FIRTINA-3

3394 Words
Niyazi, eve geldiklerinde yorgunca yatağa uzandı. Kızı hemen üzerini örterken kızarmış gözlerini kaçırma peşindeydi. Kısık ama onun da duyabileceği bir şekilde seslenen babasına kızarmış yeşillerle baktı Aslı ve ciğeri bir kez daha dağlandı. “Moçi skani.” “Moçi skani dada.” Fazla öğrenmemişti Lazcayı ama babasına benim canım babam diyebiliyordu. Niyazi, eli ile pat pat yatağın kıyısına vurdu ve “Gel kızım.” dedi. Onun içinde çok zordu. Daha o kadar yaşlı değildi ama lanet hastalık gelip onu bulmuştu. Yılların birikimi bu şekilde çıkıyordu anlaşılan ve en korktuğu şey kızını bu dünya da bir başına bırakmaktı. Aslı hiç ikiletmeden kedi yavrusu gibi babasının sol yanına kıvrıldı ve başını göğsüne koyup koluna sarıldı. “İyiyim ben güzel kızım korkma.” “Korkmuyorum baba. Sadece, şurama bir şey takılmış da ne kadar yutkunursam yutkunayım gitmeyecek gibi. O canımı yakıyor.” Başını kızının başına yaslayan adam sessizce ağladı. Göz yaşları usulca belki de aylar sonra dökülecek olan sakallarına karışıp kaybolurken derince soludu. Bir şey diyemedi. O yumru hep orada kalacak ve sen zamanla alışsan da aklına ben geldiğimde acısı tazelenecek diyemedi. O gün baba kız koyun koyuna uyudular. Aslı sabah uyandığında yaşadıklarının kötü bir kabustan ibaret olmasını yine ve yine dilese de bu mümkün değildi. Hastane okul atölye derken Aslı fazlaca yorulsa da umurunda değildi. Babasının hayatı hepsinden önemliydi. Hatta bir keresinde “Okulu bırakacağım baba.” dediğinde Niyazi’nin ilk defa sert bir tepkisi ile karşılaşmıştı. Meslek lisesinde okuyordu ve orada babasının işini sürdürmek için eğitim alıyordu. Son senesine girecekti ve kızının eğitimi yarım kalsın istemiyordu. Aslı o çıkıştan sonra bir daha okulu bırakmayı dile getirmedi. Hilmi ise arkadaşının hastalığından mütevellit çok üzülüyor onun için elinden gelen her şeyi yapmak istiyordu. Gün geçti. Aylar birbiri ardında devrildi. İlaçlar, uygulanan tedavi derken Niyazi’nin bedenindeki kıllar avuç avuç dökülmeye başladı. Aslı ise tüm göz yaşını boğazına düğüm ede ede elinde makine ile kesti babasının saçlarını sakallarını. Sonra gizlice hepsini toplayıp mis kokulu bir mendilin içinde sakladı. Babasının yanına Hilmi amcası gelip onlar sohbet ederken evden çıkan genç kız koşarak deniz kıyısına kayalığın oraya vardığında dizleri üzerine çöküverdi. Sanki biri bedenindeki tüm gücü çekmişti. Avuçlarına baktı. Babacığının saç tellerine kıyan o parmakları sıktı. Yumruk yaptığı ellerini yere vururken hissettiği fiziksel acı ruhsal acının yanından bile geçemezdi. Babası, can parçası gözlerinin önünde solup gidiyordu. Gencecikti Aslı. Daha on sekizine varmamıştı bile ama ruhu kırkını çoktan geçmişti. Hayat ona büyümesi için sağlı sollu darbeler indiriyordu. Annesi gitmişti. Deniz almış ve vermemişti. Babası ile yaşayıp gidiyordu öyle böyle ama onu da hastalık pençesinde savaşırken seyretmek zorundaydı. Omuzları sarsıldı. Sesi boşluğu rüzgar ile döverken dalgalar köpürerek taşlara vuruyor sanki onun acısına eşlik ediyordu. O ağladı dalgalar kudurdu. O ağladı. Göğü kara bulutlar sardı. O ağladı bardaktan boşanır gibi yağmur yağdı. Aslı ağladıkça onu uzaktan izleyen genç adamın kaşları çatıldı. Dişlerini sıkıyor elleri iki yanında yumruk oluyordu. Sakin adımlarla yanına yürümeye başladığında elinde deri ceketi vardı. İki sene ertelettiği askerlik vazifesi için gitmiş geriye de birkaç ay önce dönmüştü. Niyazi'nin durumunu biliyordu. Aslı’nın nasıl üzüldüğünü de. Eve uğramış babasına ve Niyazi amcasına bakmış Aslı’yı göremeyince de burada olduğunu tahmin etmişti. Şimdi ise içi çıka çıka ağlayan kızla sanki içindeki deli fırtınanın kabardığını hissediyordu. Bu hisse sinir oluyordu bir yandan da çünkü Ayşe ile Aslı’yı asla bir tutamıyordu. Her defasında o senin kardeşin gibi diyerek kendini telkin etse de sol yanındaki kan pompalayan organ da işler öyle yürümüyordu. Sonunda kızın arkasına vardığında ceketi omuzlarına bıraktı. Anında irkilen kız bir anda arkasına döndüğünde sırılsıklam yüzü ağlamaktan kızarmış gözleri belirginleşti. “Kızım aklını mı kaçırdın sen? Ne bu halin? Hasta olacaksın. Kendini düşünmüyorsan babanı düşün. Adam zaten hasta bir de sen hasta olup ona mikrop mu bulaştıracaksın.” Sert çıkışmıştı çünkü ne zaman ona yumuşak davransa hem kendi içindeki fırtınaya daha fazla rüzgar ekiyordu hem de genç kızın yeşillerinde incecik pamuk gibi bir ifade gelip baş köşeye oturuyordu. Aslı omuzlarını düşürdü. Burnunu çekerken ıslak saçlarını geri iteledi ve ellerine baktı. “Ben, ben bugün babamın saçlarını kestim. Kazıdım. Sevdiğim kirli sakalını, ipek gibi kırlaşmış saç tellerini bu ellerimle öldürdüm. Biliyorum ben yapmasam zaten dökülüyordu ama ne bileyim almıyor artık içim. Adım adım ölüme gittiğini görmeye dayanamıyorum. Bu, bu şey geçer mi? Belki babam iyileşir he ne dersin? İyileşir değil mi Yavuz?” Şimdi ne dese ona umut vermiş olacaktı. İyi olacak dese olmayacağını biliyordu. Olmayacak dese sesindeki muhtaç çocuk tınısı ciğerine işliyordu. Umutlarını elinden almak istemiyordu. O yüzden kızın sözlerini ve sorularını kulak ardı edip söylendi. Kendi de ıslanmıştı ve üşümeye başlamıştı. “Hadi kalk. Eve gidelim hemen kurulan hasta olma.” Aslı onun katı tavrı ile iç çekti. Göz yaşını sildi ama yağmur hala yağıyordu. Ayağa kalktığında üzerinde tonlarca yük varmış gibiydi. Arabaya geçtiklerinde Aslı binmek istemedi. “Binsene kızım neyi bekliyorsun.” “Üzerim ıslak bir de çamur olmuş hep. Araban kirlenir.” Yavuz göz devirdi. Burnundan solurken kendi tarafından çıktı ve kızın tarafına geçip başını yana eğerek “Başıma belasın haberin var değil mi?” diyerek eğildi ve bir anda kucağına aldı. Aslı anlık yaşadığı şeyle çığlık atsa da adamın onu poşet koyar gibi koltuğa bırakması ile kaşlarını çattı. Ona dönüp “Hayırdır yiğido sen ölümü uyumak sandın herhalde.” dese de elini yav he he der gibi sallayan Yavuz pek takmadı. İstikametleri evdi. Eve geldiklerinde Aslı inmeden önce Yavuz’a dönüp teşekkür etti. Başını hafifçe sallayıp karşılık verdiğinde inen kız eve girdi. Bir kez daha zaman su misali akıp gitti. Aslı on dokuzuna girerken Niyazi günden güne çökmüş arada olduğu bir ameliyat ile sadece günleri uzamıştı. Hilmi ise dostu ile baş başa kaldığında aklındakini dile getirmekten geri durmadı. “Niyazi, kardeşim benim aklıma bir şey geldi. Sen ne dersin bilemem.” “Hayır olsun kardeşim nedir?” “Ben diyorum ki Aslı ile Yavuz’u evlendirelim. Hem sen ahir ömründe evladının mürüvetini gör hem de ailemize Aslı’yı gelin diye alalım. Senden sonra kız kimsesizlik çekmesin. Allah biliyor ya kendi evlatlarımdan ayırmam ama amcan olacak lanet senden sonra kızın başına mal mülk diye üşüşmesin. Hakkını aldı elbette bunu tüm Hopa biliyor da huyunu az çok sende bilirsin. Biz her ne kadar destek çıksak da Aslı tek başına uğraşamaz.” Adam biraz düşündü. Hakkı vardı dostunun çünkü şimdi bile akbaba gibi etraflarında dolaştıklarını biliyordu. Aslı'sı güzel kızdı. Akıllıydı. Pek ala kendi haline idare ederdi ama onun bir aile içinde olması en azından koruyacak kocası çevresi olması iyiydi. İşin bir de Melek tarafı vardı ki o en korktuğuydu. Gürcistan'a başka adamla kaçan karısı Melek üç gün önce bilmediği bir numaradan aramış “Kızımı görmek istiyorum. Onu benden kaçırıyorsun” diye dünyanın lafını etmişti. Elbette Niyazi bunu duyduğu an küfür kıyamet kapamıştı telefonu ve kapamadan önce “Kızıma yaklaşırsan karşına çıkarsan iki elim de yakandadır” diyerek bağırmıştı. Hilmi de Yavuz da ne eder ne yapar o kadını evladından uzak tutardı. Çetin kadar Yavuz’u da severdi. Biraz deli dolu bir oğlandı Yavuz lakin ara ara kızına bakışlarını da yakalamıştı. Yılların insanıydı elbette anlardı bu işlerden. O nedenle kızının mutlu olacağına emindi. Bunu göz önüne alınca da “Olur Hilmi doğru dedin. Melek bana ulaştı. Kızını görmek istiyor ama asla yüz yüze gelmelerini Aslı’nın anasının yaşadığını bilmesini istemiyorum. Kızımı Allah’a emanet ediyorum. Siz de sahip çıkarsınız eminim. Ben Aslı ile konuşurum. Sende Yavuz oğlumla konuş olur derse bu işi ben ölmeden halledelim.” deyip yorgunca bakışlarını cama çevirdi. Akşam olduğunda ise iki evde de aynı konu vardı. Aslı babasının yanına çağırması ile sol tarafına oturmuş zayıflamış elini tutup okşarken öperken babasını dinliyordu. “Kızım, güzel gözlüm benim. Biliyorsun bu hastalık artık beni kuruttu. Ahirete göçmem yakındır. Ben bu zamana kadar senden çok bir şey istemedim. Bildim ki benim evladım doğruyu yanlışı bilir yüzümü eğecek hiçbir şey yapmaz. Allah var yapmadın da. Oğlum olsa böyle senin gibi mert olurdu. Kızım oldu hem narin bir bebek gibi hem de kaya gibi sert durdu sorunların karşısında. Şimdi baban olarak senden bir şey isteyeceğim. Hemen yok değip kestirip atma emi güzel yavrum. Düşün taşın ölç tart biç. Sonra bana cevabını söyle.” Aslı merak etmişti. Babası onunla bir süredir bu kadar uzun konuşmazdı. Konuşursa ağlayacağını bildiğindendi o da yoksa baba kız can ciğer iki parçaydı. “Baba, ne dersen başım gözüm üstüne. Söyle ne söyleyeceksen. Seni kıracağıma ha bu got gafami kırayim.” Şive yapmaya çalışması ve bunu komik şekilde yapması ikisini de buruk bir şekilde güldürmüştü. “Uy got gafana gurban olayım ben senin emi.” Genç kız babasının koluna sarıldı. Başını göğsüne koydu ama tüm ağırlığını da vermedi. Kalp atışlarının cılızlığı içini yaktı. Niyazi ise kızının saçlarını severken bombayı patlattı. “Ben senin Yavuz ile evlenmeni istiyorum.” Babasının kalbinin üzerini okşayan eli duydukları ile donup kalırken nefesi de kesilmişti. Bir de başını kaldırdığında yeşilleri şaşkınlıkla kedi misali parlıyordu. “Ne?” “Benim nefesim sayılı kızım. Seni telinle duvağınla bu kapıdan gelin etmek istiyorum. Benden sonra kimsesiz kalma kimse sana tek laf edemesin istiyorum can parçam. Hilmi amcanları biliyorsun. Yavuz’la büyüdünüz sayılır. Ona da sana da güveniyorum.” Ne dese nasıl itiraz etse bilmiyordu Aslı ama sol yanındaki o çarpıntı gelip baş köşeye oturmuştu. Kızının itiraz edeceğini anladığında elini tutup “Hemen karar verme düşün biraz.” dedi. Aslı o gece sabaha kadar düşündü. Tunalı evinde ise Hilmi beyin kararlı duruşu karşısında Yavuz hem şaşkın hem de öfkeliydi. “Baba, sen aklını mı kaçırdın? Ne demek Aslı ile evlen. Çocuk oyuncağı mı bu.” “Yavuz, yaşın başın geldi artık. Okul bitti. Askerlik bitti. O arkadaşlarınla Batum sefalarına da bir son verirsin. Yaşlandım artık. Kum işinde de abinle devam edersiniz.” Ellerini saçlarına geçiren adam bir sağa bir sola yürüyordu. “Etma baba olacak iş mi? Aslı'yla ben.” O sıra da Asiye reis lafa girdi. “Sen istemezsen uşağam Kalelilerin Harun görücü yollayacak kıza. Saniye Hanım Harun’um istiyor kızı her şey tamam. Yakında Niyazi beye dünürcü gideriz diyordu dün mevlitte. O hayursuz gaybana mi alsun kizu. O Saniye cadısi üç güne feleğunü şaşirtur yavrucağa.” Yavuz, Harun adını duyduğu an kaşlarını daha sert çattı. Gözleri kısılırken Hilmi Bey hiç bozuntuya vermedi. Omuz silkti. “Bak, kızın taliplisi de varmış. Eğer inat edip istemem dersen andım olsun o kızın telli duvaklı düğününü Harun ile ederum.” Çetin’e bakan Yavuz ondan yardım ister gibiydi. Omuz silken adam “Hiç bana bakma kardeşim. Babam haklı. Aslı bizle büyüdü. Allah var bu eve gelin olsun isterim ama sen istemezsen kız gider Kalelilere. Seçim senin. Öfff günahım kadar da sevmem Harun itini ya neyse. Senesine kalmaz kızı aldatır o it. Aslı da ara yerde ziyan olur gider.” derken sözlerinin kardeşi üzerindeki etkisini görebiliyordu. İçten içe hadi inşallah dese de belli etmiyordu. Gece yarısına doğru babasının yanına gelen Yavuz “Tamam baba. Aslı ile evlenirim” dediğinde Tunalı ailesi rahat bir nefes vermişti. Ailecek genç adamı sağlam manipüle etmişlerdi. Aslı ise sonunda gözleri şişmiş kızarmış ve esnemekten ağzı ayrılacak şekilde odasından çıktığında babasının kahvaltısını hazırladı ve ilaçlarıyla birlikte odaya çıktı. Birkaç lokma da olsa yedirirken hiç babasının gözlerine bakmadan “Tamam baba. Senin istediğin gibi olsun. Yavuz'la evlenirim” dedi. Adamın solgun yüzünde beliren tebessüm evladı için iyi bir şey yapmanın verdiği huzurla karışıktı. Haberleşen iki arkadaş sonrası bir hafta içinde Aslı babasından istendi. Ay bitmeden de düğün işlerine bakıldı. Hayriye Hanım tıpkı kızı Ayşe’ye yaptığı gibi Aslı’ya da a dan z ye kadar ceyiz aldı. Sandık düzdü. Yavuz ile Aslı gelinlikle damatlık peşinde koşuyor Çetin düğün için arkadaşlarından birinin organizasyon yeri ile ilgileniyordu. Altını, gelinliği, damatlığı, genç adamın odasına yerleştirilen gelin yatak odasını eşyaları derken sahil kıyısındaki çay bahçesinin geniş alanında kına merasimi yapıldı. Aslı gülüyor heyecanlı görünüyordu. Hem babasını mutlu etme çabaları vardı hem de Yavuz ile evlenecek olmak günden güne içini kıpırdatıyordu. Aslında Yavuz da başlarda zorlanmış olsa da alışmıştı duruma. Gelinlik seçerlerken kabinden çıkan kızla dili tutulmadı değildi. Ya da kına için bindallı alındığında bindallı içinde görüp iç çekmedi değildi. İkisi de farkında olmasa da ya da itiraf etmeseler de çekiliyorlardı birbirlerine ve bu durum iki ailenin de dikkatinden kaçmıyordu. Kına esnasında genç kız babası için çok ağlamıştı çünkü yamacında tekerlekli sandalye de oturan adamın gözlerine tarifi imkansız bir mutluluk vardı. Evladını ölüp giderken en güvendiklerine emanet ediyordu. Onun mutlu olacağına inancı da tamdı. Yavuz ise kınada da düğünde de soğuktu. Düşünceli ve aynı zamanda huzursuzdu. Gözleri ara ara telefonuna kayıyor. Arkadaşları ile bile fazla bir eğlence yapamıyordu. Düğün bittiğinde ikilinin imam nikahı kıyıldı. Mehir konusunda da Aslı bir şey istemese de Yavuz üç yüz gram altın sözü verdi. Hilmi bey oğlundan bunu beklemezdi tabi şaşırmıştı. Sonunda gece onlar için bitmiş evde yeni karı kocayı yanlız bırakmışlardı. Hep birlikte birkaç gece Niyazi bey ile kalacaklardı ki bu sayede adamcağız da tek kalmamış olacaktı. Karı koca odaya çıktıklarında ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Aslında sadece Aslı bilmiyordu. Düşünceli olan Yavuz karısının yüzüne bile bakamıyordu. “Ben biraz çardağa iniyorum. Sen gelinliğini çıkar dinlen istersen. Çok yorulduk.” O an hayal kırıklığı yaşayan kız sakince “Haklısın” dedi. Ne diyecekti ki zaten. Neden bir şeyler olmuyor mu? Kendini keserdi de yine söylemezdi. Yavuz çıktıktan sonra hemen gelinliğini çıkardı. Duşa girip hızlıca yıkandı. Saçlarında fazla toka olmamasının nedeni dağınık bir şeyler istemesi ve duvağında az toka ile tutturulmasından kaynaklıydı. En son seksi bir gecelik yerine alt üst çiçekli bir pijama takımı giyip yatağa girmişti. Ne zaman uyudu bilmiyordu ama bir ara saçlarının okşandığını hayal meyal hatırlıyordu. Alnına konan sıcacık öpücüğü ve boyun girintisine saklanan yüzü rüyasında mı görmüştü hayalinde mi canlandırmıştı emin değildi. Sabah uyandığında gün aydınlanmış saat dokuzu geçmişti. Gözlerini açtığında başta olduğu yeri yadırgadı. Hala uykusu olsa da geri yatmadı. Gözlerini ovuşturup kalktığında yanındaki boşluk kaşlarını çatmasına neden olurken soluğunu bırakıp elini yüzünü yıkadı. Geri odaya döndüğünde üzerini değiştirdi. Tam odadan çıkıp Yavuz’a bakacaktı ki makyaj masasının aynasındaki postit kağıdı dikkatini çekti. Tek kaşı havalanırken aynanın önüne kadar gidip kağıdı eline aldığında okuduğu şeyler “ÖZÜR DİLERİM. UMARIM BENİ AFFEDERSİN.” di. O gün Aslı evin tüm odalarında, bahçede, sedenderde, hatta evin aşağısına doğru uzanan çaylıkta Yavuz’u aradı. Telefonu eline alıp numarasını tuşladığında karşısına çıkan ses “Numara kullanılmamaktadır” diyordu. Öğlen olmuş yağmur başlamıştı. Yavuz yoktu. Aslı serenderin kenarındaki ahşap bankta otururken titreyen ellerine ve bedenine rağmen öylece boşluğa bakıyordu. Büyük büyük yutkunup göğsüne çöreklenen sıkıntı ile Çetin’i aradı. Birkaç çalış sonrası açan adam “Aslı, bacım hayır olsun.” dediğinde genç kızın titreyen sesi ona ulaştı. “Abi, Yavuz.” “Yavuz mu? Ne oldu bacım bir sıkıntı mı var? Yavuz'a mı bir şey oldu? Ses ver bacım niye ağlıyorsun?” Aslı, dudaklarından kaçan hıçkırığa engel olamazken sonunda söyleyebildi. “Yavuz gitmiş abi. Bana not bırakmış ve gitmiş. Sabah uyandığımdan beri arıyorum ama yok. Telefonu da kullanılamıyor diyor. Yavuz beni terk etti abi.” Çetin, o an elindeki kağıdı masaya düşürdü. Ayağa kalkarken “Ne diyorsun sen bacım?” dese de çoktan telefon kapanmıştı. Yavuz Tunalı daha akşam hem resmen hem de dinen nikahına aldığı kadını terk etmişti. Üstelik basit bir notla. Aslı o günden sonra sadece babasını durumu öğrenmesin diye idare etti. Her sorduğunda “İstanbul’a gitmesi gerekti acilen baba. İş çok acildi. Sabah sabah aradılar.” diyor Tunalı ailesinin de bu şekilde idare etmesini sağlıyordu. Çetin, kardeşine ulaşmaya çalışmış ama sadece acil bir şekilde önce İstanbul’a oradan da İtalya’ya gittiğini öğrenebilmişti. Ne arkadaşları ne de onunla olan kimse gidişinden haberdardı. Nedenini de bilmiyorlardı. Hilmi Bey o kadar katı konuşmuştu ki Hayriye Hanım evladının arkasından ağlayamamıştı açık açık. Niyazi Bey, kızındaki halin farkındaydı. Bir şeyler olduğunu da biliyordu. Çünkü düğünden sonra can dostu Hilmi yüzüne bakamıyor bakışlarını kaçırıyordu. Aslında Yavuz’un kaçtığı haberi gün be gün Hopa’ya yayılmış herkes bunu konuşuyordu. Düğünden sonra geçen altı aylık süreçte Niyazi ölüm döşeğine kadar düşmüştü. Doktorlar rahat ettirmeye çalışıyordu ama onu esas yıkan şey hastaneye kızı ile gittiği gün oradaki birkaç yaşlı kadının sözleri olmuştu. Odasının önünde duran Aslı soru soran kadınları savmaya çalışıyordu başından ama mümkün değildi. Dört kadından bir tanesi abartılı bir ses tonu ile “Kız Aslı, ne ettin de taze damat düğün sabahı kaçıp gitti. Tövbeler olsun düşmanıma vermesin Allah. Baban ondan mı kötülüyor sürekli. Yazık adama ne yapsın. Elde ayakta bir kızı vardı onu da kocası düğün sabahı bırakıp gitti. Tazecik gelinin bu hallerde olması normal mi?” derken diğerler onu destekliyordu. Aslı sert bir dille “Ya defolun gidin şuradan. Hem size ne ya size ne. Koca benim kocam değil mi. Gittiyse gitti. Size hesap mı vereceğim. Attırmayın benim laz damarımı alayınızı yakarım şuracıkta. Siz gidin de önce kendi kapınızın önünü süpürün. Lafımı etmek size düşmez. Haydi kaybolun.” dediğinde diğer kadın parladı. “Kız Aslı hem kocayı elde tutama hem bize çemkir. Ayıp kızım ayıp. Allah bilir ne kusurun vardı da gencecik adam çekti gitti. Hasta babana yazık sana acımam da.” O sırada Hayriye Hanım ve Asiye reis yanlarına gelmişti. Biraz itiş kakış olsa da kadınları yollamışlardı ama uyuyor sandıkları adam onları dinlemişti. Aslı odaya girdiği an babasının kızarmış gözlerle ona baktığını gördü. O an anladı babasının bir şeyleri bildiğini anladığını ve duyduğunu. Ölmek üzere olan Niyazi kızını nasıl bir ateşe attığını o an çok daha iyi kavramıştı. Ömrünün son gününde. Solukları git gide kısalmışken. Peki pişman olmak şimdi bir işe yarar mıydı? Hiç bilemeyecekti. “Baba” dedi ama adamın göz bebekleri deniz misali yaşları taşırırken titredi. Genç kız adım atmaya korkarken kekeleyerek ve zorla “Kızım.” diyen adam son kez baktı evladına ve gözleri kapandı. Kaşları çatılan kız atamadığı o adımları koşarak kapadı ve babasının yanına ulaştı. Ellerini yanaklarına koyup “Baba, babam aç gözünü.” dedi. Adam açamıyordu. Nefes alıyordu ama cılızdı. O an hangi sesle doktor diye bağırdı ya da kim onu odadan çıkardı bilmiyordu ama saatler sonra yoğun bakım ünitesinden çıkan doktorun “Başınız sağ olsun. Hastayı kaybettik” demesi sonrası koridor onun çığlıkları ile inlemişti. Öyle bir haykırıyordu ki kimse onu zapt edemiyordu. Hilmi’nin yakasına sarılıyor “Benim babam ölmez ölemez. İnsanın hiç babası ölür mü. Ölmemiştir. Hilmi amca bakalım belki ölmemiştir. Yaşıyordur. O beni bırakmaz. O çirkin sözleri duyarak kapadı gözlerini helallik alamadım. Babama senin yüzünden değil diyemedim. O istedi ama ben kabul ettim diyemedim. Ben babama onu çok sevdiğimi söyleyemedim. Hakkım helal diyemedim. Sen üzülme diyemedim. Baba! Babam! Beni bırakma baba! Beni sensiz kimsesiz bırakma!” diyor duyanların ciğerine ateş düşürüyordu. Çetin sonunda dayanamayıp kendinden geçen kızı kucakladığı gibi hemşirelerin gösterdiği odaya yatırırken yas ölüm acısı dört bir yandaydı. Birkaç saat sonra Aslı uyanmıştı ama sessizce ağlıyordu bu defa sanki sesini kaybetmiş gibi. O kadar bağırmıştı ki boğazı acıyordu ama bu neydi ki. Onun ciğeri acıyordu. Ruhu kan kaybediyordu. Tüm kemikleri canlıyken kırılıyordu da biri de buna dur diyemiyordu. Ertesi gün öğle namazı sonrası babasının cenaze namazı kılındı. Orada da sessizdi Aslı. Kimseye bakmıyordu. Tabutun başında öylece duruyordu. Kucağında babasının resmi, göğsünde küçük bir fotoğraf, usul usul yürüdü mezarlığa. Dedesinin ve nenesinin yanındaki boşluğa kazılan çukura baktı. Çetin abisi birkaç kişi ile çukura inip babasının zayıflamış çökmüş ve küçülmüş bedenini oraya koyması ipleri koparmasına yetti. Öyle bir haykırdı ki “Baba!” diye yer gök inledi. Yere diz çöküp toprağı avuçlarken Çetin’e yalvarıyordu. “Koyma abi babamı oraya. Babam üşür, sevmez küçük yerleri. Toprak atmayın üstüne nasıl kaldırsın onca yükü. Baba! Hakkını helal et baba. Kimsesiz bırakma beni yalvarırım kalk. Bak kızın ağlıyor sarıl ona sustur yine. Saçlarımı sev baba. Sen çok severdim saçlarımı. Şimdi onları kim sevsin babam.” Mezarlık Aslı haykırdıkça, acı çektikçe daha da ağırlaştı. Daha da mateme büründü. Daha da kasfetlendi. Kürek kürek toprak atıldı. Her toprak atılışında Aslı “Babam!” diye çığlıklar attı. Kimse onu oradan götüremedi. Kimse dur diyemedi. Kimse durdurmadı. Aslı o gün öyle bir acı çekti ki bu günlerce susmasına, aç kalmasına, sadece uykuyla kendini kapatmasına neden oldu. Aslı, herkes yanındayız dese de o gün aslında kimsesiz kaldı. Öyle ya bir çocuğun babası ölürse o çocuğun bir yanı o anda sıkışıp kalırmış. Genç kız zamanla büyüdü. Yaşı da aklı da ilerledi ama bir yanı, içindeki küçük Aslı babasının öldüğü günde öylece kaldı. Avuçlarında toprak kokusu, ciğerinde ölüm acısı, hayatında terk edilişinin derin izi. Tunalı evinde kaldıysa sırf daha fazla rezillik çıkmasın diyeydi. Milletin ağzı kapansın, Hilmi Bey gelinine sahip çıktı densin diyeydi. Babasının ölümünün ilk yılında kendini kapatsa da ikinci yılında ayağa kalkmış silkelenmiş babasının atölyesini açmış ve çalışmaya başlamıştı. Yanında babasından yadigar kimsesiz bir çırağı vardı. Hem çiziyor hem çizimi ahşapla canlandırıyordu. Motor ehliyeti almış kullanmayı öğrenmiş işe gidip gelirken kolaylık olsun diye çok güzel mavi bir motor almıştı. Çok laf ediliyordu arkasından ama duymuyordu. Duysa da umursamıyordu. Yavuz ise içinde kalan büyük bir yaraydı. Hayal kırıklığıydı. Yedi kat el bile acısına ortak olmaya çalışmıştı da kocam dediği evlendiği adam hangi cehenneme gittiyse gelmemişti. Kırgınlığı belki de ölse geçmezdi. Zaten Yavuz da ölse gelmezdi. Yoksa gelir miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD