CEYLAN- 12

3677 Words
“Uyanık mısın?” Birkaç dakika sonra cevap geldi. “Uyanığım. İşleri hallediyorum. Sen, işini halledebildin mi? Bir sıkıntı var mı?” “Yok. Halletim. Şimdi eve geldim. Biraz dinlenip uyanınca hemen geri geleceğim.” “Saat çok geç değil mi? Yani bu saate kadar uzadı mı işin?” Dağhan kadının şüpheli ve çekingen sorusu ile iç çekti. Ardından mesajla uğraşmayıp görüntülü aradı. Genç kadın üzerinde askılı atleti ile oturuyor boncuk diziyordu. Bir yandan da film izleyip ağlıyordu. Mesajda sıkıntı yoktu da arama gelmesi hem de görüntülü bocalamasına neden olmuştu. Güya saçlarını düzeltip burnunu silip cevapladı ama kahveleri kızarmıştı. Dağhan önce kadının yüzünü ardından gözlerini gördü. “Ceylan? Bu ne hal?” “Şey, iş yaparken film izliyordum da içlendim galiba ağladım biraz.” “Filme?” “Evet. Valla bak başka bir şey yok.” Oysa vardı. Filmi izlerken aklında hep Murat vardı. Ya gelmezse ya sıkılırsa ya yine yarı yolda kalırsa diye düşünüp durmuş onda da ağlamıştı. “Niye kendine bunu yapıyorsun ki? Ne kadar kızarmış güzelim gözlerin.” Omuz silken kadın burnunu çekti. sonra “Pardon” değip hemen peçete ile sildi ama fazla sildiğinden burnunun ucu kızardı. Dağhan onun bu haline kızsa mı yoksa sevimli bulup izlese mi karar veremiyordu. Küçük bir çocuk gibiydi. konuyu değiştirmek adına “Ben yokken ne yaptın bakalım? Şu sabah kavga ettiğin kadından bir ses çıktı mı?” deyip bekledi. Ceylan’ın yüzü gölgelendi onu duyunca. Dudaklarını birbirine bastırıp durdu. Cevap beklediğini belli etmek adına “Ceylan?” diyen adamla soluğunu bıraktı. Bir sigara yakıp derince zehirli dumanı içine çekerken işittiklerini hazmetmeye çalışıyordu. “Ortalığı biraz karıştırmış. Beni suçlu çıkarmaya uğraşmış. Oysa anlık tepki verdikten sonra umursamama kararı almıştım. Görsem de söylemeyecektim bir şeyler ama o durmamış.” “Ne oldu? Ne demiş ki?” Gözleri yeniden dolsa da omzu silkti yeniden ve “Hiç. Annemlere bir erkekle birlikte olduğumu evime kimin girip çıktığının belli olmadığını ona iftira atmak için çabaladığımı evden atılmamın intikamını almaya çalıştığımı anlatmış.” Dedi. Aslında söylediğine de pişman olmuştu çünkü adamı dertleri ile sıkmak istemiyordu. Genç adam uzandığı yerden doğruldu ve oturdu. Kaşları çatılırken “Sen bunları nereden öğrendin? Kim söyledi?” derken sesinde anlamak ister gibi bir tını vardı. Ceylan ise ne diyeceğini düşündü. En başından keşke söylemeseydim dedi kendi kendine ama iş işten geçmişti. Adam sorusunu tekrarladı. “Sen nereden öğrendin?” İç çeken kadın yanındaki sodasından bir yudum aldı ve dudaklarını silip annemlerin evinin tarafında işim vardı. cansu da benleydi. Karşılaştık. Orada öğrendim. “Kimle karşılaştınız?” “Annemlerle.” “Ve sana bunları söylediler.” “Evet.” “Normal bir şekilde? Kavga gürültü olmadan?” Ceylan baktı işin içinden çıkamıyor adamın gözlerine bakıp “Sen ne zaman geleceğim demiştin. Ben, galiba seni özledim.” Dediğinde burnundan soluk alan adam üstelemedi. Elbette öğrenecekti. Kadının sözlerine uydu. “Bende seni özledim yalan yok.” Genç kadın kıkırdadı. Onun solgun da olsa gülüşünü duymak hoşuna gitmişti. Dakikalarca konuştular. Sonra sen çalış ama telefonu da kapatma ben seni izleyeyim. Olur mu dediğinde genç kadın gülümsedi. Telefonu tam karşısına ayarladı ve işine devam etti. Kaç defa boncuğu heyecandan elinden düşürünce Dağhan güldü. “Ya Murat gülmesene.” “Ne yapayım? Bu hallerini yeni görüyorum ve çok hoşuma gidiyor.” “Hım. Öyle mi?” “Öyle.” Ceylan esnediğinde iç çeken genç adam “Hadi bırak sonra yaparsın uyu dinlen. Yarına dinç ol gezmeye gideceğiz çünkü.” Değince şöyle bir işe baktı. Çok az idizlecek işi kalmıştı. Süsleme işi dizme bittikten sonra olacaktı. Hızlı gidiyordu ve bunu sevmişti. Adamı dinledi. Kalıp kanepeyi açtı ve uzanıp üzerine battaniyesini çekti. adama baktığında dikkatle izlediğini görünce gülümsedi. “Çok dikkatli bakıyorsun? Neden?” “Seni daha iyi görebilmek için?” Kadın güldü. “Peki neden görmek istiyorsun?” “Seni daha iyi tanıyabilmek için.” Kırmızı başlıklı kızla kurdun konuşmasına dönmüştü konuşma ve daha adam bunu fark etmemişti. “Peki niye tanımak istiyorsun?” Burnundan aldığı soluğu yine burnundan veren adam dudağının ucunu sol tarafa kıvırdı. “Seni daha iyi sevebilmek için.” “Çok hızlısın sipidi gonzales.” Dağhan kahkaha attı. Ardından lacivertleri koyulaşmaya ve farklı duygular doluşmaya başladığında mırıldandı. “Hayat beklemek durmak için fazla kısa ve hızlı.” “Biliyorum. Hoş ben bu yaşıma kadar nasıl yaşadım geldim dönüp bakınca üzülüyorum.” “Neden?” “Kendim için hiçbir şey yapmamışım. Mutlu olmamışım mesela. Göktuğ’un varlığı beni mutlu etmiş sadece ama o da çocuğum olduğu için yoksa öyle aşktır meşktir hiç biri bana uğramamış. Cansu’ya diyorum hep ot geldim saman gidiyorum diye.” Bunu söyledikten sonra bakışlarındaki buğu, yüzündeki hüzün ve aynı zamanda utanç bir çift lacivert göze sirayet etti. İç sesi “Kendini adama acındırma” diye bağırırken hafifçe başını sallayıp “Neyse işte öyle” diyerek konuyu geçiştirdi. “Ben seni severim biliyorsun değil mi? Güzel severim hem de.” Genç kadın kanepeye oturdu ve bir sigara yaktı. Aslında astımı vardı bu kadar içmesi sorundu ama yine de içiyordu. Bunu fark eden adam “Nefesin tıkanmıyor mu senin? Fazla içiyorsun” demesine aldırmadı. “Sen seversin. Bende severim sorun o değil ama bilmiyorum ben Murat.” “Neyi bilmiyorsun? Aklına takılan ne?” “Aslında yüzyüze konuşmak daha mantıklı ve sağlıklı ama ben senin yüzüne bakarken konuşamıyorum. Galiba böylesi daha iyi. Soruna gelirsek de ben bildiğin benim işte. Halim orta da. Bir erkeğin arzu edip sevebileceği bir kadın mıyım bilmiyorum. Hani ailesinin sevmediğini kimse sevmez derler o hesap. Sen böyle hızlı gidince ben bocalıyorum ister istemez. Gülme ama öyle flörttür sevgililik durumlarıdır pek bilmiyorum. Hoş anlamışsındır da işte öyle.” Daha önce de ufak tefek konumuşlardı ama genç kadın hazır adam da uzaktayken içindekileri dile getiriyordu. “Çok kırdılar beni Murat çok fazla üzdüler. Ben daha kendim ne isterim neye heves ederim bilmiyorum. Bir erkek nasıl sevilir sevildiğini nasıl anlarsın çözemiyorum. Güven ve sadakat konusunda o kadar yaralıyım ki bedenimde gördüklerinin bin katı ruhumda var. Korkularım, acılarım, sorunlarım, sorularım, hayatımla ilgili bildiklerin ve bilmediklerim o kadar fazla ki sanki dışarıdan izliyorum kendimi.” Dağhan da oturdu. O da tıpkı genç kadın gibi sigarasını yaktı. Dumanını içine çekip kendini zehirledi. Ardından ekrana bakıp değişik lacivert gözleri ile allak bullak olmuş kadını izledi. “Bana baktığında sana ne hissettiriyorum. Yani gördüğünde ilk ne hissettin?” İçine çektiği havayı birkaç saniye tutup bırakan kadın alt dudağını dişledi. Bakışları kameradan saparken kulağının altını kaşıdı. Ne diyeceğini düşündü. ne hissettiğini anlamaya çalıştı. dağhan ise cesaretlendirmek adına “Tamam o zaman önce ben başlayayım.” Dediğinde merakla ona baktı. Başını sol omuzuna eğen adam konuşmaya başladığında kadının nefes almadan onu dinlediğini biliyordu. “Ben seni ilk gördüğümde hastanedeydik. Aslında ilk sosyal medya hesabında gördüm. İnceledim. Bunu inkar edemem. Daha resimlerinde bile çok güçlü bir kadın olduğuna kanaat getirdim. Sonra yaptığın işlere baktım. Başkaları gibi kendini değil işlerini ön planda tutmuştun. Bu hoşuma gitmişti. Resimlerde bile o güçlü duruşunun alatında adın gibi bir ceylanın olduğunu anlamak için kahvenin en güzel olan gözlerini görmek yetmişti. Güzeldin işte. Hem bakışların hem de yüzün güzeldi. Sana ulaştım. Aradın konuştuk. Sesini işitmek gözlerimi kapadığımda huzur bulduğum bir mekanda gibi hissetmeme neden oldu. Naif, ince, hoş ve insanı kendine bağlayan bir tının vardı. ardından hastanede karşılaştık. Hastaydın. Seni orada öyle görüp bırakamazdım. Başkası olsa bu kadar ilgili olur muydum orası muamma yalan söyleyemem. Lakin sen başkasın işte. Bir adamın aradığı gönül güzelliğine sahipsin. Yanında olmak bana iyi hissettiriyor. Ben ciddi bir ilişkiye hiç sıcak bakan biri değildim ama senle sanki kayıp yanıma kavuşmuş gibiyim. Sana dokunmak, öpmek, sıcaklığını hissetmek aynı zaman da yanında uyuyup uyanmak ayrıcak gibi ve ben bu ayrıcalığa sahip olduğumu gördükçe kendimi şanslı hissediyorum. Kısacası benim seni sevmem öyle çok da zor ya da imkansız değil olması gerekendi. İlk görüşte aşk de sevgi de ne dersen de. Bende olan bu.” Gözleri dolan Ceylan sertçe yutkundu. Dudakları aralandı ama ne diyebilirdi ki. Masumca sordu. “Böyle sevgi olur mu? Yani bir anda öylece. İlk görüşte. Tanımadan bilmeden.” “Olur neden olmasın. Kalp bu. Saati planı belli bir yolu olmaz ki. Görürsün hissedersin bu doğru olanı dersin ve bir bakmışsın oluvermiş. Hadi sıra sende? Sen anlat bakalım.” Yanakları kızaran genç kadın gülümserken başını eğdi. Adam ise bunu kaçırmamak için “Ne olur gülüşünü benden saklama. Onlar artık bana ait ve görmek de hakkım.” Değince daha da utanan kadın kendini zorlayıp ekrana baktı. Kaşlarını kaldıran adam elini sol yanına koyup “Ah kalbim. Nasıl da güzelsin bir bilsen. Şu gülüşe bin şişe devrilir binine de şiir yazılır.” Dedi. Ceylan ise soluğunu alıp bırakırken konuştu. Nasıl olsa yanında değildi. Buna güveniyordu. “Ben, seninle ilk konuştuğumda kendi kendime sesi çok güzel dedim. Hani bazı seslerin tıpkı yüzler gibi karizması vardır ya senin sesinin de ayrı bir karizması var. O beni etkilemişti. Sonra yüzünü gördüğümde ateşim başımda değil resmen kıçımdaydı. Hastaydım. En savunmasız halimleyken gördüm ve dedim ki sesi kadar yüzü de karizmatik. Babayiğit bir adam belli ki. Boyunun uzunluğu yüzünün o karakteristik yapısı sesin davranışların derken bir yanım vay canına adam gibi adam be derken diğer yanım kendine gel deyip beni uyarıyordu. Kendimi hep o sana bakar mı diye telkin edip frenledim. Tabi ilgin alakan yakınlığın duygularını hiç gizlemeyişin şirazemi kaydırdı. Bir daha hayatımda kimse olmaz olamaz diye kendimi şartlarken bir anda seninle yakınlaştım. Galiba en tuhaf ve muallaklı kumarımdın sen benim. En olmazlarımı olur kılmaya başladın. Hani karanlık bir yol vardır. Gitmeme gibi bir şansın varken merakına yenik düşersin ve hiç senlik olmayan bir cesaretle karanlığa güvenip adım atarsın. Ben sana öyle bir adım attım.” Dağhan bir süre sustu. Genç kadın da sesini çıkarmadı. Daha sonra sohbet yeniden başladı. Sevdiklerinden sevmediklerinden bahsettiler. Dağhan üstün körü ailesini anlattı. Ceylan “Benim ailem de tipik aile işte. Kızından nedenini bilmediğim şekilde nefret eden bir anne. Mülayim baba. Fesat içten pazarlıklı abi. Her şeyin en iyisine sahip olmuş ama asla değer bilmemiş bir kardeş. Az biraz nankör evlat -ki ben böyle olmasın diye elimden geleni yapmıştım ama ergenlik başa bela- Herkesin yükünü sırtlanan bir adet ben.” Deyip burukça tebessüm etmişti. İkisi de uzanmış konuşurken sonunda ilk uykuya teslim olan Ceylan oldu. Gözleri kapanırken mırıl mırıl hala konuşuyordu. Dağhan derin ve sakin solukları dinlerken “Umarım her şeyi öğrendiğinde benden kaçmazsın Ceylan. Yoksa seni kendimle altın bir kafese mahkum ederim ve gitmene asla izin vermem” diye mırıldandığında esnedi ve telefonu sabitleyip gözlerini kapadı. Sarıldığı yastığı genç kadın gibi düşündü. bunun huzuru ile uyudu. Aslında genç kadın adam gittikten sonra baya hareketleri ve sıkıntılı bir zaman geçirmişti. Onu da adama detayları ile yansıtmayı doğru bulmamıştı. Her şeyi bilmesine gerek yok diye düşünse de asıl korkusu sıkıntılarından dertlerinden bıkıp usanması ondan gitmesiydi. Bu devirde hangi erkek bir kadının ailevi derdi ile dertlenip onunla uğraşırdı ki. Cevap; hiçbir erkek. Gün içinde ikili yine mesajla görüştüler. Alana geçerken Cansu’ya müsait olup olmadığını sorduğunda genç kadın müsait olduğunu söyledi. Aradığında ise “Cansu Hanım bana sadece dün Ceylan ailesi ile ne yaşadı onu anlatın” derken sesi sert ve otoriterdi. “Ceylan size anlatmadı mı?” “Üstün körü paylaştı. Lakin bir şeyleri eksik anlattığına eminim. Yanında siz de varmışsınız. Neler oldu?” Genç kadın anlatmaya başladı. Dağhan’a her ne kadar kim olduğunu sakladığı için kızsa da arkadaşını gerçekten sevdiğini anlamıştı. Korur kollar diye düşündü. Bu nedenle susmadı. “O tarafta işimiz vardı. Kapının önünden geçerken önce annesi cama çıkıp bağırdı dur falan diye. Sonra kapıyı açatı eve gir falan dedi küfretti. Üst katten kardeşi de indi. Gelin olan çıngıraklı yılan da vardı. ben girmeyelim dedim ama Ceylan bırak ne diyecekler merak ediyorum. Daha beni kendinden ne kadar nefret ettirebilirler ki deyip girdi. Bende arkasından tabi. Kavga çıktı. Gelin abuk sabuk konuşmuş. Doldurmuş herkesi. Kardeşi üzerine yürüyünce araya girdim ama annesi birkaç kez vurdu. Hatta burnu kanadı. Babası da dışarıdan gelmişti o da senin gibi kızım yok karşıma çıkma öldürürüm falan dedi. Evden çıktık ama Ceylan çok kötüydü. Eve taksiyle döndük. Ağlamaktan içi çıktı. Beni engellemese evlerini basmıştım. Dağhan Bey. Bu kadına burada huzur vermezler artık. Verseler de sağ da sol da ağızlarından çıkanı kimsenin kulağı duymaz. Madem seviyorsunuz alın götürün ama önce kendinizi açıklayın. Durumu sizden değil başkasından duyarsa öğrenirse kimse onu tutamaz. Aşkından ölse dönüp size bakmaz. Biliyorum arkadaşımın huyunu. Ben bile resmen namlu ucundayım söylemediğim için.” Dağhan gözlerinin karardığını sinirinin hiç olmadığı kadar yükseldiğini hissediyordu. Askerdeyken Mehmet ile araları iyiydi. Neye sıkışsa onun yanında ablasını arar ondan isterdi. Allah var hiçbir isteği de geri çevrilmezdi. Ona bu denli düşkün olan ve ilgilenen ablasını nasıl görmezden gelir onu ne hakla itip kakardı aklı almıyordu. Hele anne babası. “Anladım Cansu Hanım. Merak etmeyin bu durumu çok uzatmayacağım.” “Lütfen bildiğinizi belli etmeyin size bu tür şeyleri yansıtmak istemiyor.” “Neden? Halbuki söylese canı sıkılmaz çözüm bulurum.” Cansu iç çekti. Ceylan’ın ne düşündüğünü biliyordu. “Size anlatırsa dertleri ile sizi boğarsa bıkıp gideceğinizden korkuyor ya da bir kavga anında tüm yaşadıklarını yüzüne vurmanızdan.” Soluğunu bırakan adam “Bunu nasıl düşünür?” dese de aldığı cevap anlamasına yetiyordu. “Neden düşünmesin ki? Onun şu yaşına kadar yaşadıklarını siz de yaşasanız değil hayatınıza birini almak güvenmek mağarada yaşar gölgenizi bile kale almazdınız.” Konuşmayı bitiren adam telefonu kapadığında boynunu hafifçe yana çevirip kütletti. Kızgındı. Sinirliydi. Ona el kaldıran insanların ellerini kırmak istiyordu. Kim olduklarının bir önemi yoktu. Sevdiği kadının canını yakan canının yanmasını göze almış demekti. Ordu’ya vardığında yapacağı ilk ilk iş Mehmet’i işinden etmek olacaktı. Sonrasında kimse görmeden köylerindeki bahçelerinin icabına bakacaktı. Onun dalına dokunanın soyunu kurutmayı asla ihmal etmiyordu. Ceylan heyecanlıydı. Murat gelecekti. Önce etrafı toplarladı. Ardından yemek yaptı. Çorba, sarma, patates köfte ve pilav. Son dokunuşları yaparken iç çekti. Katlanır masa sandalye takımı almıştı. Hemen getirip kurmuş küçük bir vazoya taze çiçekler koymuş güzel peçeteler ve yeni kaşık çatallar almıştı. Özenmişti. Üzerine de girdiği ilk mağazadan hoş bir elbise almıştı. Sadeydi ama bedenine tam oturmuş kendini ayna karşısında güzel hissetmişti. Yemeklerin altını kapadığında telefona gelen mesaj yarım saate oradayım olunca hemen önlüğünü çıkarıp astı ve duşa koştu. Yıkandı saçlarını kuruttu sonra da elbisesini giydi. Dudaklarına biraz belirgin olacak şekilde elbiseye uydurduğu rujunu sürdü. Gözlerine kalem çekti. Saçlarını taradı de incili tacını taktı. Kulaklarında küçük küpeleri kelebek şeklindeydi. Boynunda ise kelebek desenli uca sahip gümüş bir kolyesi vardı. Aynada kendine baktığında taş patlasa yirmi yedi yirmi sekiz yaşlarında bir kadın duruyordu. Gözleri ışıl ışıldı. Özlemişti. Bir şekilde güveniyor içi rahat ediyordu. Kimin ne söylediğini artık düşünmüyordu. Mutfağa geçip servis tabaklarını götürdü. Yemekleri de tabaklara alıp masaya bırakırken dudaklarında Sezen Aksu’dan Kaçın kurası şarkısı vardı. kalçalarını oynatıyor ara ara kıkırdıyordu. Kalbi göğüs kafesini delecek gibiydi. “Yavrum, baban nereli? Nereden bu kaşın, gözün temeli? Sana neler demeli? Ay, seni çıtır çıtır yemeli Anam babam, aman, kaçın kurası bu? Ne baş belası bu, gönül kirası Anam babam, aman, kaçın kurası bu? Ne baş belası bu, gönül kirası, ah Aman, bize nasip olur inşallah Boyuna da posuna da bin maşallah Senden gelecek cefalara, nazlara Sözlere, sazlara eyvallah.” Kendi etrafında dönüp şarkıyı daha yüksek sesle söylerken onu kapının hemen diğer tarafında dinleyen adamdan habersizdi. Elinde çiçek buketi tatlısı ve küçük bir hediyesiyle duran Dağhan kaşlarını kaldırmış alt dudağını ısırırken yüzüne yayılan o rahatlamış hava her şeye değerdi. Zili çaldığında ses kesildi. Pıtı pıtı ayak seslerini parke üzerinde duyarken başını dikleştirdi. Üzerinde lacivert bir kot pantolon deniz mavisi boğazlı triko kazak siyah kaban dağınık ama aşırı seksi duran saçlar. Bir kadının aklını almaya yeterdi bunlar ama kapıyı açan kadın sadece kocaman gülümserken gözlerine baktı. Nefesini zor alıyormuş gibi dudaklarını aralarken “Hoş geldin” dediğinde kuş gibi şakıması baharı getiriyordu. Ayakkabısını çıkarırken bakışlarını kadından hiç çekmedi. “Hoş buldum” derken sesi baskındı. İçeri adımladığında önce elindekileri Ceylan’a verdi. Sonra da eğilip ayakkabısını alıp içeri koydu. kapıyı kapadığında küçük koridor daha küçük gelmişti şimdi bu nedenle elindekileri alıp içeri geçen kadını takip etti. Mutfağa girip çiçek harici hepsini bırakan kadın kucağında çiçeklerle geri döndü. Beyaz ve kırmızı güllerin harika buketini koklayıp daha büyük gülümsedi. “Çok güzeller teşekkür ederim.” Başını hafifçe ana eğen adam alt dudağını ısırırken baştan ayağa süzdü onu ve iç çekip “Senin kadar değiller biliyorsun değil mi?” dedi. Yanakları pembeleşen Ceylan bakışlarını kaçırsa da kabanını çıkarıp kanepenin kenarına koyan adam kısıkça öksürüp bedenini dikleştiridğinde kollarını iki yana açtı. Çiçeği masanın kıyısına bırakan Ceylan ise kendinden beklenmeyen bir çeviklikle boynuna sarıldı. Parmak uçlarına yükselmişti ve buna rağmen Dağhan biraz eğilmek zorunda kaldı. Kokusunu içine çeken adam kollarıyla sıkıca sardığı bedeni biraz kaldırdığında bedenlerinin arasından hava bile geçmiyordu. “Çok özledim.” Bunu diyen Ceylan’dı. Bilmiyordu ki o böyle konuştukça Dağhan’ın içindeki ateş büyüyor ikisini de eritecek yok edecek şekilde harlanıyordu. Kadını yere bıraktığında biraz geri çekildiğinde gözlerine bakıp “Özlemek de ne geberdim be kadın şu kokun olmadan.” Derken eğildi. Bir eli kadının ensesine doğru giderken baş parmağı yanağını okşuyordu. “Bunca yıl boşa yaşamışım ben kokun olmadan” deyip öperken sesi mırıltılı çıkmıştı. Ceylan heyecandan az daha bayılacağını düşünse de istekle karşılık verdi. Nefesleri kesildiğinde uzaklaştılar. Dudaklarını yalayan adam “Sen ruj sürmüşsün” dediğinde hevesle bakan Ceylan “Beğendin mi? Güzel olmuş muyum?” diye sordu. Çocuksu heyecanı merakı ve hevesi adamın yüreğini kabarttı. Bu defa iki elini de yanaklarına koyup “Beğenmedim. Bayıldım. Hastan oldum. Daha fazlası mümkün mü bilmem ama yeniden aşık oldum. çok yakışmış. Ama yalan yok öptüğümde dudaklarının tadını tercih ederim.” Dediğinde çapkınca gülümsedi. Ceylan gözlerinin dolduğunu hissederken hevesle aklına yeni gelmiş gibi “Bak, yemek yaptım bize. Açsın değil mi? Umarım beğenirsin.” Dediğinde masayı işaret etti. Dağhan için normal şartlarda olduğu konum ve yaşam şartlarından ötürü vasat sayılabilecek bir masaydı lakin hazırlayan Ceylan olunca başka yerde yemek yemeği bırakıp hep onun elinden yemek yemeği düşleyebilirdi. Kaşlarını kaldırıp “Oooo neler de hazırlamışsın. Ellerine sağlık şimdiden.” Dedi. “Hadi ellerini yıka gel bende çorbayı servis edeyim.” “Tamam hatun sen ne dersen o.” Eğilip yanağından öpüp banyoya geçtiğinde heyecandan elini kalbine koyan kadın gözlerini kapadı ve “Allah’ım ne olur kaderimdeki kişi o olsun. Yaşadıklarıma mükafat Murat olsun” diye dua edip mutfağa girdi. Elleri titrese de kaselere mercimek çorbası koyup servis tabaklarına bıraktı. Karşılıklı oturduklarında Dağhan çorbasını yemeğe başladı. Ceylan ise öylece onu izliyordu. Nefesini tutmuştu. Birkaç kaşık sonrası öksürür gibi yapan adam suyundan bir yudum alıp dudaklarını silerken “Olmamış mı? Kötü mü olmuş? Tuzu mu çok? Ay yoksa acıyı mı fazla kaçırdım?” diye sorularını sıralayan kadın bakmak için kendi de içmeye başladı. Kaşlarını şaşkınca kaldırırken “Ama bu çok güzel olmuş sen neyini beğenmedin ki” değince erkeksi kıkırtısını salıveren adam konuştu. “Gözlerini dikmiş beni izliyordun ve sen yemiyordun. Yemen için küçük bir oyun yapmış olabilirim. Yoksa bu çorbanın üzerine çorba tanımam harika olmuş.” Dudakları aralanan kadın “Yaa ama çok kötüsün aklım gitti kötü oldu diye.” Derken gülümsedi. Kaseyi işaret eden adam “İç hadi. Valla çok güzel olmuş ellerine sağlık.” Diye de devam etti. “Afiyet olsun. Bakalım diğerlerini de beğenecek misin?” Dağhan iki kase çorba içti. Garip şekilde aç hissediyordu. İşlerden ve sıkıntılardan yemek olayını genelde aparatif olarak geçirirdi ama şimdi bir fili yiyebilecek kadar iştahlıydı. Köfte patatesi yerken Ceylan hem yiyor hem de anlatıyordu. “Köfteyi kendim yaptım. Patates için de özel sos kullandım. Sarmayı ince sardım ağır ateşte pişirdim. Plavim güzel demlendi.” Genç adam hem dinledi hem yedi. Yapılmış yemeklerin hepsinden birer tabak yediğinde geri yaslanıp karnını ovdu. “Sağlam yedim. İpin ucunu kaçırdım ama çok güzel olmuştu hepsi. Anlaşılan seninleyken biraaz kilo alacak gibiyim.” Bunu eğlencesine söylemişti ama Ceylan ciddi bir şekilde “Diyet yemekleri de yaparım. O zaman dengelenir” derken lacivertlere tutunmuştu. Masaya eğilen adam “Zehir koy şuraya yemeyen en adi şerefsizdir. Ama yalan yok şu yemeğin üzerine bol köpüklü bir kahve iyi gider.” Deyip göz kırptı. Ayaklanan Ceylan “Hemen yaparım. Sade içiyordun değil mi?” deyip eline tabak aldı mutfağa götürmek için. Dağhan da ayaklandı. “Lütfen Murat ben hallederim iki dakikaya otur sen.” “Hatun sus kurban olayım. Halledelim işte. Ye iç işi sana bırak olur mu öyle.” Ceylan şaşkınca mutfağa tabak taşıyan adama baktı. Yüzünden yeniden gülümseme belirirken o da götürdü. Tezgaha koyduğu tabakların içini sıyırırken hemen arkasında durup bedenini ona yaslayan adamın varlığı ile titredi. Yanına su bardaklarını bırakan adam saçlarından öptü. Boynuna burnunu yaslayıp iç çekti. ellerini tezgahın iki yanına koyduğunda onu kafese almıştı. “Çok güzelsin biliyorsun değil mi?” “Senin bakış açın öyle aslında.” “Boşver benim baktığım gibi kimse bakmasın zaten. Bir bana güzel ol.” “Muraat.” A ları uzatarak adını söylediğinde gözlerini kapayan adam “Bir daha söylesene” diye mırıldandı. “Neyi?” “Adımı.” “Hoşuna mı gidiyor?” Bedenini daha da yasladı. Belinde hissettiği şişlikle nefesi kesilen kadına karşın “Belli olmuyor mu yavrum?” değince dudaklarını diliyle ıslatan kadın “Muraaaat” dedi. Cilve yapıyordu. Becerebiliyor muydu bilmiyordu ama yüzünü saçları arasına sokuşturan adamın “Allah’ım sen aklıma mukayyet ol.” Demesine güldü. “Bir de gülüyor.” “Gülmeyeyim mi?” Bunu söylerken zor da olsa önünü adama döndü ve gözlerine baktı. Kahvelerindeki burukluğu gören adam ise iç çekip “Gül. Sen hep gül tamam mı?” diye eğildi ve öptü. Öpücükleri hızlanırken dudaklarından kurtulan adam boynuna ıslak ıslak izlerini diziyordu. “Kahve” dedi ama soluğunu zor alıyor gibiydi kadın. “Siktir et.” “Masa?” “Hallederiz.” “Dans edelim mi?” “Ne?” Dağhan başını kadının boynundan kaldırdığında kadına anlamaz halde baktı. Ceylan ise istediğinin saçma olduğunu fark ettiği için omuz silkip “Hiç, yok bir şey saçmaladım işte boşver. Hadi sen geç içeri kahveni yapayım.” Diyerek bakışlarını kaçırdı. Adamın kafesinden çıkmak isterken buna izin verilmesi ile gerçekten de saçmaladığına emin oldu. Yanından geçip masa da kalan son eşyaları getirdi. Genç adam hiç tepki vermeden ellerini cebine sokup gidince kahveyi hazır etti. Tabi kendine de kızmadı değildi. Belki de adamı sık boğaz etti. Kafasındaki düşüncelerle kahveyi içeri götürdüğünde masa kaldırılmış sandalyelerle duvar kıyısına konmuştu. Orta yer açıktı. Elinde telefon ona arkası dönük adama “Kahveni getirdim” dediğinde ona dönen Dağhan fincanı aldı ve sehpanın üzerine bıraktı. Telefondan bir şeye tıkladığında odaya müzik sesi doldu. Kaşlarını kaldıran kadın Mabel Matiz’in gel şarkısını işitirken ona dönen adam elini uzattı. “Benimle dans edermisin güzel bayan?” “Ne?” “Dans et benimle. Özgürce. Kimseyi umursamadan.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD