafifçe öksürüp poşeti kadının kucağına bıraktı.
“Ben yemek getirmiştim korkuttum kusura bakmayın.”
Ceylan bir poşete bir de adama baktı. Garip bir göz rengi vardı. lacivert diyebilirdi. Koyu mavi de olabilirdi emin değildi. Kumral saçları kirli sakalları uzun boyu ve her daim üzerinde olan takım elbisesi ile resmen heykel gibiydi. Yaşı konusunda emin değildi. Otuz üstü olduğunu tahmin ediyordu ama kaç? İç sesi “Kaçsa kaç. Bakma elin adamına” diye onu uyarırken başını belli belirsiz sağa sola salladı. Kahvelerini adamdan çekerken “Serkan Bey gerçekten gerek yoktu. Siz de benimle buralarda perişan oldunuz. Bundan sonrasını ben hallederim. Lütfen daha fazla mahcup duruma düşmek istemiyorum.” Dedi.
Gerçekten de bu adam çevresinde olunca garip hissediyordu. Hem tedirgin oluyordu hem de niyetini anlamaya çalışıyordu. Çünkü bu devirde kimse kimseye babasının hayrına iyilik yapmazdı. Dağhan ise ona Serkan diyen kadına doğruyu söylemek istedi. Adını doğru bilsin ama yine firma çalışanı olarak görsün diye düşündü. Ağzını açıp bir şey diyecekti ki telefonu çaldı. Arayana baktığında kaşları istemsiz çatıldı.
“Ben geliyorum şimdi” diyerek odadan çıktığında Ceylan kaşlarını kaldırdı. Adam belki de evliydi. Ya da sevgilisi vardı ve sırf ona yardım etti diye kavga edeceklerdi. En korktuğu şeydi hayatında başka bir kadın olan adamla konuşup kendini metres konumuna düşürecek diye.
Daha fazla düşünmeden poşeti açtığında içinden et dürüm çıktı. Mis gibi de kokmuştu. Yutkundu. Ayran da vardı hem de naneli. En sevdiğinden almıştı. Anlık dudaklarında oluşan tebessümle yüreği ılısa da hemen kendine geldi.
Yemeğe başladığında utansa da kendini durduramıyordu çünkü açtı. Hastane yemekleri ile doymuyordu. Üstelik döneri severdi. Yapan yer de Allah var güzel yapmıştı.
Dağhan ise koridorda en uzağa yangın merdivenlerine çıkıp telefonu cevapladığında annesi “Dağhan, sen nerelerdesin oğlum? Hala gelmedin mi? Ne yapıyorsun oralarda?” dediğinde oluğunu bıraktı.
“Sana da merhaba anne.”
“Oğlum bırak şimdi merhabayı. Neler karıştırdığını anlat.”
“Bir şey karıştırmıyorum anne onu da nereden çıkardın?”
Kış bahçesine geçen kadın “Oğlum, sence ben bunu yer miyim? İstanbul’un altını üstüne getiren aslan şimdi Ordu da vakit öldürüyor. Bu mantıklı mı? Üstelik bizim alt firmalardan birinden malzeme çıkışı olmuş. Haberini aldım. Onun için beni uğraştırma anlat.” Derken kendinden emindi.
Oflayan adam “Anne, biri var.” Dediği an gözleri büyüyen kadın “Ay gelin mi geliyor” diyerek şakıdı. Ölmeden bekar kalmış son oğlunun da evlendiğini görmek istiyordu.
“Daha belli değil anne.”
“O ne demek öyle. Dağhan Murat Yaseri bir kızın peşinden gidecek ve belli olmayacak. Güldürme beni.”
“Babamlar evde mi?”
“Yok oğlum. Sen yoksun diye abinlerle şirketteler.”
“Seninle konuşmam lazım.”
“Dinliyorum da bu ses tonunu hiç beğenmedim haberin olsun.”
Dağhan, düğüne gelişini ve sonrasını anlattı. O anlattıkça annesi hop oturup hop kalktı. Sonunda da sesi yükseldi.
“Asla. Duydun mu beni asla bu iş olmaz. O kadını evime gelin diye getiremezsin. Oğlum kadının boyunca çocuğu varmış üstelik senden beş yaş da büyük. Bu mantıklı geliyor mu sana.”
Bir sigara yakan adam sinirle soludu.
“Anne sende babamdan üç yaş büyüksün. Şimdi gelsin iki yaşın hesabını mı yapıyorsun.”
“Beni delirtme Dağhan. Ben babanla evlendiğimde bekardım. En azından başkasının karısı değildim. Sen bana dul bir kadını eşin olarak kabulleneceğini söylüyordun. Yapamazsın. Bu olmayacağından değil beni yanlış anlama. Sen yapamazsın. O kadına dokununca eski kocası senin aklına gelmeyecek mi? Nasıl koynuna alacaksın bir düşünsene? Oğlu ne olacak? On beş yaşında diyorsun o çocuk annesine sana huzur verir mi? Hem hırlı mı hırsız mı nereden bilelim?”
Ön yargılı ve hiç ona yakışmayan bir konuşma içine giren kadın boş bulundu. Normalde asla bunları düşünmez söylemezdi ama bir anda duyunca dili ayarsızlaşmıştı.
“Hem kocasından neden boşandı Allah bilir.”
“Anne, sen ne dediğinin farkında mısın? Nasıl laflar bunlar Allah aşkına hiç yakışıyor mu sana. O derneklerde savunduğun kadın haklarına ne oldu. İş Ceylan’a gelince değişti mi? Beni hayal kırıklığına uğrattın anne senden hiç beklemezdim.”
Gerçekten de beklediği bir konuşma değildi. Annesi de pişman olmuştu dediklerine ama bir kere demişti. Kalkan elden daha ağır oluyordu bazı cümleler.
“Ben öyle demek istemedim oğlum.”
“Ben anlayacağımı anladım anne. Ceylan’ın peşini bırakmayacağım. Ne kadar uğraşmam gerekirse uğraşıp sonunda eşim olarak karşınıza çıkacağım. Geçmişi umurumda değil.”
“Dağhan, çok iyi düşün evladım.”
“Düşündüm. Hatta senin şu laflarından sonra ona olan saygım biraz daha arttı. Çünkü o kadın tek başına ayakta durmaya çalışan çabalayan biri. Saygıyı da sevgiyi de hak ediyor.”
Hümeyra Hanım iç çekti. Oğlunun verdiği karar belliydi. Yine pek de içine sinmese de “Sen bilirsin oğlum” demekle yetindi. Belki de bir hevesti ve geçecekti. Fazla tepki verirse iş daha da inada binebilirdi.
“Babamlara selam söyle anne kendine iyi bak görüşürüz.”
“Görüşürüz oğlum kendine dikkat et.”
Telefonu kapayan adam bir sigara yakıp içti. Annesinin dediklerini düşündüğünde kaşları çatıldı. Şöyle bir karşılaştırma yaptı. Evlenip ayrılan kendi olsaydı. Ceylan de sen evlendin ayrıldın bu iş olmaz dese nasıl hissederdi. Yüzü buruştu. Bok gibi hissederdi. Sanki boşandı diye yeniden yaşamaya hakkı yokmuş gibi. Hoş erkekle kadın toplum gözünde farklıydı. Erkek beş on fark etmez istediği kadar da evlense normal görülür farklı bakılmazdı. Lakin kadın ikinci evliliğinde dahi milletin dilinden kurtulamazken üç ve dördüncü evlilik durumları resmen ayağına taş bağlayıp kendini denize atma isteği uyandırırdı.
Geri odaya döndüğünde son lokmasını yiyen kadını görmek içini rahatlatmıştı. En azından bunda itiraz etmemişti. Refakatçi koltuğuna oturup bacak bacak üzerine attığında lokmasını yutan kadın ayranın da son yudumunu içip dudaklarını peçete ile sildi.
“Kesenize bereket Serkan Bey. Çok zahmet verdim size yordum.”
“Afiyet olsun. Ayrıca zahmet falan da vermedin. İnsan insana zor zamanında lazım olur derler. Senin zor zamanında ben denk geldim yardım ettim. Kendini bana borçlu hissetmene lüzum yok. Ayrıca bana artık Bey demesen de olur. Tabi bu seni rahatsız etmeyecekse.”
Ceylan tedirgin oldu çünkü konunun nerelere varabileceğini kafasında kuruyor güvensiz oluşu duvarlar ardına saklanmasına neden oluyordu. Bakışlarındaki değişimi fark eden adam ise sırtını dikleştirdi. Ardından “Aklına farklı düşünceler gelmesin. O kadar karaktersiz değilim merak etme.” Derken sesindeki sertlik kadına ulaştı. Yutkunan kadın ise bakışlarını kaçırdı.
“Estağfurullah. Yanlış anlamayın ama bu garip sadece.”
“Aslında değil de işte dünyanın geldiğini noktayı hesap edersek temkinli olmakta elbette fayda var. Bak, ben sana karşı öyle aklından geçirdiğin gibi bir düşüncem olmaz olamaz. Yapıma karakterime yakıştırmam. Sadece tek başına bir kadınsın. Ayaklarının üzerinde duruyorsun bu takdir edilesi bir durum. Güçlü kendini bilen ve sağlam basan bir insanla bak kadın demiyorum insanlar arkadaş olmak sohbet etmek ona yardım etmek benim için normal bir şey.”
Öyle bir konuşuyordu ki karşısındaki adam ardına saklandığı duvar bir anda saydamlaşıyor cama dönüşüyor ve kelimelerin darbeleri o camı çıtırdatıyordu. Başını eğen kadın “Serkan Bey, ben kimseye yüzde yüz güvenmemem gerektiğini en yakınlarımdan darbe yiye yiye öğrendim. Eski Ceylan olsa inanın şu an sizinle burçlardan doğal taşlardan filmlerden müziklerden sohbetler diyor gülüyor olurdu. Lakin bunu en son yaptığım kişi” dedi ve devamını getiremedi. Boğazındaki yumru büyürken Dağhan devamını getirmesini ister gibi baktı ama Ceylan bir daha başını kolay kolay kaldırmadı. O an aklına bir yıl öncesi geldi.
Halk eğitim kursuna gitmeye başladığında amacı yabancı dil öğrenmekti. Belki işine yaramazdı ama değişiklik olsun istiyordu hayatında ve biraz da olsa nefes almak iyi gelecekti. Kursa başladığında bilgisayar sınıfındaki bir hocanın dikkatini çekmişti. Ders arasında kısa bir selamla yanına gelip konuşmaya başladığın da Ceylan önce kendini geri çekse de sonraları sohbet ikisine de iyi gelmişti. En azından genç kadın bunu düşünüyordu. Halk eğitim merkezinin yanındaki Novada alışveriş merkezinin yemek katında kafelerden birine geçer cam kenarında fazla göz önünde olmayan bir yerde oturur konuşurlardı. İlk defa bir erkeğe böylesine sıcak yaklaşıyordu ve aynı sıcaklığı hissediyordu.
Bir laf vardı çocukluğunda sevgiyi kaşıktan yalamadıysan büyüdüğünde bıçaktan yalamak zorunda kalırsın ve sonuç olarak kanayan sen olursun. Günler haftalar geçerken Ali ona sevgiyi lokma lokma yediriyordu. Ailesi ile sıkıntısı olduğunda dinliyor konuşuyor akıl veriyor destek oluyordu.
Saçları okşandığında ruhu iyileşen kadındı Ceylan. Bilmezdi öyle sevgililik flört ama Ali öğretiyordu. Bir gün kursun kapısından girmeden önce Ali ona mesaj attı. Evin konumunu da atıp “Sana yemek yaptım gelsene yiyelim evde daha rahat vakit geçiririz” dediğinde başta yok falan dedi ama sonra kabul etti.
Konumun olduğu ev Boztepe’nin oradaydı. Tepede olduğu için de hiç dolmuşla uğraşmadan teleferikle çıktı. Heyecanlıydı. Genç bir kadındı ve ruhu sevginin kırıntısına şükreder olmuştu. Aklındaki olabilecek senaryoları köşeye itip kapının zilini çaldığında ruhundaki yaraların yanına bir yenisinin açılacağını bilmiyordu.
Hemen daldığı yerden çıkıp başını sağa sola salladığında adamın onu dikkatle izlemesini es geçti ve uzanıp yan dönerek duvarı izledi. Dağhan konuşmadı. Ceylan ise konuşmaya kelime bulamadı.
Hastane süreci bitip eve çıktığında genç kadın biraz daha rahattı. En azından evde işinin başında olur rahat ederdi. Adını Serkan bildiği bu adama da yük olmazdı. Değişen tek durum ise siz biz muhabbeti kalmış sen hitabı kendini göstermişti.
Aradan geçen üç günün sonunda Ceylan daha iyiydi. Cansu ise çarşıya inmiş soluğu yanında almıştı. Yaklaşık üç saattir de “Sen bana nasıl haber vermezsin? Aklını mı kaçırdın. Kızım yolarım seni” adlı azar çalışmasını dinliyor sadece “Haklısın canım arkadaşım, çok doğru diyorsun kardeşim. Aynen öyle bacım” diye karşılık verip seremoniye katkı sağlıyordu.
Sonunda nefes nefese kalan Cansu “Ay yoruldum” dediğinde genç kadın kıkırdadı.
“Bebeğem tam üç saattir mütemadiyen konuşuyorsun. Sence de yorulman normal değil mi?”
“Sence ben niye konuşuyorum? Kızım ölsen kalsan haberim yok. Aileni siktir et lan sen kimsesiz misin? Niye tek kalıyorsun? Niye elin adamı sana yardım ediyor –ki yani anlattığın gibiyse bir erimedim de değil ama neyse işte- yanında duruyor?”
“Ya aslında yanımda değildi. Dedim ya acil de karşılaştık. Daha doğrusu adamın kucağına bayılmışım.”
Kıkırdayan kadın “Film gibi desene. Ay bir de sana aşık oluyormuş falan. Şu hep beklediğini esas erkek belki de o dur.” Dediğinde gözleri büyüyen Ceylan “Tabi ya halam da bıyık takında ben amca diyorum. Delirme.” Deyip elini boşluğa sallarken “Hadi filmi açalım.” Diye konuyu dağıttı. Cansu pek yememişti ama öyle davranıyordu.
Eğer denk gelirse şu Serkan denen adama derdi amacı ne sormalıydı. Kimsenin Ceylan’ı üzmesine izin veremezdi.